2013/3287

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

METİN SARIGÜL BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/3287)

 

Karar Tarihi: 20/4/2016

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Erdal TERCAN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Okan TAŞDELEN

Başvurucu

:

Metin SARIGÜL

Vekili

:

Av. Sevgi EPÇELİ ARSLAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; gözaltı ve tutukluluk süresinin uzunluğu, gözaltında bulunduğu sırada ailesiyle görüştürülmemesi, müdafi yardımından faydalandırılmaması, maddi ve manevi baskıya maruz kalınması, müdafi yokluğunda alınan ifadelerin ve hukuka aykırı elde edilen delillerin mahkûmiyetine esas alınması, mahkeme heyetinde değişiklikler olması, yer göstermeye ilişkin videonun sadece naip hâkim tarafından izlenmesi, ilk derece mahkemesi ve Yargıtayın yeterli gerekçe göstermemesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile işkence yasağının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 9/5/2013 tarihinde İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 09/01/2015 tarihinde, başvurununedilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 16/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 23/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 6/4/2015 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

 A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) bilişim sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 27/3/2001 tarihinde terör örgütü üyesi olduğu şüphesiyle gözaltına alınmıştır.

9. Başvurucu 28/3/2001 tarihinde müdafii olmaksızın Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde ifade vermiştir. Başvurucu, 1999 yılında HADEP tarafından kurulan seçim bürosuna gidip gelmeye başladığını; Mustafa (kod) adlı kişiyle birlikte 2000 yılında Ümraniye Cezaevinde bulunan PKK terör örgütü mensuplarıyla görüşmeye gittiklerini, örgüt adına vergilendirmek üzere ERNEK mühürlü makbuz aldıklarını, çeşitli kişilerden para alınması eylemlerinde bulunduğunu, 12/2/2001 tarihinde Mustafa kod adlı kişinin Abdullah Öcalan'ın Kenya'da yakalanarak getirilmesinin yıl dönümünde ses getirecek bir eylem yapmaları gerektiğini söylediğini, bir oyuncakçıdan torpil tabir edilen patlayıcıdan aldıklarını, 13/2/2001 günü saat 19.30 sıralarında buluşarak A... bakkal'a gittiklerini, Mustafa'nın fitilin ucuna sigara yerleştirdiğini ve bombayı dükkânın kepenginin arasına koyduğunu, ayrılmalarından iki üç dakika sonra patlamanın gerçekleştiğini söylemiştir. Başvurucu, ayrıca 21/3/2001 günüyapılan gösteri esnasında PKK lehine slogan atan bir grubun polis panzerinin gelmesi üzerine orada bulunan bir bankanın camlarını taşladığını belirtmiştir.

10. Başvurucuya müdafiinin yokluğunda aynı gün, bombalama eylemine ilişkin yer gösterme işlemi yaptırılmış ve işlem video kaydına alınmıştır. Başvurucu, polis ifadesinde belirttiklerine ek olarak torpilleri Mustafa'nın evine getirdiklerini, burada Mustafa'nın torpilleri kartondan yaptığı bir kutuya boşalttığını ve ucuna bir fitil taktığını söylemiştir.

11. 28/3/2001 tarihinde başvurucuyla birlikte diğer şüpheliler İ.B. ve T.A.ya polis tarafından yüzleştirme işlemi yaptırılmıştır. Başvurucu, diğer şüphelilere ilişkin bilgi vermiş;PKK üyesi Mustafa isimli kişinin sorumluluğundaki komite içinde yer aldığını, örgüt için vergilendirme adı altında para aldıklarını ve ifadesinde belirttiği eylemleri gerçekleştirdiğini söylemiştir.

12. İ.B. 28/3/2001 tarihinde yapılan yüzleştirme tutanağında, başvurucunun PKK terör örgütü üyesi Mustafa isimli kişinin sorumluluğunda oluşturulan komite içinde yer aldığını, PKK için vergilendirme adı altında zorla para aldıklarını, cezaevindeki örgüt mensuplarıyla ilişki içinde olduklarını ve aldıkları talimat doğrultusunda hareket ettiklerini belirtmiştir. Diğer şüpheli T.A. ise başvurucu ile birlikte DHKP/C içinde faaliyet gönderirken PKK'ya katılarak ifadelerde geçen komite içinde yer aldıklarını, vergi adıyla para topladıklarını, PKK terör örgütü namına eylemler gerçekleştirdiklerini söylemiştir.

13. Başvurucu 30/3/2001 tarihindeki İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde, Emniyetteki beyanlarını kabul etmiş ve 15/2/2001 tarihinde meydana gelen olaylara da katıldığını belirtmiştir.

14. 30/3/2003 tarihinde İstanbul 5 No.lu DGM'de müdafii huzurunda yapılan sorgu tutanağına göre başvurucu, Cumhuriyet savcılığı ifadesini tekrar ettiğini söylemiştir. Ancak başvurucu, 15/2/2001 tarihli bombalı eyleme katılmadığını, bir gün önce Mustafa'yla birlikte torpil denilen patlayıcı maddeden aldıklarını, sonradan Gazi Mahallesi'ndeki bir bakkalın bombalanması olayının kendi üzerlerine kaldığını, psikolojik baskı altında olduğu için olaya katıldığını söylediğini, Emniyetteki ifadesini kabul etmediğini söylemiştir. İ.B. ise önceki savunmalarını kabul etmemiş ve yasa dışı bir eyleme katılmadığını belirtmiştir. T.A., başvurucudan bahsetmeksizin kendisinin katıldığını belirttiği vergi adıyla para alınması eylemlerine dair Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesini kabul ettiğini söylemiştir.

