2013/5387

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AHMET KÜRŞAD ÖZSOY VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/5387)

 

Karar Tarihi: 15/6/2016

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör Yrd.

:

Yusuf Enes KAYA

Başvurucular

:

1. Ahmet Kürşad ÖZSOY

 

 

2. Arzu KAYAOĞLU

 

 

3. Fatma ELVEREN YEŞİL

 

 

4. Özden İHTİYAR YILDIZ

 

 

5. Şahin TURAN

 

 

6. Sibel BİROL

 

 

7. Yiğit MUSLU

 

 

8. Sinan ALKOÇ

 

 

9. Ümüs SEĞMEN

 

 

10. Ali ÇAVUŞ

 

 

11. Reyhan ÖZOCAK

 

 

12. Nilgün ŞAHİNKAYA

 

 

13. Onur ŞAHİNKAYA

 

 

14. Alirıza DİZDAR

 

 

15. Rıfat Buğra ÖZDOĞAN

 

 

16. Özgür ESEN

 

 

17. Mesut KAYAR

 

 

18. Sezin UÇAR

 

 

19. Vergil ÖZGÜR

 

 

20. İsmail TAŞKIRAN

 

 

21. Hüseyin ASLAN

 

 

22. Tuna ŞİMŞEK

 

 

23. Kenan ÇALIŞ

Vekili

:

Av. Volkan GÜLTEKİN

 

 

24. Suat EREN

 

 

25. Türkan Albay

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, başvurucuların hukuka aykırı bir şekilde yakalanmaları, yakalama işlemi sırasında kötü muameleye uğramaları ve bu suretle ifade özgürlüklerini kullanamamaları nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile ifade özgürlüğü haklarının ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurucu Suat Eren’in başvurusu (2013/5429) 11/7/2013 tarihinde İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla, başvurucu Kenan Çalış'ın başvurusu (2013/5388) 10/7/2013 tarihinde İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla, Başvurucu Türkan Albay'ın başvurusu (2013/5431) 11/7/2013 tarihinde İstanbul Anadolu 19. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla,diğer başvurucuların başvurusu (2013/5387) 10/7/2013 tarihinde İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 22/12/2014 tarihinde 2013/5387 numaralı başvurunun,Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/4/2015 tarihinde 2013/5388 numaralı başvurunun, Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 20/10/2015 tarihinde 2013/5429 numaralı başvurunun, İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 15/10/2015 tarihinde 2013/5431 numaralı başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Birinci Bölüm tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. 2013/5387 numaralı başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 30/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 7/4/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı 20/4/2015 tarihinde beyanda bulunmuştur.

7. Yapılan incelemede; 2013/5388, 2013/5429, 2013/5431 sayılı başvuruların konu bakımından aynı nitelikte bulunmaları nedeniyle 2013/5387 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. 11/6/2013 tarihinde saat 12.00 sıralarında İstanbul Adalet Sarayı C Blok -3 giriş katında bulunan kapalı alanda toplanan ve bir kısmının üzerinde avukat cübbesi bulunan içerisinde başvurucuların da bulunduğu elli altmış kişilik grubun alkışlar eşliğinde “her yer taksim her yer direniş, yaşasın mücadelemiz, kahrolsun faşizm polis dışarı” şeklinde slogan atmaya başlamaları üzerine başsavcı vekilinin talimatı ile şahısların gösterilerine devam etmeleri hâlinde eylemlerinden men edilmeleri ve müracaat savcısından talimat alınmasının bildirilmesi üzerine müracaat savcısı ile emniyet görevlileri arasında görüşme yapılmış, savcı tarafından şahısların eylemlerine son vermemeleri hâlinde yakalanarak haklarında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçundan işlem yapılması, kimlik tespiti ve doktor raporu alındıktan sonra serbest bırakılması talimatı verilmiştir.

10. Başvurucular ise aynı nedenle bekleyen çok sayıdaki avukatla beraber gezi parkında bulunan müvekillerine yapılan hukuka aykırı ve orantısız soruşturma uygulamaları içinİstanbul Çağlayan Adliyesinin C Blok-3 giriş katında bulunan müracaat savcısı ile görüşme isteklerinin geri çevrilmesi üzerine görüşmeyi sağlamak için tepki göstermek amacıyla bekleme yaptıkları sırada polisin kendilerine müdahale ettiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular ayrıca dağılmaları için uyarılmadan kendilerine müdahale edildiğini ileri sürmüşlerdir.

