2013/1297

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

FAHRİ GÖSTERİŞ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/1297)

 

Karar Tarihi: 13/4/2016

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör Yrd.

:

İsmail Emrah PERDECİOĞLU

Başvurucu

:

Fahri GÖSTERİŞ

Vekilleri

:

Av. Abdulkadir SAYIKAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi ve ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama sürecinin adil olmaması, yargılama sürecinde Danıştay savcısının düşüncesinin tebliğ edilmemesi, 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvuru ve yargılama sürecinin makul sürede sonuçlanmaması nedenleri ile adil yargılanma ve mülkiyet hakları ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 1/2/2013 tarihinde Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/11/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 9/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık başvuruya ilişkin görüşlerini 27/2/2014 tarihinde sunmuştur. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 11/3/2014 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu 27/7/2005 tarihinde Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığına başvuruda bulunarak 23/2/1992 tarihinde Diyarbakır ili Silvan ilçesinde evinin önünde üç kişi tarafından saldırıya uğradığını, saldırı sonucu hayati tehlike mevcut olacak şekilde yaralandığını, bu olayı Hizbullah terör örgütünün gerçekleştirdiğini ve olaydan dolayı yaşadığı yeri terk edip Mersin iline yerleşmek zorunda kaldığını, lise eğitim ve öğretimine bu ilde devam ettiğini belirtmiş; bu anlamda maddi ve manevi zarara uğradığını ifade ederek 5233 sayılı Kanun uyarınca zararlarının tazmin edilmesini istemiştir.

8. Başvurucu, yaralanması ile sonuçlanan olaya ilişkin olay yeri tespit tutanağı ve Silvan Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen soruşturma evraklarını da Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon)sunmuştur.

9. Komisyonca yapılan değerlendirme sonucu 27/02/2008 tarihli ve 2008/3-4978 sayılı Kararla başvurunun 5233 sayılı Kanun kapsamına girmediği gerekçesine dayanılarak talep reddedilmiştir.

10. Başvurucu; ayrıca 25/9/2006 tarihinde Komisyona yeni bir başvuru yaparak Diyarbakır ili Silvan ilçesi Otluk köyünde taşınmazları bulunduğunu, bölgede 1990 ile 2000 yılları arasında terör olayları yaşandığını nitekim kendisinin de 1992 yılında Hizbullah terör örgütü mensuplarınca saldırıya uğradığını, bu olaya ilişkin daha önce başvuruda da bulunduğunu, gerçekleşen olaylar nedeniyle yaşadığı ve taşınmazlarının bulunduğu yerleri terk etmek zorunda kaldığını, bu bağlamda taşınmazlarına erişmekten ve onları kullanmaktan mahrum kaldığını belirterek 5233 sayılı Kanun uyarınca zararlarının giderilmesini talep etmiştir.

11. Komisyonca yapılan değerlendirme sonucunda 11/6/2009 tarihli ve 2009/3-7756 sayılı kararla dosyada yer alan bilgi ve belgelerden Otluk köyünün tamamen boşalan/boşaltılan köylerden olmadığı, terör olayların yaşandığı iddia edilen dönemde köyde yaşayan nüfusu bulunduğu, başvurucuya yönelik herhangi bir terör tehdidi veya olayının olduğuna dair olay yeri tutanağının bulunmadığı, başvurucu tarafından da kabul edilebilir herhangi bir belge sunulmadığı şahsın keşif sırasında zarar gördüğünü iddia ettiği arazilerin kendi adına kayıtlı olmadığı, zarar gördüğünü iddia ettiği dönemde on altı, on yediyaşlarında olduğunun tespit edildiği gerekçelerine dayanılarak başvuru reddedilmiştir.

12. Başvurucu, Komisyonun 11/6/2009 tarihli ret kararının iptali istemiyle 20/1/2010 tarihinde Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde daha önce yaşamakta olduğu Silvan ilçesini, Hizbullah terör örgütünce saldırıya uğramasının ardından terk ederek lise eğitim ve öğretimine Mersin ilinde devam etmek zorunda kaldığını ancak Komisyonca bu hususun dikkate alınmadığını belirtmiştir.

13. Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi 24/6/2010 tarihli ve E.2010/156, K.2010/1587 sayılı kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

 "...

