2011/239 K. 2011/281 T. 20.12.2011

CGK., E. 2011/239 K. 2011/281 T. 20.12.2011

T.C. Yargıtay Başkanlığı - Ceza Genel Kurulu
Esas No.: 2011/239
Karar No.: 2011/281
Karar tarihi: 20.12.2011
 

213 sayılı Yasaya aykırılık suçundan sanık K1’in aynı Yasanın 359/b-1 ve 765 sayılı TCY’nın 59. maddeleri uyarınca 15 ay ağır hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin, Niğde Ağır Ceza Mahkemesince verilen 08.03.2004 gün ve 193-46 sayılı hüküm sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 02.12.2004 gün ve 6256-9027 sayı ile onanarak kesinleşmiştir.

01 Haziran 2005 tarihinde 5237 sayılı Türk Ceza Yasası ve 5271 sayılı Ceza Yargılaması Yasası ile bunlara bağlı yeni yasaların yürürlüğe girmesi üzerine, dosyayı ele alarak uyarlama yargılaması yapan Niğde Ağır Ceza Mahkemesince 13.09.2005 gün ve 409-193 sayı ile; hükümlünün, 213 sayılı Yasanın 359/b-2 ve 765 sayılı TCY’nın 59. maddeleri uyarınca 15 ay ağır hapis cezasıyla cezalandırılmasına, 5349 sayılı Yasanın 2. maddesi uyarınca hükümdeki ağır hapis cezasının hapis cezasına dönüştürülmesine ve 5237 sayılı TCY’nın 51. maddesi uyarınca cezanın ertelenmesine karar verilmiştir.

Hükümlü müdafii ile katılan vekilinin temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesince 28.02.2008 gün ve 3061-2653 sayı ile;

“5271 sayılı CMK’nın 5560 sayılı Yasa ile değişik 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında değişiklik yapan 5728 sayılı Yasanın 562. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılması uygulaması olanaklı hale geldiğinden, 5237 sayılı TCK’nın 7. maddesi gözetilerek yasal koşulların oluşup oluşmadığının saptanması ve sonucuna göre uygulama yapma görevinin de yerel mahkemeye ait bulunması zorunluluğu” nedeniyle diğer yönleri incelenmeyen hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

Bozmaya uyan Niğde Ağır Ceza Mahkemesince 24.09.2008 gün ve 100-206 sayı ile;

“…Mahkememizin 08.03.2004 tarih ve 2004/46 sayılı kararı ile hükümlünün sahte fatura kullanmak suçundan 213 sayılı Yasanın 359/b-1 ve 765 sayılı Yasanın 59. maddeleri uyarınca cezalandırılmasına karar verilmiş, mahkememiz kararı Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 02.12.2004 tarih ve 2004/9027 karar sayılı ilamı ile onanarak hükümlü hakkındaki mahkûmiyet kararı kesinleşmiştir.

Hüküm kesinleştikten sonra 01.06.2005 günü 5237 sayılı TCK’nın yürürlüğe girmesi nedeniyle hükümlü hakkındaki dosya yeniden ele alınmış, mahkememizin 13.09.2005 tarih ve 409 sayılı uyarlama kararı ile lehe yasa değerlendirilerek, 213 sayılı Yasanın 359/b-2 ve 765 sayılı TCK’nın 59. maddeleri uyarınca hükümlünün 15 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve 5237 sayılı TCK’nın 51. maddesi uyarınca cezasının ertelenmesine karar verilmiş, hükümlü müdafii ile katılan vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 28.02.2008 tarih ve 2653 sayılı ilamı ile; ‘5271 sayılı CMK’nın 5560 sayılı Yasa ile değişik 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında değişiklik yapan 5728 sayılı Yasanın 562. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılması uygulaması olanaklı hale geldiğinden 5237 sayılı TCK’nın 7. maddesi gözetilerek, yasal koşullarının oluşup oluşmadığının saptanması ve sonucuna göre uygulama yapma görevinin de yerel mahkemeye ait bulunduğu’ gerekçesiyle mahkememiz kararı bozulmuştur.

