2013/625 K. 2014/517 T. 25.11.2014

CGK., E. 2013/625 K. 2014/517 T. 25.11.2014

T.C. Yargıtay Başkanlığı - Ceza Genel Kurulu
Esas No.: 2013/625
Karar No.: 2014/517
Karar tarihi: 25.11.2014
 

Y A R G I T A Y K A R A R I

Vergi Usul Kanununa muhalefet suçundan sanık K1'in beraatine ilişkin, Ankara 10. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 07.04.2009 gün ve 760-361 sayılı hükmün, katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 06.02.2012 gün ve 7405-1034 sayı ile;

“Suça konu sahte faturaları düzenleyen şirket yetkilisi olan sanığın, fiilen şirketle ilgilenen şahsın K2 adlı kişi olduğunu, kendisinin sadece resmiyette şirket yetkilisi olarak göründüğünü, suça konu faturalarla ilgisinin bulunmadığını savunması, suça konu faturalar altındaki imzaların da sanığa ait olmadığının bilirkişi raporu ile saptanması karşısında, gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlenmesi bakımından, suç tarihlerinde Vergi Dairesi Müdürlüğüne verilen beyannamelerin kim tarafından ne şekilde verildiği, beyannameler altındaki imzaların sanığa ait olup olmadığı, sahte faturaları kullanan şirket yetkilisi ile savunmada adı geçen K2 da dinlenerek savunmanın doğruluğu araştırılmadan eksik inceleme ile yazılı şekilde beraat hükmü tesisi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel mahkeme ise 02.05.2012 gün ve 305-318 sayı ile;

“Dosyanın tetkikinde; adı geçen K2'nın bulunduğu iddia edilen cezaevi ve tüm adreslerden araştırıldığı ve bulunamaması sonucunda mevcut delille yetinildiği görülmektedir. Mahkemenin bu çabasını göze almayan Yargıtay bozma kararı yasaya aykırı görülerek ısrar kararı verilmiştir.

Sahteliği iddia edilen tüm belgeler üzerinde bilirkişi inceleme işlemi gerçekleştirilmiş; suça konu hiçbir evrakta sanığın imza, yazı ve rakam örneğinin yer almadığı bilimsel olarak saptanmıştır. Ceza hukuku yönünden bir kişinin dolaylı yönden kasıtlı suçlardan sorumlu tutulabilmesi söz konusu olmayacağından sanığın kendisine yüklenen vergi sahteciliği suçlarını işlediği yolunda her türlü şüpheden uzak ve cezalandırmaya yetecek delil söz konusu değildir" gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.

Bu hükmün de katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay C.Başsavcılığının “zamanaşımı nedeniyle bozma ve düşme” istekli 31.08.2013 gün ve 181720 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, sanık hakkında eksik inceleme ile hüküm kurulup kurulmadığının belirlenmesine ilişkin ise de, dava zamanaşımının direnme kararından önce gerçekleşip gerçekleşmediği hususunun Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle değerlendirilmesi gerekmektedir.

Suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan ve dava zamanaşımı yönünden lehe hükümler içeren 765 sayılı TCK'nun 102. maddesinde, kanunlarda aksine bir hüküm bulunmadıkça kamu davasının maddede yazılı sürelerin geçmesiyle ortadan kalkacağı düzenlenmiş, maddenin dördüncü fıkrasında da beş seneden fazla olmamak üzere hapis ya da para cezalarını gerektiren suçlarda bu sürenin beş sene olacağı hüküm altına alınmıştır. Aynı kanunun 104/2. maddesi uyarınca kesen bir nedenin bulunması halinde kesilme gününden itibaren yeniden işlemeye başlayacak olan zamanaşımı, ilgili suça ilişkin olarak kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzayacaktır.

Ceza Genel Kurulunun 31.10.2012 gün ve 655-1823 sayılı kararı başta olmak üzere bir çok kararında açıkça vurgulandığı gibi, yargılama yapılmasına engel olup, davayı düşüren hallerden biri olan dava zamanaşımının yargılama sırasında gerçekleşmesi durumunda, yerel mahkeme ya da Yargıtay, resen zamanaşımı kuralını uygulayarak kamu davasının düşmesine karar verecektir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Sanığa atılı Vergi Usul Kanununa muhalefet suçuna 213 sayılı Kanunun 359/b-1 maddesinde üç seneden beş seneye kadar hapis cezası öngörülmüştür. 765 sayılı TCK’nun 102/4. maddesi uyarınca bu suçun asli dava zamanaşımı 5 yıl, 104/2. maddesi de göz önünde bulundurulduğunda kesintili dava zamanaşımı 7 yıl 6 aydır. Daha ağır başka bir suçu oluşturma ihtimali bulunmayan ve 30.09.2004 tarihinde gerçekleştirilen eylemle ilgili olarak 765 sayılı TCK'nun 102/4 ve 104/2. maddelerinde öngörülen 7 yıl 6 aylık kesintili dava zamanaşımı, yerel mahkemece direnme hükmünün verildiği 02.05.2012 tarihinden önce, 30.03.2012 tarihinde dolmuş bulunmaktadır.

