2013/1261

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

FARUK AKSEKİLİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/1261)

 

Karar Tarihi: 4/2/2016

R.G. Tarih ve Sayı:18/3/2016-29657

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

Raportör Yrd.

:

İsmail Emrah PERDECİOĞLU

Basvurucu

:

Faruk AKSEKİLİ

Vekili

:

Av. Cankat ŞAHİN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, maliki olunan taşınmaz üzerine geçici inşaat ruhsatı verilmemesi işleminin iptali istemiyle açılan davanın 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 33. maddesinin üçüncü fıkrası gerekçe gösterilerek reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 6/2/2013 tarihinde İzmir Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 28/3/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 6/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 7/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 16/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 2/5/2014 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucunun 2001 yılından bu yana maliki olduğu, İzmir ili Balçova ilçesinde yer alan 7.633 m² taşınmaz üzerinde 8/11/1995 tarihli geçici inşaat ruhsatı ile yapılmış 81 m² yüz ölçümlü ve 6,50 metre yükseklikte iki katlı yapı bulunmaktadır.

9. Başvurucu, söz konusu taşınmazda günübirlik tesis olarak kafe ve restoran yapabilmek için geçici inşaat ruhsatı verilmesi istemiyle 29/5/2009 tarihinde Balçova Belediyesine başvurmuş fakat 60 günlük yasal süre içerisinde belediye tarafından başvurucuya herhangi bir cevap verilmemiştir.

10. Başvurucu, Balçova Belediyesine yaptığı başvurunun cevap verilmemek suretiyle reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle 25/9/2009 tarihinde İzmir 1. İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır.

11. Yapılan yargılama sonunda İzmir 1. İdare Mahkemesi 22/7/2010 tarihli ve E.2009/1327, K.2010/1078 sayılı kararıyla davanın reddine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

“...

 3194 sayılı İmar Kanununun 33 nci maddesinde “İmar planlarında bulunup da müracaat gününde beş yıllık imar programına dahil olmayan yerlerde; plana göre kapanması gereken yol ve çıkmaz sokak üzerinde bulunan veya 18 inci madde hükümleri tatbik olunmadan normal şartlarla yapı izni verilmeyen veya 13 üncü maddede belirtilen hizmetlere ayrılmış olan ve haklarında bu madde hükmünün tatbiki istenen parsellerde üzerinde yönetmelik esaslarına uygun yapı yapılması mümkün olanlarında sahiplerinin istekleri üzerine belediye encümeni veya il idare kurulu kararıyla imar planı tatbikatına kadar muvakkat inşaat veya tesisata müsaade edilir ve buna dayanılarak usulüne göre yapı izni verilir.

Bu gibi hallerde verilecek müddetin on yıl olması, yapı izni verilmezden önce belediye encümeni veya il idare kurulu kararının gün ve sayısının on yıllık müddet için muvakkat inşaat veya tesisat olduğunun, lüzumlu ölçü ve şartlarla birlikte tapu kaydına şerh edilmesi gereklidir. Muvakkatlık müddeti tapu kaydına şerh verildiği günden başlar.

Birinci fıkrada sözü geçen bir parselde, esasen kullanılabilen bir bina varsa bu parsele yeniden inşaat ve ilaveler yapılmasına izin verilmeyeceği gibi, birden fazla muvakkat yapıya izin verilen yerlerde dahi bu yapıların ölçüleri toplamı yönetmelikte gösterilen miktarları geçemez. Bu maddenin tatbikinde kadastral parsel de bir imar parseli gibi kabul olunur.

... hükmü yer almıştır.

Dosyanın incelenmesinden, İzmir Balçova İlçesi 198 ada, 21 parselde davacı adına kayıtlı taşınmazın, 30.12.1982 tarihinde Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca onaylanan 1/1000 ölçekli uygulama imar planında “Bölge Rekreasyon Zonu-İzmir Valiliği Özel İdaresi Balçova Kaplıca Tesisleri Bölgesi”nde kaldığı, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi'nin 30.10.1986 tarihli, 185 sayılı kararı ile onanan 1/5000 ölçekli nazım imar planı revizyonu ile “Mesire alanı” olarak belirlendiği, 01.02.1995 tarihinde ilan edilen İzmir İnciraltı Termal Turizm Merkezi içinde yer alan dava konusu parselin, İzmir İnciraltı Termal Turizm Merkezi Tevsii Balçova Kaplıcaları Kesimine ilişkin olarak Kültür ve Turizm Bakanlığınca 18.3.2009 tarihinde onaylanan 1/25000 ölçekli Çevre Düzeni Planı onama sınırı dışında kaldığı,31.10.1995 tarihli, 3789 sayılı belediye encümeni kararı uyarınca verilen 08.11.1995 tarihli geçici inşaat ruhsatı ile yapılmış olan 81m2 yüzölçümlü, 6.50 metre yükseklikte 2 katlı yapı bulunan ve davacı tarafından 2001 yılında satın alınantaşınmazda, günübirlik tesis olarak kafe ve restoran olarak kullanılmak üzere 2 ayrı prefabrik yapı yapmak için geçici inşaat ruhsatı verilmesi istemiyle 29.05.2009 tarihinde davalı idareye başvurulduğu, başvurunun yanıt verilmeyerek reddedilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı, diğer yandan davacının aynı taşınmazda Kask:0.40 emsalde yapı yapılmak üzere daimi inşaat ruhsatı verilmesi istemiyle yaptığı başvurunun da taşınmazın 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planında "Mesire alanı" olarak belirlendiği ve bu alanla ilgili olarak üst ölçekli plana uygun 1/1000 ölçekli uygulama imar planı yapılmadığı gerekçesiyle 13.10.2009 günlü, 754-5415-5022 sayılı işlem ile reddedildiği, bu işlemin ve dayanağı olan 1/5000 ölçekli nazım imar planının iptali istemiyle açılan davanın ise Mahkememizin E:2009/1696 sayılı dosyasında sürdüğü anlaşılmaktadır.

