2013/7006

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

OSMAN GÜMÜŞCÜ BAŞVURUSU(2)

(Başvuru Numarası: 2013/7006)

 

Karar Tarihi: 13/4/2016

R.G. Tarih ve Sayı: 15/6/2016-29743

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Mehmet Sadık YAMLI

Başvurucu

:

Osman GÜMÜŞCÜ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tam yargı davası sırasında kısıtlı hâle gelen başvurucuya atanan vasinin davaya icazet vermemesi nedeniyle davanın ehliyet yönünden reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 3/9/2013 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 28/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 9/4/2014 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından 25/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 28/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

7. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 5/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu,Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 9/6/2014 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve başvuruya konu yargılama dosyasından Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) ortamında temin edilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu 1997 yılında İzmir Emniyet Müdürlüğünce gözaltına alındığını, bu sırada üzerinde bulunan 153 adet hisse senedi kuponuna el konulduğunu ancak daha sonra kendisine iade edilmediğini belirterek uğradığını ileri sürdüğü 200.000 TL maddi zararının tazmini istemiyle 30/12/2011 tarihinde İzmir 1. İdare Mahkemesinde dava açmıştır.

10. Bu arada başvurucu, yargılandığı başka suçlar nedeniyle Uşak Ağır Ceza Mahkemesinin 24/9/2011 tarihli ve E.2009/345, K.2011/218 sayılı kararı ile müebbet hapis cezası ile cezalandırılmış ve bu karar Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 23/2/2012 tarihli ve E.2011/7416, K.2012/932 sayılı kararı ile onanmıştır.

11. Başvurucu 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 407. maddesi gereği bir yıldan uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezayla mahkûm olması nedeniyle İzmir 9. Sulh Hukuk Mahkemesinin 13/9/2012 tarihli ve E.2012/1333, K.2012/1520 sayılı kararı ile hacir altına alınarak kendisine vasi atanmıştır.

12. İzmir 1. İdare Mahkemesi 16/2/2012 tarihli ve E.2011/2532, K.2012/275 sayılı kararı ile dava dilekçesinin 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 3. maddesine uygun olarak düzenlenmediği gerekçesiyle dilekçenin reddine karar vermiştir.

13. Başvurucunun yeni dilekçeyle açtığı dava ise aynı Mahkemenin E.2012/887 sayılı esasına kaydedilmiştir.

14. İdare Mahkemesi 23/5/2012 tarihli yazıyla başvurucudan, dosyanın işleme konulabilmesi için 2.951,60TL eksik harcı otuz gün içinde tamamlamasını istemiştir. Başvurucu 11/6/2012 tarihli dilekçesiyle cezaevinde hükümlü olduğunu ve harcı ödeyecek durumunun bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur.

15. Bunun üzerine İdare Mahkemesi 17/7/2012 tarihli ara kararıyla başvurucuya vasi atanıp atanmadığını ve atanmış ise vesayet kararının ve başvurucuya verilen cezaya ilişkin Mahkeme ilamının bir örneğinin gönderilmesini İzmir 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünden istemiştir. Ceza İnfaz Kurumu, İzmir 9. Sulh Hukuk Mahkemesinin 13/9/2012 tarihli ve E.2012/1333, K.2012/1520 kararıyla başvurucunun hacir altına alınarak talebi üzerine H.G.nin vasi olarak atandığını İdare Mahkemesine bildirmiştir.

16. İdare Mahkemesi 21/9/2012 tarihli ara kararıyla başvurucunun vasiliğine atanan H. G.den, başvurucu tarafından açılmış olan davaya icazet verip vermediğini on gün içinde bildirmesini istemiş ve aksi takdirde dava dosyasındaki bilgi ve belgelere göre karar verileceğini bildirmiştir.

17. Söz konusu kararın H.G.ye tebliğ edilememesi üzerine İdare Mahkemesi 2/11/2012 tarihli yazısıyla başvurucudan "Türk Medeni Kanunu Hükümleri uyarınca icazet verip vermediğinin bildirilmesine ilişkin ara kararına adı geçen vasi H. G. için Mernis adresine yapılan tebligatın, 'muhatabın gösterilen adresten ayrıldığı ve yeni adresinin bilinmediği' gerekçesiyle Mahkememize iade edildiği görülmekle, vasiniz ile irtibata geçerek en kısa zamanda tebligata yarar açık adresini Mahkememize bildirilmesinin sağlanması"nı istemiştir.