15. İstanbul 5 No.lu DGM 30/3/2001 tarihinde başvurucunun, İ.B. ve T.A.nın tutuklanmasına karar vermiştir.

16. İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığının 3/4/2001 tarihli iddianamesiyle başvurucu, İ.B. ve T.A. hakkında PKK terör örgütü üyesi olmak, bu örgüt adına faaliyetlerde bulunmak ve patlayıcı madde atmak suçlarından dava açılmıştır.

17. Yargılamaya İstanbul 5 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde başlanmıştır.

18. 19/6/2001 tarihli duruşmada başvurucu, suçlamaları reddetmiş; önceki ifadelerinin okunması üzerine polis ifadesinde sadece bombalama eyleminin Mustafa isimli şahıs tarafından yapıldığını duyduğunu söylediğini, DGM Cumhuriyet savcılığı ifadesinin de doğru olmadığını, ne söylediğini bilmediğini, savcıya Mustafa isimli kişiyle ilgili bildiklerini anlattığını, sorgudaki ifadesiyle ilgili olarak ise psikolojik sorunlarının olduğunu ve ne söylediğini bilmediğini belirtmiştir. Diğer sanık İ.B., Emniyet ifadesini baskı ve zora dayılı olduğunu, Cumhuriyet savcılığında ise polislerin aynı yönde ifade vermeleri hususunda kendilerini zorladığını ifade etmiştir. İ.B., sorgudaki ifadesinin doğru olduğunu söylemiştir. T.A., yüzleştirme tutanağını kabul etmemiştir.

19. A... bakkalın bombalanması olayına ilişkin olarak başvurucu ve diğer üç sanık hakkında 30/4/2001 tarihinde ayrı bir davanın daha açıldığı, yargılamayı yapan Gaziosmanpaşa 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 5/3/2002 tarihli kararıyla anılan dosyanın İstanbul 5 No.lu DGM'nin E.2001/108 sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.

20. 16/6/2004 tarihli ve 5190 sayılı Kanun ile 30/6/2004 tarihi itibarıyla DGM'lerin kaldırılmasının ardından yargılamaya İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde devam edilmiştir. 18/8/2005 tarihli duruşmadan itibaren iseMahkeme, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 250. maddesi uyarınca yetkili ağır ceza mahkemesi sıfatıyla yargılamayı sürdürmüştür.

21. 26/1/2006 tarihli duruşmada, yer gösterme işlemine ilişkin video kaydının naip hâkim huzurunda izlenmesine karar verilmiştir. Bu işlem 7/3/2006 tarihinde yapılmış ve başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur.

22. Başvurucu 25/12/2006 tarihinde tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştır.

23. Yargılama süresince DGM heyetini oluşturan Mahkeme heyetinde zaman zaman değişiklikler olduğu görülmektedir.

24. Başvurucu vekilleri 27/4/2005 ve 22/3/2011 tarihli dilekçelerinde, gözaltında karşılaştığı maddi ve manevi cebrin etkisiyle başvurucunun gözaltında alınan ifadesini imzaladığını iddia etmişlerdir.

25. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 7/6/2007 tarihli ve E.2001/108, K.2007/161 sayılı kararının gerekçe kısmında başvurucunun vergilendirme, polise saldırma, banka şubesine zarar verme ve özel kişiye ait bir bakkala patlayıcı madde koyma eylemlerinden beraatinin gerektiğini; devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozma suçlaması bakımından ise suçun silahlı terör örgütü üyeliği niteliğinde bulunduğunu belirtmiştir. Hüküm kısmında ise örgüt üyeliğine ek olarak patlayıcı madde imali ve muhafazası ile patlayıcı madde atma suçlarından da başvurucu mahkûm edilmiştir. Kararda, başvurucunun polis aşamasındaki baskı iddialarına yönelik herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır. Mahkeme ayrıca İ.B.nin örgüt üyeliği ile patlayıcı madde bulundurma ve atma, T.A.nın örgüt üyeliği ve yağma suçlarından mahkûmiyetine karar vermiştir.

26. Başvurucu, diğer hususların yanı sıra gözaltı süresince polisin insafına bırakıldığından ifadelerinin onun özgür iradesinin ürünü olmadığını, maddi ve manevi cebir sonucu ifadeyi imzalamak zorunda kaldığını belirterek kararı temyiz etmiştir.

27. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 18/2/2010 tarihli ve E.2008/15775, K.2010/2211 sayılı ilâmı ile İlk Derece Mahkemesinin kararının gerekçe kısmında başvurucunun örgüt üyeliği suçunun delili ve dayanağını da oluşturduğu anlaşılan bakkala patlayıcı madde konması eylemine katıldığına dair yeterli delil elde edilemediğinden beraatine karar verilmesi gerektiğinin belirtilmesine rağmen hüküm kısmında bu eylemden de cezalandırıldığı gerekçesiyle kararı bozmuştur. Diğer beraat hükümleri yönünden, usulüne uygun yapılmış bir temyiz olmadığından temyiz incelemesi yapılmamış ve bu hükümler kesinleşmiştir.

28. 16/9/2010 tarihli duruşmada bozma ilâmı başvurucuya okunmuş, başvurucu Yargıtay kararına uyulmasını talep etmiştir. Başvurucu, daha sonraki duruşmalarda hazır bulunmamış; müdafii tarafından temsil edilmiştir.