 Dava dosyasında ve Mahkememizin 2009/1129 Esasına kayıtlı bulunan dosyada yer alan bilgi ve belgelerden, Diyarbakır İli, Silvan İlçesi Otluk Köyünün boşaltılmadığı, köyde geçici köy koruculuğu sisteminin getirilmediği, 1990-2000 yılları arasında yapılan Genel Nüfus Sayımları ve Tespitlerine göre 1990 yılında 364, 1997 yılında 251, 2000 yılında ise 340 kişinin köyde yaşadığı görülmüştür.

 Bu nedenle aralarında davacının da bulunduğu Otluk Köyü halkının bir kısmının uğradıklarını ileri sürdükleri zararın, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmamaktadır.

 Bu durumda, davacının isteminin reddi yolunda tesis edilen dava konusu işlemede hukuka aykırılık görülmemiştir.

 ..."

14. İlk Derece Mahkemesi kararının temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesi 6/3/2012 tarihli ve E.2011/6291, K.2012/906 sayılı ilamı ile temyiz isteminin reddine karar verilmiştir. Temyiz isteminin reddine ilişkin ilamda İlk Derece Mahkemesi kararının onanması yönünde görüş bildiren Danıştay savcısının düşüncesine de yer verilmiştir.

15. Temyiz talebinin reddi üzerine aynı Daireye yapılan karar düzeltme talebi de 24/9/2012 tarihli ve E.2012/6109, K.2012/5723 sayılı ilam ile reddedilmiştir.

16. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam başvurucuya 2/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu tarafından 1/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

B. İlgili Hukuk

17. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1., geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28).

18. 6/1/1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun “Savcıların görevleri” kenar başlıklı 61. maddesinin 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun’un 47. maddesiyle değişik (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Savcılar, ilk derece mahkemesi sıfatıyla Danıştayda görülen dava dosyalarından kendilerine havale olunanları Başsavcı adına incelerler ve esas hakkındaki düşüncelerini, bir ay içinde gerekçeli ve yazılı olarak verirler. ...”

19. 2577 sayılı Kanun'un “Tebligat ve cevap verme” kenar başlıklı 16. maddesine 6352 sayılı Kanun’un 54. maddesiyle eklenen (6) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Danıştayda ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülen davalarda savcının esas hakkındaki yazılı düşüncesi taraflara tebliğ edilir. Taraflar, tebliğden itibaren on gün içinde görüşlerini yazılı olarak bildirebilirler.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

20. Mahkemenin 13/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

21. Başvurucu; Diyarbakır ili Silvan ilçesi Otluk köyünde yaşanan terör olaylarından dolayı bu yeri terk etmek zorunda kaldığını ve burada bulunan taşınmazlarını kullanamaması nedeniyle oluşan zararların giderimi için 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvurunun reddedildiğini, idarenin 1997 yılına kadar yapılan tazminat taleplerini kabul ederken mevzuatta herhangi bir değişiklik olmamasına rağmen bu tarihten sonraki tazminat taleplerini kabul etmediğini, Komisyona başvuru sırasında ve başvurunun reddine dair kararın iptali için açtığı davada yargılama sırasında ileri sürdüğü, Hizbullah terör örgütünce yaralanmasına ilişkin Silvan Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma dosyanın dikkate alınması hususunun değerlendirilmediğini, Otluk köyünde bulunan taşınmazlarından yıllarca istifade edemediğini, iptal davasına ilişkin yargılama sürecinde temyiz ve karar düzeltme aşamalarında Danıştay savcısının düşüncesinin kendisine tebliğ edilmediğini ve söz konusu yargılama sürecinin makul süreyi aştığını belirterek adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş; maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi taleplerinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun ihlal iddiaları aşağıdaki başlıklar altında incelenmiştir:

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a.Eşitlik İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

23. Başvurucu, Diyarbakır ili Silvan ilçesi Otluk köyünde yaşanan terör olaylarından dolayı bu yerlerde bulunan taşınmazlarını kullanamaması nedeniyle oluşan zararların giderimi için 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvurunun reddedildiğini ancak idarenin 1997 yılına kadar yapılan tazminat taleplerini kabul ederken mevzuatta herhangi bir değişiklik olmamasına rağmen bu tarihten sonraki tazminat taleplerini kabul etmediğini belirterek eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

24. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurucuların kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadıkları gibi belirtilen iddialarını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış oldukları dikkate alınarak başvurucuların anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014, §§ 43-48; Cahit Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014, §§ 39-44).