18. Başvurucu 3/12/2012 tarihli dilekçesiyle İdare Mahkemesine vasisi H.G.nin adresini bildirmiş, ayrıca hem kendisinin hem de H.G.nin ekonomik durumlarının iyi olmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur.

19. İdare Mahkemesi 21/9/2012 tarihli ara kararını (bkz. § 16) başvurucunun bildirdiği adreste H.G.ye 17/12/2012 tarihinde tebliğ etmiştir. H.G. tarafından davaya muvafakat edip etmediği hususuyla ilgili herhangi bir cevap verilmemiştir.

20. Bunun üzerine İdare Mahkemesi 18/1/2013 tarihli ve E.2012/887, K.2013/80 sayılı kararı ile davayı ehliyet yönünden reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:

" ...

...Mahkememizin 21/09/2012 günlü ara kararı ile davacı vasisi H. G.ye davacı tarafından açılmış bu davaya icazet verip vermediğinin sorulduğu, bu kararın 17/12/2012 tarihinde H. G.ye tebliğ edildiği, ancak verilen süre içinde davacı vasisi tarafından Mahkememize davacının açtığı bu davaya icazet verdiği yolunda bir beyanda bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda, kısıtlı olan davacının açtığı bu davanın kanuni temsilcisi olan vasisi H. G. tarafından icazet verilmemesi nedeniyle ehliyet yönünden reddi gerekmektedir."

21. Başvurucu, söz konusu karardan üç gün sonra İdare Mahkemesine verdiği 21/1/2013 tarihli dilekçesiyle vasiye tebliğin yapıldığını ancak vasinin tebliği okumadığını, şayet vasiden harç isteniyorsa vasinin ve kendisinin harcı ödeme imkânının bulunmadığınıbelirtmiş ve adli yardım talebinin kabulünü istemiştir.

22. Başvurucu İdare Mahkemesine verdiği 14/2/2013 tarihli dilekçesiyle vasisinin harç ödeme ve avukat tutma imkânının bulunmadığını tekrar belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur.

23. İdare Mahkemesinin kararının tebliğinin ardından başvurucu Ceza Mahkemesi kararının İdare Mahkemesine dava açtıktan sonra kesinleştiğini, dolayısıyla davanın ehliyet yönünden reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu belirtilerek kararı temyiz etmiş; Danıştay Oununcu Dairesi 13/5/2013 tarihli ve E.2013/2348, K.2013/4402 sayılı kararı ile temyiz istemini ehliyet yönünden reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:

"...

Dava dosyasının incelenmesinden; davacının Uşak Ağır Ceza Mahkemesinin 24/09/2011 günlü ve E:2009/435, K:2011/218 sayılı kararı ile müebbet hapis cezası ile cezalandırıldığı ve bu kararın kesinleştiği, halen hükümlü olarak İzmir 1 nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda cezanın infaz edildiği, kısıtlılığı nedeniyle İzmir 9. Sulh Hukuk Mahkemesinin 13/09/2012 günlü ve E:2012/1333, K;2012/1520 sayılı kararı ile hacir altına alınarak, H.G.nin vasi olarak atanmasına karar verildiği, İdare Mahkemesince, vasisi tarafından bu davaya icazet verildiği yolunda bir beyanda bulunulmadığından, davanın ehliyet yönünden reddine karar verildiği, anılan kararın, doğrudan davacı tarafından ve vasisinin onay verdiğine ilişkin herhangi bir belge sunulmadan temyiz edildiği anlaşılmaktadır.

Bu durumda, vesayet altında bulunması sebebiyle tek başına dava açma ehliyeti bulunmayan davacının, aynı sebeple temyiz etme ehliyeti de bulunmadığından, mahkeme kararına yönelik temyiz isteminin incelenmesine hukuken olanak bulunmamaktadır."

24. Danıştay kararı başvurucuya 13/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

25. Başvurucu 3/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

26. Başvurucu, temyiz kararından sonra İdare Mahkemesine verdiği 2/9/2013 tarihli dilekçesiyle vasisi H.G.ye ulaşamadığı için icazet vermeye ikna edemediğini, daha sonra vasi değişikliği yaptığını belirterek yeni vasisinin adresini bildirmiştir.