29. 7/12/2010 tarihli duruşmada diğer sanık İ.B.nin bozmaya karşı diyeceklerine ilişkin talimatla alınan ifadesi okunmuş, bozmaya uyulmasına ve dosyanın esas hakkındaki mütalaasını hazırlaması için Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiş, 22/2/2011 tarihinde başvurucu müdafisi, Savcılık mütalaasına karşı diyeceklerini hazırlamak üzere süre talep etmiş; 19/4/2011 tarihli duruşmada eski zabıtlar yeni üye hâkim tarafından okunmuş ve başvurucu müdafii esas hakkındaki savunmasını yapmıştır.

30. 16/9/2010 ile 19/4/2011 arasında yapılan dört duruşmayı yürüten Mahkeme heyetini oluşturan üçüncü üyenin değiştiği görülmektedir.

31. (Kapatılan) İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 19/4/2011 tarihli ve E.2010/107, K.2011/75 sayılı kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olmak, patlayıcı madde bulundurmak ve atmak suçlarından toplamda 9 yıl 17 ay hapis cezasının yanı sıra adli para cezasıyla cezalandırılmasına hükmetmiştir.

32. Mahkeme kararının başvurucuyla ilgili gerekçe kısmı şu şekildedir:

 "Sanık Metin Sarıgül'ün 1999 yılından önce yasadışı DHKP/C terör örgütü içerisinde faaliyet gösterirken HADEP seçim irtibat bürosuna gidip geldiği bu sırada PKK örgüt üyesi Mustafa Kod ile tanıştığı zaman zaman buluşup görüştüğü onunla birlikte cezaevinde bulunan yasadışı PKK örgüt mensuplarını ziyarete gittiği, örgüt için vergilendirme adı altında para toplamaya yönelik faaliyetlerde bulunduğu, örgüte ait yayınları takip ettiği, sanığın 13/02/2001 tarihinde Gazi Mahallesindeki .... A... Bakkal'a yönelik patlayıcı madde atmak eylemi ile ilgili ayrıntılı ikrarda bulunduğu, yer, zaman ve kişi belirterek patlayıcıyı nasıl temin ettiklerini ve hazırladıklarını anlattığı, bu olayın eylem tutanaklarının getirtilerek dosyaya konulduğu ve sanığın ikrarlarının bu şekilde denetlenerek doğru olduğunun anlaşıldığı, bu şekilde sanığın eylemlerinin süreklilik ve çeşitlilik gösterdiği örgüt üyeliği ağırlığına ve aşamasına ulaştığı, 13/02/2001 günlü A... Bakkal'a yönelik eylemden dolayı patlayıcı madde atmak ve patlayıcı madde bulundurma suçları da sübuta erdiğinden aşağıdaki gibi hüküm verilmesi gerektiği,"

33. Başvurucu; gözaltı süresince devam eden maddi ve manevi cebir sonrasında polis tarafından hazırlanan ifadeyi imzalamak zorunda kaldığı, polisin insafına bırakıldığı dönemdeki ifadeleri özgür iradesinin ürünü olmadığından hükme esas alınamayacağı, gözaltında müdafi yardımından faydalandırılmadığı, yer gösterme işleminin de polisin baskısının devam ettiği dönemde yaptırıldığı, yasal haklarının hatırlatılmadığı, hukuka aykırı delil niteliğindeki yer gösterme işleminin kayda alınmasının ve bu videonun izlenmesinin onu hukuka uygun hâle getirmeyeceği, videonun sadece naip hâkim tarafından izlenmesinin delillerin yüz yüzeliği ilkesine aykırı olduğu, sanığın yakalanmasına neden olan diğer sanığın hazırlık ifadesini geri aldığını ve para toplama iddiasının müştekilerinin kendisini görmediklerini söylediğini, sonradan kabul etmediğini belirttiği hazırlık aşamasındaki ikrarının dışında mahkûmiyetini gerektirecek delil olmadığını, bu yönde Yargıtay kararları bulunduğu, örgüt üyeliği suçunun oluşmadığı, vergi adı altında para toplanması suçlamasından beraat etmesine ve örgüte ait yayınları takip ettiğine ilişkin delil bulunmamasına rağmen bu hususların örgüt üyeliğinden mahkûmiyetine gerekçe yapıldığı, tek bir bombalama eylemi nedeniyle örgüt üyeliği, patlayıcı madde atmak ve bulundurmak şeklinde üç ayrı suçtan mahkûm edildiği, yargılamanın uzun sürdüğü gibi gerekçelerle hükmü temyiz etmiştir.

34. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 4/12/2012 tarihli ve E.2010/8854, K.2012/14238 sayılı ilâmı ile verilen hükümde bir isabetsizlik olmadığını belirterek İlk Derece Mahkemesinin kararını onamıştır.

35. Başvurucu, nihai karardan 29/4/2013 tarihinde haberdar olduğunu beyan etmiştir. Başvurucunun karardan daha erken bir tarihte haber olduğunu gösteren herhangi bir bilgi veya belge tespit edilememiştir.

36. Başvurucu 9/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

 B. İlgili Hukuk

37. 5271 sayılı Kanun'un "İfade alma ve sorguda yasak usuller" kenar başlıklı 148 maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

"Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz"