11. Bakanlığa göre görevli emniyet güçlerince protesto eylemi yapan topluluğa yapılan gösterinin kanunsuz gösteri olduğu ve dağılmaları bildirilmiş ancak bu kişilerin eylemlerine devam etmeleri nedeniyle emniyet güçleri ve özel güvenlik personeli tarafından eylem yapan grup çember içerisine alınmıştır. Mukavemette ve müessir fiilde bulunan kırk dört şahıs 12.05'te yakalanmışlar ve zor kullanmak suretiyle polis otobüsüne bindirilmişlerdir. Başvurucularsaat 15.00 sıralarındaGüvenlik Şube Müdürlüğüne intikal ettirilmişlerdir.

12. Söz konusu işleme tabi tutulan başvurucular, haklarında yakalama veya gözaltı kararı olup olmadığını öğrenmek için müracaatta bulunmuşlar ancak kendilerine bu konuda herhangi bir bilgi verilmemiştir. Bu durum başvurucular tarafından 11/6/2013 tarihinde saat 16.00'da tutanağa bağlanmıştır.

13. Başvurucular, 17.12'den itibaren doktor muayenesinden geçirilmişlerdir. Yapılan muayenelerde başvurucuların kötü muamele gördüklerine ilişkin bir tespit yapılmamıştır.

14. Başvurucular 11/6/2013 günü saat 17.45'te İstanbul Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesi Hâkimliğinde yakalama kararına itiraz etmişler ve yakalama kararı ve soruşturma dosyasını istemişlerdir. Fakat Nöbetçi Cumhuriyet Savcısı böyle bir yakalama kararı ve soruşturma dosyasının olmadığını belirtmiştir.

15. Yürütülen soruşturmaya istinaden 11/6/2013 tarihinde Emniyet Müdürlüğü tarafından Cumhuriyet Başsavcılığından talimat istenmiş, Cumhuriyet Savcısı tarafından aynı gün saat 18.00'de Güvenlik Şube Müdürlüğünün talep yazısının altına dört başlık hâlinde yazılı talimat verilmiş ve açık kimlikleri tespit edilen şüphelilerin kimlik tespit işlemleri sonrası serbest bırakılmaları ile soruşturma konusu gelişmeler konusunda bilgi paylaşımı istenmiştir. Başvurucular 11/6/2013 günü saat 22.05 sıralarında serbest bırakılmışlardır. Salıverme işlemi tutanağa bağlanmıştır. Başvurucular hakkında gözaltına alma kararı verilmemiştir.

16. 2911 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan soruşturma devam ettiği sırada emniyetçe tutulan tutanak haricinde başkaca evrak bulunmaması ve bu tutanağın da İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına 12/6/2013 günü ibraz edilmesi üzerine 12/6/2013 günü 10.18'de 2013/84674 soruşturma numarası vermek suretiyle kayıt yapılmıştır.

17. Soruşturma evrakı 17/6/2013 tarihinde başka bir Cumhuriyet Savcısı'na tevzi edilmiştir.

18. Yakalama kararına ilişkin evraklar 3/7/2013 tarihinde İstanbul 9. Asliye Mahkemesinden talep edilmiş ancak söz konusu talep ilgili Cumhuriyet Savcısı tarafından Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) sistemi üzerinden iade edilmiştir. Dolayısıyla söz konusu talep ile ilgili bir karar verilmemiştir. Yakalama talimatının, görevli Cumhuriyet Savcısı tarafından sözlü olarak verilmiş olduğu yazılı bir yakalama talimatının bulunmadığı anlaşılmıştır.

19. İstanbul Cumhuriyet Başsvacılığının 8/6/2015tarihli ve2015/23859 sayılı iddianamesiyle başvurucular hakkında 2911 sayılı Kanun'un 32. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen suçtan kamu davası açılmıştır.

20. Başvurucular hakkındaki dava, İstanbul 65. Asliye Ceza Mahkemesinin 2015/539 sayılı esasına kaydedilmiş olup yargılama hâlen devam etmektedir.