Mahkememizce usul ve yasaya uygun olan bozma ilamına uyulmuş, kesinleşmiş hüküm ve dosya içeriği ile sabit olduğu gibi hükümlünün sahte fatura kullanma suçundan, suç tarihinde yürürlükte bulunan ve lehine olan 213 sayılı Yasanın 359/b-1 ve 765 sayılı TCK’nın 59. maddeleri gereğince cezalandırılmasına, zararı giderme koşulu oluşmadığından hakkında 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesi uygulanmamış, lehine olan 647 sayılı Yasanın 6. maddesi uyarınca cezanın ertelenmesine karar vermek gerekmiştir” şeklindeki gerekçeyle hükümlünün; 213 sayılı Yasanın 359/b-1 ve 765 sayılı TCY’nın 59. maddeleri uyarınca 15 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hükümlünün katılan kurum zararını ödemediği ve koşulları oluşmadığından hakkında 5271 sayılı CYY’nın 231. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına ve 647 sayılı Yasanın 6. maddesi uyarınca cezasının ertelenmesine karar verilmiştir.

Bu hükmün de hükümlü müdafii ile katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 13.07.2011 gün ve 541-8041 sayı ile;

“…Yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine, ancak;

Ayrıntıları Ceza Genel Kurulunun 07.02.2006 gün, 11-12 sayılı kararında açıklandığı üzere; uyarlama yargılaması sonunda verilen ve suç tarihinden sonra yürürlüğe giren yasaya göre kurulacak mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde, 5271 sayılı Ceza Yargılaması Yasasının 230. maddesine uygun biçimde, suç oluşturduğu kabul edilen eylemin gösterilmesi, bunun nitelendirmesinin yapılması, Ceza Yasasında öngörülen sıra ve esaslara göre ceza ve cezaya mahkûmiyet yerine ya da yanısıra uygulanacak güvenlik tedbirinin belirlenmesi, cezanın ertelenmesine veya adli para cezası ya da tedbirlerden birine çevrilmesine, ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına yahut bu hususlara ilişkin istemlerin reddine dair dayanaklar ile önceki hükümdeki yargılama giderleriyle varsa vekâlet ücretinin infazda doğabilecek kuşku ve duraksamaları gidermek üzere aynen gösterilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

Yasaya aykırı, katılan idare vekili ile hükümlü müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş ise de; yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu hususun 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 322. maddesinde öngörülen yetkiye dayanılarak karar verilmesi olanaklı olduğundan ‘700,00 Lira maktu vekâlet ücretinin sanıktan alınarak katılan idareye verilmesine’ ve ‘7,00 Lira yargılama giderinin sanıktan alınmasına’ ibarelerinin hüküm fıkrasına eklenmesi suretiyle sair yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün düzeltilerek onanmasına” karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise, 22.08.2011 gün ve 47475 sayı ile;

“Yargıtay 11. Ceza Dairesince temyiz incelemesi sonucunda, 2011/541-8041 sayılı ilamının gerekçesinde ‘Ayrıntıları Ceza Genel Kurulunun 07.02.2006 gün ve 11-12 sayılı kararında da açıklandığı üzere; uyarlama yargılaması sonucu verilen ve suç tarihinden sonra yürürlüğe giren yasaya göre kurulacak hükmün gerekçesinde 5271 sayılı Ceza Yargılaması Yasasının 230. maddesine uygun biçimde, suç oluşturduğu kabul edilen eylemin gösterilmesi, bunun nitelendirmesinin yapılması ceza yasasında öngörülen sıra ve esaslara göre cezanın ve cezaya mahkûmiyet yerine ya da yanısıra uygulanacak güvenlik tedbirinin belirlenmesi, cezanın ertelenmesine veya adli para cezası ya da tedbirlerden birine çevrilmesine, ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına yahut bu hususlara ilişkin istemlerin reddine dair dayanaklar ile önceki hükümdeki yargılama giderleriyle varsa vekâlet ücretinin infazda doğabilecek kuşku ve duraksamaları gidermek üzere aynen gösterilmesi gerektiğinin gözetilmemesi’ bozma nedeni olarak belirtilmiş, ancak hükmün yargılama giderleri ve vekâlet ücreti konusunda ‘düzeltilerek onanmasına’ karar verilmiştir.

Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 2011/541-8041 sayılı kararında değindiği Ceza Genel Kurulunun 07.02.2006 gün ve 11-12 sayılı kararında belirtildiği üzere, uyarlama yargılaması sonunda verilen ve suç tarihinden sonra yürürlüğe giren yasaya göre kurulacak hükmün, Ceza Muhakemesi Kanununa uygun ve hüküm fıkrasında bulunması zorunlu unsurları taşıması, önceki karara atıf yapılmakla yetinilmeyip gerekçenin ayrıca açıklanması gerekmektedir.

