2013/5085

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ALİ İHSAN KILINÇER BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/5085)

 

Karar Tarihi:13/4/2016

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Mehmet Sadık YAMLI

Başvurucu

:

Ali İhsan KILINÇER

Vekili

:

Av. Jülide ERTÜRK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, iptal davası üzerine açılan tam yargı davasının makul sürede sonuçlandırılmamasının ve davanın reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 10/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 22/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 4/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından süresi içindegörüş sunulmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu, 1998 yılında Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı tarafından Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezine (ÖSYM) yaptırılan Gümrük Komisyonculuğu ve Gümrük Komisyonculuğu Yardımcılığı sınavına girmiş ve sınavı kazanamamıştır.

8. Başvurucu, söz konusu başarısız sayılma işleminin ve sınav sonucunun iptali istemiyle Ankara 10. İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkemece 30/11/1999 tarihli kararla dava konusu işlem iptal edilmiştir.

9. Karar, Danıştay Onuncu Dairesinin 25/5/2000 tarihli ilamıyla bozulmuştur.

10. Yapılan yargılama sonucunda Ankara 10. İdare Mahkemesinin 18/6/2008 tarihli kararıyla davanın kabulüne, dava konusu işlemin iptaline karar verilmiş ve karar Danıştay Onuncu Dairesinin 30/10/2008 tarihli ilamıyla onanmış, yapılan karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 2/12/2009 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

11. Başvurucu dava konusu işlemin iptal edilmesi üzerine,davalı idarenin hatalı ve hukuka aykırı işlemi nedeniyle on yıldan fazla bir süre gümrük komisyon yardımcılığı karnesini alamadığı için maddi ve manevi zarara uğradığından bahisle 11/2/2009 tarihinde tazminat davası açmıştır.

12. Ankara 15. İdare Mahkemesi 10/7/2009 tarihli ve E.2009/173, K.2009/934 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

"Anayasanın 125. maddesinin son fıkrasında; idarenin eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır. İdarenin kamu hizmetinin yürütülmesinden doğan zarardan sorumlu tutulmasını gerektiren nedenlerden birisi hizmet kusurudur. Genel olarak hizmet kusuru bir kamu hizmetinin kuruluş ve işleyişindeki aksaklık ve bozukluktur. İdarenin uygunsuz, iyi olmayan bir etkinliği, kusurlu bir davranışı hizmetin gereği gibi yapılmaması, idarenin yeterli olanaklara sahip olmaması, kullanmak zorunda olduğu yetkiyi kullanmamak ve harekete geçirmemek suretiyle zarara sebebiyet vermesi; kamu hizmetinin işlemesinde olağan sayılmayacak bir gecikme, işin gerektirdiği çabukluğun gösterilmemesi hallerinde idarenin hizmeti kusurlu işlettiği kabul edilmelidir.

Öte yandan, idarenin, hizmet kusuru nedeniyle sorumlu tutulabilmesi için tek başına hizmet kusurunun varlığı yeterli olmayıp, bunun yanında idari işlem veya eylemden bir zarar doğmuş olması ve idari eylem veya işlemle zarar arasında bir illiyet bağının kurulabilmesi gerekmektedir. Başka bir anlatımla zarar ile idari işlem veya eylem arasında bir bağın varlığı şart olup, ancak zarar doğuran işlem veya eylemin idareyle ilişkisinin kurulmasından sonra zararın tazmini yoluna gidilmesi mümkündür.

İdarenin tazminle yükümlü tutulabilmesi için sadece zararın varlığı yeterli olmayıp; bu zararın kesin olarak ortaya çıkmış, miktar olarak belirgin yani gerçek zarar olması zorunludur. Kişinin isteği dışında maddi varlığında meydana gelen kayıp ve eksiklikler ile çoğalma olanağından yoksunluk olarak tanımlanan maddi zarar, henüz kesin olarak ortaya çıkmamış, belirgin hale gelmemiş ise, idarenin tazmin yükümlülüğüne gidilmesine olanak bulunmamaktadır.

...

