2013/6595

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ÖZNUR ÇİÇEK BİLDİK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/6595)

 

Karar Tarihi: 21/4/2016

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Alparslan ALTAN

Raportör Yrd.

:

Fatih ALKAN

Başvurucu

:

Öznur ÇİÇEK BİLDİK

Vekili

:

Av. Erol ÇİÇEK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) içeren ürünlerle ilgili olarak Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının Anayasa, kanun ve uluslararası sözleşmeler uyarınca üzerine düşen görevlerini yerine getirmeyerek ağır hizmet kusuru işlediği gerekçesiyle açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, davanın heyet hâlinde incelenmesi gerekirken tek hâkim tarafından ele alınması nedeniyle kanun yolu merciinin değişmesi ve yargılamanın heyet hâlinde yapılmaması nedeniyle kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 21/8/2013 tarihinde Orhangazi Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 5/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 6/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 13/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 17/3/2015 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. 11/11/2009 tarihli bir ulusal gazetede “İlk 20’sinin 8’inden GDO çıktı” başlıklı haber yayımlanmış ve haber içeriğinde “Gıdada GDO denetimi için alınan numunelerin ilk 20’sinin 8’inden GDO çıkmasıyla ithalatta tam bir kaos yaşanıyor.”“Dün GDO analizinden gelen ilk 20 numuneden 8’inde GDO çıkması, “Yıllardır GDO’lu ürünleri tüketiyoruz savının ne kadar gerçek olduğunu kanıtlamış oldu.” şeklinde ifadelere yer verilmiştir. Yine 20/11/2009 tarihinde yayımlanan “İthal edilen mısırlar, soyalar limanlarda kalınca GDO yönetmeliği ertelendi” başlıklı bir başka haberde “Genetiği değiştirilmiş organizmalı ürünlerle ilgili yönetmelik 25 gün sonra değişti. Yeni yönetmeliğe göre, GDO analizleri 1 Mart'ta başlayacak. O tarihe kadar ithal edilen gıda ürünleri, geçtiğimiz 10 yılda olduğu gibi denetlenmeyecek.” ifadeleri kullanılmıştır. GDO’lar ile ilgili yapılan aynı tarihli bir başka haberde ise TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi (MAM) Gıda Enstitüsünde görevli olduğu belirtilen bir uzmanla yapılan söyleşinin ilgili kısımları “Yapılan analizlerin sonuçları istatistiksel çıkarımlar yapmak için yeterli değil, fakat laboratuarımıza gelen örneklerin bazılarında özellikle mısır ve soya kökenli gıda maddelerinde GDO’ya rastlamaktayız.” şeklinde aktarılmıştır.

9. 25/5/2006 doğumlu bir çocuk annesi olan başvurucu; soya, mısır ve pirinç gibi ürünlerin bebek mamalarında kullanıldığını, söz konusu gazete haberlerinin yayımlandığı tarihte çocuğunun üç buçuk yaşında olduğunu, ilgili haberler nedeniyle çocuğunun beslenmesi için kullandığı mamaların GDO içeren ürünlerden olup olmadığı konusunda korku ve endişeye kapıldığını, GDO’lu ürünlerin insan sağlığına olumsuz etkileri konusunda ulaştığı ve dava dilekçesi ekinde de örneklerini sunduğu çeşitli bilimsel açıklamalar nedeniyle endişelerinin haklı olarak daha da arttığını; ham madde, tohum ve nihai tüketim malzemesi olarak GDO’lu ürünlerin ülkemize ithal edildiğini, birbirinden farklı ürünler olduğundan insan sağlığına etkileri yönünden kategorik olarak tümünün güvenli kabul edilemeyeceğini, her ürünün ayrı ayrı güvenlik testlerinden geçirilmesi gerektiğini, Anayasa, kanun ve uluslararası sözleşmeler gereğince vatandaşlarını bu ürünlerle ilgili olarak aydınlatma, bilgilendirme ve uyarma görevi bulunan ilgili Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının bu görevini yerine getirmediğini, dolayısıyla idarenin ağır hizmet kusurunun bulunduğunu ileri sürerek 24/12/2009 tarihinde 6.400 TL manevi tazminat istemiyle Bursa İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır.

10. Bursa 3. İdare Mahkemesinin 22/1/2010 tarihli ve E.2009/1111, K.2010/33 sayılı kararı ile dava yetki yönünden reddedilmiş ve dava dosyasının yetkili Ankara İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

11. Ankara 5. İdare Mahkemesinin 27/10/2010 tarihli ve E.2010/308, K.2010/1494 sayılı kararı ile idari eylemler nedeniyle hakları ihlal edilen kişilerin dava açmadan önce ilgili idareye başvurmalarının ve idareden ön karar almalarının zorunlu olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin eski adıyla Tarım ve Köyişleri Bakanlığına tevdi edilmesine karar verilmiştir.

12. Dava dilekçesinin tevdi edilmesi üzerine Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğünün 23/12/2010 tarihli ve 48653 sayılı yazısı ile başvurucunun iddialarına cevap verilmiştir. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının cevap yazısının ilgili kısımları şöyledir:

 “... Genetiği değiştirilmiş gıda ve yem maddelerinin ülkemize ithal edilmesi, işlenmesi,ihracatı ve denetimi ile ilgili usul ve esasların belirlenmesi, yapılacak denetimler ve denetim sonucu uygulanacak yaptırımlar için yasal dayanak oluşturulması amacıyla, “Genetiği Değiştirilmiş Gıda ve Yem İthalatı, İşlenmesi, İhracatı ve Denetimine Dair Yönetmelik” 26 Ekim 2009 tarih ve 27388 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmelik, 5179 sayılı Kanun, Kartagena Biyogüvenlik Protokolü ve AB mevzuatı esas alınarak hazırlanmış olup, yönetmelik ile insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevre ve biyolojik çeşitliliğin korunmasının sağlanması, bilimsel olarak insan sağlığına zarar verme ihtimali bulunan uygulamalara izin verilmemesi hedeflenmiştir.