Mahkeme kararındaki gerekçe eksikliği de 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 322. maddesinde, ‘davanın esasına hükmedilecek haller’ arasında sayılmamış, bu nedenle mahkeme kararının bozulmasına karar verilmesi gerektiği halde düzeltilerek onanmasına karar verilmesi yasaya aykırı bulunmuştur” görüşü ile itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur.

Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Hükümlü K1’in, uyarlama yargılaması sonucunda sahte fatura kullanmak suçundan, 213 sayılı Yasanın 359/b-1, 765 sayılı TCY’nın 59 ve 647 sayılı Yasanın 6. maddeleri uyarınca 15 ay hapis cezasıyla mahkûmiyetine ve cezasının ertelenmesine karar verilen somut olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; uyarlama yargılaması sonucu verilen yerel mahkeme hükmünün yasal ve yeterli gerekçeyi taşıyıp taşımadığı ile bu hükmün vekalet ücreti ve yargılama gideri yönünden düzeltilerek onanmasına karar verilmesinin isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.

Ceza yasalarının zaman bakımından uygulanmasına ilişkin kurallar, 765 sayılı Türk Ceza Yasasının 2 ve 01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının 7. maddesinde benzer biçimde düzenlenmiştir. Her iki Yasada da ceza hukukunun en önemli ilkelerinden birisi olan ceza hukuku kurallarının yürürlüğe girdikleri tarihten itibaren işlenen suçlara uygulanacağına ilişkin “ileriye etkili olma” prensibi ile bu ilkenin istisnasını oluşturan, “failin lehine olan yasanın geçmişe etkili olması”, “geçmişe etkili uygulama” veya “geçmişe yürürlük” ilkesine yer verilmiştir.

5237 sayılı Türk Ceza Yasasının 7. maddesinin 2. fıkrasına göre; “suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur”. Bu ilkeye göre sonradan yürürlüğe giren yasanın bir fiili suç olmaktan çıkarması, suçun unsurlarında, cezalandırılabilme koşullarında, bu suçtan dolayı mahkûmiyetin yasal neticelerinde, cezasında ve hatta güvenlik tedbirlerinde değişiklik yapması ve bu değişikliğin failin lehine sonuç vermesi durumunda, yürürlüğe girdiği tarihten önce işlenen suçlar hakkında da uygulanması gerekecektir. Sonradan yürürlüğe giren yasanın önceki suç bakımından doğurduğu lehe sonuç ise mutlaka bir mahkeme kararı ile saptanmalıdır. Hiç kuşkusuz bu belirleme, ister evrak üzerinde inceleme yapılmak suretiyle, isterse duruşma açılmak suretiyle gerçekleştirilsin her halde bir davayı ve yargılama faaliyetini gerekli kılar. 5252 sayılı Yasanın 9. maddesinin 3. fıkrasındaki, lehe yasanın; “önceki ve sonraki kanunların ilgili tüm hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların birbiriyle karşılaştırılması” suretiyle belirleneceği hükmü, 23.02.1938 gün ve 23-9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ve öğretide bu konuyla ilgili ileri sürülen görüşler birlikte değerlendirildiğinde, lehe yasanın belirlenmesi amacıyla, sabit kabul edilen maddi olaya suç tarihinde yürürlükte bulunan yasalar ile sonradan yürürlüğe giren yasaların hiçbir hükmü karıştırılmadan bir bütün halinde uygulanması ve uygulama neticesinde ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması gerekmektedir.