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

38. Mahkemenin 20/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

39. Başvurucu;

i. Gözaltı ve tutukluluk süresinin uzun olduğunu, gözaltı süresince ailesiyle görüştürülmediğini, hâkim önüne derhâl çıkartılmadığını belirterek kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının,

ii. Gözaltı esnasında fiziksel ve psikolojik şiddet gördüğünü, bu konuda herhangi bir adli soruşturma yapılmadığını belirterek işkence yasağının,

iii. Gözaltında bir müdafiin yardımından yararlandırılmadığını, yer gösterme ve yüzleştirme işlemi esnasında yasal haklarının hatırlatılmadığını, zora dayalı olarak polis tarafından ifadesinin alındığını, yüzleştirme ve yer gösterme yaptırıldığını, yer gösterme esnasında savcı ya da hâkimin hazır bulunmadığını, işlemin kayda alınmasının ya da bu kaydın hâkim tarafından izlenmesinin yer gösterme işlemini hukuka uygun hâle getirmeyeceğini, yasa gereğince müdafiinin yokluğunda verdiği ifadelerin hükme esas alınamayacağını, bu beyanlarının hukuka aykırı delil niteliği taşıdığını, yargılama esnasında aleyhine bir delil elde edilemediğini, aleyhinde beyanda bulunan İ.B.nin hazırlık ifadesini geri aldığını, bu durumun Mahkemenin ön yargıyla hareket ettiğini gösterdiğini, delillerin doğrudan doğruyalığı ilkesine aykırı biçimde yargılama süresince heyette pek çok değişiklikler olduğunu ve yer gösterme işlemine ilişkin videonun sadece naip hâkim tarafından izlendiğini, aynı eylemden dolayı birden fazla cezalandırılmama ilkesine aykırı olarak bakkala patlayıcı konulması şeklindeki tek bir eyleminden dolayı üç farklı cezaya çarptırıldığını, tek bir eylemin örgüt üyeliği suçunu oluşturmaya yetmeyeceğini, örgüte bağlılığını gösteren ve devamlılık arz eden bir durumun olmadığını, Mahkemenin bozma öncesi ve sonrasındaki kararındaki gerekçelerin birbiriyle çeliştiğini, Yargıtay ilâmında da temyizdeki itirazlarının karşılanmadığını, devlet güvenlik mahkemelerine bağımsızlık ve tarafsızlık hususunda getirilen eleştirilerin 5190 sayılı Kanun'la kurulan mahkemeler için de geçerli olduğunu belirterek makul sürede yargılanma da dâhil olmak üzere adil yargılanma hakkının ve masumiyet karinesinin,

iv. Adil yargılanma hakkının ihlallerine karşı etkili bir hukuk yoluna sahip olmadığını belirterek etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, tutukluluk süresine karşılık gelen asgari ücret miktarı olan 24.426 TL maddi tazminat ve uzun yargılama nedeniyle 29.500 TL manevi tazminat talep etmiştir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun gözaltı ve tutukluluğuna yönelik iddialarının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, gözaltında karşılaştığını belirttiği muamelelere ilişkin iddialarının işkence yasağı, mahkûmiyetinin haksız olduğuna ve yargılama süresine dair iddialarının ise adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

41. Başvurucu; gözaltında ve tutuklulukta geçirdiği sürenin uzun olduğunu, gözaltındayken ailesiyle görüştürülmediğini ve hâkim önüne derhâl çıkartılmadığını belirterek kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

42. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'ungeçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

 "Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."

43. 6216 sayılı Kanun hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkeme ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilir. Bu açık düzenleme karşısında anılan tarihten önce kesinleşmiş ya da sonuçlanmış hususları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir.

44. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin gereğidir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 18).

45. Somut olayda başvurucunun gözaltı hâlinin, hakkında tutuklama kararının verildiği 30/3/2001, tutukluluğunun ise salıverilmesine karar verilen 25/12/2006 tarihinde sona erdiği (bkz. §§ 15, 22); dolayısıyla özgürlük ve güvenlik hakkının ihlaline yol açtığı ileri sürülen olayların 23/9/2012 gününden öncesine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

46. Açıklanan nedenlerle başvurucunun kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına dair şikâyetlerinin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. İşkence Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

47. Başvurucu, gözaltında işkence gördüğünü ve bu hususta soruşturma yapılmadığını ileri sürmektedir.

48. Başvurucu 30/3/2003 tarihinde yapılan sorgusunda gözaltında psikolojik baskı altında olduğunu belirtmiş ve yargılama aşamasında müdafilerinin verdiği dilekçelerde ve temyiz aşamasında maddi ve manevi cebir iddialarını dile getirmiştir (bkz. §§ 14, 24, 26). Ancak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/6/2007 tarihli mahkûmiyet hükmünde ve Yargıtayın 18/2/2010 tarihli ilâmında, başvurucunun iddialarına ilişkin ayrı bir değerlendirmede bulunulmadığı gibi iddiaların Cumhuriyet Savcılığına bildirilmesi yolu da seçilmemiştir (bkz. §§ 25, 27).

49. Bu itibarla işkence iddialarına yönelik bir soruşturma başlatılmayacağının, en geç Yargıtayın 18/2/2010 tarihli ilâmıyla yani bireysel başvurunun başlamasının öncesinde ortaya çıktığının kabul edilmesi gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. İçöz/Türkiye (k.k.), B. No: 54919/00, 9/1/2003; Kenar/Türkiye (k.k.), B. No: 67215/01, 1/12/2005; Mehmet Reşit Arslan/Türkiye, B. No: 31320/02, 31/1/2008, §§ 23-26).

50. Açıklanan nedenlerle başvurucunun anılan şikâyetinin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

i. Bağımsız ve Tarafsız Bir Mahkemede Yargılanma Hakkı ile Doğrudan Doğruyalık İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

51. Başvurucu, 5190 sayılı Kanun'la kurulan mahkemelerin de bağımsızlık ve tarafsızlık hususunda devlet güvenlik mahkemeleri gibi olduğunu ayrıca Mahkeme heyetinde değişiklikler olması nedeniyle delillerin yüz yüzeliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

52. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

 "Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."

53. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 "İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."

54. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği olarak bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle iç hukukta düzenlenen başvuru yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve adli mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 18, 19).