 Daha önceden GDO ile ilgili sadece beyan esası ile sınırlı bir kontrol ve denetim öngörülürken, yönetmelikle bilimsel kriterlerle risk değerlendirme şartı getirilerek daha ileri düzeyde bir denetim sağlanmıştır. Bu değerlendirme neticesinde insan, hayvan ve çevre sağlığına uygunluğa dahil risk değerlendirmeleri yapılıp karar verilmesi hüküm altına alınmıştır.

 Ayrıca dilekçenizde ileri sürüldüğü gibi Bakanlıkça insan sağlığı ve gıda güvenliği açısından yapılan denetimlerle ilgili bir gecikmede söz konusu değildir. Çünkü ithal edilen bitkisel ve hayvansal gıda maddelerinin ithalatında orijin ülke ve/veya yükleneceği ülkenin yetkili makamlarınca onaylanmış Sağlık sertifikası aranmaktadır. 2.9.2007 tarih ve 26631 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Gıda Maddeleri ve Gıda ile Temas Eden Ambalaj Materyallerinin İthalatında Kontrol Belgesi Onaylanması ve İthalat Aşamasındaki Kontrol İşlemleri Hakkında Tebliğ (Tebliğ No: 39)’de sertifika “Sertifika: Ürünün güvenliğini gösteren ve hayvansal ürünlerde, üründe kullanılacak hammaddenin elde edildiği hayvanların bulaşıcı veya salgın hayvan hastalıklarından ari olduğunu gösteren orijin ülke ve/veya yükleneceği ülkenin yetkili resmi makamlarınca onaylanmış sertifikayı,” olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla gıda maddeleri ithalatında ihracatçı ülke yetkili otoriteleri tarafından insan sağlığı gıda güvenliği açısından garanti altına alınmaktadır.

 Dilekçenizde de belirtildiği üzere Avrupa Birliği mevzuatında konu EC/178/2002 ile düzenlenmiştir. Ayrıca GDO ve ürünlerinin ABD, Arjantin, Kanada, AB gibi gelişmiş ülkeler dahil dünyanın bir çok ülkesinde tüketime sunulduğu bir gerçektir.

 GDO ve ürünlerinin kullanımına izin vermeyen ülkeler tüketici sağlığını korumaktan daha çok ithalat baskısının önüne geçmek amacıyla bu düzenlemeye gitmişlerdir. Ülkemiz ise başta yem hammaddeleri olmak üzere yerli üretim tüketimi karşılayamadığından ithalata ihtiyaç duymaktadır.

 26 Ekim 2009 tarihli Yönetmeliğin yürürlüğe girmesiyle ülkemizin dış ticaretinde gündeme gelen sorunların çözümlenmesi, Dünya Ticaret Örgütü kurallarına uygunluk sağlanması hususları ve kamuoyunun hassasiyetleri dikkate alınarak, Yönetmelikte değişiklik yapılmış ve bu değişikliklerden önce kontrol belgesi alınmış ürünler için, 1 Mart 2010 tarihine kadar bu ürünlerin Avrupa Birliğinin kabul ettiği kriterlere uygun olması koşulu ile yurda girişine izin verilmesi yönünde düzenleme yapılmıştır.

 Dilekçenizde 20 Kasım 2009 ve 20 Ocak 2010 tarihlerinde yapılan yönetmelik değişiklikleri ile kontrol belgesi olan ürünlerde analiz zorunluluğunun kaldırıldığı iddia edilmiştir. Ancak Bakanlığımızca, söz konusu yönetmelik değişiklikleri ile GDO’lu ürün ithal etmek isteyen ithalatçı firmalardan ürünün içerisindeki geni belirten uluslararası akredite laboratuardan alınmış analiz raporu veya ürünün üretildiği/yüklendiği ülkenin yetkili otoritelerince düzenlenmiş belge aranmıştır. İstenen belgede belirtilen genin Avrupa Birliğinde EFSA tarafından risk değerlendirmesi yapılarak insan sağlığı ve gıda güvenliği açısından risk oluşturmayacağı bilimsel olarak değerlendirilmiş genlerden olması durumunda diğer ithalat kontrolleri de yapılarak uygun bulunanların yurda girişine izin verilmiştir. Belge getirilememesi durumunda analiz sıklığına göre numune alınmakta ve ürün analize tabi tutularak GDO tespit edilmesi halinde ürünün yurda girişine izin verilmemektedir.

 Söz konusu yönetmeliğin 11inci maddesin 2inci fıkrası (a) bendinde “İthalatta, GDO riski taşıması nedeniyle analize tabi tutulacak ürünler ve bunların sıklıkları Bakanlık onayı ile belirlenir. Gerektiğinde yine Bakanlık onayı ile güncellenir.” Hükmü yer almaktadır. Buna göre menşei riskli olan ülkeler de dikkate alınarak GDO riski taşıyan çeşitli ürün grupları ve analiz sıklıkları belirlenerek, talimatla Bakanlığımız tarafından İl Müdürlüklerimize gönderilmiş ve İl Müdürlüklerimizce bu çerçevede ithalat kontrolleri gerçekleştirilmiştir. Buna göre mısır, soya, kolza, pamuk, papaya ve bunlardan elde edilen ürünler, ABD, Arjantin, Brezilya, Kanada, AB ülkeleri (27 ülke), Meksika, Çin gibi menşei riskli olan ülkelerden ithal ediliyor ise söz konusu Bakanlık talimatındaki analiz sıklıkları tablosuna göre %100 sıklıkla kontrol edilmektedir. Analiz sonucunda onaysız GDO tespit edilen ürünlerin ithalatına izin verilmemektedir.

 Ayrıca tüketicilerin yedikleri üründe Genetiği Değiştirilmiş Organizma olup olmadığı hakkında bilgi edinebilmesi için söz konusu yönetmeliğin 14üncü maddesinde gıdaların etiketlenmesi ve 15inci maddesinde ise yemlerin etiketlenmesi ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır. Bu madde ile tüketicilerin ürünün içinde ne olduğunu bilme hakkı garanti altına alınmıştır.

 5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu 26.3.2010 tarih ve 27533 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve 26 Eylül 2010 tarihinde yürürlüğe girmiş olup GDO’lu ürünlerle ilgili işlemler Kanun kapsamında hazırlanan ve 13 Ağustos 2010 tarih ve 27671 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmelik” hükümlerine göre yürütülmektedir.