Yukarıda sözü edilen yasa hükmü uyarınca geçici inşaat ruhsatı istemine konu olan taşınmazda kullanılabilen bir bina varsa, bu parsele yeniden inşaat ve ilaveler yapılmasına izin verilmeyeceği açıktır.

Bu durumda, dava konusu parselde 08/11/1995 tarihli geçici inşaat ruhsatı ile yapılmış iki katlı yapı bulunduğundan, bu yapı dışında yeni ve ilave yapı niteliğinde bulunan kafe ve restorana ilişkin iki ayrı yapı için yeniden geçici inşaat ruhsatı verilmesi isteminin reddine ilişkin işlemde mevzuata aykırılık bulunmamaktadır. …”

12. İlk Derece Mahkemesi kararı üzerine başvurucu temyiz talebinde bulunmuş; Danıştay Altıncı Dairesi, 15/4/2011 tarihli ve E.2010/9769, K.2011/835 sayılı ilamıyla hükmü onamış karar düzeltme istemini de 15/11/2012 tarihli ve E.2011/8126, K.2012/6152 sayılı ilamıyla reddetmiştir.

13. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam başvurucuya 7/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

14. Başvurucu 6/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

15. 13/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun "İmar programları, kamulaştırma ve kısıtlılık hali" kenar başlıklı 10. maddesi şöyledir:

"Belediyeler; imar planlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde, bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlarlar. Beş yıllık imar programlarının görüşülmesi sırasında ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarının temsilcileri görüşleri esas alınmak üzere Meclis toplantısına katılır. Bu programlar, belediye meclisinde kabul edildikten sonra kesinleşir. Bu program içinde bulunan kamu kuruluşlarına tahsis edilen alanlar, ilgili kamu kuruluşlarına bildirilir. Beş yıllık imar programları sınırları içinde kalan alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerleri ilgili kamu kuruluşları, bu program süresi içinde kamulaştırırlar. Bu amaçla gerekli ödenek, kamu kuruluşlarının yıllık bütçelerine konulur.

İmar programlarında, umumi hizmetlere ayrılan yerler ile özel kanunları gereğince kısıtlama konulan gayrimenkuller kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle ilgili projeler gerçekleştirilinceye kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer kanunlarla verilen haklar devam eder."

16. 3194 sayılı Kanun'un“İmar planlarında umumi hizmetlere ayrılan yerler" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

 "(Birinci fıkra iptal: Ana.Mah.nin 29/12/1999 tarihli ve E.:1999/33, K.:1999/51 sayılı Kararı ile)

 İmar programına alınan alanlarda kamulaştırma yapılıncaya kadar emlak vergisi ödenmesi durdurulur. Kamulaştırmanın yapılması halinde durdurma tarihi ile kamulaştırma tarihi arasında tahakkuk edecek olan emlak vergisi, kamulaştırmayı yapan idare tarafından ödenir. Birinci fıkrada yazılı yerlerin kamulaştırma yapılmadan önce plan değişikliği ile kamulaştırmayı gerektirmeyen bir maksada ayrılması halinde ise durdurma tarihinden itibaren geçen sürenin emlak vergisini mal sahibi öder.

 (Üçüncü fıkra iptal: Ana.Mah.nin 29/12/1999 tarihli ve E.:1999/33, K.:1999/51 sayılı Kararı ile)

 Onaylanmış imar planlarında, birinci fıkrada yazılı yerlerdeki arsa ve arazilerin, bu Kanunda öngörülen düzenleme ortaklık payı oranı üzerindeki miktarlarının mal sahiplerince ilgili idarelere bedelsiz olarak terk edilmesi halinde bu terk işlemlerinden ayrıca emlak alım ve satım vergisi alınmaz."

17. 3194 sayılı Kanun'un "Umumi hizmetlere ayrılan yerlerde muvakkat yapılar” kenar başlıklı 33. maddesi şöyledir:

 “İmar planlarında bulunup da müracaat gününde beş yıllık imar programına dahil olmayan yerlerde; plana göre kapanması gereken yol ve çıkmaz sokak üzerinde bulunan veya 18 inci madde hükümleri tatbik olunmadan normal şartlarla yapı izni verilmeyen veya 13 üncü maddede belirtilen hizmetlere ayrılmış olan ve haklarında bu madde hükmünün tatbiki istenen parsellerde üzerinde yönetmelik esaslarına uygun yapı yapılması mümkün olanlarında sahiplerinin istekleri üzerine belediye encümeni veya il idare kurulu kararıyla imar planı tatbikatına kadar muvakkat inşaat veya tesisata müsaade edilir ve buna dayanılarak usulüne göre yapı izni verilir.

 Bu gibi hallerde verilecek müddetin on yıl olması, yapı izni verilmezden önce belediye encümeni veya il idare kurulu kararının gün ve sayısının on yıllık müddet için muvakkat inşaat veya tesisat olduğunun, lüzumlu ölçü ve şartlarla birlikte tapu kaydına şerh edilmesi gereklidir. Muvakkatlık müddeti tapu kaydına şerh verildiği günden başlar.

 Birinci fıkrada sözü geçen bir parselde, esasen kullanılabilen bir bina varsa bu parsele yeniden inşaat ve ilaveler yapılmasına izin verilmeyeceği gibi, birden fazla muvakkat yapıya izin verilen yerlerde dahi bu yapıların ölçüleri toplamı yönetmelikte gösterilen miktarları geçemez. Bu maddenin tatbikinde kadastral parsel de bir imar parseli gibi kabul olunur.

 Plan tatbik olunurken, muvakkat inşaat veya tesisler yıktırılırlar. On yıllık muvakkatlık müddeti dolduktan sonra veya on yıl dolmadan yıktırılması veya kamulaştırılması halinde muvakkat bina ve tesislerin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümlerine göre takdir olunacak bedeli sahibine ödenir.”

18. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun geçici 6. maddesinin onuncu fıkrası şöyledir:

"Vuku bulduğu tarih itibarı ile bu maddenin kapsamında olan kamulaştırmasız el koymadan dolayı bu maddenin yürürlüğe girmesinden önce tazmin talebiyle dava açmış olanlar; bu madde hükümlerine göre uzlaşma yoluna gitmeyi isteyip istemediklerini bu maddenin yürürlüğe girmesinden itibaren üç ay içinde idareye ve mahkemeye verecekleri dilekçeler ile bildirebilirler. Uzlaşma talebi üzerine, uzlaşma görüşmelerinin neticesine kadar dava bekletilir; uzlaşılamaması hâlinde, uzlaşmazlık tutanağının mahkemeye sunulmasından sonra davaya devam edilir. Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulamasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir. Bu madde hükümleri karara bağlanmamış veya kararı kesinleşmemiş tüm davalara uygulanır. Kararı kesinleşen davalara ise, bu maddenin yalnızca sekizinci fıkra hükümleri uygulanır."

19. 2/11/1985 tarihli ve 18916 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği'nin 8/9/2013 tarihli ve 28759 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan değişiklikten önceki hâliyle 21. maddesi şöyledir :

 “İmar planlarında, iskan hudutları içinde bulunup da, umumi hizmetlere ayrılan yerlere rastlayan arsaların, bu hizmetler için gereken kısmı ayrıldıktan sonra geriye kalan parçaları imar planı ve bu Yönetmelik esaslarına göre müsait ise parsellere ayrılabilir. Keza, imar planı ve yönetmelik esaslarına göre müsait olduğu takdirde, bunlar üzerinde yapı izni verilebilir. Tamamı umumi hizmetlere ayrılan yerlere rastlayan veya kalan parçası plan ve yönetmelik hükümlerine göre yapı yapılması müsait olmayan arsalar, kamulaştırılıncaya kadar sahipleri tarafından olduğu gibi kullanılmaya devam olunur.

Bu gibi yerlerden 5 yıllık programa dahil bulunmayanlarında; yükseklikleri tabii zeminden (6.50) m. yi, brüt inşaat alanı (250) m2. yi geçmemek, mümkün mertebe sökülerek başka bir yere nakli kabil malzemeden ve buna müsait bir sistemde inşa edilmek şartı ile ve yine imkân nisbetinde mevcut ve müstakbel yol güzergâhlarına tesadüf ettirilmemek suretiyle imar planı tatbikatına kadar, sahiplerinin isteği üzerine Belediye Encümenince muvakkat yapı yapılmasına izin verilir. Bu yapının, imar planına göre bulunduğu bölgenin özellikleri ve Belediye Başkanlığının teklifi de göz önüne alınarak hangi maksat için yapılıp kullanılabileceği Belediye Encümenince tayin ve tesbit olunur. Mülk sahibi bu maksadın dışına çıkarmaz."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

20. Mahkemenin 4/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

21. i. Başvurucu; maliki olduğu İzmir ili Balçova ilçesinde yer alan ve üzerinde 8/11/1995 tarihli geçici inşaat ruhsatı ile yapılmış 81 m² yüz ölçümlü iki katlı yapı bulunan taşınmaz üzerine ayrıca günübirlik tesis olarak kafe ve restoran yapmak için geçici inşaat ruhsatı verilmesi istemiyle Balçova Belediyesine başvurduğunu, yaptığı başvurunun cevap verilmeyerek zımnen reddedildiğini, bunun üzerine zımnen ret işleminin iptali talebiyle İzmir 1. İdare Mahkemesinde açtığı davanın 3194 sayılı Kanun’un 33. maddesinin üçüncü fıkrası gerekçe gösterilerek reddedildiğini, davanın reddi nedeniyle taşınmazı üzerinde geçici bina yapmasının mümkün olmadığını, bu durumun idarelerin imar planı yapmakta gecikmesinden kaynaklanan, taşınmaz maliklerinin taşınmazları üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması yönündeki mağduriyetlerinin giderilmesine engel olduğunu, söz konusu kısıtlamanın taşınmazının serbestçe kullanımı üzerinde belirsizlik oluşturduğunu belirterek mülkiyet hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş; 3194 sayılı Kanun'un 33. maddesinin üçüncü fıkrasının iptal edilmesini talep etmiştir.

ii. Başvurucu ayrıca İzmir 1. İdare Mahkemesinde açtığı davanın 3194 sayılı Kanun’un 33. maddesinin üçüncü bendi gerekçe gösterilerek reddedilmesinden dolayı Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği'nin 21. maddesi hükmü dikkate alındığında ancak mevcut 81 m² yüz ölçümlü kullanılan binanın yıkılması hâlinde yeni baştan toplam 250 m² yüz ölçümüne kadar muvakkat yapı inşa edebileceği sonucunun ortaya çıktığını, oysa mevcut kullanılan binanın yıkılmasında hiçbir kamu yararı bulunmadığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; 3194 sayılı Kanun'un 33. maddesinin üçüncü fıkrasının iptal edilmesini talep etmiştir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun, taşınmazı üzerindeki serbestçe kullanım yetkisinin kısıtlanarak mülkiyet hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği yönündeki şikâyetinin, söz konusu taşınmazın 30/10/1986 tarihli İzmir Büyükşehir Belediyesi Belediye Meclisi kararı ile onanan 1/5.000 ölçekli nazım imar planı revizyonu ile "mesire alanı" olarak belirlenerek (bkz. § 11), 3194 sayılı Kanun'un 33. maddesi kapsamında "umumi hizmete ayrılan yer" olarak değerlendirilmesinden kaynaklandığı anlaşıldığından imar planının uygulanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

23. Bununla birlikte başvurucunun, İzmir 1. İdare Mahkemesinin davanın reddi yönündeki kararından dolayı Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği'nin 21. maddesi hükmü dikkate alındığında taşınmazı üzerine yeni veya ek bir muvakkat yapı inşa edebilmesinin ancak mevcut yapının yıkılması sureti ile mümkün olabileceği, oysa mevcut binanın yıkılmasında kamu yararının bulunmadığı yönündeki şikâyetinin, imar izni verilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

a. İmar Planının Uygulanmaması Nedeniyle Mülkiyet Hakkının İhlaline İlişkin İddia

24. Başvurucu, taşınmazı üzerine muvakkat yapı inşa etmek için yaptığı talebin reddi üzerine, ret yönündeki idare işleminin iptal edilmesi amacıyla açtığı davanın da 3194 sayılı Kanun'un 33. maddesinin üçüncü fıkrası gerekçe gösterilerek reddedildiğini dolayısıyla taşınmazı üzerindeki serbestçe kullanım hakkının belirsiz olarak kısıtlandığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

25. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

 " Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."

26. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 "İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."

27. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde olağan kanun yolları ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 17, 18).

28. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup bu kurala riayetin denetlenmesinde münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda yalnızca hukuk sisteminde birtakım başvuru yollarının varlığının değil, aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (Işıl Yaykır, B. No. 2013/2284, 15/4/2014, § 42).

29. Başvuru konusu olayda başvurucunun maliki olduğu İzmir ili Balçova İlçesi 198 ada 21 parselde kayıtlı taşınmazın, İzmir Büyükşehir Belediyesinin 30/10/1986 tarihli kararı ile onanan 1/5.000 ölçekli nazım imar planı revizyonu ile "mesire alanı" olarak belirlendiği, söz konusu taşınmazın üzerinde 8/11/1995 tarihli geçici inşaat ruhsatı ile yapılmış bulunan 81 m² yüz ölçümlü, 6,50 metre yüksekliğinde iki katlı yapı bulunduğu ve bu hâliyle başvurucu tarafından 2001 yılında satın alındığı, başvurucunun 29/5/2009 tarihinde 3194 sayılı Kanun'un 33. maddesi hükmüne dayanarak anılan taşınmaz üzerinde muvakkat yapı yapabilmek amacıyla idareden ruhsat talebinde bulunduğu, talebin cevap verilmemek sureti ile reddi üzerine ret işleminin iptali için açılan davanın da İzmir 1. İdare Mahkemesinin 22/7/2010 tarihli kararı ile 3194 sayılı Kanun'un üçüncü fıkrası gerekçe gösterilerek reddedildiği ve bu kararın temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçerek 15/11/2012 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır.

30. Somut olayda İzmir 1. İdare Mahkemesinde açılan iptal davasında başvurucunun, taşınmazının 3194 sayılı Kanun'un 33. maddesi kapsamında muvakkat yapı ruhsatı için öngörülen şartları taşıdığını ileri sürdüğü, İlk Derece Mahkemesinin de dava konusu taşınmazı anılan maddenin birinci fıkrası kapsamında "umumi hizmete ayrılan yer" kapsamında değerlendirdiği ancak aynı maddenin üçüncü fıkrasında yer alan "Birinci fıkrada sözü geçen bir parselde, esasen kullanılabilen bir bina varsa bu parsele yeniden inşaat ve ilaveler yapılmasına izin verilmeyeceği" hükmü uyarınca davayı reddettiği ve bu kararın kesinleştiği anlaşılmıştır.

31. Bu bağlamda başvurucunun kesinleşen yargı süreci üzerine Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunarak taşınmazı üzerindeki kullanım hakkının belirsiz süreyle kısıtlandığından şikâyet ettiği anlaşılmışsa da başvurucunun idareye yönelik reddedilen talebinin ve ret işlemi üzerine başlattığı yargılama sürecinin bir bütün olarak değerlendirilmesi sonucu söz konusu şikâyetin esasen, taşınmazın 30/10/1986 tarihli İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi kararı ile onanan 1/5.000 ölçekli nazım imar planında "mesire alanı" olarak belirlenmesinden ve bu belirleme üzerine taşınmazın 3194 sayılı Kanun uyarınca "umumi hizmete ayrılan yer" olarak değerlendirilmesinden kaynaklandığı anlaşılmıştır.

32. Bu durumda başvurucunun 3194 sayılı Kanun'un 10. maddesinde yer verilen, belediyelerin; imar planlarının yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla en geç üç ay içinde bu planı uygulamak için beş yıllık imar programlarını hazırlayacakları, bu programların belediye meclisinde kabul edildikten sonra kesinleşeceği ve beş yıllık imar programları sınırları içinde kalan alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerlerin ilgili kamu kuruluşlarınca bu program süresi içinde kamulaştıracakları (bkz. § 15) yönündeki düzenlemeler uyarınca işlem tesis edilmesini talep etme imkânı bulunmaktadır.

33. Başvuru konusu olaya benzer şekilde 3194 sayılı Kanun'un 10. maddesinin uygulaması kapsamında ortaya çıkan uyuşmazlıkların hem adli yargı mercileri hem de idare mahkemeleri önünde dava konusu edildiği, adli yargı mercilerince uzun yıllar programa alınmayan imar planının fiilen hayata geçirilmemesi nedeniyle kamulaştırma yoluna gitmeyen idarece pasif ve suskun kalmak ve işlem tesis edilmemek suretiyle taşınmaza müdahale edildiği gerekçesiyle kamulaştırmasız el koyma kapsamında değerlendirme yapılarak uyuşmazlıkların çözümü yoluna gidildiği, aynı konuda ilgililer tarafından idare mahkemelerinde açılan davaların ise 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun idari işlem ve eylemlerden doğan zararların tazminini öngören 12. ve 13. maddeleri kapsamında çözümlendiği, adli yargıda açılan davalarda görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkması sonucu Uyuşmazlık Mahkemesine yansıyan başvurular neticesinde Mahkemece, somut başvuruya benzer şekilde imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davaların idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı merciince çözümlenmesi gerektiğine karar verildiği anlaşılmaktadır (Yenibaşaran Uluslararası Nakliyat ve Ticaret A.Ş., B. No. 2013/3300, 18/9/2014, § 35).