55. Öte yandan olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler önünde dayanılmayan iddialar, bireysel başvuruya konu edilemeyeceği gibi genel mahkemelere sunulmayan yeni bilgi ve belgeler de Anayasa Mahkemesine sunulamaz (Bayram Gök, § 20).

56. Başvuruya konu olayda başvurucu, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 19/4/2011 tarihli kararını temyiz etmiş ise de temyiz dilekçesinde 5190 sayılı Kanun uyarınca görev yaptığı dönemdeki Mahkemenin bağımsız ve tarafsız olmadığına ilişkin ya da heyetteki değişikliklerin delillerin yüz yüzeliği ilkesine aykırılık oluşturduğuna dair herhangi bir gerekçeye dayanmadığı görülmektedir (bkz. § 33).

57. Anılan iddiaların temyiz aşamasında incelenme imkânı bulunmaktaydı. Bu itibarla başvurucunun iddia ettiği hak ihlalini düzeltme imkânını yargısal makamlara tanımaksızın başvuruda bulunduğu anlaşılmıştır. Diğer bir ifadeyle bireysel başvuruya konu edilen şikâyetler Derece Mahkemeleri önünde ileri sürülmeksizin ilk defa Anayasa Mahkemesi önünde dile getirilmiştir (Metin Polat, B. No: 2013/1145, 10/6/2015, § 25).

58. Başvurucunun yer gösterme tutanağının sadece naip hâkim tarafından izlenmesine ilişkin şikâyeti ise asıl olarak hakkaniyete uygun yargılama yapılmadığı iddiasını ilgilendirdiği değerlendirildiğinden bu başlık altında incelenecektir.

59. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Müdafi Yardımından Faydalanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

60. Başvurucu, gözaltı süresince bir müdafiin hukuki yardımından faydalandırılmadığını ileri sürmektedir.

61. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

iii. Yargılamanın Hakkaniyete Uygun Görülmesi Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

62. Başvurucu, gözaltında yaptırılan işlemlerin ve bu aşamada verdiği beyanların hükümde kullanılmasının ve yapılan yargılamanın bir bütün olarak adil yargılanma hakkına aykırı olduğunu ileri sürmüştür.

63. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

iv. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

64. Başvurucu, hakkında açılan davanın uzun sürdüğünü ileri sürmektedir.

65. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

a. Müdafi Yardımından Faydalanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

66. Başvurucu, gözaltında bulunduğu sürede kendisine müdafi atanmadığını ileri sürmüştür.

67. Bakanlık yazısında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları uyarınca zorunlu gerekçelerin söz konusu olmaması hâlinde ilke olarak müdafi yardımının ilk polis sorgusundan itibaren sağlanması gerektiği; AİHM kararlarında devlet güvenlik mahkemelerinde yapılan yargılamalar yönünden müdafiye erişim hakkına getirilen sınırlamanın gözaltında tutulan herkes için uygulandığının ve kişiler susma haklarını kullanmış olsa bile böylesine sistematik bir kısıtlamanın adil yargılanma hakkının gereklerine aykırı olduğunun belirtildiği ifade edilmiştir. Bakanlık, ayrıca polis ve Savcılık ifadesi esnasında başvurucuya haklarının hatırlatılmadığı ve müdafi talebinin olup olmadığının sorulmadığı belirtilmiştir.

68. Başvurucu, Bakanlık görüşüne katılmıştır.

69. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa'da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).

70. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

71. Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" başlıklı 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:

"3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

 ...

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek."

72. AİHM'e göre Sözleşme'nin 6. maddesinin asıl amacı cezai kovuşturma söz konusu olduğunda isnat edilen suçlamalar ile ilgili olarak karar vermeye yetkili bir "mahkeme" tarafından adil bir yargılama yapılmasını sağlamak olsa da bu durum, 6. maddenin hazırlık soruşturmasına uygulanamayacağı anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla bir yargılamanın adilliğinin soruşturmanın ilk safhalarında 6. madde hükümlerine uygun hareket edilmemesi nedeniyle ciddi derecede zarara uğratılması söz konusuysa 6. madde ve özellikle bu maddenin 3. fıkrası, yargılama öncesi durumlar için de geçerli olabilir. Buna göre Sözleşme'nin 6. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendinde belirtilen hak, birinci paragrafta yer alan ceza davalarında adil yargılanma kavramının unsurlarından birini teşkil eder (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, § 50).

73. AİHM, mutlak olmamakla birlikte cezai bir suçla itham edilen herkesin gerekiyorsa resmî olarak görevlendirilen bir müdafi tarafından etkili bir şekilde savunulması hakkının adil yargılanmanın temel özelliklerinden biri olduğunu belirtmekte (Poitrimol/Fransa, B. No: 14032/88, 23/11/1993, § 34; Demebukov/Bulgaristan, B. No: 68020/01, 28/2/2008, § 50) fakat müdafi tayin edilmesinin tek başına sanığa yapılacak adli yardımın etkili olmasını garanti etmediğini de vurgulamaktadır (Salduz/Türkiye [BD], § 51).

74. Özellikle hukuki düzenlemeler uyarınca sanığın soruşturma aşamasındaki ifade ve tutumu, kovuşturma aşamasında savunma açısından belirleyici bir rol oluşturuyorsa müdafiden yararlanma hakkı soruşturmanın ilk evrelerinden itibaren sağlanmalıdır. Öte yandan haklı sebeplerden ötürü bu hakkın sınırlamalara maruz kalabileceği düşünülebilir. Her durumda sınırlamanın haklı sebeplere dayanıp dayanmadığı, haklı sebeplere dayanıyorsa dava sürecinin bütününe bakıldığında sanığı adil yargılama hakkından mahrum edip etmediği tartışılmalıdır.