 Bu kanunun amacı: “Bilimsel ve teknolojik gelişmeler çerçevesinde, modern biyoteknoloji kullanılarak elde edilen genetik yapısı değiştirilmiş organizmalar ve ürünlerinden kaynaklanabilecek riskleri engellemek, insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevrenin ve biyolojik çeşitliliğin korunması, sürdürülebilirliğinin sağlanması amacıyla biyogüvenlik sisteminin kurulması ve uygulanması, bu faaliyetlerin denetlenmesi, düzenlenmesi ve izlenmesi ile ilgili usul ve esasları belirlemektir.”

 Kanun hükümlerine göre gıda ve yemlerde kullanımına izin verilecek gen ve oranına gerekli risk değerlendirmeler yapıldıktan sonra Biyogüvenlik Kurulunca izin verilecek olup Biyogüvenlik Kurulunun kararları Türkiye Biyogüvenlik Bilgi Değişim Mekanizmasında www.tbbdm.gov.tr yayınlanacaktır. Türkiye Biyogüvenlik Bilgi Değişim Mekanizmasının kurulmasının amacı kamuoyunun bilgilendirilmesi ve karar sürecine katılımının sağlanması olup Biyogüvenlik Kurulu kamuoyu görüşlerini de dikkate alarak nihai kararını oluşturmaktadır.

 5977 sayılı Kanunun Sorumluluğa ilişkin temel ilkeler başlıklı 14üncü maddesinde; ... hükümleri yer almaktadır.

 Dilekçenizin incelenmesinde GDO’lu ürünlerden fiili olarak zarar gördüğünüze dair sağlık kuruluşundan alınmış rapor, mahkeme kararı veya bu konuda herhangi bir iddianızın bulunmadığı görülmüştür.

 Ayrıca GDO’lu ürünlerden zarar görülse dahi Bakanlığımızın sorumlu tutulamayacağı, sorumluluğun GDO ve ürünleri ilgili faaliyetlerde bulunanlar olduğu kanunla belirlenmiştir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle Bakanlığımızın denetimlerle ilgili hizmet kusuru bulunmadığından 6.400 TL’lik manevi tazminat talebiniz Bakanlığımızca uygun görülmemiştir.”

13. İdarenin yazısı üzerine başvurucu, aynı iddiaları (bkz. § 9) içeren 28/12/2010 havale tarihli dava dilekçesini ve 28/12/2010 alındı tarihli dava harç makbuzlarını Ankara İdare Mahkemesine gönderilmek üzere Orhangazi Asliye Hukuk Mahkemesine sunmuş ve bu defa 7.800 TL manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

14. Ankara 13. İdare Mahkemesinin 18/1/2011 tarihli ve E.2011/58, K.2011/50 sayılı kararı ile Ankara 5. İdare Mahkemesinin 27/10/2010 tarihli kararı üzerine idari başvuru yolları tüketilerek açılan davanın ilgisi nedeniyle Ankara 5. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

15. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Hukuk Müşavirliği tarafından sunulan 4/3/2011 tarihli cevap dilekçesinde gıdaların ve yemlerin etiketlenmesi ile ilgili düzenlemeler yapılarak tüketicilerin ürünlerin içeriği ile ilgili bilgi alma haklarının garanti altına alındığı, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının gıda güvenliği konusunda kendisine verilen görevlerini hukuka, kamu yararına ve hizmet gereklerine uygun olarak yerine getirdiği ifade edilmiş ve hizmet kusurunun olmaması, başvurucunun bir zararının doğmaması ve gerçekleştiği iddia edilen zarar ile eylem ya da işlemler arasında illiyet bağının bulunmaması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi talep edilmiştir.

16. 6/1/1982 tarihli ve 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun’un 7. maddesine göre dava değerinin belirlenen parasal sınırın altında kaldığı gerekçesiyle dava dosyası tek hâkim tarafından incelenmiş ve Ankara 5. İdare Mahkemesinin 27/6/2012 tarihli ve E.2011/174, K.2012/1116 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir.

17. Ret kararının gerekçesi şöyledir:

 “...

 Dava, davacı tarafından, genetiği değiştirilmiş organizmalı ürünlerle ilgili olarak, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın, Anayasa, kanun ve uluslararası sözleşmeler uyarınca kendisine verilmiş olan vatandaşları aydınlatma, bilgilendirme ve uyarma görevlerini yerine getirmediğinden ağır hizmet kusuru işlediği gerekçesiyle 7.800,00 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

 ...