Bu itibarla; yerel mahkeme direnme hükmünün, dava zamanaşımının gerçekleşmesine rağmen yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması isabetsizliğinden bozulmasına, ancak yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu konuda, 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 322. maddesi uyarınca karar verilmesi mümkün bulunduğundan, sanık hakkındaki kamu davasının 765 sayılı TCK’nun 102/4, 104/2 ve 5271 sayılı CMK’nun 223/8. maddeleri uyarınca düşmesine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi V. Dirim; "5271 Sayılı CMK m. 223(9) hükmünün uygulanması ve özellikle 'derhâl' kavramının nasıl yorumlanması gerektiği hususunda doktrin ve uygulamada iki ayrı görüşün ortaya çıktığı söylenebilir.

Birinci görüşe göre; 5271 sayılı CMK m. 223(9)'da yer alan 'derhâl' kavramını, '… delil takdirine girmeden beraat kararı verilebilecek', 'işin esasına girmeden fiilin ilk bakışta suç teşkil etmediğinin anlaşılması' ya da 'kanun değişikliği ile fiilin sonradan suç olmaktan çıkartılması hâlleri'yle sınırlı kabul etmek ve maddeyi de bu kabul ışığında uygulamak gerektiğinden; zamanaşımı süresi dolduğu için dosyanın esasına girmeden, davayı düşürmek gerekir.

İkinci görüşe göre ise; yargılamanın geldiği aşama itibariyle ilâve bir araştırma yapılmasına ya da delil toplanmasına gerek kalmadan, verilmiş olan beraat kararı usul ve yasaya uygun bir karar olarak değerlendiriliyorsa, işbu karar dairesince onanmalıdır. Eğer dairece yapılan değerlendirmeye göre; beraat kararı hukuka ve yasaya uygun olarak kabul edilemiyorsa, diğer bir anlatımla örneğin, sanığın mahkûmiyetine karar vermek gerekiyorsa ya da eksik soruşturma söz konusuysa, o takdirde davanın zamanaşımından düşürülmesi gerekir.

İkinci görüş doktrin tarafından büyük ölçüde benimsenmiştir. Örneğin; Prof. Dr. C. Şahin de bu konuda, Adalet Dergisi(Yıl:2013, Sayı:45, Shf.:224/239)nde yayımlanan 'Dava Zamanaşımı Sanığın Aklanmasına Engel Olabilir mi?' başlıklı makalesinde; '...Fıkrada geçen 'derhal' sözcüğü ile, henüz yargılamanın başında olma değil, 'dosyanın mevcut durumu' ifade edilmektedir. Yani, yargılamanın geldiği aşama itibariyle dosyadaki mevcut delillere göre, 'herhangi, başka, yeni bir araştırmaya gerek olmaksızın' beraat kararı verilebilecek bir noktada, sanığın daha lehine olan beraat kararı yerine, örneğin zamanaşımı nedeniyle daha aleyhine olan düşme kararı verilmesi yasaklanmaktadır. İlgili hükmün(5271 sayılı CMK m. 223(9)) burada yapılmamasını istediği şey delil takdiri değil, yeni delil araştırmasıdır. İlave bir delil toplanmasına ya da araştırma yapılmasına gerek kalmadan beraat kararı verilebilecekse, dava zamanaşımı dolmuş olsa bile, zamanaşımı nedeniyle düşme kararı değil, dosyanın mevcut durumu itibariyle beraat kararı vermek gerekmektedir.' diyerek ikinci görüşü benimsediğini açıkça ortaya koymuştur.

Biz de bu ve aşağıda açıklayacağımız diğer gerekçeler ışığında birinci görüşün; kanunun lafzına da, ruhuna da uygun olmadığını düşünmekteyiz.