Mahkûmiyet hükmünde değişiklik yargılamasında yeni yasanın lehe sonuç doğurduğu saptandığında sonraki yasaya göre uygulama yapılması, aksi halde önceki hükümde değişikliğe yer olmadığına, başka bir deyişle uyarlama davasının reddine karar verilmesi gerekmektedir. Mahkeme, ulaştığı sonuca göre; 5271 sayılı CYY’nın 223. maddesinde sayılan beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşmesi kararlarından birine hükmedecektir. Uyarlama davasının reddi dışında verilecek yeni hüküm, usulünce kesinleştiğinde önceki hükmü ortadan kaldıracak ve infaza konu edilecektir. O halde sınırlı amaçla ve istisnai olarak başvurulsa da bu yargılama faaliyeti sonucunda verilen ve hüküm niteliğine sahip bulunan yeni kararın da Ceza Yargılaması Yasasına göre bir hükümde bulunması zorunlu unsurları taşıması, bünyesinde noksanlık barındırmaması ve infaz sırasında karışıklığa meydan vermemesi gerekir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 141. maddesine göre; “mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılmalıdır”. Kuşkusuz bu zorunluluk, uyarlama yargılaması sonunda verilen kararlar bakımından da geçerlidir. Ancak bu yargılamanın amacı, kesinleşmiş hükümde suç oluşturduğu saptanan olaya ilişkin lehe hükmün belirlenmesi ve uygulanması ile sınırlı olduğundan, yeniden bir olay yargılaması yapılmasını gerektiren ayrıksı durumlar hariç, önceki yargılamada iddia ve savunma olarak ileri sürülen görüşler ile delillerin tartışılması ve değerlendirilmesine gerek bulunmamaktadır. Buna karşın sonradan yürürlüğe giren yasaya göre kurulacak hükmün gerekçesinde 5271 sayılı Yasanın 230. maddesine uygun olarak, suç oluşturduğu kabul edilen eylemin gösterilip nitelendirmesinin de yapılması, yasada öngörülen sıra ve esaslara göre cezanın ve ayrıca cezaya mahkûmiyet yerine veya yanısıra uygulanacak güvenlik tedbirinin belirlenmesi, cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adli para cezası veya tedbirlerden birine çevrilmesine ya da ek güvenlik tedbirleri uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin istemlerin kabul veya reddine ilişkin dayanakların ve yargılama giderlerinin gösterilmesi zorunludur.

Uyarlama yargılamasına hâkim olan ilkeler, güvenlik tedbirlerine ilişkin olanlar da dâhil olmak üzere önceki ve sonraki yasaların ilgili tüm hükümlerinin birbirine karıştırılmaksızın ayrı ayrı uygulanması suretiyle belirlenecek sonuçların karşılaştırılmasını, yeni yasanın lehe sonuç doğurduğunun saptanması halinde bu düzenlemenin bütün olarak olaya uygulanmasını ve yargılama konusu suç yönünden varılacak hukukî sonuca göre yargılama giderlerinin de karar altına alınmasını gerektirir. Bu uygulama sonucunda, sadece cezanın yeni yasaya göre belirlenmesi ile yetinilip, yargılama giderleri hakkında kesinleşmiş önceki hükme atıf yapmakla yetinmek hükümde eksiklik niteliğinde olduğu gibi, bu hususlarda karar verilmemesi de hatalı bir uygulama olacaktır. Zira önceki mahkûmiyet hükmünde değişiklik yapan ve uyarlama yargılaması sonucu verilen yeni hüküm, usulüne uygun biçimde kesinleştiğinde, önceki kararın infaza dayanak olacak hüküm bölümü ortadan kalkacak, böylece geçerliliği sona ermiş olan önceki hükmün, infaz edilmemiş ise yargılama giderlerine ilişkin bölümünün de uygulama yeteneği kalmayacak, infaz sırasında, infaz işlemleriyle sorumlu birimlerin sadece ve yalnızca uyarlama hükmünün hüküm fıkrasıyla yetinerek işlemlerini yürütmeleri gerekecektir.

Bu nedenle, gerek kesinleşen hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasının 413/son maddesi, gerekse hükmün kesinleşmesinden sonra yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Yasasının 324/1. maddesi uyarınca avukatlık ücretini de kapsayan yargılama giderlerinin sadece hükmün kesinleşmesinden önceki kısmından sorumlu bulunan ve 5271 sayılı Yasanın 325/2. maddesinde öngörülen “hakkaniyet” ölçütünün bir gereği olarak sınırlı, istisnai ve zorunlu bir yargılama faaliyeti olan mahkûmiyet hükmünde değişiklik yargılaması sırasında yapılan yargılama giderlerinden sorumlu tutulmayacak olan hükümlüden, kesinleşme öncesindeki yargılama giderlerinin tahsil edilebilmesi bakımından, uyarlama yargılaması sonucunda verilen yeni kararda bu sorumluluğun saptanması, kesinleşen önceki hükümde yer alan yargılama giderlerinin, infazda doğabilecek kuşku ve duraksamaları gidermek üzere uyarlama hükmünde de aynen gösterilmesi gerekmektedir.

Uyuşmazlığın çözümü açısından 1412 sayılı CYUY'nın, 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 322. maddesi üzerinde de durulmalıdır.