25. Somut başvuru açısından yapıldığı iddia edilen ayrımcılığın hangi temele dayalı olduğuna dair bir beyanda bulunulmadığı, belirtilen iddiaları temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt sunulmadığı gibi farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.

26. Açıklanan nedenlerle başvurucunun eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Danıştay Savcılığı Düşüncesinin Tebliğ Edilmediğine İlişkin İddia

27. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun Kapsamında yaptığı başvurunun reddedilmesi üzerine açtığı iptal davasına ilişkin yargılama sürecinin temyiz ve karar düzeltme aşamalarında Danıştay savcısının düşüncesinin kendisine tebliğ edilmediğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

28. Bakanlık başvurucunun bu şikâyetine karşılık görüşünde, söz konusu şikâyetin adil yargılanma hakkı kapsamında "silahların eşitliği" ilkesi bağlamında değerlendirilebileceğini belirterek bu ilke bağlamında genel değerlendirmelere yer vermesinin ardından somut olayda Danıştay savcısının temyiz aşamasında İlk Derece Mahkemesi kararının usul ve esasa uygun olduğu ve temyiz talebinin reddedilmesi yönünde görüş hazırladığını, görüşün yargılamaya ilişkin yeni bir husus içermediğini, ayrıca başvurucunun Danıştay savcısının görüşü kendisine tebliğ edilse idi hangi ilave tezlerde bulunacağına dair bir açıklamada bulunmadığını ifade etmiş; ilaveten Anayasa Mahkemesinin aynı konuda daha önce verilmiş olan kararlarına atıfta bulunmuştur.

29. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında, Danıştay savcısının düşüncesi kendisine tebliğ edilmeden bu görüşe karşı sunabileceği itiraz ve delillerinin sonuca etkili olup olmayacağının bilinemeyeceğini ileri sürmüştür.

30. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), dosyaya ilişkin bağımsız bir inceleme yaparak görüşünü Mahkemeye sunan Danıştay savcısının düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilmemesi nedeniyle çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Meral/Türkiye, B. No: 33446/02, 27/11/2007). Bu nedenle savcı düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilerek incelemelerine sunulması ve karşı görüşlerini hazırlama imkânı verilmesi adil yargılanma hakkının bir gereğidir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 33).

31.Bu kapsamda kanun koyucu yasal değişikliğe gitmiş ve 2575 sayılıKanun’un 61. maddesi ile Danıştay savcılarının kendilerine havale olan dosyaları başsavcı adına inceleyeceği ve düşüncelerini gerekçeli ve yazılı olarak verecekleri düzenlemiş ancak bu maddede 6352 sayılı Kanun’un 47. maddesiyle değişiklik yapılmış, yapılan yeni düzenleme sonrasında ise Danıştay savcılarına yalnızca ilk ve son derece mahkemesi olarak Danıştay tarafından incelenen davalarda düşünce sunma yükümlülüğü getirilmiştir.

32. Bunun yanında 2577 sayılı Kanun’un 16. maddesine 6352 sayılı Kanun’un 54. maddesiyle eklenen (6) numaralı fıkra uyarınca Danıştayda ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülen davalarda savcının esas hakkındaki yazılı düşüncesinin taraflara tebliğ edileceği ve tarafların tebliğden itibaren on gün içinde görüşlerini yazılı olarak bildirebileceği düzenlenmiştir.

33. 2577 sayılı Kanun’un 54. maddesinde ise Danıştay dava daireleri ve idari veya vergi dava daireleri genel kurullarının temyiz üzerine verdikleri kararlar ile bölge idare mahkemelerinin itiraz üzerine verdikleri kararlara karşı bir defaya mahsus olmak üzere kararın tebliğ tarihini izleyen on beş gün içinde esas kararı vermiş olan daire, kurul veya bölge idare mahkemesinden kararın düzeltilmesinin istenebileceği belirtilmektedir.