Olayda, davacı tarafından hukuka aykırı bulunan işlem nedeniyle gümrük komisyonculuğu yardımcılığı mesleğini yapamadığı, bu işlemin tesis edilmemiş olması durumunda gümrük müşavir yardımcılığı mesleğini yürüteceği, bu süre zarfında gümrük müşavirliği sınavlarına girerek gümrük müşavirliği karnesini alması kuvvetle muhtemel olduğu, gümrük müşavirinin yanında onun adına iş takibi yapan gümrük müşavir yardımcılarının elde edeceği aylık ortalama gelir ve meslekten on yıl fazla süre uzak bırakılması hususları değerlendirildiğinde en az 150.000,00 TL maddi gelir elde edeceği belirtilerek tazminat talebinde bulunulduğu görülmekte ise de; idare yönünden tazmin borcunun doğabilmesi için sadece zararın varlığı yeterli olmayıp; bu zararın kesin olarak ortaya çıkmış, miktar olarak belirgin yani gerçek zarar olmasının zorunlu olduğu, oysa, davacı tarafından uğranıldığı iddia edilen zararın, varsayım ve tahmine dayalı olduğu anlaşıldığından maddi tazminat isteminin reddi gerekmektedir.

Davacının manevi tazminat talebine gelince, manevi tazminat, doktorinde kabul edildiği üzere, malvarlığında meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı olmayıp, manevi tatminaracıdır. Manevi tazminat idarenin mevzuata aykırı eylem ve işlemi sonucunda şeref ve haysiyetin rencide edilmesi veya maddi ve manevi elem ve ızdırap duyulması halinde söz konusu olur. Davacının başarısız sayılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı dava sürecinde, değişik bilirkişiler tarafından yapılan bilimsel değerlendirmeler sonucu düzenlenen raporların verilen kararlara esas alındığı, ancak bu kararların yargı süreci içerisinde Danıştay'ca bozulduğu hususları gözönünde bulundurulduğunda, dava konusu işlem nedeniyle davacının şeref ve haysiyetinin rencide edilmesi veya elem ve ızdıraba sevk edilmesi durumu oluşmadığından manevi tazminat isteminin reddi gerektiği sonucuna varılmıştır."

13. Söz konusu kararının başvurucu tarafından temyiz edilmesi sonucu Danıştay Onbeşinci Dairesi 11/4/2012 tarihli ve E.2011/16038, K.2012/2100 sayılı ilamıyla kararı onamış, karar düzeltme talebini de 19/2/2013 tarihli ve E.2012/8749, K.2013/1343 sayılı ilamıyla reddetmiştir.

14. Anılan kararın 12/6/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmesi üzerine 10/7/2013 tarihinde yapılan başvuruda süre aşımı olmadığı tespit edilmiştir.

B. İlgili Hukuk

15. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İptal ve tam yargı davaları" kenar başlıklı 12. maddesi şöyledir;

"İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

16. Mahkemenin 13/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

17. Başvurucu, başarısız sayıldığı sınava ilişkin açtığı davada sınav sorularının bazılarının yanlış olduğunun tespit edildiğini ancak bu hususun on yıllık bir yargılama sonucu ortaya çıkması nedeniyle bu sürede mesleğini icra edemediğini, ağır bir zarara maruz kaldığını, yanlış sorular nedeniyle idareye kusur ve külfet yüklenmemesinin ise adil olmadığını, toplam yargılama süresinin on beş yıl olduğunu, bunda kendisinin bir kusuru bulunmadığını belirterek adil yargılama hakkının ihlal edildiğini, ayrıca yargılama sürecinde mesleğini icra edememesi nedeniyle de elde edebileceği gelirden mahrum kaldığındanmülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti ile yeniden yargılama yapılması talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1- Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. İptal Davasına İlişkin İhlal İddiaları

18. Başvurucu, idarenin hatalı sınavı nedeniyle on yıl boyunca müşavirlik karnesini alamadığını ve mesleğini icra edemediğini ileri sürerek adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

19. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

 "Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."

20. Bu hüküm uyarınca Anayasa Mahkemesinin yetkisinin zaman bakımından başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkeme ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Anayasa Mahkemesinin yetki kapsamının anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde genişletilmesi mümkün değildir (Hasan Taşlıyurt, B. No: 2012/947, 12/2/2013, § 16).

21. Somut olayda başvurucunun açtığı iptal davasında, Ankara 10. İdare Mahkemesinin 18/6/2008 tarihli kararı Danıştay Onuncu Dairesinin 30/10/2008 tarihli kararıyla onanmış; karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 2/12/2009 tarihli kararıyla reddedilerek karar kesinleşmiştir. Böylece anılan kararın Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce kesinleştiği anlaşılmaktadır.