75. Şüphelinin/sanığın müdafii yardımından yaralanması ile aynı zamanda kamu görevlilerinin haksız uygulamalarının önlenmesi, adli hataların oluşmaması, sorgulama veya iddia makamı ile sanık arasında silahların eşitliğinin sağlanması ilkesi başta olmak üzere 6. maddenin amaçlarının gerçekleştirilmesi de sağlanmış olacaktır (Sami Özbil, B. No: 2012/543, 15/10/2014, § 63; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Dağdelen ve diğerleri/Türkiye, B. No: 1767/03, 25/11/2008).

76. Bu bakımdan soruşturma aşamasında bir müdafi yardımından yararlanma en az kovuşturma aşamasındaki kadar önemlidir. Çünkü bu aşamada elde edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele alınacağını belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması aşamasında cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle geldiğinden sanık, kovuşturmanın bu aşamasında kendisini savunmasız bir durumda bulabilir ve ancak bu savunmasızlık ya da kendini suçlamaya karşı koruma hakkı bir müdafiin yardımı ile gereği gibi telafi edilebilir (Sami Özbil, § 64).

77. Müdafi yardımından faydalanma hakkı esasen kamu makamlarının, şüphelinin/sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen delilleri kullanmadan iddialarını ispat etmeye çalışmasını öngörmektedir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1138, 27/10/2015, § 136; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006; Salduz/Türkiye [BD], § 54). Bir yargılamanın kendini suçlamama hakkının özünü yok edip etmediğini değerlendirirken AİHM'in özel bir ihtimamla gözettiği usul güvencelerinden birisi kovuşturmanın ilk aşamalarında müdafiye erişiminin sağlanıp sağlanmadığıdır. AİHM, bu bağlamda tutuklunun müdafi yardımı almasının kötü muameleye karşı temel bir koruma olduğunu vurgulayan İşkenceyi Önleme Komitesinin tavsiyelerini dikkate almakta ve ağır suçlamalar söz konusu olduğunda bu ilkelere özellikle uyulması gerektiğini belirtmektedir (Salduz/Türkiye [BD], § 54).

78. Bu açıklamalara göre adil yargılanma hakkının yeterince "uygulanabilir ve etkili" olabilmesi için Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca kural olarak her davanın kendine has koşulları ışığında bu hakkın kısıtlanması için zorunlu sebepler olmadıkça şüpheliye, polis tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren müdafiye erişim hakkı sağlanması gerekir. Müdafiye erişiminin sağlanmamasına istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile böylesi bir kısıtlama -gerekçesi ne olursa olsun- sanığın Sözleşme'nin 6. maddesi tarafından güvence altına alınan haklarına zarar vermemelidir (Magee/İngiltere, B. No: 28135/95, 6/6/2000). Müdafiye erişimi sağlanmayan sanığa polis soruşturması sırasında suçlayıcı ifadeler kullanılması durumunda prensip olarak sanığın haklarına telafi edilemeyecek şekilde zarar geldiğinin kabulü gerekir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], § 137).

79. Somut olayda başvurucuya isnat edilen birçok eylem bulunmaktadır. Başvurucu 27/3/2013 tarihinde gözaltına alınmış ve tutuklandığı 30/3/2001 tarihine kadar gözaltında tutulmuştur. Başvurucu, müdafii olmadan 28/1/2001 tarihli kollukta verdiği ifadesinde isnat edilen suçları nasıl ve kimlerle birlikte işlediğine dair beyanda bulunmuştur. Başvurucuya polis tarafından yer gösterme ile yüzleştirme işlemleri de yaptırılmıştır. Başvurucu, üzerine atılı eylemlere dair ifade vermiş; bu işlemler esnasında da müdafi yardımından faydalandırılmamıştır.

80. Başvurucu, müdafii olmaksızın 30/3/2001 tarihinde çıkarılmış olduğu savcının huzurunda Emniyetteki ifadesini kabul etmiştir. Başvurucu, aynı tarihte müdafii eşliğinde verdiği sorgu hâkimi ifadesinde ise Emniyette psikolojik baskı altında olduğunu ve oradaki ifadesini kabul etmediğini söylemiştir.

81. Başvurucunun gözaltında tutulduğu dönemde, DGM'lerin görev alanına giren suçlar yönünden müdafi yardımından yararlanmanın ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olabileceği kabul edilmiştir. Anılan tarihlerde, bu kapsamdaki suçlara yönelik soruşturmalar kapsamında gözaltı süresince müdafiye erişim imkânı tanınmamıştır (Sami Özbil, § 71; Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 48; Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], § 144).

82. Bu itibarla başvurucunun gözaltında bulunduğu dönemde müdafi yardımından faydalandırılmamasının mevzuata dayandırılan yerleşik bir uygulama olduğu anlaşılmaktadır. Gözaltında tutulan başvurucunun müdafiye erişimine olanak tanımayan böyle bir uygulamanın müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlali sonucunu doğuracağı açıktır.

83. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesi bağlamında güvence altına alınan müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. Yargılamanın Hakkaniyete Uygun Görülmesi Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

84. Başvurucu; Emniyetteki beyanların hukuka aykırı delil niteliğinde olduğunu, yasa uyarınca müdafii yokluğunda verilen ifadelerin hükme esas alınamayacağını, gözaltındaki ifadesinin zora dayalı olduğunu, yer gösterme ve yüzleştirme işlemleri esnasında yasal haklarının hatırlatılmadığını, yer gösterme işlemine savcı ya da hâkimin katılmadığını, yer göstermenin kayda alınmasının ve bu kaydın naip hâkim tarafından izlenmesinin yer göstermeyi hukuka uygun hâle getirmeyeceğini ayrıca tüm heyetin bu kaydı izlemediğini, yargılama esnasında aleyhine bir delil elde edilemediğini, aleyhinde beyanda bulunan İ.B.nin hazırlık ifadesini geri aldığını, Mahkemenin ön yargıyla hareket ettiğinin anlaşıldığını, mahkeme kararlarının uygun biçimde gerekçelendirilmediğini ve itirazlarının karşılanmadığını ileri sürmüştür.