21. Başvurucular Suat Eren ve Türkan Albay 11/7/2013 tarihinde, diğer başvurucular 10/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

22. BaşvuruculardanNilgün Şahinkaya 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesine dayanarak tazminat davası açmış, İstanbul Anadolu 8. Ağır Ceza Mahkemesi başvurucu hakkında açılan davanın kesinleşmediğigerekçesiyle davanın reddine karar vermiş, karar temyiz edilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay 12. Ceza Dairesi 1/7/2015 tarihlive E.2014/20624, K.2015/12265 sayılı kararında önceki kararlarına da atıf yaparak başvurucunun şikâyetlerine yönelik olarak mutlaka davanın esasıyla ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek zorunluluğu olmadığını zira bu taleplerin asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talepler olmadığını belirterek bozma kararı vermiştir. Bozma kararı üzerine yargılama hâlen devam etmektedir.

B. İlgili Hukuk

23. 2911 sayılı Kanun’un 22. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Değişik madde: 22/7/2010-6008 S.K/1.md.) Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşlerine katılanlar, ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar ederlerse, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçu, toplantı ve gösteri yürüyüşünü tertip edenlerin işlemesi halinde, bu fıkra hükmüne göre verilecek ceza yarı oranında artırılarak hükmolunur.

İhtara ve zor kullanmaya rağmen kolluk görevlilerine karşı cebir veya tehdit kullanılarak direnilmesi halinde, ayrıca 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 265 inci maddesinde tanımlanan suçtan dolayı da cezaya hükmolunur.

23 üncü maddede yazılı hallerden biri gerçekleşmeden veya 24 üncü madde hükmü yerine getirilmeden yetki sınırı aşılarak toplantı veya gösteri yürüyüşlerinin dağıtılması halinde, yukarıdaki fıkralarda yazılı fiilleri işleyenlere verilecek cezalar, dörtte bire kadar indirilerek uygulanabileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.”

24. 2911 sayılı Kanun’un 32. Maddesi şöyledir:

"Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşlerine katılanlar, ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar ederlerse, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçu, toplantı ve gösteri yürüyüşünü tertip edenlerin işlemesi halinde, bu fıkra hükmüne göre verilecek ceza yarı oranında artırılarak hükmolunur.

İhtara ve zor kullanmaya rağmen kolluk görevlilerine karşı cebir veya tehdit kullanılarak direnilmesi halinde, ayrıca 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 265 inci maddesinde tanımlanan suçtan dolayı da cezaya hükmolunur.

23 üncü maddede yazılı hallerden biri gerçekleşmeden veya 24 üncü madde hükmü yerine getirilmeden yetki sınırı aşılarak toplantı veya gösteri yürüyüşlerinin dağıtılması halinde, yukarıdaki fıkralarda yazılı fiilleri işleyenlere verilecek cezalar, dörttebire kadar indirilerek uygulanabileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir. "

25. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun 16. maddesi şöyledir:

“Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını, ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.

Polis;

a) Meşru savunma hakkının kullanılması kapsamında,

b) Bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde,

c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde, silah kullanmaya yetkilidir.

Polis, yedinci fıkranın (c) bendi kapsamında silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde "dur" çağrısında bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir.

Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş edebilir."

26. 5271 sayılıKanun’un 141. maddesi şöyledir:

“(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;

a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,

b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,

c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,

d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,

e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,

f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,

g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,

h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,

i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,

j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,

k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan,

Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

27. Mahkemenin 15/6/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

28. Başvurucular, aşağılanmak suretiyle özgürlüklerinden on saat boyunca mahrum bırakıldıklarını, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince (AİHM) avukatların gözaltına alınmalarının sıkı bir şekilde denetime tabi tutulduğunu, özgürlükten mahrum bırakılmalarının hiçbir hukuki dayanağı olmadığını, herhangi bir tutma gerekçesinin bulunmadığını, tutmanın keyfî olduğunu, tutulmaları için makul şüphenin bulunmadığını, tutma nedenlerinin kendilerine bildirilmediğini, tutmanın hukukiliğine itiraz edemediklerini, salıverilmeyi talep edemediklerini, tutma süresince aç bırakıldıklarını ve kötü muameleye maruz kaldıklarını, tutma uygulamasına karşı etkili bir başvuruda bulunma olanağı bulamadıklarını ve ifade hürriyetlerini kullanamadıkarını belirterek Anayasa’nın 19., 26. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talebinde bulunmuşlardır.