34. Başvuru konusu olayda, temyiz incelemesi sırasında dava dosyasına sunulan Danıştay savcı düşüncesi başvurucuya tebliğ edilmemiştir. Başvurucu bu düşünceyi temyiz başvurusunun reddine ve İlk Derece Mahkemesi kararının onanmasına ilişkin Danıştay Onbeşinci Dairesi ilamından öğrenmiştir. Bu karara karşı başvurucunun yaptığı karar düzeltme talebi hakkında karar verilmesinden önce 6352 sayılı Kanun’un 54. maddesiyle 6/1/1982 sayılı ve 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun’un 61. maddesinde değişiklik yapılarak Danıştayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı davalar dışında Danıştay savcısının düşünce verme yükümlülüğü ortadan kaldırılmış ve başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında Danıştay savcısı düşünce vermemiştir.

35. Bu durumda başvurucu temyiz talebi hakkında verilen Danıştay savcı düşüncesinden temyiz talebinin reddine ilişkin kararın kendisine tebliği ile haberdar olmuş ve karar düzeltme aşamasında bu düşünceye yönelik görüşlerini hazırlama ve Danıştay Onbeşinci Dairesine sunma imkânına sahip olmuştur.

36. Diğer taraftan başvurucu eğer temyiz yargılaması sırasında savcı düşüncesi tebliğ edilmiş olsaydı mahkeme önünde dile getiremediği hangi ilave tezleri ileri süreceğine ilişkin olarak da herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Bu nedenle başvurucunun temyiz yargılaması sırasında savcı düşüncesinin önceden tebliğ edilmemesi sebebiyle yargılamanın sonucunu etkileyecek usuli bir imkândan mahrum bırakıldığı söylenemez. Sonuç olarak somut olayda çelişmeli yargılama hakkının ihlal edilmediği anlaşılmaktadır.

37. Açıklanan nedenlerle çelişmeli yargılama hakkına yönelik açık bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c.Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

38. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdüğü giderim taleplerinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama prosedürünün makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

39. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama sürecinde Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014, §§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B. No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§ 46-70).

40. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:

“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

41. Somut davaya bir bütün olarak bakıldığında başvurucu tarafından 25/9/2006 tarihinde Komisyona yapılan müracaat sonrasında 5233 sayılı Kanun’un öngördüğü usul uyarınca bir kısım işlemin yapılması akabinde 11/6/2009 tarihinde talebin reddedildiği, belirtilen karar aleyhine 20/1/2010 tarihinde başlatılan yargılama sürecinin ise başvurucunun temyiz talebinin Danıştay Onbeşinci Dairesinin 6/3/2012 tarihli ilamı ile reddinin ardından karar düzeltme isteminin de 24/9/2012 tarihli ilam ile reddedilmesi sonucu tamamlandığı, toplamda geçen altı yıllık sürede uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olduğu tespit edilemediğinden, başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de bulunmadığından yargılama süresinin makul olduğu sonucuna varılmıştır.

42. Açıklanan nedenlerle makul sürede yargılanma hakkına yönelik açık bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

d. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

43. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

44. Başvurucu 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvurunun, Hizbullah terör örgütü tarafından 23/2/1992 tarihinde saldırıya uğrayarak yaralandığı ve bu olay nedeniyle yaşadığı yeri terk etmek durumunda kaldığı özel durumu dikkate alınmaksızın yargılama makamlarınca köyün tamamen boşaltılmamış olduğu şeklindeki nesnel ölçütten hareketle reddedildiğini belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

45. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinde terör dışındaki ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararların kapsam dışında olduğu açıkça belirtilmiştir.

46. Esasen taleplerin yapıldığı bölge itibarıyla özellikle ekonomik ve sosyal nedenlerle yaşanan göç olayları ve bundan kaynaklanan zararların yoğunluğu karşısında 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin edilebilecek zararların tespitinde temel alınacak objektif bir ölçütün ihdas edilmesi zorunlu görünmektedir. Bu kapsamda güvenlik kaygısının yerleşim yerinde sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gereğinden ve terör olayları nedeniyle toplumda oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki göstermesinin mümkün olduğu gerçeğinden hareket eden yargısal makamlar, kişiden kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının “köyün ya da mezranın tamamen boşalmış/boşaltılmış olması veya anılan yerleşim yerlerinde sadece geçici köy korucularının kalması” şeklinde nesnel bir ölçüte dayandırılmasını zorunlu görerek ve güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması hâlinde o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece oluşturulduğundan hareket ederek 5233 sayılı Kanun kapsamında maddi zararların idarece ödenmesine yasal olanak bulunmadığı ilkesini benimsemiştir (Mesude Yaşar, §§ 89, 90; Cahit Tekin, §§ 84, 85).