 Olayda, genetiği değiştirilmiş gıda ve yem maddelerinin ülkemize ithal edilmesi, işlenmesi, ihracatı ve denetimi ile ilgili usul ve esasların belirlenmesi, yapılacak denetimler ve denetim sonucu uygulanacak yaptırımlara yönelik idari düzenleme yapılması amacıyla, "Genetiği Değiştirilmiş Gıda ve Yem İthalatı, İşlenmesi, İhracatı ve Denetimine Dair Yönetmelik" Ekim 2009 tarih ve 27388 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdiği, söz konusuYönetmelik 5179 sayılı Kanun, Kartagena Biyogüvenlik Protokolu ve AB mevzuatı esas alınarak hazırlanmış olup, yönetmelik ile insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevre ve biyolojik çeşitliliğin korunmasının sağlanması, bilimsel olarak insan sağlığına zarar verme ihtimali bulunan uygulamalara izin verilmemesi hedeflendiği, önceden GDO ile ilgili sadece beyan esası ile sınırlı bir kontrol ve denetim öngörülürken, yönetmelikle bilimsel kriterlerle risk değerlendirme şartı getirilerek daha ileri düzeyde bir denetim sağlandığı, ayrıca ithal edilen bitkisel ve hayvansal gıda maddelerinin ithalatında orijin ülke ve/veya yükleneceği ülkenin yetkili resmi makamlarınca onaylanmış sağlık sertifikası arandığı, 02.09.2007 tarih ve 26631 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 'Gıda Maddeleri ve Gıda ile Temas Eden Ambalaj Materyallerinin ithalatında Kontrol Belgesi Onaylanması ve İthalat Aşamasındaki Kontrol işlemleri Hakkında Tebliğ (Tebliğ No: 39)'de sertifika "Sertifika; Ürünün güvenliğini gösteren ve hayvansal ürünlerde, üründe kullanılacak hammaddenin elde edildiği hayvanların bulaşıcı veya salgın hayvan hastalıklarından ari olduğunu gösteren orijin ülke ve/veya yükleneceği ülkenin yetkili resmi makamlarınca onaylanmış sertifikayı," olarak tanımlandığı, dolayısıyla gıda maddeleri ithalatında ihracatçı ülke yetkili otoriteleri tarafından ürün insan sağlığı gıda güvenliği açısından garanti altına alındığı, 26 Ekim 2009 tarihli Yönetmelikte değişiklik yapılarak değişikliklerden önce kontrol belgesi alınmış ürünler için, 1 Mart 2010 tarihine kadar bu ürünlerin Avrupa Birliğinin kabul ettiği kriterlere uygun olması koşulu ile yurda girişine izin verilmesi yönünde düzenleme yapıldığı, 20 Kasım 2009 ve 20 Ocak 2010 tarihlerinde yapılan yönetmelik değişiklikleri ile GDO'lu ürün ithal etmek isteyen ithalatçı firmalardan ürünün içerisindeki geni belirten uluslararası akredite laboratuardan alınmış analiz raporu veya ürünün üretildiği/yüklendiği ülkenin yetkili otoritelerince düzenlenmiş belge arandığı, belge getirilememesi durumunda analiz sıklığına göre numune alınarak ve ürün analize tabi tutularak GDO tespit edilmesi halinde ürünün yurda girişine izin verilmediği, ayrıca tüketicilerin yedikleri üründe genetiği değiştirilmiş organizma olup olmadığı hakkında bilgi edinebilmesi için söz konusu yönetmeliğin 14. maddesinde gıdaların etiketlenmesi ve 15. maddesinde ise yemlerin etiketlenmesi ile ilgili düzenlemeler yapılarak tüketicilerin ürünün içinde ne olduğunu bilme hakkı garanti altına alındığı, 5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu 26.03.2010 tarih ve 27533 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak 26 Eylül 2010 tarihinde yürürlüğe girdiği, Kanun kapsamında hazırlanan ve 13 Ağustos 2010 tarih ve 27671 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan "Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmelik" hükümlerine göre yürütülmekte olduğu, GDO'lu ürünlerden görülen zararın sorumluluğunun GDO ve ürünleri ile ilgili faaliyetlerde bulunanlar olduğunun kanunla belirlendiği anlaşılmıştır.

 Yukarıda açıklandığı üzere, ülkemizde GDO'lu ürünlerin kontrol ve denetimi için gereken yasal ve idari düzenlemelerin yerine getirildiği, bu düzenlemeler doğrultusunda denetim ve yaptırımların uygulandığı, davacının, somut olarak zarara uğratıldığına veya davalı idarenin üzerine düşen görevi yerine getirmediğine ilişkin her hangi bir tespit bulunmadığı görülmektedir.

 Bu durumda, manevi tazminata hükmedilebilmesi için manevi tazminatın unsurlarından olan ağır hizmet kusurunun aranması gerektiği açık olup, uyuşmazlık konusu olayda, uğranıldığı iddia edilen manevi zararda davalı idarenin her hangi bir kusuru bulunduğu yolunda tespit olmadığından, ağır hizmet kusurunun varlığından söz edilemeyeceği dolayısıyla manevi tazminat unsurlarının oluşmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.

 ...”

18. Ret kararına karşı başvurucu tarafından süresi içinde itiraz başvurusunda bulunulmuştur. İtiraz dilekçesi şöyledir:

 “... ilamın usulden ve esastan bozulması istemidir.

 1. Yukarıdaki ilama konu olan dava, 28.12.2010 tarihinde açılmış; dava değeri 7800 TL olan, manevi tazminata ilişkin tam yargı davasıdır.

 2576 Sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun:

 Tek hakimle çözülecek davalar:

 Madde 7 – 1. (Değişik birinci fıkra: 8/6/2000 - 4577/3 md.) Uyuşmazlık miktarı yirmibeşbin Türk Lirasını aşmayan;

 a) Konusu belli parayı içeren idarî işlemlere karşı açılan iptal davaları,

 b) Tam yargı davaları,

 İdare mahkemesi hâkimlerinden biri tarafından çözümlenir.

 2010 Yılı için tek hakimle görülecek davalarda parasal sınır 7.790 TL olarak belirlenmiştir. Oysa, açılan davanın değeri mahkeme ilamında da belirtildiği gibi, 7.800 TL’dir.

 2. Davanın tek hakimle görülmesi yasal olarak mümkün değildir, bu nedenle kararın bozulmasını talep ediyoruz. Ayrıca gereksiz olarak yargılamanın uzatılmasından dolayı, makul sürede yargılanma hakkımız ihlal edilmiştir, bu konudaki taleplerimizi saklı tutuyoruz.

 Talep Sonucu:

 Yukarıda belirtilen sebeplerle, mahkemenin yukarıda belirtilen kararı hukuka açıkça aykırıdır ve bu sebeple bozulmasına karar verilmesini talep ediyorum.”

19. İtiraz incelemesi neticesinde karar Ankara Bölge İdare Mahkemesi 1. Kurulunun 18/1/2013 tarihli ve E.2012/13963, K.2013/918 sayılı ilamı ile onanmıştır. Kararın gerekçesi şöyledir:

 “Ankara 5. İdare Mahkemesi'nce verilen 27/06/2012 gün ve E:2011/174, K:2012/1116 sayılı karar usul ve hukuka uygun olup bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığından, itiraz isteminin reddi ile anılan kararın ONANMASINA ... oybirliğiylekarar verildi.”

20. Onama kararına karşı başvurucu tarafından süresi içinde karar düzeltme talebinde bulunulmuştur. Karar düzeltme talepli dilekçe şöyledir:

 “... ilamın usulden ve esastan bozulması istemidir.

 1. Yukarıdaki ilama konu olan dava, 28.12.2010 tarihinde açılmış; dava değeri 7800 TL olan, manevi tazminata ilişkin tam yargı davasıdır.