B. Değerlendirme

1. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

29. Başvurucular özgürlükten mahrum bırakılmalarının hiçbir hukuki dayanağı olmadığını, herhangi bir tutma gerekçesinin bulunmadığını, tutmanın keyfî olduğunu, tutulmaları için makul şüphenin bulunmadığını, tutma nedenlerinin kendilerine bildirilmediğini, tutmanın hukukiliğine itiraz edemediklerini, salıverilmeyi talep edemediklerini belirterek kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

30. Bakanlık görüşünde başvurucuların 5271 sayılı Kanun'un 141. ve 142. maddelerinde düzenlenen tazminat yoluna başvurmadıklarından dolayı başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmesi gerektiğini belirtmiştir.

31. Başvurucular bu görüşe karşı 5271 sayılı Kanun'un 141. ve 142. maddelerinde düzenlenen tazminat yolunun şikâyetleri açısından etkili bir yol olmadığını belirtmişlerdir.

32. Başvurucular tutmanın hukukiliğine itiraz edemediklerini belirterek hem Anayasa'nın 19. maddesinin 8. fıkrasını hem de Anayasa'nın 40. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Anayasanın 19. maddesinin 8. fıkrası, Anayasanın 40. maddesine göre özel hüküm (lex specialis) niteliğinde olduğundan başvurucuların bu şikâyetinin de kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir ( Benzer yönde AİHM kararı için bkz. De Jong, Baljet ve Van den Brink/Hollanda, B. No: 8805/79 , 22/5/1984, § 60).

33. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"...Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."

34. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:

 "İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."

35. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlâllerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlâl edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).

36. Bu nedenle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlâllerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).

37. Tutulma hâli sona ermiş olan bir başvurucunun, devam eden tutulma hâlinden farklı olarak yakalama veya gözaltı işleminin hukuka aykırı olduğu yönünde iddialar ileri sürmesi hâlinde iddia edilen ihlalin tespitini ve tazminat ödenmesini sağlayabilecek bir hukuk yolu mevcut ise öncelikle bu yolu tüketmesi gerekir.

 38. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde, kanunda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, (g) bendinde yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine yazıyla veya bununhemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, (k) bendinde, yakalama veya tutuklama işlemine karşı kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan kişiler içintazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır. 5271 sayılı Kanun'un 142. maddesinde tazminat karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunabileceği hükme bağlanmıştır. Ancak 5271 sayılıKanun'un 141. maddesinde bir kısım tazminat nedenleri konusunda karar verilebilmesi için davanın esasıyla ilgili bir kararın verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı dolayısıyla bu nedenlere dayalı istemlerde davanın sonuçlanmasına gerek bulunmadığı yasal düzenlemeden açıkça anlaşılmaktadır. Yargıtay içtihadı da bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak davanın esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündedir. Nitekim başvuruculardanNilgün Şahinkaya 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesine dayanarak tazminat davası açmış, İstanbul Anadolu 8. Ağır Ceza Mahkemesi başvurucu hakkında açılan davanın kesinleşmediğigerekçesiyle davanın reddine karar vermiş, karar temyiz edilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay 12. Ceza Dairesi 1/7/2015 tarihlive E.2014/20624, K.2015/12265 sayılı kararında önceki kararlarına da atıf yaparak başvurucunun şikâyetlerine yönelik olarak mutlaka davanın esasıyla ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek zorunluluğu olmadığını zira bu taleplerin asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talepler olmadığını belirtmiştir. Bu nedenle Yargıtay 12. Ceza Dairesi başvurucunun haklarının ihlal edilip edilmediğinin tespit edilmesi için ilgili belge ve bilgilerin denetime elverişli olacak şekilde onaylı suretlerinin dosya arasına alınması ve sayılan ihlallerin yapıldığının anlaşılması hâlinde hak ve nasafete uygun bir tazminata hükmedilmesigerektiğinin gözetilmemesi gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuştur. Bozma kararı üzerine yargılama hâlen devam etmektedir. Dolayısıyla bu yolun etkisiz bir yol olduğu söylenemeyecektir.