Bilindiği üzere, 5271 sayılı CMK’nın yazılı bir gerekçesi yoktur. 'Derhâl' kelimesi 'çabucak' (bkz. tdk.gov.tr internet sayfası) anlamına gelmekte olup, madde metninde; 'davanın esasına girmeden', 'delil takdiri gerektirmeyen durumlar' ya da 'fiilin ilk bakışta suç teşkil etmediğinin anlaşılması' ve benzeri sınırlayıcı kavramlar mevcut değildir. Bu nedenle, belirtilen hususları 5271 sayılı CMK’nın 223(9)’ncu maddesinin uygulama koşulları olarak kabul etmek mümkün değildir.

Değil mahkeme ve hâkim, gerektiğinde Cumhuriyet savcısı ve kolluk amiri (Örneğin; 5271 sayılı CMK'nın 119. maddesi hükmü uyarınca yapılan aramada ...), kolluk ve hatta üçüncü kişiler (5271 sayılı CMK'nın 90. maddesi hükmü uyarınca, suçüstü halinde “herkes” tarafından geçici olarak yakalama yapılabilir. ) bile, 'delil takdiri' yapabilirken, işi bu olan hâkimin, delil takdirine giremeyeceği görüşü kabul edilemez. Mahkeme ve hâkimin, 5271 sayılı CMK'nın 223(9). madde ve fıkrası bağlamında da delilleri serbestçe takdir edip, değerlendirmesi son derece doğaldır.

Esasen fiilin ilk bakışta suç teşkil etmediği durumlarda iddianame düzenlenemez. Düzenlenirse; bu iddianame, iadeye mahkûmdur. Her nasılsa böyle bir iddianame kabul edilmiş ise, o taktirde öncelikle beraat kararı verilmesini gerektiren bir durum söz konusudur.

Kanun değişikliği ile fiilin suç olmaktan çıkartılması durumunda da, hiç kuşkusuz derhâl beraat kararı verilmesi gerekir.

Kanaatimizce, 'derhâl' kavramı dar (yukarıda belirtilen durumlarla sınırlı) yorumlanmak yerine; İ.H.A.S. 6, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 36 ve 38. maddelerinde vurgulanan 'Masumiyet Karinesi' ve 'Adil Yargılanma Hakkı' ile ceza muhakemesine egemen ilkelerden olan 'Lekelenmeme Hakkı' dikkate alınmak suretiyle, 'yargılamanın geldiği aşama itibariyle' diğer bir ifadeyle 'ilâve bir delil toplanmasına ya da araştırma yapılmasına gerek kalmadan ...' olarak anlaşılmalı ve yorumlanmalıdır.

5271 sayılı CMK'nın 223(9)’ncu madde ve fıkrası hükmünün uygulanabilmesi için, beraat kararının hangi nedenden dolayı verileceği önemli değildir. Yâni, beraat hükmü, söz konusu maddenin ikinci fıkrasında yer alan beş nedenden (1- Yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması, 2- Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması, 3- Yüklenen suç açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması, 4- Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmesine rağmen olayda bir hukuka uygunluk nedeninin bulunması ve 5- Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması) herhangi birisine dayanılarak verilebilir. Önemli olan beraat kararının derhâl verilebilecek olmasıdır.

Derhâl yâni yargılamanın geldiği aşama itibariyle, başka bir ifadeyle de, ilâve bir araştırma yapılmasına ya da delil toplanmasına gerek kalmadan beraat kararı verilebiliyorsa; artık koşulları olsa bile, 'durma' 'düşme' veya 'ceza verilmesine yer olmadığı' kararı verilemez.

5271 sayılı CMK'nun 223. maddesinin âmir hükmü uyarınca; dava zamanaşımı süresi dolmasaydı, davanın esasına girip, işbu kararı onamamız gerekirdi diyorsak artık; sırf yargılama dava zamanaşımı süresi içinde sonuçlandırılamadı, diye davayı düşüremeyiz, yâni sanıkları lekelenmiş durumda bırakamayız.

Somut olayda, usul ve yasaya uygun olan beraate ilişkin direnme hükmü onanmalıdır.

Açıklanan nedenlerle çoğunluk görüşüne karşıyım." düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Ankara 10. Asliye Ceza Mahkemesinin 02.05.2012 gün ve 305-318 sayılı direnme hükmünün, dava zamanaşımının gerçekleşmesine rağmen yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması isabetsizliğinden BOZULMASINA,

Ancak, yeniden yargılama gerektirmeyen bu konuda, 1412 sayılı CMUK’nun, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 322. maddesi uyarınca karar verilmesi mümkün bulunduğundan, sanık hakkındaki kamu davasının 765 sayılı TCK’nun 102/4, 104/2 ve 5271 sayılı CMK’nun 223/8. maddeleri uyarınca DÜŞMESİNE,

3- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE, 25.11.2014 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.