85. Bakanlık yazısında, şüpheli şahısların polis önünde verdiklerin ifadelerin yargılamanın bütününü etkileyecek derecede önem arz ettiğinin kabul edildiği, AİHM tarafından da soruşturma aşamasında elde edilen delillerin iddia olunan suçun mahkemede değerlendirileceği çerçeveyi belirlemesi sebebiyle bu aşamanın ceza yargılamalarının hazırlanması konusundaki öneminin vurgulandığı, somut olayda Mahkemenin mahkûmiyet hükmünü kurarken ilgili madde atıfları dışında bir gerekçeye yer vermediği belirtilmiştir.

86. Başvurucu; gözaltında bulunduğu esnada baskı sonucu verdiği ifadelerin mahkûmiyet hükmünün esasını oluşturduğu, Yargıtayın yan delille desteklenip doğrulunmayan, baskıya dayalı olduğu bildirilerek sonradan geri alınan hazırlık soruşturmasındaki ikrardan başka kesin ve inandırıcı kanıtlar bulunmadığı durumlarda mahkûmiyet hükümlerini bozduğunu, son karar tarihinde yürürlükte bulunan 5271 sayılı Kanun uyarınca müdafii katılmaksızın kollukta verilen ifadelerin hükme esas alınmaması gerektiğini, hazırlık soruşturmasında toplanan delillerin hukuka aykırı delil niteliğinde olduğunu belirterek Bakanlık yazısına karşı çıkmıştır.

87. Anayasa'nın 36 maddesinde, herkesin "adil yargılanma hakkına" sahip olduğu belirtilmektedir. Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise kişilerin, davalarının hakkaniyete uygun olarak görülmesini isteme hakları güvence altına alınmıştır. Bu hak, Sözleşme'nin 6. maddesinin diğer fıkralarında yer alan suç isnadı ile karşı karşıya bırakılmış kişilere yönelik asgari hak ve güvencelerle doğrudan bağlantılı olduğu gibi; anılan fıkralardaki güvenceler, (1) numaralı fıkrada ifadesini bulan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının somut görünümleridir. Dolayısıyla hakkaniyete uygun yargılama hakkı, Sözleşme'nin 6. maddesinin özellikle (3) numaralı fırkasındaki somut güvenceler bakımından tamamlayıcı bir fonksiyon ifa etmektedir.

88. Görüldüğü üzere hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ceza muhakemesini ilgilendiren boyutu, savunma hakkı ile ilintili olup özellikle yargılama faaliyeti kapsamında alınan önlemlerin savunma hakkının gerektiği gibi kullanılmasını teminat altına alacak düzeyde olmasını gerektirmektedir. Delil sunmak veya bazı belgeleri istemek gibi davanın tarafının inisiyatifine bırakılan konularda dahi mahkemenin, gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakları güvence altına alma yönünde pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 75; Kerojarvi/Finlandiya, B. No: 17506/90, 19/7/1995, § 42). Ayrıca delillerin elde edildiği koşulların, onların gerçekliği ve güvenilirliği üzerinde şüphe doğurup doğurmadığının dikkate alınması gereklidir.

89. Sözleşme'nin 6. maddesinde delillerin kabul edilebilirliğine ilişkin ilkeleri düzenleyen açık bir kural bulunmaması, yargılama makamının taraflarca ileri sürülen iddiaları ve gösterilen delilleri gereği gibi inceleme zorunluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Bununla birlikte belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemesine aittir (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, § 68). Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin görevi, başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını değerlendirmektir.

90. Hükme esas alınan bir delilin başka delillerle desteklenmemiş olması, mutlak biçimde her durumda adil yargılanma hakkı bakımından sorun oluşturmaz. Delilin çok kuvvetli olması ve güvenilirliği konusunda herhangi bir şüphe bulunmaması, destekleyici delillere olan ihtiyacın yoğunluğunu azaltır. Buna karşılık gücü ve güvenilirliği konusunda birtakım şüpheler bulunan bir delilin, suçun sübutu konusunda ulaşılan vicdani kanaat bakımından belirleyici olması hâlinde bu durum hakkaniyete uygun yargılanma hakkı bakımından sorun oluşturabilir (Güllüzar Erman, § 63).

91. İkrar içeren ifadelerin müdafi huzurunda alınmış olması da önemli olup müdafiin yokluğunda verilen ifadelerin hükme esas alınabilmesi için kovuşturma aşamasında bu ifadelerin baskı altında alınıp alınmadığını kontrol edecek yeterli mekanizmaların bulunup bulunmadığı hususu önem kazanmaktadır. Ayrıca ikrarın kişinin hür iradesine dayalı olup olmadığının -kovuşturma aşamasında- çelişmeli bir usulle yargılama makamı tarafından irdelenip değerlendirilmiş olması da gereklidir. Dahası özellikle sanığın soruşturma aşamasındaki ikrarını, kötü muamele veya işkence altında verdiğini belirterek hâkim önünde reddetmesi hâlinde işin esasına geçilmeksizin öncelikle bu konunun açıklığa kavuşturulması gerekir. Aksi yöndeki bir uygulama, hakkaniyete uygun yargılama hakkı bakımından önemli eksiklik oluşturabilir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91).