22. Açıklanan nedenlerle başvurucunun iptal davasına yönelik ihlal iddialarının Anayasa Mahkemesinin yetkisinin başladığı tarihten önceye ait olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Tam Yargı Davasına İlişkin İhlal İddiaları

i. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığına İlişkin İddia

23. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

"Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz."

24. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi" kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."

25. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).

26. Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfîliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (Naci Karakoç, B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).

27. Somut olayda başvurucu, iptal davasının ardından açtığı tam yargı davasında idarenin hatalı sınavı nedeniyle on yıl boyunca müşavirlik karnesini alamadığını ve mesleğini icra edemediğini ileri sürerek maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuş; Ankara 15. İdare Mahkemesi, idare yönünden tazmin borcunun doğabilmesi için zararın varlığının kesin vegerçek olarak ortaya çıkmasının zorunlu olduğu oysa başvurucu tarafından uğranıldığı iddia edilen zararın varsayım ve tahmine dayalı olduğunun anlaşıldığı, idarenin mevzuata aykırı eylem ve işlemi sonucunda şeref ve haysiyetin rencide edilmesi veya maddi ve manevi elem ve ızdırap duyulması hâlinde manevi tazminat söz konusu olabileceği, dava konusu işlem nedeniyle davacının şeref ve haysiyetinin rencide edilmesi veya elem ve ızdıraba sevk edilmesi durumunun ise oluşmadığı sonucuna vararak davanın reddine karar vermiş; karar Danıştay incelemesinden geçerek kesinleşmiştir.

28. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde sonuç olarak iddiaların özünün Derece Mahkemeleri tarafından delillerin değerlendirilmesinde, hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

29. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının dinlenmediğine ilişkin bir iddia, bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Derece Mahkemesi kararlarında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.

30. Açıklanan nedenlerle başvurucunun iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

31. Başvurucu davanın makul sürede bitirilmediğini ileri sürmüştür.

32. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18) Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).

33. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

34. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın iptali talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44). Başvuruya konu, tam yargı davasının medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur.

35. Başvurucu, iptal davası ile birlikte tam yargı davasının toplamda on beş yıl sürdüğünü belirterek davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğiniileri sürmüşse de iptal davasında verilen karar 2/12/2009 tarihinde kesinleşmiş olduğundan ve bu karara yönelik olarak zaman bakımından kabul edilemezlik kararı verildiği dikkate alındığında makul süre incelemesinde esas alınacak yargılama, Ankara 15. İdare Mahkemesinin E.2009/173 sayılı dosyasında yapılan tam yargı davasına ilişkin yargılamadır.

36. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup somut başvuru açısından bu tarih 11/2/2009'dur.

37. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52). Bu kapsamda somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihi, başvurucunun karar düzeltme talebinin Danıştay Onbeşinci Dairesince karara bağlandığı 19/2/2013'tür.

38. İlgili yargılama evrakının incelenmesi neticesinde başvuruya konu yargılama sürecinin idari yargı makamları nezdinde sürdüğü görüldüğünden 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve idari yargı alanına dâhil uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli usule ilişkin genel hükümler içeren 2577 sayılı Kanun’un 14., 20. ve 49. maddeleri gibi muhtelif maddelerinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır.

39. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde 11/2/2009 tarihinde açılan davada Ankara 15. İdare Mahkemesinin 10/7/2009 tarihinde davanın reddine karar verdiği, temyiz incelemesinin Danıştay Onbeşinci Dairesi tarafından yapılarak 11/4/2012 tarihli ilamla hükmün onandığı, karar düzeltme isteminin de 19/2/2013 tarihinde karara bağlandığı ve iki dereceli yargılama sisteminde davanın 4 yıl 7 gün sürdüğü anlaşılmaktadır.

40. Somut olayda başvuruya konu yargılama, temyiz ve karar düzeltme safhalarıyla birlikte toplam 4 yıl 7 gün sürmüştür. Yargılama sürecinin bütünü dikkate alındığında başvurucunun haklarını ihlal edecek şekilde bir gecikme olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

41. Açıklanan nedenlerle başvurucunun makul sürede yargılanma hakkı açısından bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. İptal davasına ilişkin ihlal iddialarının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Tam yargı davasına ilişkin ihlal iddialarının;

a. Yargılamanın sonucunun adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

b. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerine BIRAKILMASINA

13/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.