 2576 Sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun:

 Tek hakimle çözülecek davalar:

 Madde 7 – 1. (Değişik birinci fıkra: 8/6/2000 - 4577/3 md.) Uyuşmazlık miktarı yirmibeşbin Türk Lirasını aşmayan;

 a) Konusu belli parayı içeren idarî işlemlere karşı açılan iptal davaları,

 b) Tam yargı davaları,

 İdare mahkemesi hâkimlerinden biri tarafından çözümlenir.

 2010 Yılı için tek hakimle görülecek davalarda parasal sınır 7.790 TL olarak belirlenmiştir. Oysa, açılan davanın değeri mahkeme ilamında da belirtildiği gibi, 7.800 TL’dir.

 2. Davanın tek hakimle görülmesi yasal olarak mümkün değildir, bu nedenle kararın bozulmasını talep etmemize rağmen karar yasaya aykırı şekilde onanmıştır.

 Ankara Bölge İdare Mahkemesi 1. Kurulu 18.01.2013 tarih 2012/13963E, 2013/918K sayılı ilamıyla hiçbir gerekçe göstermeden, kararın usul ve hukuka uygun olduğunu belirtip, kararı onamıştır.

 Anayasa

 Madde 36: Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.

 Madde 141: Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.

 İYUK Madde 24’e göre:

 e) Kararın dayandığı hukuki sebepler ile gerekçesi kararda gösterilmek zorundadır.

 Madde 31

 1. Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sukünunu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemler ile elektronik işlemlerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır.

 HMK’nun Hukuki dinlenilme hakkını açıklayan 27/c fıkrası, Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini düzenlemektedir. Yine aynı maddenin b fıkrası, açıklama ve ispat hakkını düzenlemiştir. Gerekçesi olmayan bir karara karşı açıklama yapmak mümkün değildir.

 Madde 298- (1) Hüküm, hükmü veren hâkim, toplu mahkemelerde başkan veya hükme katılmış olan hâkimlerden başkanın seçeceği bir üye tarafından yazılır.

 (2) Gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz.

 (3) Hükümde gerekçesi ile birlikte karşı oya da yer verilir.

 Madde 370- (1) Yargıtay, onama kararında, onadığı kararın hukuk kurallarına uygunluk gerekçesini göstermek zorundadır.

 Sonuç olarak, itiraz üzerine verilen onama kararı AİHS m.6 ve Anayasa m.36 daki adil yargılanma hakkına ve kanuna ve hukuka aykırıdır.

 Talep Sonucu:

 Yukarıda belirtilen sebeplerle, mahkemenin yukarıda belirtilen kararı, yukarıda açıkladığımız nedenlerle hukuka açıkça aykırıdır ve bu sebeple kararın düzeltilmesini talep ediyorum.”

21. Karar düzeltme talebi yine aynı Mahkemenin 26/6/2013 tarihli ve E.2013/8558, K.2013/12694 sayılı kararıyla reddedilmiş ve 12/8/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

 “Bölge idare mahkemelerinin itiraz üzerine verdikleri kararların düzeltme yoluyla yeniden incelenebilmeleri, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 54. maddesinde yazılı sebeplerden birinin varlığı halinde mümkün olup, kararın düzeltilmesi istemi bu maddede sayılan sebeplerden hiçbirine uymadığından, yerinde bulunmayan istemin reddine ... oybirliğiylekarar verildi.”

22. 21/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

B. İlgili Hukuk

1. İlgili Mevzuat

23. 18/3/2010 tarihli ve 5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu'nun "Yasaklar" kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:

 "(1) GDO ve ürünlerine ilişkin aşağıdaki fiillerin yapılması yasaktır:

 a) GDO ve ürünlerinin onay alınmaksızın piyasaya sürülmesi.

 b) GDO ve ürünlerinin, Kurul kararlarına aykırı olarak kullanılması veya kullandırılması.

 c) Genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvanların üretimi.

 ç) GDO ve ürünlerinin Kurul tarafından piyasaya sürme kapsamında belirlenen amaç ve alan dışında kullanımı.

 d) GDO ve ürünlerinin bebek mamaları ve bebek formülleri, devam mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılması."

24. 13/8/2010 tarihli ve 27671 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmelik'in (Yönetmelik) “Genel Hükümler” kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:

 "(1) Bakanlık; insan, hayvan, bitki sağlığı ile çevrenin ve biyolojik çeşitliliğin korunması amacıyla bu Yönetmelik kapsamına giren ürünler hakkında tamamen veya kısmen toplatma, mülkiyetin kamuya geçirilmesi, ürünün mahrecine iadesi, faaliyetin geçici olarak durdurulması, ürünün imhası, piyasaya arzı, ticareti ve işlenmesinin yasaklanması gibi ihtiyati tedbirler dâhil her türlü tedbiri almaya ve düzenlemeyi yapmaya yetkilidir.

 (2) Başvurular, başvuru dokümanları, bilimsel değerlendirme raporları ve kararlar biyogüvenlik bilgi değişim mekanizması aracılığıyla kamuoyuna duyurulur.

 (3) Araştırma ve geliştirme amacıyla ithal edilmek istenen GDO ve ürünleri dışında bu Yönetmelik kapsamındaki ürünler için gümrük idarelerince GDO'ya ilişkin ek bir belge aranmaz.

 (4) GDO ve ürünlerinin araştırmaya yetkili kuruluşlarda sağlanması gereken standart ve koşullar ile izleme, denetim ve kontrol amaçlı analizleri yapacak laboratuvarlarda aranacak koşullar Kurul tarafından belirlenir."

25. Yönetmelik’in “Yasaklar” kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:

 "(1) Bu Yönetmelik kapsamına giren ürünler ile ilgili olarak;

 a) GDO ve ürünlerinin onay alınmaksızın piyasaya sürülmesi,

 b) GDO ve ürünlerinin, Kurul kararlarına aykırı olarak kullanılması veya kullandırılması,

 c) Genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvanların üretimi,

 ç) GDO ve ürünlerinin Kurul tarafından piyasaya sürme kapsamında belirlenen amaç ve alan dışında kullanımı,

 d) GDO ve ürünlerinin bebek mamaları ve bebek formülleri, devam mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılması yasaktır."