Temyiz makamı olan Yargıtayın hukuksal denetimini yaptığı davanın esasına karar vermesi ve davayı bu aşamada bitirmesi, 1412 sayılı CYUY’nın 322. maddesinde dokuz bent halinde sayılan hallerle sınırlı ve istisnai bir durumdur. Yargıtayın bu yetkisini kullanması, işi yeniden mahkemeye göndermeye gerek olmadığını gösteren iki temel koşulun bulunmasına bağlıdır. Buna göre:

a- Maddi sorunun daha ziyade aydınlatılması için bir soruşturma gerekmemelidir.

b- Maddi sorun bakımından mahkemeye bırakılmış serbest değerlendirme yetkisi söz konusu olmamalıdır. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 15.06.2004 gün ve 115-138 sayılı kararında da belirtildiği üzere; bu düzenleme ile temyiz aşamasında saptanan hukuka aykırılıkların doğrudan Yargıtayca giderilmesi, yeni bir karar verilmek üzere dosyanın esas mahkemesine gönderilmesine ihtiyaç duyulmadığı durumlarda, yargılamanın gereksiz yere uzamasına engel olmayı ve işin temyiz denetimi aşamasında bitirilmesi amaçlanmakta olup anılan maddenin birinci fıkrasının dokuzuncu bendi uyarınca yargılama giderleri de bu kapsamdadır.

Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Yerel mahkemece, olay yargılaması gerektirmeyen uyarlama yargılaması sonucunda hükümlü hakkında, gerekli ve yeterli gerekçe gösterilmek suretiyle 765 sayılı TCY’nın lehe olduğu kabul edilmiş, ağır hapis cezasının hapis cezasına dönüştürülmüş olması da gözetilerek 213 sayılı Yasanın 359/b-1, 765 sayılı TCY’nın 59. maddeleri uyarınca verilen 15 aylık hapis cezası, kesinleşen hükümden farklı olarak 647 sayılı Yasanın 6. maddesi uyarınca ertelenmiş, ancak kesinleşen hükümde yer almasına karşın uyarlama kararında yargılama giderine ve katılan lehine vekâlet ücretine hükmedilmemiştir. Bu hükmün temyizi üzerine dosyayı inceleyen Özel Dairece, 647 sayılı Yasanın 6. maddesi uyarınca verilen cezanın ertelenmesi suretiyle kesinleşen hükümden farklı bir hüküm kurulmuş olması, hüküm niteliğine sahip bulunan bu yeni kararın da Ceza Yargılaması Yasasına göre bir hükümde bulunması zorunlu unsurları taşıması, bünyesinde noksanlık barındırmaması ve infaz sırasında karışıklığa meydan vermemesi açısından bünyesinde yer alması gereken vekâlet ücretinin ve yargılama giderinin gösterilmemiş olması isabetsizliğinden hükmün bozulmasına karar verilmiş ancak bu yasaya aykırılığın 1412 sayılı CYUY’nın 322. maddesi uyarınca düzeltilmesi olanaklı olduğundan kesinleşen hükümde yer aldığı şekliyle katılan lehine vekâlet ücretinin ve yargılama giderinin hükümlüden alınmasına karar verilmek suretiyle uyarlama hükmünün düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir.

Görüldüğü gibi Özel Daire kararında bozma ve düzelterek onama konusu yapılan husus, yerel mahkemenin uyarlama yargılamasına ilişkin kararında yasal ve yeterli gerekçenin bulunmaması olmayıp kararda katılan lehine vekâlet ücretine ve yargılama giderine hükmedilmemesidir. Bu hukuka aykırılıktan ötürü, yeni bir karar verilebilmesi için bir araştırmaya gerek olmadığı gibi mahkemeye bırakılmış serbest bir değerlendirme yetkisi de bulunmadığından, yeterli ve gerekli gerekçeyi içeren yerel mahkeme hükmünün bozulmasına gerek olmayıp, 1412 sayılı CYUY’nın, 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 322. maddesinin birinci fıkrasının dokuzuncu bendi uyarınca, bozma nedeni sayılan bu aykırılığın Yargıtayca düzeltilmesi olanaklı, gerekli ve isabetlidir.

Bu itibarla, haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan altı Genel Kurul Üyesi; “yerel mahkeme hükmünün yasal ve yeterli gerekçe içermediği, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmesi gerektiği” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle,

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,

2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 20.12.2011 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.