39. Bu yol, bir yandan başvurucuların maruz kaldığı hukuka aykırılıkların tespiti, diğer yandan da uğradıkları zararların tazmini imkânını sağlamaktadır. Başvurucuların salıverildikleri ve tazminat talebinde bulundukları da gözönüne alındığında 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi ile öngörülen hukuk yolunun, başvurucuların şikâyetleri açısından erişilebilir ve elverişli bir çözüm olanağı ve makul ölçüde bir başarı imkânı sunduğu görülmektedir. Ancak başvurucuların bu hukuki yolu tüketmeden bireysel başvuruda bulundukları anlaşılmaktadır.

40. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

41. Başvurucular yakalama işlemi sırasında polislerce darp edildiklerini, yerlerde sürüklendiklerini, otobüste tutuldukları sıradaaç bırakıldıklarını belirterek kötü muameleye maruz kaldıklarını ileri sürmüşlerdir.

42. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

 "...Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."

43. 6216 sayılı Kanun’un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:

"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."

44. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlâllerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlâl edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 16).

45. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 17). Bu kapsamda temel hak ve hürriyetlerle ilgili hukuk sisteminin koruma mekanizmalarının öncelikle işletilmesi gerekmektedir. Bu nedenle ihlal iddialarına ilişkin olarak öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi gerekmektedir. Ancak somut olayın koşulları itibarıyla başvuru yollarının tüketilmesinin yarar sağlamayacağı veya etkili olmadığının anlaşılması hâlinde anılan yollar tüketilmeden yapılan bir başvuru incelenebilir (Şehap Korkmaz, B. No. 2013/8975, 23/7/2014, § 33).

46. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında tanımlanan kötü muamele yasağına ilişkin olarak devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında etkili bir hukuk mekanizmasının olması ve bu mekanizmanın sadece teorik değil pratik olarak da işlemesi gereklidir. Mevcut hukuk sisteminde teorik olarak etkili bir hukuk mekanizması olmadığı söylenemez. Bununla birlikte bu mekanizmanın pratik olarak etkili işlemesi her somut olay açısından ayrı ayrı değerlendirilmelidir (Onur Cingil, B. No: 2013/7836, 16/4/2015, § 48)

47. Somut olayda dosya kapsamından başvurucuların kötü muamele şikâyetlerine ilişkin olarak kolluk amirleri veya kolluk memurları aleyhine suç duyurusunda bulunduklarına ilişkin bir bilgi veya belge tespit edilememiştir. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin bir iddia söz konusu olduğunda soruşturma makamlarının şikâyet söz konusu olmaksızın resen harekete geçmesi gerektiği söylenebilirse de doktor muayenesinde kötü muameleye ilişkin herhangi bir tespit olmadığı ve başvurucuların kendilerini adliye dışına çıkarmak isteyen güvenlik görevlilerine cebir kullanarak direndikleri iddiasıyla kamu davası açıldığı dikkate alındığında ve başvurucuların kötü muamele gördüklerini kamu makamları nezdinde bir şekilde ifade etmeleri, kamu makamlarının kötü muamele iddialarına muttali olduğunu Anayasa Mahkemesine göstermeleri gerekir. Başvurucular, Bakanlığa cevaplarında 18/7/2013 tarihinde görevi yaptırmamak için direnmek suçundan suç duyurusunda bulunduklarını belirtmişler ancak soruşturmanın gerçekten açılıp açılmadığına ilişkin hiçbir belge sunulmadığı gibi suç duyurusunun kimler hakkında ve ne kapsamda olduğu da tespit edilememiştir. Dolayısıyla bu soruşturmanın akıbetinin ne olduğu ve bu kapsamda soruşturmanın etkisiz kabul edilmesini gerektirecek hususların var olup olmadığı dosya kapsamından anlaşılamamıştır.

48. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

49. Başvurucular aynı nedenle bekleyen çok sayıdaki avukatla beraber gezi parkında bulunan müvekillerine yapılan hukuka aykırı ve orantısız soruşturma uygulamaları için İstanbul Çağlayan Adliyesinin C Blok-3 giriş katında bulunan müracaat savcısı ile görüşme isteklerinin geri çevrilmesi üzerine görüşmeyi sağlamak için tepki göstermek amacıyla bekleme yaptıkları sırada polisin kendilerine müdahale ettiği gerekçesiyle ifade özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

50. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı esasında ifade özgürlüğünün toplu bir şekilde kullanımıdır. Başvurucular ifade özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucuların toplu bir şekilde eylemde bulundukları anlaşıldığından başvurucuların şikâyetlerinin başvurunun koşullarında özel bir hüküm olan Anayasa'nın 34. maddesi kapsamında incelenmesi gerekir.

51. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına yönelik iddialar açısından toplantıya yapılan müdahalelere ve müdahale sonucundaki kötü muamelelere ilişin olarak adli makamlara yapılacak şikâyetleri bir bütün hâlinde toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ile kötü muamele yasağına ilişkin başvuru olarak kabul etmek gerekir (Benzer yönde AİHM kararları için bkz. Pekaslan/Türkiye, B. No. 4572/06 ve 5684/06, 20/3/2012; Özalp Ulusoy/Türkiye, B. No: 9049/06, 4/6/2013; Oya Ataman/Türkiye, B. No: 74552/01, 5/12/2006, Gazioğlu ve diğerleri/Türkiye, B. No: 29835/05, 17/5/2011; Biçici/Türkiye, B. No: 30357/05, 27/5/2010; Balçık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 25/02, 29/11/2007). Nitekim bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne polisin müdahalesi ile meydana gelen sonuçlar açısından kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının aynı anda ihlal edilmesi mümkündür. Mevcut başvuru gibi şikâyetlerde, kötü muamele yasağı ile toplantı hakkının birbirinden ayırmanın zorluğu bireysel başvuruda bulunabilmek için her iki hak için ayrı ayrı başvuru yolu gösterilmesini anlamsız kılmaktadır. Nitekim başvurucunun, kötü muamele yasağı ve toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik yapılan müdahalelere dair şikâyetinde iki iddia birlikte ileri sürüldüğünden Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmayı aynı temelde incelemektedir. Bu nedenle her iki hak için ayrı yargılama mercilerine başvurulmasını beklemek hak ihlali iddiasına konu olayların aydınlatılmasında ve hakların özünün korunmasında yetersiz ve gereksiz bir sonuca yol açabilecektir (Onur Cingil, § 61).

52. Bu nedenle mevcut başvuru gibi toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile kötü muamele yasağının aynı müdahale kapsamında ihlal edildiğine ilişkin başvurularda, kötü muamele yasağına neden olduğu iddia edilen müdahaleyi gerçekleştirenlere karşı Cumhuriyet Başsavcılığına yapılan şikâyetin tüketilmesi gereken başvuru yolu olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda kişilerin kötü muamele yasağı ile toplantı hakkına yönelik müdahaleyi özü itibarıyla yetkili Cumhuriyet Başsavcılığına taşıması ve buna ilişkin olarak Cumhuriyet Başsavcılığının vereceği karar ve bu karara karşı öngörülen olağan kanun yollarının tüketilmesi gerekmektedir. Bu tür iddialar karşısında Cumhuriyet Başsavcılığının yapacağı temel değerlendirme faillerin kimliği, toplantıya müdahalenin haklı olup olmadığı, müdahalenin ölçülü olup olmadığı ve suç oluşturup oluşturmadığının tespitine yönelik olacaktır (Onur Cingil, § 62).

53. Kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiaları ile birlikte ileri sürülen toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı yönünden adli soruşturmanın önemi, iddialara konu olay yönünden başvurucunun eylemlere katılıp katılmadığı, yaralanmanın polis müdahalesinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı ve buna ilişkin tüm delillerin toplanıp toplanmadığı, başka bir ifade ile olayın aydınlatılıp aydınlatılmadığı ile ilgilidir (Onur Cingil, § 64). Ancak kötü muamele yasağına ilişkin olarak yapılan değerlendirmede belirtildiği üzere (bkz. § 46) dosya kapsamından başvurucuların kötü muamele şikâyetlerine ilişkin hukuki yolları tükettiklerine ilişkin bir bilgi veya belgeye rastlanamamıştır. Dolayısıyla başvurucuların gösteri yapma haklarının ihlal edildiğine dair şikâyetlerini esas yönüyle dile getirebilecekleri suç duyurusunda bulunma şeklindeki başvuru yolunun tüketildiği dosya kapsamından anlaşılamamıştır. Öte yandan başvurucular hakkında 2911 sayılı Kanun'un 32. maddesi çerçevesinde açılan davanın derdest olduğu dikkate alındığında buradan çıkan karara bağlı olarak da toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı bağlamında tekrar başvuruda bulunabilmeleri mümkündür.

54. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlaline ilişkin iddialarının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA

15/6/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.