26. Türkiye açısından onaylanması 29/8/1996 tarihli ve 4177 sayılı Kanun'la uygun bulunan ve 27/12/1996 tarihli ve 22860 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi'nin "Biyoteknolojinin İşlem Görmesi ve Yararlarının Dağıtımı" kenar başlıklı 19. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:

 "3. Taraflar, biyoteknoloji sonucunda değişime uğratılmış ve biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kullanımı üzerinde olumsuz etkide bulunabilecek her türlü canlı organizmanın emniyetli biçimde taşınması, işlem görmesi ve kullanılması konusunda, özellikle önceden bilgilendirerek mutabakat sağlanmasını da kapsayan uygun usullerin yer aldığı bir protokolün gerekliliğini ve bunun şeklini değerlendireceklerdir.

 4. Akit Tarafların her biri, yukarıdaki 3 üncü paragrafta anılan organizmaların işlem görmesinde kendisinin şart koştuğu kullanım ve emniyet kurallarına ilişkin mevcut her türlü bilgiyi, ayrıca özgün organizmaların potansiyel olumsuz etkileriyle ilgili mevcut her türlü bilgiyi, bu organizmaların ithal edileceği Akit Tarafa, ya doğrudan doğruya ya da bu çeşit organizmaları kendi yargı yetkisinin alanı içinde temin etmekte olan gerçek veya hükmi şahıslardan talep ederek verecektir."

27. Türkiye açısından onaylanması 17/6/2003 tarihli ve 4898 sayılı Kanun'la uygun bulunan, 11/8/2003 tarihli ve 25196 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi'nin Kartagena Protokolü'nün "Genel Hükümler" kenar başlıklı 2. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 "2. Taraflar, insan sağlığı üzerindeki riskleri de gözönünde bulundurarak, herhangi bir değiştirilmiş canlı organizmanın geliştirilmesi, muamelesi, taşınması, kullanımı, nakli veya çevreye serbest bırakılmasının biyolojik çeşitlilik üzerindeki riskleri engelleyecek ya da azaltacak şekilde gerçekleştirilmesini sağlayacaklardır."

28. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Dilekçelerin verileceği yerler” kenar başlıklı 4. maddesi şöyledir:

 “Dilekçeler ve savunmalar ile davalara ilişkin her türlü evrak, Danıştay veya ait olduğu mahkeme başkanlıklarına veya bunlara gönderilmek üzere idare veya vergi mahkemesi başkanlıklarına, idare veya vergi mahkemesi bulunmayan yerlerde büyükşehir belediyesi sınırları içerisinde kalıp kalmadığına bakılmaksızın asliye hukuk hakimliklerine veya yabancı memleketlerde Türk konsolosluklarına verilebilir.”

29. 2577 sayılı Kanun’un “Dilekçe üzerine uygulanacak işlem” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “1. Danıştay, idare mahkemesi ve vergi mahkemesi başkanlıklarına veya 4 ncü maddede yazılı yerlere verilen dilekçelerin harç ve posta ücretleri alındıktan sonra deftere derhal kayıtları yapılarak kayıt tarih ve sayısı dilekçenin üzerine yazılır. Dava bu kaydın yapıldığı tarihte açılmış sayılır.”

30. 2577 sayılı Kanun’un “Kararlarda bulunacak hususlar” kenar başlıklı 24. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Kararın dayandığı hukuki sebepler ile gerekçesi ve hüküm: tazminat davalarında hükmedilen tazminatın miktarı,”

31. 2576 sayılı Kanun’un “Tek hâkimle çözümlenecek davalar” kenar başlıklı 7. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “1. (Değişik birinci fıkra: 8/6/2000 - 4577/3 md.) Uyuşmazlık miktarı yirmibeşbin Türk Lirasını aşmayan;

 a) Konusu belli parayı içeren idarî işlemlere karşı açılan iptal davaları,

 b) Tam yargı davaları,

 İdare mahkemesi hâkimlerinden biri tarafından çözümlenir.”

32. 2576 sayılı Kanun’un ek 1. maddesi şöyledir:

 “Bu Kanunun tek hakimle çözümlenecek davalara ilişkin 7 nci maddesindeki parasal sınırlar; her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, önceki yılda uygulanan parasal sınırların, o yıl için 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle uygulanır. Bu şekilde belirlenen sınırların bin Türk lirasını aşmayan kısımları dikkate alınmaz.

 Yukarıdaki fıkra uyarınca her takvim yılı başından geçerli olmak üzere uygulanan parasal sınırların artışı, artışın yürürlüğe girdiği tarihten önce idare ve vergi mahkemelerince nihaî olarak karara bağlanmış davalar ile Danıştayın bozma kararı üzerine bozulan mahkemece yeniden bakılan davalarda uygulanmaz.”

33. 2576 sayılı Kanun’un “Bölge İdare Mahkemelerinin Görevleri” kenar başlıklı mülga 8. maddesinin (a) bendinin, 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un 103. maddesiyle yürürlükten kaldırılmadan önceki hâli şöyledir:

 “Bölge idare mahkemeleri;

 a) Yargı çevresindeki idare ve vergi mahkemelerinde tek hâkim tarafından 7'inci madde hükümleri uyarınca verilen kararları itiraz üzerine inceler ve kesin olarak hükme bağlar.”

34. 2577 sayılı Kanun’un “Temyiz” başlıklı 46. maddesinin birinci fıkrasının, 6545 sayılı Kanun’un 19. maddesiyle yapılan değişiklikten önceki hâli şöyledir:

 “Danıştay dava daireleri ile idare ve vergi mahkemelerinin nihai kararları, başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi Danıştayda temyiz edilebilir.”

2. İlgili Yargı Kararları

35. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 21/2/2013 tarihli ve E.2012/2656, K.2013/576 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

 "İdare mahkemesince temyiz incelemesine konu kararın verildiği tarih itibariyle, 2576 sayılı Yasa uyarınca tek hakim tarafından çözümlenmesi gereken davalardaki parasal üst sınır..."

36. Danıştay 11. Dairesinin 6/6/2012 tarihli ve E.2010/4701, K.2012/3700 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"... ikramiye tutarının, İdare Mahkemesince temyize konu kararın verildiği tarih itibarıyla, 2576 sayılı Kanun uyarınca tek hâkim tarafından çözümlenmesi gereken davalardaki parasal üst sınırın altında kalması karşısında; .."