47. 5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin belirtilen Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve Kanun’un kapsamının belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile bu hususta içtihadi bir ölçütün belirlenmesi ve somut olayın bu ölçüt uyarınca değerlendirilmesi noktasındaki takdir, esasen derece mahkemelerine ait olup 5233 sayılı Kanun’un uygulanması kapsamında daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış olan taleplere ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmeler neticesinde de belirtilen hususlara ilişkin iddiaların, maddi olayın ve hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması bağlamında kanun yolu mahkemelerince değerlendirilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu belirtilerek açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır (Sabri Çetin, §§ 45, 50; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Akbayır/Türkiye, B. No: 30415/08, 28/06/2011, § 88). Bu konudaki takdir esasen derece mahkemelerine ait olmakla beraber derece mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası içermesi durumunda, anayasal bir temel hak veya özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin tespiti noktasında farklı bir değerlendirme yapılması gerekebilecektir (Mesude Yaşar, § 93; Cahit Tekin, § 88).

48. Başvurucunun; Hizbullah terör örgütü mensuplarınca saldırıya uğraması sonucu yaralanması ile neticelenen olaydan kaynaklanan güvenlik kaygısıyla yaşadığı yeri terk ettiği ve Mersin iline taşındığı, dolayısıyla taşınmazlarına erişemediği ve bunları kullanmaktan mahrum kaldığı, bu çerçevede oluşan zararlarının 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürdüğü ve söz konusu yaralanma olayına ilişkin tutanak ile soruşturma evrakını Komisyona 27/7/2005 tarihli ilk başvurusunda sunduğu, aynı Komisyona yaptığı 25/9/2006 tarihli ikinci başvurusunda ise bu belgelerin varlığının dikkate alınmasını talep ettiği ve ikinci başvurusunun reddinin ardından açtığı davada da söz konusu belgelerin davalı idarede mevcut olduğunu belirttiği, inceleme yapılırken bu hususun dikkate alınarak yerleşim yerini terör olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeni ile terk ettiği noktasındaki özel durumunundeğerlendirilmesini talep ettiği anlaşılmaktadır.

49. Bu çerçevede başvurucunun terör örgütü mensuplarının saldırısı sonucu yaralanması ve bu olay hakkında yargılama dosyalarındaki olay yeri tespit tutanağı ile soruşturma evrakları dikkate alındığında belirtilen olay akabinde yerleşim yerinden ayrıldığı iddiası karşısında başvurucunun talebinin 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilebilmesi için nesnel ölçütten yararlanılması tek başına yeterli olmayıp terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle yerleşim yerini terk edip etmediği noktasında farklı bir karine veya ölçüt arayışına girilmesi gerekirken Derece Mahkemelerince bu incelemelerin yapılmadığı tespit edilmiştir. Talepler hakkında değerlendirme yapılırken başvurucunun özel durumunun incelenmemesi, Kanun’un amacının yanı sıra kendisi veya yakın hısmına terör örgütü mensuplarınca zarar verilen başvurucularınterör olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı ile yerleşim yerini terk edip etmediği konusundaki maddi vakıanın tespitine de uygun görülmemektedir (Yasin İlgin ve diğerleri, B. No: 2013/5815, 15/12/2015, § 48).

50. Açıklanan nedenlerle başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

51. Öte yandan başvurucunun ilgili yerde yaşanan terör olayları nedeniyle göç etmek zorunda kaldığını ve mülklerine erişiminin engellendiğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının yargılamanın sonucuna dayandırıldığı ve yargılama sürecine ilişkin olarak yukarıda yapılan değerlendirme neticesinde (bkz. §§ 41-48) başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varıldığından mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki iddianın ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

52. Başvurucu, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğinin tespit edilmesi ile 60.000 TL maddi ve 50.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

53. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

54. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği tespit edilmiş olduğundan ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

55. Başvurucu tarafından tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber yeniden yargılama yapılmak üzere kararın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun ihlal iddiası açısından yeterli bir giderim oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

56. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Danıştay savcılığı düşüncesinin tebliğ edilmediğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

4. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 2. İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

D. Tazminata ilişkin taleplerin REDDİNE,

E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE

13/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.