34. Uyuşmazlık Mahkemesinin söz konusu kararının ardından 2942 sayılı Kanun'un geçici 6. maddesinde 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun’la yapılan değişiklik kapsamında, anılan maddenin onuncu fıkrasında uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulamasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 3194 sayılı Kanun’da öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabileceği düzenlemesine yer verilmiştir. Belirtilen değişiklik sonrasında Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca (YHGK), imar kısıtlamalarından kaynaklanan tazminat davalarının idari yargıda açılması gerektiğine hükmedildiği (YHGK, E.2013/5-603, K.2013/1503, 30/10/2013), Danıştay tarafından da söz konusu tasarruf kısıtlamalarının idari işlem ve eylemlerden kaynaklanması ve 2942 sayılı Kanun'da yapılan değişiklik nedeniyle imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat davalarının görev ve çözümünde idari yargı merciinin görevli olduğuna hükmedildiğianlaşılmaktadır (Yenibaşaran Uluslararası Nakliyat ve Ticaret A.Ş., § 36).

35. Buna göre başvurucunun İzmir Büyükşehir Belediye Meclisinin 30/10/1986 tarihli kararı ile onanan nazım imar planı revizyonu ile "mesire alanı" olarak belirlenen ancak imar programına alınmayan ve kamulaştırması yapılmayan taşınmazının mülkiyeti üzerinde oluşan kısıtlamalar nedeniyle oluşan zararlarının tazminini sağlayabileceği etkili ve yeterli başvuru yolunun 2942 sayılı Kanun'un değişik geçici 6. maddesi uyarınca idare mahkemelerinde açılacak tam yargı davası olduğu, bu yolun kullanılması suretiyle başvuru yollarının tüketilmiş sayılacağı ancak başvurucu tarafından bu yönde tam yargı davası açma yoluna gidilmediği anlaşılmaktadır.

36. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası ile ilgili olarak iptal davası açma yoluna gidilmekle birlikte somut başvuru açısından daha etkili giderim yolu olan tam yargı davası açma imkânı kullanılmaksızın bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

37. Öte yandan başvurucunun taşınmazı üzerine yeni veya ek inşaat yapamaması suretiyle gerçekleşen kısıtlama nedeniyle Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine yönelik iddiasının, anılan Anayasa maddesindeki ifadeler dikkate alındığında soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049,16/4/2013,§ 33). Bu çerçevede imar planının uygulanmaması nedeniyle başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik bir müdahalenin bulunmadığı anlaşıldığından mülkiyet hakkının ihlal edildiğine yönelik şikâyetinin incelemesinde ayrıca eşitlik ilkesi yönünden değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.

b. İmar İzni Verilmemesi Nedeniyle Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

37. Başvurucunun söz konusu şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı anlaşıldığından ve şikâyetin kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek bir neden de görülmediğinden başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

38. Başvurucu, İzmir 1. İdare Mahkemesinin davanın reddi yönündeki kararından dolayı Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği'nin 21. maddesi hükmü dikkate alındığında taşınmazı üzerine yeni ve veya ek bir muvakkat yapı inşa edebilmesinin ancak mevcut yapının yıkılması sureti ile mümkün olabileceğini, oysa mevcut binanın yıkılmasında kamu yararı bulunmadığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

39. Bakanlık görüşünde, mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolüne dair Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları hatırlatılmakla birlikte idarelerin imar planı gibi karmaşık ve düzenleme yapılması gereken alanlarda belli bir takdir hakkına sahip oldukları, ancak bu planlar yapılırken söz konusu takdir yetkisinin kamu yararı doğrultusunda kullanılmasının gerektiği, bu bağlamda somut olayda ilgili idareden görüş alınmasının faydalı olacağının düşünüldüğü belirtilmiştir.

40. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında; açmış olduğu davanın 3194 sayılı Kanun'un 33. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince reddedildiğini, anılan düzenlemenin idarelere herhangi bir takdir yetkisi tanımadığını, dolayısıyla takdir yetkisi kullanımının söz konusu olmadığını, bu nedenle idareden görüş alınmasının gerekli olmadığını ifade etmiştir.

41. Anayasa'nın "Mülkiyet Hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

 Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

 Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

43. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

 "Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

44. Anayasa'nın "Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması" kenar başlıklı 56. maddesi şöyledir:

 "Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.

 Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.

 ..."

45. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) Ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

46. Anayasa'nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf etme olanağı veren bir haktır. Anayasa'ya göre bu hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla sınırlama getirilebilir. Anayasa'nın 35. maddesinde mülkiyet hakkının mutlak bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği belirtilmiştir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 28, 32).

47. Anayasa'nın 35. maddesi ve Sözleşme'ye Ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi benzer düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir. Her iki hüküm de üç kural ihtiva etmektedir. Buna göre Sözleşme'nin ilk cümlesi herkese mülkünden barışçıl yararlanma hakkı verirken Anayasa daha geniş manada mülkiyet hakkını tanımakta, düzenlemelerin ikinci cümleleri de kişilerin hangi koşullarda mülkünden yoksun bırakılabileceğini ya da kişilere ait mülkiyetin hangi koşullarla sınırlandırılabileceğini hüküm altına almaktadır.

48. Her iki hükmün üçüncü cümleleri ise mülkiyetin kullanımının kontrolü ya da düzenlenmesine ilişkindir. Bu doğrultuda Anayasa'nın 35. maddesinin son fıkrası mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı şeklinde hakkın kullanımına ilişkin genel bir ilkeye yer verirken Sözleşme'ye Ek (1) No.lu Protokol'ün birinci maddesinin ikinci fıkrası devletlere mülkiyeti kamu yararına düzenleme ile vergiler ve diğer katkılar ile cezaların tahsili konusunda gerekli gördükleri yasaları uygulama konusundaki haklarını saklı tutarak taraf devletlerin genel yarara uygun olarak "mülkiyetin kullanımını kontrol" yetkisine sahip olduklarını kabul etmektedir. Bununla beraber Anayasa'nın birçok maddesi ilgili olduğu hususta devlete mülkiyetin kullanımının kontrolü ya da mülkiyeti düzenleme yetkisi vermektedir.

49. AİHM'e göre ikinci ve üçüncü kurallar, mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesi şeklinde ifade edilen birinci kuralın özel görünüm şekilleridir ve bu nedenle genel nitelikli birinci kuralın ışığı altında anlaşılmaları gerekmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 47).

50. Anayasa ve Sözleşme'de yer alan ve yukarıda yer verilen üçüncü kurallar devlete mülkiyetin kullanımı veya mülkiyetten yararlanma hakkını kontrol etme ve bu konuda düzenleme yetkisi vermektedir. Mülkiyeti sınırlamaya göre daha geniş takdir yetkisi veren düzenleme yetkisinin kullanımında da yasallık, meşruluk ve ölçülülük ilkelerinin gereklerinin karşılanması kural olarak aranmaktadır. Buna göre mülkiyet hakkının düzenlenmesi yetkisi de kamu yararı amacıyla ve kanunla kullanılmalıdır. Bunun yanında ölçülülük ilkesi gereği mülkiyetten yoksun bırakmada aranan tazminat ödeme yükümlülüğü, davanın koşullarına göre düzenleme yetkisinin kullanıldığı her durumda gerekmeyebilmektedir(Necmiye Çiftçi ve diğerleri, § 48).

51. Devlet, düzenlemeyi bireylerin veya tüzel kişilerin olumlu eylemlerde bulunmalarını zorunlu tutarak veya faaliyetlerine kısıtlamalar getirerek gerçekleştirebilir. Bu tür düzenlemeler, mevzuatı kabul edilemez duruma getirecek kadar alışılmışın dışında sonuçlar doğurmadığı sürece devletin takdir yetkisi içinde kabul edilmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, § 49).

52. Nitekim Anayasa Mahkemesi, 18/5/1955 tarihli ve 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun'a 4531 sayılı Kanun'la ilave edilen geçici 7. maddeyle kira artışlarını ilk yıl %25 takip eden yıl %10'la sınırlayan hükmü, "Taşınmaz mal darlığının, Devletçe önlem alınmaması durumunda kiraların normalin üstünde artacağı açıktır. Kira olgusunun bu bakımdan toplumsal bir sorun olduğu kabul edildiğinde Devletin kira konusunda kamu yararı amacıyla kimi hak ve özgürlükleri sınırlandırmasında Anayasa'nın 2., 13., 35. ve 48. maddelerine aykırılık yoktur." gerekçesiyle Anayasa'nın diğer hükümleri yanında mülkiyet hakkına da aykırı bulmayarak iptal istemini reddetmiştir (AYM, E.2000/26, K.2000/48, 16/11/2000).

53. Başvurucu, taşınmazı üzerine muvakkat yapı inşa edebilmenin ancakkullanmakta olduğu mevcut yapıyı yıkması hâlinde mümkün olabileceğini ancak mevcut yapıyı yıkmasında kamu yararı olmadığını belirtip taşınmazını dilediği gibi kullanmadığından yakınarak mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet etmektedir.

54. Bu durumda öncelikle başvurucunun bireysel başvuru konusu yaptığı idarenin ret işlemine ve ret işleminin iptali için açılan davaya konu olan "muvakkat yapı" kavramının ortaya konulması gerekmektedir.

55. Geçici yapı olarak da adlandırılabilen, esasen kısa süreli kullanıma açılan ve değerlendirilen yapılar olarak tanımlanabilecek muvakkat yapılara ilişkin düzenlemelere 3194 sayılı Kanun'un 33. maddesinde ve Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği'nin 21. maddesinde yer verilmiştir. Anılan düzenlemelere göre üzerinde muvakkat yapı inşasına izin verilebilmesi için ilgili taşınmaz; imar planı içerisinde bulunmak ve henüz beş yıllık imar programına alınmamış olmak, imar planına göre kapanması gereken yol ve çıkmaz sokak üzerinde bulunmak veya 3194 sayılı Kanun'un 18. maddesi uygulanarak henüz üzerinde sürekli yapı yapılabilecek duruma getirilmemiş olmak yahut 3194 sayılı Kanun'un 13. maddesi uyarınca kamu hizmetlerine ayrılan yerlerde bulunmak, üzerinde İmar Yönetmeliği hükümlerine göre yapı yapılma olanağı olmak ve malikinin bu yönde yazılı başvurusu bulunmak şartlarını taşımalıdır (bkz. §§ 17, 19).

56. Yine ilgili hükümler ile muvakkat yapının süresi on yıl ile sınırlandırılmakta, muvakkat yapı inşa edilecek parselde esasen kullanılabilen bir bina varsa artık bu parselde muvakkat yapı inşasına ve mevcut yapıya ilavelerde bulunulmasına izin verilememekte bununla birlikte bazı yerlerde imar plan ve yönetmeliklerine göre birden çok muvakkat yapıya izin verilebileceği kurala bağlanmakta fakat bu gibi yerlerde ise toplam muvakkat yapı brüt inşaat alanının 250 m²yi geçemeyeceği düzenlenmektedir (bkz. §§ 17, 19).

57. Başvurucunun maliki olduğu taşınmazı dilediği şekilde kullanma hakkı Anayasa'nın 35. maddesinde yer alan mülkiyet hakkının kapsamına dâhil olmakla beraber devletin bu kullanımı kontrol/düzenleme yetkisi bulunmaktadır. Somut başvuru konusu olayda başvurucunun kendine ait taşınmazı üzerine muvakkat yapı inşa edebilmesi talebi, idarenin talebini reddetmesi ve başvurucunun idari işlemin iptali amacıyla açtığı davanın da Mahkemece reddedilmesi nedeniyle mümkün olamamıştır. Bu durumda somut başvuruda başvurucunun kendine ait taşınmazının kullanımını kontrol eden/düzenleyen müdahalenin başvurucunun mülkiyet hakkını ihlal edip etmediğinin tespit edilmesi için müdahalede kanuniliğin, kamu yararının ve adil dengenin korunup korunmadığının incelenmesi gerekmektedir.

58. Anayasa'nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf etme (başkasına devretme, biçimini değiştirme, harcama ve tüketme hatta yok etme) olanağı veren bir haktır (AYM, E.1988/34, K.1989/26, 21/6/1989; AYM, E.2011/58, K.2012/70, 17/5/2012).

59. Anayasa'nın 35. ve 13. maddeleri mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması gerektiğini hüküm altına almaktadır. AİHM, yasada öngörülen koşulları, bir diğer ifadeyle hukukiliği geniş yorumlayarak istikrar kazanmış yargı kararlarına dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş ilkelerin de hukukilik şartını karşılayabildiğini kabul ederken Anayasa, tüm sınırlandırmaların mutlak manada kanunla yapılacağını öngörerek Sözleşme'den daha geniş bir koruma sağlamaktadır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 31).

60. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu önceden öngörebilecekleri kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, § 56).

61. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi; hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. Bu bakımdan kanunun metni, bireylerin -gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle- hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla uygulanması öncesinde kanunun, muhtemel etki ve sonuçlarının yeterli derecede öngörülebilir olması gereklidir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).

62. "Belirlilik" ilkesi yalnızca yasal belirliliği değil, daha geniş anlamda hukuki belirliliği ifade etmektedir. Erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir gibi niteliksel gereklilikleri karşılaması koşuluyla yasalar, mahkeme içtihatları ve yürütmenin düzenleyici işlemleri ile de hukuki belirlilik sağlanabilir. Asıl olan muhtemel muhataplarının mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini öngörmelerini mümkün kılacak bir normun varlığıdır (AYM, E.2009/9, K.2011/103, 16/6/2011).

63. Bu ilkeler ışığında somut olay bakımından değerlendirme yapıldığında mülkiyetin kullanımını kontrol/düzenleme şeklindeki müdahalenin 3194 sayılı Kanun'un 33. maddesinin üçüncü fıkrası hükmüne dayanılarak gerçekleştirildiği ve bu doğrultuda ilgili düzenlemenin umumi hizmetlere ayrılan yerlerde muvakkat yapı ve inşaata izin verilebileceği ancak esasen böyle bir yerde kullanılabilen bir bina varsa bu yerde yeniden inşaat ve ilaveler yapılmasına izin verilmeyeceği konusunda yeterli açıklıkta hüküm bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda ise müdahalenin hukuki dayanağının yeterli açıklıkta bulunduğu ortadadır. Ayrıca mevcut düzenlemeler başvurucunun mevcut koşullarda makul kabul edilebilecek bir ölçüde davranışlarının sonuçlarını önceden öngörmelerini sağlamaya yetecek hukuki belirlilik de taşımaktadır.

64. Bu durumda kanuni dayanağı bulunan müdahalenin kamu yararı meşru amacının bulunup bulunmadığının tespiti gerekmektedir.

65. Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca mülkiyet hakkı kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Mülkiyet hakkının kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmesi Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen sosyal hukuk devleti ilkesiyle de yakından ilgili olup Anayasa Mahkemesi kararlarında da kamu yararı kavramı, sosyal hukuk devletinin tanımlanmasında göz önünde bulundurulması gereken unsurlardan biri olarak nitelendirilmektedir. Bu bağlamda sosyal hukuk devleti ilkesinin hayata geçirilebilmesi için zaman zaman farklı ekonomik ve sosyal politikalar uygulanması gerekebilmekte, bu politikaların uygulanabilmesi için de kamu yararı amacıyla mülkiyet hakkına sınırlamalar getirilmesi ihtiyacı doğabilmektedir (AYM, E. 2000/77, K. 2000/49, 21/11/2000).

66. Toplum yararı, ortak çıkar, genel yarar gibi birbirinin yerine kullanılan kavramlarla ifade edilen ve bireysel çıkardan farklı, onun üstünde ortak bir yarar olan kamu yararı Anayasa'nın 35. maddesinin mülkiyet hakkı açısından öngördüğü özel sınırlandırma sebebi olup genel yarar ve toplumsal yarar gibi ifadeleri de kapsayacak şekilde geniş yorumlanmaktadır (AYM, E. 1999/46, K. 2000/25, 20/09/2000). Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılmasına imkân vererek, bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, § 28).

67. Kamu yararı kavramı, genel bir ifadeyle özel veya bireysel çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yararı ifade etmektedir. Bütün kamusal işlemler, nihai olarak kamu yararını gerçekleştirmek hedefine yönelmek durumundadır. Kamu yararı doğası gereği geniş bir kavramdır. Yasama ve yürütme organları toplumun ihtiyaçlarını dikkate alarak neyin kamu yararına olduğunu belirlemede geniş bir takdir yetkisine sahiptirler. Kamu yararı konusunda bir uyuşmazlığın çıkması hâlinde ise uzmanlaşmış ilk derece ve temyiz yargılaması yapan mahkemelerin uyuşmazlığı çözmek konusunda daha iyi konumda oldukları açıktır. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru incelemesinde açıkça temelden yoksun veya keyfî olduğu anlaşılmadıkça yetkili kamu organlarının kamu yararı tespiti konusundaki takdirine müdahalesi söz konusu olamaz (Mehmet Akdoğan, §§ 34, 35, 36).

68. Anayasa'nın 56. maddesi ile herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı tanınmakla birlikte çevreyi geliştirme, çevre sağlığını koruma ve çevre kirliliğini önlenmenin hem devletin hem de vatandaşların ödevi olduğu düzenlenmiştir. Bu hükümlere göre çevrenin geliştirilmesi, çevre sağlığının korunması ve çevre kirliliğinin önlenmesine yönelik her türlü tedbiri almak devletin temel ödevlerindendir. Bu amaçla devlet, çevrenin korunmasını sağlamak için etkili bir maddi hukuk düzeni oluşturmak ve öngörülen maddi hukuku uygulamak üzere gereken teşkilatı kurmakla yükümlüdür (AYM, E.2011/106, K.2012/192, 29/11/2012). Bu bağlamda kanun koyucunun, Anayasa'nın 56. maddesinde öngörülen görevlerini yerine getirebilmesi bakımından sağlıklı ve dengeli bir çevrenin koşullarını yaratması yönünde tedbirler alması da doğaldır (AYM, E.2011/110, K.2012/79, 24/5/2012). Nitekim 3194 sayılı Kanun'un 1. maddesi "Bu Kanun, yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak amacıyla düzenlenmiştir." hükmünü barındırmaktadır.

69. Somut olayda başvurucunun, taşınmazı üzerine yeni ve veya ek bir muvakkat yapı inşa edebilmesinin ancak kullanılan mevcut yapının yıkılması sureti ile mümkün olabileceğine, oysa mevcut binanın yıkılmasında kamu yararının bulunmadığına yönelik şikâyetinin esasen taşınmazının, nazım imar planı revizyonu ile "mesire alanı" olarak belirlenmesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

70. İmar planları, planlanan yörenin bugünkü durumunun, olanaklarının ve ilerideki gelişmesinin gerçeğe en yakın şekilde saptanabilmesi için coğrafi veriler, beldenin donatımı ve mali, sosyal kültürel ve ticari yönden kullanılışı gibi konularda yapılacak araştırma ve incelemeler sonucu elde edilecek bilgilere göre çeşitli kentsel işlevler arasında var olan veya edinilecek olanaklar ölçüsünde en iyi çözüm yollarına ulaşmak, belde halkına iyi ve uygar bir yaşama düzeni ve koşulları sağlamak amacıyla kentin kendine özgü yaşayış biçimi ve karakteri, nüfus, alan ve yapı ilişkileri, yörenin gerek çevresiyle gerekse çeşitli alanlar arasındaki bağlantıları, halkın sosyal ve kültürel gereksinimleri, güvenlik ve sağlığı ile ilgili konular dikkate alınarak hazırlanır. Bu bakımdan insan, toplum, çevre ilişkilerinde kişi ve aile mutluluğu ile toplum hayatını yakından etkileyen fiziksel çevreyi sağlıklı bir yapıya kavuşturmak, yatırımların yer seçimlerini ve gelişme eğilimlerini yönlendirmek ve toprağın koruma, kullanma dengesini en akılcı biçimde şehircilik ilkelerine uygun olarak belirlemek amacıyla düzenlenen imar planlarının yapılmasında ve imar planında belirtilen biçimde davranılmasında da kamu yararı olduğu açıktır (AYM, E.1988/34, 1989/26, 21/6/1989).

71. Bu bağlamda başvurucunun taşınmazına, taşınmazın bulunduğu yörede imar planı yapılmış olması ve planda taşınmazın "mesire alanı" olarak tespiti nedeniyle yeni/ek muvakkat yapı inşa etmesine izin verilmemesi şeklinde yapılan "mülkiyetin kontrolü" yönündeki müdahalenin de kamu yararı kapsamında gerçekleştirildiği konusunda şüphe yoktur.

72. Ancak mülkiyetin kullanımını düzenleyen kanun ve uygulamaların, elde edilmek istenen kamu yararıyla bireysel menfaatler arsında adil bir denge kurması yani ölçülü olması gerekir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, § 63).

73. Somut olayda başvurucu, üzerinde 8/11/1995 tarihli geçici inşaat ruhsatı ile yapılmış bir bina bulunan taşınmazına ilave günübirlik tesis olarak kafe ve restoran yapabilmek için geçici inşaat ruhsatı verilmesi istemiyle idareye yaptığı başvurunun zımnen reddinin ardından İzmir 1. İdare Mahkemesinde idarenin zımni ret işleminin iptali istemiyle iptal davası açmıştır. Yapılan yargılama sonunda İzmir 1. İdare Mahkemesi 22/7/2010 tarihli kararı ile söz konusu taşınmaz üzerinde mevcut bulunan ve 8/11/1995 tarihli geçici inşaat ruhsatı ile inşa edilmiş binanın esasen kullanılabilen bir bina olduğuna kanaat etmiş, 3194 sayılı Kanun'un 33. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca davanın reddine hükmetmiş ve bu karar temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçerek kesinleşmiştir. Dolayısıyla ilgili yargılama sürecinde ortaya çıkan sonuca göre başvurucunun taşınmazı üzerinde yeni bir muvakkat yapı inşa edememesine sebep olan durum, başvurucunun hâlihazırda kullanmakta olduğu ve taşınmazın satın alınması sırasında varlığından haberdar olduğu mevcut muvakkat yapıdan kaynaklanmaktadır. Söz konusu yapının da 3194 sayılı Kanun'un 33. maddesinin üçüncü fıkrasında bahsedilen "esasen kullanılabilen bir bina" olup olmadığı hususunda ise Derece Mahkemelerinin takdir yetkisine sahip oldukları kuşkusuzdur.

74. Bu durumda 30/10/1986 tarihinde onanan nazım imar planı revizyonu ile "mesire alanı" olarak belirlenen bir taşınmaz üzerinde kanun koyucu tarafından, geçici de olsa belli bir yüz ölçümüne kadar yapı inşa edilmesineimkân tanındığı ve başvurucunun söz konusu taşınmazı, üzerinde 8/11/1995 tarihli geçici inşaat ruhsatı ile inşa edilmiş ve iptal davası sürecinde hâlen kullanıldığı tespit edilen bir yapı bulunduğu hâliyle 2001 yılında satın aldığı dolayısıyla satın alma tarihinde taşınmazın imar planında "mesire alanı" olarak tespit edildiğini ve taşınmaz üzerinde birtakım sınırlamalar olabileceğini bilebilecek durumda olduğu somut olayın özelliklerinden anlaşılmaktadır. Söz konusu hususlar dikkate alındığında ise başvurucunun mülkiyet hakkını kullanmasına getirilen sınırlandırmanın,taşınmazın kullanımını tamamen ortadan kaldırmadığı ve ulaşılmak istenen kamu yararı dikkate alındığında başvurucu üzerine aşırı bir yük getirmediği dolayısıyla "adil dengeyi" bozmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

75. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde başvurucunun sahibi olduğu taşınmaz üzerine yeni/ek muvakkat yapı inşa etme talebinin reddedilmesinin hukuki dayanağı olduğu ve meşru bir kamu yararına dayandığı, başvurucunun kişisel yararı ile toplumun genel yararı arasında başvurucu aleyhine ölçüsüz ve ağır bir yüke sebep olan bir uygulamanın da olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

76. Belirtilen nedenlerle başvurucunun Anayasa&#