37. Danıştay 10. Dairesinin 17/11/2009 tarihli ve E.2009/9692, K.2009/9685 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"... idare mahkemesince temyiz incelemesine konu kararın verildiği tarih itibariyle, 2576 sayılı Yasa uyarınca tek hakim tarafından çözümlenmesi gereken davalardaki parasal üst sınır olan ... altında kaldığından ..."

38. Danıştay 4. Dairesinin 6/10/2015 tarihli ve E.2012/8059, K.2015/4341 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"... Aynı Kanunun Ek 1. maddesinde ise, bu Kanunun tek hakimle çözümlenecek davalara ilişkin 7. maddesindeki parasal sınırların her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, önceki yılda uygulanan parasal sınırların, o yıl için 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298. maddesi hükümleri uyarınca Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle uygulanacağı hükmüne yer verilmiştir.

Söz konusu mevzuat hükmü uyarınca, tek hâkim tarafından çözümlenecek davalara ilişkin üst sınır mahkemece kararın verildiği 2012 yılı için 9.230,00 TL olarak belirlenmiştir."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

39. Mahkemenin 21/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

40. Başvurucu; ithal edilerek satışa sunulmuş gıda ürünlerinin bir kısmının GDO içerdiği ile ilgili olarak basında yer alan haberler nedeniyle küçük yaştaki çocuğunun bu tür ürünlerle beslenmiş olabileceği düşüncesiyle korku ve endişeye kapıldığını, özellikle GDO’lu olduğu dile getirilen soya, mısır, buğday ve pirinç gibi ham maddelerin bebek mamalarında kullanıldığını, Anayasa, sair kanun ve uluslararası sözleşmeler gereğince vatandaşların beden ve ruh sağlıklarının korunması, gıda güvenliğinin sağlanması amacıyla başta denetim olmak üzere koruyucu tedbirler alınması ve ürünlerin içeriğiyle ilgili tüketicilerin aydınlatılması konularında devletin yükümlülüklerinin bulunduğunu, bu yükümlülüklerin yerine getirilmemesi nedeniyle ilk kez dava açma yoluna başvurduğu 24/12/2009 tarihinde 5977 sayılı Kanun'un ve Yönetmelik’in henüz yürürlükte olmadığını, dolayısıyla anılan ve hâlihazırda yürürlükte olan mevzuat gereği ülkemize girişi yasak olan GDO’lu ürünlerin dava tarihi öncesinde etkin şekilde denetlenmediğini, ayrıca GDO’lu gıdalar nedeniyle tüketicilerin zarar görme tehlikesi bulunmasına rağmen bu konuda bilgilendirilmediğini, idarenin hareketsiz kalarak ağır hizmet kusuru işlediğini, bu gerekçelerle dava tarihinden önceki dönemde uğradıkları manevi zararın giderilmesi talebiyle dava açmasına ve içinde bulunduğu koşullar ile davaya konu süreci açıkça ifade etmesine rağmen Mahkemelerce dava tarihinden sonraki döneme ilişkin değerlendirmeler yapıldığını, yetkisizlik ve mercie tevdi kararlarından sonra idareden gelen ön karar mahiyetindeki cevap yazısı üzerine 28/12/2010 tarihinde, Ankara İdare Mahkemesine gönderilmek üzere Orhangazi Asliye Hukuk Mahkemesine aynı iddiaları ve 7.800 TL manevi tazminat talebini içeren dava dilekçesini sunduğunu, tek hâkimle çözümlenecek uyuşmazlıklarda 2010 yılı için belirlenen parasal sınırın 7.790 TL olduğunu, dolayısıyla değeri bu sınırın üzerinde olan söz konusu davanın heyet hâlinde incelenmesi gerektiğini ancak kararın tek hâkim tarafından verildiğini, bu nedenle yargılama usulü ile kanun yolu mercilerinin değiştiğini, itiraz kanun yolunda dava dosyasının heyet hâlinde incelenmesi hususunda itirazlarını açıkça sunmasına rağmen bu hususta hiçbir değerlendirme yapılmadan ve gerekçe sunulmadan kararın onandığını, karar düzeltme talebinde bulunarak aynı itirazları kapsamlı bir şekilde yinelediğini ancak yine hiçbir değerlendirme yapılmadan ve gerekçe sunulmadan talebinin reddedildiğini, itiraz ettiği hususun kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olduğunu, kanuni hâkim ilkesinin göz ardı edildiğini ve Mahkeme kararlarının gerekçesiz olarak verildiğini belirterek Anayasa’nın 17., 36., 37., 56. ve 141. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlallerin tespiti ile lehine maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

41. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

42. Başvurucunun;

i. Çocuğu için kullandığı gıda ürünlerinde GDO bulunduğuna ilişkin basında çıkan haberler nedeniyle korku ve endişeye kapıldığı ve bu ürünlerle ilgili kamusal makamların denetim, tedbir alma ve bilgilendirme yükümlülüklerini yerine getirmediği yönündeki şikâyetinin maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında,

ii. Heyet hâlinde çözümlenmesi gereken dava hakkında tek hâkim tarafından incelenip karar verilmesinin kanuni düzenlemelere açıkça aykırı olduğu, buna ilişkin itirazlarının kanun yolu mercileri tarafından karşılanmadığı, davanın heyet hâlinde incelenmesi gerekirken tek hâkim tarafından ele alınması nedeniyle kanun yolu merciinin değiştiği ve öngörüldüğü gibi yargılamanın heyet hâlinde yapılmadığı yönündeki şikâyetlerinin iddiaların özüne uygun olarak adil yargılanma hakkının unsurlarından olan kanuni hâkim güvencesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

a. Maddi ve Manevi Varlığın Korunması ve Geliştirilmesi Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

43. Başvurucu, bebek mamalarının bir kısmının GDO içerdiği ile ilgili olarak basında yer alan haberler nedeniyle küçük yaştaki çocuğunun bu tür ürünlerle beslenmiş olabileceği konusunda korku ve endişeye kapıldığını, GDO içeren gıda ürünleri ile ilgili olarak devletin denetleme ve vatandaşlarını bu ürünlerle ilgili aydınlatma yükümlülüğü bulunmasına rağmen bu yükümlülüklerin yerine getirilmediğini belirterek maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

44. Bakanlık görüş yazısında, ihlal iddiasına konu eyleme ve içeriklerine dair kanıtlar ile öne sürülen ihlal nedeniyle ne şekilde ve hangi ölçüde zarar görüldüğüne ilişkin hususların ortaya konulmadığı ifade edilmiştir.