92. Somut olayda başvurucu, bir müdafinin katılımı sağlanmaksızın kolluk ve Savcılıkta farklı vesilelerle verdiği 28/3/2001 ve 30/3/2001 tarihli beyanlarında üzerine atılı suçlamaları kabul etmiştir (bkz. §§ 9, 11, 13). Başvurucu 30/3/2001 tarihinde müdafii eşliğinde sorgu hâkimi önünde verdiği ifadesinde ise Emniyette psikolojik baskı altında olduğunu ve oradaki ifadesini kabul etmediğini söylemiştir. Başvurucu vekilleri de yargılama aşamasında verdikleri dilekçelerde ve temyiz dilekçesinde başvurucunun maddi ve manevi cebir altında gözaltındaki ifadelerini verdiğini ileri sürmüşlerdir.

93. Mahkeme kararının gerekçe kısmına bakıldığında başvurucunun mahkûmiyetinin A... bakkalın bombalanması eylemi yönünden münhasıran sonradan kabul etmediğini belirttiği gözaltı aşamasındaki ifadelerine dayandırıldığı, örgüt üyeliği bakımından ise bu ifadelerin en azından esaslı delil oluşturduğu görülmektedir (bkz. § 32). Başvurucu aleyhinde beyanda bulunan diğer sanık İ.B., bu ifadelerini kovuşturma evresinde reddetmiştir (bkz. § 18). Öte yandan polis tarafından yaptırılan ifade alma, yer gösterme ve yüzleştirme işlemlerinde başvurucuya haklarının hatırlatıldığına dair bir ibare bulunmamaktadır.

94. İlave olarak Derece Mahkemelerinin karar tarihleri itibarıyla 5271 sayılı Kanun yürürlükte olmasına rağmen daha sonradan kişi tarafından doğrulanmadığı sürece müdafi yokluğunda kollukta verilen ifadelere hükümde dayanılamayacağına ilişkin Kanun'un 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası hükmüne değinilmediği anlaşılmaktadır.

95. Tüm bu hususlar birlikte gözetildiğinde başvurucunun müdafii olmaksızın verdiği ifadelerinin mahkûmiyetine esas alınmasının bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmesi gereğine uyulmadığı sonucunu doğurmaktadır (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], § 149). Ulaşılan bu sonuç doğrultusunda başvurucunun diğer iddialarının esasına dair ayrı bir değerlendirme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.

96. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

c. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

97. Başvurucu, yargılamanın uzun sürdüğünü ileri sürmektedir.

98. Bakanlık yazısında benzer bir şikâyetin Cevdet Genç (B. No: 2012/142, 9/1/2014) kararında da değerlendirildiği ve gözönüne alınacak ilkelerin belirlendiği gerekçesiyle görüş sunulmasına gerek görülmediği ifade edilmiştir.

99. Başvurucu, karşı beyanlarında ihlal olguların varlığının Bakanlık görüşünde kabul edildiğini belirtmiştir.

100. Makul sürede yargılanma hakkı, adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesi de -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).

101. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması gereken ölçütlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

102. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucunun gözaltına alındığı 27/3/2001 tarihidir. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih ise suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı tarihtir. Mevcut olayda Yargıtay onama kararının verildiği 4/12/2012 tarihinde yargılama tamamlanmıştır (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35). Başvurucu hakkındaki yargılama bu itibarla 11 yıl 8 ay 7 günde sonuçlanmıştır.

103. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde 27/3/2001 tarihinde gözaltına alınan ve 30/3/2001 tarihinde tutuklanan başvurucu ile diğer iki sanık hakkında İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığının 3/4/2001 tarihli iddianamesi ile kamu davası açılmıştır. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden yargılama, yaklaşık 5 yıl 9 ay süre başvurucunun tutukluluğunda devam etmiş, başvurucu 25/12/2006 tarihinde tahliye edilmiştir. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/6/2007 tarihli mahkûmiyet kararı, Yargıtayın 18/2/2010 tarihli ilâmıyla bozulmuş; 19/4/2011 tarihli mahkûmiyet hükmü ise 4/12/2012 tarihinde Yargıtay tarafından onanmıştır.

104. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde başvuruya konu ceza davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi ölçütler dikkate alındığında karmaşık olarak değerlendirilemez. Başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ve usul haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da söylenemez. Yargıtayın ilk bozma kararı sonrasındaki yargılamanın İlk Derece Mahkemesi ve Yargıtay önünde 2 yıl 10 ay gibi kısa bir içinde tamamlanmış olmakla birlikte daha önceki dönemdeki yargılamanın neredeyse on yıllık bir süreyi kapsadığı dikkat çekmektedir. Öte yandan 7/6/2007 tarihli mahkûmiyet hükmüne kadar geçen dönemdeki yargılamanın büyük ölçüde başvurucunun tutukluluğunda devam ettiği de önem taşımaktadır.

105. Anılan davaya bütün olarak bakıldığında iki dereceli bir yargılamada iki kez inceleme sonucunda geçen 11 yıl 8 ayın üzerindeki yargılama süresinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

106. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

4. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

107. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

108. Başvurucu maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

109. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlandırılma, hakkaniyete uygun yargılanma, gerekçeli karar ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

110. Müdafi yardımından yararlandırılma, hakkaniyete uygun yargılanma, gerekçeli karar haklarının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere(kapatılan) İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

111. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 15.900 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

112. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

113. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. İşkence yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkı ile doğrudan doğruyalık ilkesinin ihlaline ilişkin iddiaların başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

4. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi