2013/6260

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AYŞE SEVTAP UZUN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/6260)

 

Karar Tarihi: 13/4/2016

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör Yrd.

:

Fatih ALKAN

Başvurucu

:

Ayşe Sevtap UZUN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, Bartın/Amasra Taşkömürü Projesi’nin gerçekleştirilmesi amacıyla Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Genel Müdürlüğü ile H. Enerji Kaynakları A. Ş. (Şirket) arasında imzalanan ve madencilik faaliyetinde bulunulmasına izin veren rödövans (maden kirası) sözleşmesinin feshedilmesi talebiyle Bartın’da ikamet eden başvurucu tarafından açılan davanın ehliyet yönünden reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 13/8/2013 tarihinde Bartın 1. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 15/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 14/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 7/9/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 18/9/2015 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği Bartın il temsilciliği, Ziraat Mühendisleri Odası Bartın il temsilciliği, Bartın Kent Konseyi üyeliği, Bartın Çevre Meclisi üyeliği ve Bartın Platformu üyeliği gibi görevlerde bulunduğunu belirten ve ziraat mühendisi olan başvurucu, uzun yıllardır Bartın’da ikamet etmektedir.

9. Başvurucu, Bartın il sınırları içinde kalan Amasra B sahasının madencilik faaliyeti kapsamında işletileceği konusunda 2005 yılının başından itibaren basında çıkan haber içeriklerinin doğruluğunu teyit etmek amacıyla TTK Genel Müdürlüğüne yaptığı bilgi edinme başvurusunda, belirtilen bölgede madencilik faaliyeti yürütülmesine izin veren imzalanmış bir sözleşmenin bulunup bulunmadığını sormuş ve bulunması hâlinde bir örneğinin kendisine verilmesini talep etmiştir. Ancak söz konusu bilgilerin ticari sır kapsamında bulunduğu gerekçesiyle talep TTK tarafından reddedilmiştir.

10. Başvurucu, bilgi edinme başvurusunun reddi kararına karşı 26/12/2005 tarihinde Bilgi Edinme Değerlendirme Kuruluna itiraz etmiş; anılan Kurulun 12/4/2006 tarihli ve 2006/219 sayılı kararı ile itiraz kabul edilerek başvurucunun bilgi edinme hakkına sahip olduğuna karar verilmiştir. Kurul kararının gerekçesi şöyledir:

 “Ayşe Sevtap Uzun’un itirazının kabulü ile,

 İtiraza konu belge olan Bartın-Amasra B projesini gerçekleştirmek üzere Türkiye Taşkömürü Kurumu ile H. A.Ş. arasında imzalanan sözleşmenin 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu çerçevesinde değerlendirilmesi neticesinde, sözleşme içeriğinde kanunlarda ticari sır olarak tanımlanan veya gerçek veya tüzel kişilerden gizli kalması kaydıyla sağlanan ticari ve mali nitelikte bilgilerin bulunmadığına, dolayısıyla sözleşmenin 4982 sayılı Kanunun 23 üncü maddesi kapsamında bir belge olarak kabul edilmesinin yerinde olmadığına, esasen sözleşme konusu işin Anayasa’nın 168. maddesi hükmü gereğince Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan tabii servetler ve kaynakların aranması ve işletilmesi hakkının belirli bir süre için bir özel hukuk tüzel kişisine devredilmesi işlemine ilişkin bulunduğuna, bu nedenle mezkur sözleşmenin ticari bir faaliyet hakkında olmayıp bir kamu hizmetinin yürütülmesine ilişkin olduğuna, 4982 sayılı Kanunun 1 inci maddesinde belirtilen demokratik ve şeffaf yönetim ilkeleri gereğince yurttaşların söz konusu kamu hizmetinin devredilmesi işlemine ilişkin bilgileri öğrenme hakkına sahip bulunduğuna, açıklanan gerekçeler doğrultusunda bilgi edinme başvurusuna konu sözleşmenin itiraz sahibine verilmesi gerektiğine oybirliğiyle karar verilmiştir.”

11. Kurul kararı gereğince TTK ile Şirket arasında 8/3/2005 tarihinde imzalanan rödövans sözleşmesinin bir örneği başvurucuya verilmiştir.

12. Başvurucu, anılan sözleşme ile imtiyaz sahibi olan Şirkete iki yıl süreyle araştırma izni verildiğini, bu süre içinde elverişli kaynaklar bulunduğu takdirde on beş yıl süreli maden işletme aşamasına geçilebileceğini, söz konusu iki yıllık süre sonunda metan gazı bulunamaması durumunda ise işletme aşamasına geçilmeyeceğinin ve sözleşmenin kendiliğinden feshedilmiş sayılacağının kurala bağlandığını ancak sözleşme tarihinin üzerinden altı yıl geçmesine rağmen sözleşmenin devamını elverişli kılabilecek metan gazının bulunamadığını, bu durumda sözleşmenin feshedilmesi gerektiğini belirterek fesih talebiyle TTK’ya başvurmuştur.

13. İdarenin altmış gün içinde bir cevap vermemesi üzerine başvurucu, şartların oluşması nedeniyle sözleşmenin feshedilmesi gerekirken ilgili Şirket tarafından maden aramalarının hâlen sürdürüldüğünü ve taahhüt edilen maden kirasının ödenmediğini, bu durumun doğal kaynakların kullanımının engellenmesi anlamına geldiğini ve kamu zararına neden olduğunu, TTK’nın kanunlara ve tarafı olduğu sözleşmeye aykırı hareket ettiğini belirterek sözleşmenin iptal edilmesi talebiyle 25/4/2011 tarihinde Zonguldak İdare Mahkemesinde dava açmıştır.

14. Zonguldak İdare Mahkemesinin 10/5/2011 tarihli ve E.2011/901, K.2011/643 sayılı kararıyla başvurucunun bu davayı açmaktaki hukuki yararının ve hangi sıfatla davayı açtığı husususun dilekçede açıklanmadığı, buna ilişkin bilgi ve belgelerin dava dilekçesine eklenmediği, bu durumun 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 3. maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle dilekçenin reddine karar verilmiştir.

15. 8/6/2011 tarihinde yenilenen dava dilekçesi ile başvurucu; otuz yıldır ikamet ettiği Bartın’da birçok sivil toplum kuruluşunda ve meslek örgütünde aktif rol aldığını, çevreye duyarlı bir vatandaş olarak kamu yararı amacı taşıyan ancak çevreye etkisi olabilen kamusal işlem ve eylemlerin hukuka uygun şekilde gerçekleşip gerçekleşmediğinin denetlenmesi konusunda çaba sarf ettiğini, sözleşme gereğince imtiyazlı Şirketin iki yıllık süre için araştırma izninin bulunduğunu, sözleşmenin devamı için gerekli olan işletmeye elverişli kaynakların bu süre içinde bulunamadığını, dolayısıyla on beş yıllık işletme aşamasına geçilmeyerek sözleşmenin feshedilmesi gerektiğini, imtiyazlı Şirketin sözleşme doğrultusunda metan gazını bularak 18/1/2007 tarihinde işletme aşamasına geçtiği şeklinde TTK tarafından cevap verildiğini ancak anılan tarihten dava tarihine kadar geçen yaklaşık dört yıllık süre içinde bulunduğu iddia edilen kaynakların işlettirilmediğini, sözleşme karşılığı belirlenen miktarın tahsil edilmediğini, bu hususları haklı kılacak herhangi bir gecikme hâlinin de bulunmadığını, sözleşmeye aykırı biçimde imtiyazı devam eden Şirket tarafından sözleşmenin gereklerinin yerine getirilmemesi nedeniyle 2007 yılından beri ülke ekonomisine herhangi bir katkı yapılamadığını, bu durumun kendisinin ve gelecek nesillerin refahını engellediğini zira TTK ile imtiyazlı Şirket arasında imzalanan sözleşmenin özel hukuk sözleşmesi olmadığını, aksine sözleşmenin kamu hizmetinin yürütülmesine ilişkin olduğunu ve kamuya etkisinin bulunduğunu, sözleşmeye konu maden alanının bulunduğu coğrafi bölgede yaşayan bir vatandaş ve bir anne olarak davayı açmakta haklı bir menfaatinin ve refah beklentisinin bulunduğunu belirterek önceki dilekçesindeki taleplerini tekrarlamıştır.

16. Zonguldak İdare Mahkemesinin 17/6/2011 tarihli ve E.2011/1192, K.2011/918 sayılı kararıyla davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

 “...İptal davası açılabilmesi için gerekli olan menfaat ilişkisi kişisel, meşru, güncel bir menfaatin bulunması halinde gerçekleşecektir. Başka bir anlatımla, iptal davasına konu olan işlemin davacının menfaatini ihlal ettiğinden söz edilebilmesi için, davacıyı etkilemesi, yani davacının kişisel menfaatini ihlal etmesi, işlem ile davacı arasında ciddi ve makul bir ilişkinin bulunması gerekmektedir. Aksi halde, kişilerin kendisine etkisi bulunmayan, menfaatlerini ihlal etmeyen idari işlemler hakkında da iptal davası açma hakkı doğar ve bu durum idarenin işleyişini olumsuz etkiler.

 İdari işlemlerin hukuka uygunluğunun yargı yoluyla denetimini amaçlayan iptal davasının görüşülebilmesi için ön koşullardan olan "Dava açma ehliyeti" iptal davasına konu kararın niteliğine göre idari yargı yerince değerlendirilmektedir.

 Dosyanın incelenmesinden, davacı tarafından TTK Genel Müdürlüğü ile H. A. Ş. arasında yapılan 08.03.2005 tarihli sözleşmenin 12. maddesi uyarınca, 2 yıl içinde işletilebilir metan gazı bulunmaması nedeniyle etüt arama hakkının sona erdiği, sözleşmeden sonra 6 yıl geçmesine rağmen söz konusu şirketin halen ticari bir gaz çıkaramamış olması nedeniyle yapılan sözleşmenin feshedilmesi gerektiğinden söz edilerek, sözleşmenin feshi istemiyle 18.02.2011 tarihinde yaptığı başvurunun zımnen reddi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

 Yargısal denetim amacıyla her idari işleme karşı herkes tarafından iptal davası açılmasının idari işlemlerde istikrarsızlığa neden olmaması ve idarenin işleyişinin bu yüzden olumsuz etkilenmemesi için, dava konusu edilecek işlem ile dava açacak kişi arasında belli ölçüler içinde menfaat ilişkisi bulunması koşuluna ihtiyaç vardır. Her olay ve davada, yargı merciine başvurarak dava açan kişinin menfaatinin, iptali istenen işlemle ne ölçüde ihlal edildiğinin takdiri de yargı mercilerine bırakılmıştır.

 Davacı tarafından, dava konusu sözleşmenin kamu hizmeti ve kamu malı olan bir sözleşme olması nedeniyle bir yurttaş ve bir anne olarak dava konusu ile arasında menfaat ilişkisi olduğu iddia edilerek dava açtığı belirtilmekte ise de dava konusu işlemin iptalini isteme konusunda meşru ve güncel bir menfaat ilişkisinin ve dolayısıyla dava açma ehliyetinin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”

17. Anılan karar, temyiz üzerine Danıştay 13. Dairesinin 19/6/2012 tarihli ve E.2011/3520, K.2012/1784 sayılı ilamıyla onanmış; karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 11/4/2013 tarihli ve E.2012/3322, K.2013/1044 sayılı ilamıyla reddedilerek kesinleşmiştir.

18. Ret kararı 16/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup 13/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

B. İlgili Hukuk

19. 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun “İlkeler” kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:

 “Çevrenin korunmasına, iyileştirilmesine ve kirliliğinin önlenmesine ilişkin genel ilkeler şunlardır:

 a) Başta idare, meslek odaları, birlikler ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere herkes, çevrenin korunması ve kirliliğin önlenmesi ile görevli olup bu konuda alınacak tedbirlere ve belirlenen esaslara uymakla yükümlüdürler.

 b) Çevrenin korunması, çevrenin bozulmasının önlenmesi ve kirliliğin giderilmesi alanlarındaki her türlü faaliyette; Bakanlık ve yerel yönetimler, gerekli hallerde meslek odaları, birlikler ve sivil toplum kuruluşları ile işbirliği yaparlar.

 c) Arazi ve kaynak kullanım kararlarını veren ve proje değerlendirmesi yapan yetkili kuruluşlar, karar alma süreçlerinde sürdürülebilir kalkınma ilkesini gözetirler.

 d) Yapılacak ekonomik faaliyetlerin faydası ile doğal kaynaklar üzerindeki etkisi sürdürülebilir kalkınma ilkesi çerçevesinde uzun dönemli olarak değerlendirilir.

 e) Çevre politikalarının oluşmasında katılım hakkı esastır. Bakanlık ve yerel yönetimler; meslek odaları, birlikler, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşların çevre hakkını kullanacakları katılım ortamını yaratmakla yükümlüdür.

 f) Her türlü faaliyet sırasında doğal kaynakların ve enerjinin verimli bir şekilde kullanılması amacıyla atık oluşumunu kaynağında azaltan ve atıkların geri kazanılmasını sağlayan çevre ile uyumlu teknolojilerin kullanılması esastır.

 g) Kirlenme ve bozulmanın önlenmesi, sınırlandırılması, giderilmesi ve çevrenin iyileştirilmesi için yapılan harcamalar kirleten veya bozulmaya neden olan tarafından karşılanır. Kirletenin kirlenmeyi veya bozulmayı durdurmak, gidermek veya azaltmak için gerekli önlemleri almaması veya bu önlemlerin yetkili makamlarca doğrudan alınması nedeniyle kamu kurum ve kuruluşlarınca yapılan gerekli harcamalar 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre kirletenden tahsil edilir.

 h) Çevrenin korunması, çevre kirliliğinin önlenmesi ve giderilmesi için uyulması zorunlu standartlar ile vergi, harç, katılma payı, yenilenebilir enerji kaynaklarının ve temiz teknolojilerin teşviki, emisyon ücreti ve kirletme bedeli alınması, karbon ticareti gibi piyasaya dayalı mekanizmalar ile ekonomik araçlar ve teşvikler kullanılır.

 ı) Bölgesel ve küresel çevre sorunlarının çözümüne yönelik olarak taraf olduğumuzuluslararası anlaşmalar sonucu ortaya çıkan ulusal hak ve yükümlülüklerin yerine getirilmesi için gerekli teknik, idarî, malî ve hukukî düzenlemeler Bakanlığın koordinasyonunda yapılır.

 Gerçek ve tüzel kişiler, bu düzenlemeler sonucu ortaya çıkabilecek maliyetleri karşılamakla yükümlüdür.

 j) Çevrenin korunması, çevre kirliliğinin önlenmesi ve çevre sorunlarının çözümüne yönelik gerekli teknik, idarî, malî ve hukukî düzenlemeler Bakanlığın koordinasyonunda yapılır.

 ...”

20. 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu’nun “Madencilik faaliyetlerinde izinler” kenar başlıklı 7. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Madencilik faaliyetlerinin yapılması ve ruhsatlandırma işlemlerinin yürütülmesi ile ilgili olarak yeni verilecek ruhsat alanlarına maden işletme yöntemi, faaliyetin yapıldığı bölge, madenin cinsi, yapılacak yatırımın çevresel etkileri, şehirleşme ve benzeri hususlar dikkate alınarak, temdit talepleri dahil ruhsat verilen alanlarda kazanılmış haklar korunmak kaydıyla, ilgili kurumların görüşleri alınarak Bakanlık tarafından kısıtlama getirilebilir. İlk müracaat veya ihale yolu ile yapılacak ruhsatlandırmalarda müracaatın yapılacağı alanlar diğer kanunlar ile getirilen kısıtlamalar gözönüne alınarak Bakanlıkça ruhsat müracaatına kapatılabilir. Kısıtlama gerekçesi ortadan kalkan alanlar ihale yoluyla aramalara açılır. Bu Kanun dışında madencilik faaliyetleri ile ilgili olarak yapılacak her türlü kısıtlama ancak kanun ile düzenlenir.”

21. 3213 sayılı Kanun’un ek 1. maddesi şöyledir:

 “3867 sayılı Ereğli Kömür Havzasındaki Ocakların Devletçe İşlettirilmesi Hakkında Kanun ile Devletçe işlettirilmesi kararlaştırılan Ereğli Kömür Havzasındaki madencilik faaliyetleri bu Kanun hükümlerine tâbidir.

 Ruhsat süresi bu Kanunla getirilen süre sınırlamasına tâbi değildir.

 Sınırları Bakanlar Kurulu kararı ile belirlenen Ereğli Kömür Havzasındaki taşkömürlerini işletmeye ve hukuku uhdesinde kalmak şartıyla işlettirmeye Türkiye Taşkömürü Kurumu yetkilidir.

 Ereğli Kömür Havzasındaki taşkömürü için kamu tarafından yürütülecek faaliyetler, bu Kanunun hak düşürücü ve mali hükümlerine tabi değildir, ruhsat bedeli ve Devlet hakkından muaftır. Ancak taşkömüründen özel idare payı ve köylere hizmet götürme birliği payı alınır. Diğer madenler için yürütülen faaliyetlerden de Devlet hakkı, özel idare payı ve köylere hizmet götürme birliği payı alınır.

 3303 sayılı Taşkömürü Havzasındaki Taşınmaz Malların İktisabına Dair Kanun ile maden işletmeciliğine tanınan haklar, Ereğli Kömür Havzası içerisindeki taşkömürü madenciliği için geçerlidir.

 Ereğli Kömür Havzasının imtiyaz alanının Bakanlar Kurulu kararıyla küçültülmesi sonucu serbest kalan alanlar, koordinatları Genel Müdürlükçe belirlenerek bu Kanunun 30 uncu maddesine göre ihale edilir.”

22. 2577 sayılı Kanun’un “Dilekçeler üzerine ilk inceleme” kenar başlıklı 14. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:

 “Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından:

 ...

 c) Ehliyet,

 ...

 Yönlerinden sırasıyla incelenir..”

23. 2577 sayılı Kanun’un “İlk inceleme üzerine verilecek karar” kenar başlıklı 15. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:

 “Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;

 ... b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,

 ... karar verilir.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

24. Mahkemenin 13/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

25. Başvurucu; Amasra B maden sahasının işletilmesi amacıyla TTK tarafından açılan ihaleyi kazanan Şirket ile imzalanan imtiyaz sözleşmesinin iki bölümden oluştuğunu, ilk bölümde Şirkete iki yıl süreyle araştırma izni verildiğini, bu süre içinde işletilebilir metan gazı bulunamaması hâlinde sözleşmenin sona ereceğini ve on beş yıl süreyle imtiyazlı Şirkete işletme hakkının tanındığı sözleşmenin ikinci bölümüne geçilmeyeceğini ancak söz konusu Şirket tarafından araştırma için verilen süre içinde işlemeye uygun kaynakların bulunamadığını, bu durumda sözleşmenin feshedilmesi gerektiği hâlde TTK tarafından sözleşmenin sürdürüldüğünü, dava konusu ettiği projenin şeffaflık ilkelerine aykırı biçimde yürütülmesi nedeniyle kamu zararına neden olduğunu; ayrıca kendisi, eşi ve çocukları ile gelecek nesillerin refahı ve vücut bütünlüğü üzerinde olumsuz etkilerin olabileceğini, projenin bulunduğu bölgenin florası ve faunasını bozabileceğini, projenin uygulanması aşamasında saptadığı hukuksuzlukların kamu yararına aykırı olduğunu ve bölgede yaşayan bir vatandaş olarak kendisini etkilediğini, projenin devam etmesi halinde kendisinin, ailesinin, bölgede yaşayan insanların ve gelecek nesillerin potansiyel olarak mağdur olacağını belirterek Anayasa'nın 17., 36. ve 56. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

26. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu tarafından Anayasa’nın 17., 36. ve 56. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiği iddia edilmiş olmakla beraber ihlal iddialarının mahiyeti gereği, başvurunun Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.

27. Bakanlık görüş yazısında, bir bireysel başvurunun kabul edilebilmesi için başvurucunun yalnızca mağdur olduğunu ileri sürmesinin yeterli olmadığı, ihlalden doğrudan etkilendiğinin gösterilmesi ve mağdur olunduğu konusunda Anayasa Mahkemesinin ikna edilmesi gerektiği, kendisi hakkında uygulanmayan ve uygulanma ihtimali olmayan genel ya da bireysel işlemlere karşı başvuru yapılamayacağı, ayrıca dava ehliyeti şartının dava açmayı aşırı derecede zorlaştıran bir koşul olmadığı belirtilmiş ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı bağlamında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadına yansıyan dava örneklerine yer verilmiştir.

28. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı sunduğu beyan dilekçesinde iptal edilmesini talep ettiği sözleşmenin devamı hâlinde kendisinin, ailesinin, bölgede yaşayan insanların ve gelecek nesillerin potansiyel mağdur olacağını belirterek başvuru dilekçesindeki görüş ve taleplerini tekrar etmiştir.

29. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

 "Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. ..."

30. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 "Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir."

31. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 "Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir."

32. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" başlıklı 46. maddesinde kimlerin bireysel başvuru yapabileceği sayılmış olup anılan maddenin (1) numaralı fıkrasına göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar, başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı başvurucunun "güncel bir hakkının ihlal edilmesi", bu ihlalden dolayı kişinin "kişisel olarak" ve"doğrudan" etkilenmiş olması ve bunların sonucunda başvurucunun kendisinin "mağdur" olduğunu ileri sürmesi gerekir (Onur Doğanay, B. No: 2013/1977, 9/1/2014, § 42).

33. Bu üç temel koşula ilave olarak anılan Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesine ancak Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin ihlal edildiği iddiasıyla başvurulabilir. Buradan çıkan sonuca göre Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden AİHS ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamında bir hakkı doğrudan etkilenmeyen kişi "mağdur" statüsü kazanamaz (Onur Doğanay, § 43).

34. Bireysel başvuruda "mağdur" kavramı, davada menfaat veya dava ehliyeti gibi kurallardan bağımsız bir şekilde yorumlanır. Ayrıca mağdur kavramının yorumu, günümüzde toplumun koşulları ışığında değişime tabi olup bu kavram aşırı biçimcilikten uzak bir şekilde uygulanmalıdır (Tezcan Karakuş Candan ve diğerleri, B. No: 2014/5809, 10/12/2014, § 20; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gorraiz Lizarraga ve diğerleri/İspanya, 62543/00, 10/11/2004, § 38).

35. Kendilerinin belirli bir işlemden doğrudan etkilenme tehdidiyle ya da tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını ve dolayısıyla potansiyel olarak mağdur olduklarını iddia eden başvurucular tarafından yapılan başvurular ile yalnızca ulusal hukuk düzenlemelerini değiştirmeyi veya toplumun menfaatinin korunmasını amaçlayan başvurular arasında dikkatli bir ayrım yapılmalıdır. Bu son bahsedilen türdeki ve içtihatta "halk davası" (actio popularis) olarak isimlendirilen başvurular, bireysel başvuru hakkı kapsamında kabul edilmemiştir. Dolayısıyla bireylerin, kendi bireysel haklarının ihlal edildiğini ileri sürmeksizin toplumun menfaatlerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunma hakları bulunmamaktadır (Tezcan Karakuş Candan ve diğerleri, § 21; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klass ve diğerleri/Almanya, B. No: 5029/71, 6/9/1978, § 33).

36. Somut olayda başvurucunun ihlale neden olduğunu ileri sürdüğü kamu gücü işleminin, Bartın/Amasra bölgesinde madencilik faaliyeti yürütülmesine ilişkin olarak TTK ile maden arama ve işletme sözleşmesi imzalayan Şirketin sözleşmenin gereklerini yerine getirmediği gerekçesiyle söz konusu sözleşmenin feshedilmesi talebiyle TTK’ya yapılan talebin reddi işlemi olduğundan öncelikle bu işlem nedeniyle başvurucunun mağdur statüsüne sahip olup olmadığının tespit edilmesi gerekmektedir.

37. Başvurucu; imtiyaz sahibi Şirkete maden arama izni veren ve şartlı olarak işletme hakkı tanıyan sözleşmenin, madenin çevreye zarar verilmeden işlenmesi ve ülke ekonomisine katkı sağlanması amacı taşıdığını ancak uygulama aşamasında anılan kamu yararı göz ardı edilerek sözleşme şartlarına aykırı biçimde projenin sürdürüldüğünü, kamuyu zarar uğratacak ve ileride ülkenin refahı ile çevre sağlığını olumsuz etkileyebilecek bu duruma TTK tarafından engel olunmadığını, refahın sağlanması ile çevrenin korunmasının kamusal menfaatler olduğunu, bu menfaatlerin gözetilmemesinin kendisinin ve gelecek nesillerin yaşam koşullarını etkileyeceğini, bölgede yaşayan çevre sağlığına duyarlı bir vatandaş olarak bu nedenlerle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

38. Görüldüğü üzere başvuru, kamu yararı temeline dayandırılarak henüz ne şekilde bir zarar oluştuğu ya da yakın zamanda kuvvetle muhtemel biçimde oluşabilecek bir zarar bulunup bulunmadığı açıklanmadan gerçekleştirilmiş ve uyuşmazlık konusu edilen rödövans sözleşmesi kapsamında yürütülen projeler ve maden sahasındaki uygulamalar nedeniyle bireysel olarak doğrudan maruz kalınan, maddi ve manevi varlığın korunması hakkı, sağlık hakkı, mülkiyet hakkı, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı gibi anayasal güvencelere yönelik somut etkilerden bahsedilmemiştir. Bunun dışında başvurucu potansiyel mağdur olduğunu ileri sürmüş ise de söz konusu başvuru konusu işlem ve eylemlerin maddi ve manevi varlığın korunması hakkı üzerinde ihmal edilemeyecek bir etkide bulunma riski olduğunu ortaya koyan ve gerçekleşmesi muhtemel olan müdahalelerin varlığı hakkında herhangi bir açıklama yapılmamıştır.

39. Başvurucu, başvuruya emsal teşkil etmek üzere AİHM tarafından esastan incelenmiş olan Okyay ve diğerleri/Türkiye (B. No: 36220/97, 12/7/2005) ile L’erabliere A.S.B.L./Belçika (B. No: 49230/07, 24/2/2009) kararlarından bahsetmiş ise de söz konusu kararlarda, ihlal iddiasında bulunanlar tarafından yaşadıkları yerin yakınında yer alan tesislerdeki faaliyetlerin ya da kamusal makamların uygulamalarının (termik santralden yayılan tehlikeli gazın oluşturduğu risk, çöp toplama alanının günlük yaşamın kalitesini etkileyecek şekilde büyütülmesi) kendi sağlıkları ve yaşamları açısından risk oluşturduğunun ileri sürüldüğü, dolayısıyla söz konusu faaliyetler ile başvurucuları arasında doğrudan ve kişisel bir bağın kurulduğu, somut başvuru açısından ise başvuru konusu edilen projenin böyle bir bağın kurulmasını sağlayacak nitelikte risk oluşturduğunu gösteren bir durumun olmadığı görülmektedir.

40. Buna göre başvuruya konu edilen tüm süreç incelendiğinde belirli şartlarda Bartın/Amasra B maden sahası üzerinde araştırma yapılmasını ve maden işletme hakkı verilmesini içeren sözleşmenin gereklerinin yerine getirilmediği iddiasına konu olan projenin başvurucuyu güncel ve kişisel olarak doğrudan etkilediğinin başvurucu tarafından ortaya konulamadığı anlaşıldığından başvurucunun mağdur statüsünün bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

41. Açıklanan nedenlerle başvurucunun ihlale neden olduğunu ileri sürdüğü hususların mağduru olmadığı anlaşıldığından başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin kişi yönünden yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun kişi yönünden yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA

 13/4/2016tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.