45. Başvurucu tarafından Bakanlığın görüşüne karşı verilen beyanda, başvuru dilekçesindeki görüş ve talepler tekrar edilmiştir.

46. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

47. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:

“(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.

 (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”

48. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 "Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."

49. Özel hayat alanına dâhil olan tüm hukuksal çıkarlar Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında güvence altına alınmakla birlikte söz konusu hukuksal çıkarların Anayasa’nın farklı maddelerinin koruma alanına girdiği görülmektedir. Bu bağlamda Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkı ile bireyin kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkına karşılık gelmektedir. Bunun dışında özel hayat kavramına dâhil bir kısım hukuksal değerin Anayasa’nın 20. maddesinde düzenlendiği, özel hayatın diğer alt kategorileri olarak ele alınan haberleşmenin gizliliği ve konuta saygı hakkının ise Anayasa’nın 21. ve 22. maddelerinde güvence altına alındığı görülmektedir. Bu kapsamda Sözleşme’nin 8. maddesinde yer alan hakların, temel olarak Anayasa’nın 17., 20., 21. ve 22. maddelerinde düzenlendiği anlaşılmaktadır (Mehmet Kurt [GK], B. No: 2013/2552, 25/2/2016, § 44).

50. Özel hayatın korunması kapsamında kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar bu hakkın kapsamına dâhildir. Bu bağlamda kişinin fiziksel ve ruhsal bütünlüğüne ilişkin hukuksal çıkarı da özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınmaktadır. Fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkı kapsamında güvence altına alınan hukuksal çıkarlardan biri de sağlıklı bir çevrede yaşama hakkıdır (AYM, E.2013/89, K.2014/116, 3/7/2014).

51. Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının anayasal anlamda normatif dayanağı 56. madde hükmünde yer verilen herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu yönündeki düzenlemedir. Ancak söz konusu hüküm, Anayasa’nın sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler bölümünde yer almaktadır. Anayasa’nın bireysel başvuru hakkının düzenlendiği 148. maddesinin üçüncü fıkrasında “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.” hükmüne yer verilmek suretiyle Anayasa’da yer alan ikinci ve üçüncü kuşak hakların ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunulamayacağı ifade edilmekle birlikte sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının; Anayasa’nın, fiziksel ve ruhsal bütünlüğün korunması ile ilgili hukuksal çıkarları ihtiva eden 17. maddesi, özel ve aile hayatına saygıyı güvence altına alan 20. maddesi ve konut dokunulmazlığını düzenleyen 21. maddesi ile bağlantılı olarak ve söz konusu hükümlerde yer alan hukuksal çıkarlar üzerindeki etkisi dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir (Mehmet Kurt, § 46).

52. Özel hayat kavramı eksiksiz tanımı bulunmayan geniş bir kavram olup bu hak kapsamında devlet için söz konusu olan yükümlülük, sadece belirtilen hakka keyfî surette müdahaleden kaçınmakla sınırlı olmayıp -öncelikli olan bu negatif yükümlülüğe ek olarak- özel hayata etkili bir biçimde saygının sağlanması bağlamında pozitif yükümlülükleri de içermektedir. Söz konusu pozitif yükümlülükler, bireyler arası ilişkiler alanında olsa da özel hayata saygıyı sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 26). Çevresel rahatsızlıklarla ilgili ihlal iddiaları kapsamında da ağırlıklı olarak devletin pozitif yükümlülüklerinin değerlendirilmesi gerekmektedir.

53. Çevre hakkı bağlamında özel hayata, aile hayatına ve konuta saygı hakkı, sadece kamusal müdahalelere karşı korunmamakta; pozitif yükümlülükler doktrini uyarınca bu koruma özel kişilerden kaynaklanan müdahaleler kapsamında da gündeme gelmektedir (Mehmet Kurt, § 48).

54. Çevresel meseleler bağlamında çevreyi geliştirme, çevre sağlığını koruma ve çevre kirlenmesini önlemenin devletin ödevleri arasında olduğunu belirten Anayasa’nın 56. maddesinin ikinci fıkrasının kamusal makamların çevresel meseleler bağlamındaki pozitif yükümlülüklerinin tespiti ve değerlendirilmesi hususunda gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır. Anayasa’nın 56. maddesinin gerekçesinde de genel olarak çevresel kirlenmeye yer verildiği, vatandaşın korunmuş çevre şartlarında beden ve ruh sağlığı içinde yaşamını sürdürmesini sağlamanın devletin görevi olduğu ile çevreyi koruyucu mevzuat kadar devlet denetiminin ve çevreyi koruyucu fiilî tedbir ve faaliyetlerin de gerekli olduğunun belirtildiği, bu kapsamda devletin hem kirlenmenin önlenmesi hem de tabii çevrenin korunması ve geliştirilmesi için gereken tedbirleri alması gerektiğinin vurgulandığı ve bu suretle çevresel meselelerde devletin pozitif yükümlülüklerine işaret edildiği görülmektedir (Mehmet Kurt, § 50).

55. Çevresel kirliliğe dayalı şikâyetlerin genellikle özel teşebbüslerin faaliyetleri çerçevesinde gündeme geldiği dikkate alındığında Anayasa’nın 48. maddesinin ikinci fıkrasında yer verilen “Devlet, özel teşebbüslerin millî ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır.” şeklindeki düzenlemenin de kamusal makamların çevresel meseleler bağlamındaki pozitif yükümlülüklerinin normatif dayanaklarından birini teşkil ettiği anlaşılmaktadır. Söz konusu hüküm aynı zamanda ilgili faaliyete ilişkin kamusal menfaat ile bireyin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesine ilişkin menfaat arasında gözetilmesi gereken dengeye de vurgu yapmaktadır (Mehmet Kurt, § 51).

56. Gerek yaşam hakkıyla gerekse sağlık hakkıyla olan yakın ilişkisi ve bugünkü nesilden daha çok gelecek nesilleri ilgilendirmesi çevre hakkını g