B. İlgili Hukuk

27. 2577 sayılı Kanun'un 14. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:

"Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından:

a) Görev ve yetki,

b) İdari merci tecavüzü,

c) Ehliyet,

d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı,

e) Süre aşımı,

f) Husumet,

g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları,

Yönlerinden sırasıyla incelenir."

28. Aynı Kanun'un 6. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

"Herhangi bir sebeple harcı veya posta ücreti verilmeden veya eksik harç veya posta ücreti ile dava açılmış olması halinde, otuz gün içinde harcın ve posta ücretinin verilmesi ve tamamlanması hususu daire başkanı veya görevlendireceği tetkik hakimi, mahkeme başkanı veya hakim tarafından ilgiliye tebliğ olunur. Tebligata rağmen gereği yerine getirilmediği takdirde bildirim aynı şekilde bir daha tekrarlanır. Harç veya posta ücreti süresi içinde verilmez veya tamamlanmazsa davanın açılmamış sayılmasına karar verilir ve davacıya tebliğ olunur."

29. Aynı Kanun'un 31. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sukünunu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemler ile elektronik işlemlerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygunlanır. (Ek cümle: 5/4/1990 - 3622/11 md.; Değişik:10/6/1994-4001/14 md.) Ancak, davanın ihbarı ve bilirkişi seçimi Danıştay, mahkeme veya hakim tarafından re'sen yapılır."

30. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 51. maddesi şöyledir:

"Dava ehliyeti, medenî hakları kullanma ehliyetine göre belirlenir."

31. 4721 sayılı Kanun'un 14. maddesi şöyledir:

"Ayırt etme gücü bulunmayanların, küçüklerin ve kısıtlıların fiil ehliyeti yoktur."

32. Aynı Kanun'un 16. maddesinin birinci fıkrası şöyledir.

"Ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar, yasal temsilcilerinin rızası olmadıkça, kendi işlemleriyle borç altına giremezler. Karşılıksız kazanmada ve kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları kullanmada bu rıza gerekli değildir."

33. Aynı Kanun'un 407. maddesi şöyledir:

"Bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan her ergin kısıtlanır.

Cezayı yerine getirmekle görevli makam, böyle bir hükümlünün cezasını çekmeye başladığını, kendisine vasi atanmak üzere hemen yetkili vesayet makamına bildirmekle yükümlüdür."

34. Aynı Kanun'un 448. maddesi şöyledir:

"Vesayet dairelerinin yetkilerine ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla vasi, vesayet altındaki kişiyi bütün hukukî işlemlerinde temsil eder."

35. Aynı Kanun'un 462. maddesi şöyledir:

"Aşağıdaki hâllerde vesayet makamının izni gereklidir:

...

8. Acele hâllerde vasinin geçici önlemler alma yetkisi saklı kalmak üzere, dava açma, sulh olma, tahkim ve konkordato yapılması,

..."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

36. Mahkemenin 13/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

37. Başvurucu; başvuru dilekçesinde 1997 yılında gözaltına alınırken el konulan 153 adet hisse senedi kuponunun geri verilmediğini, on seneyi aşkın süre söz konusu kuponlarına ulaşamadığı için uğradığı zararın tazmini istemiyle 30/12/2011 tarihinde dava açtığını, bu sırada henüz mahkûmiyetinin kesinleşmediğinden davasının görülmesine bir engel bulunmadığı hâlde İdare Mahkemesinin davayı ehilyet yönünden reddetmesinin hatalı olduğunu ileri sürmüş; ayrıca Bakanlık görüşüne verdiği cevapta ise cezaevinde olduğu için vasisine ulaşamadığını, dolayısıyla vasinin icazet vermeye gidemediğini, vasisinin değişmesi için başvuruda bulunduğunu, mahkemeye erişim hakkına getirilen kısıtlamanın hakkın özünü kullanılamaz hâle getirdiğini belirterek Anayasa'nın 38. ve 40. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve 200.000 TL tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

38. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun 1997 yılında gözaltına alınırken el konulduğu ve geri verilmediği iddia edilen hisse senedi kuponlarının geri verilmemesi nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zararın tazmini istemiyle 2011 yılında İdare Mahkemesinde açtığı dava, başvurucunun kısıtlı olduğu ve vasinin de davaya icazet vermediği gerekçesiyle ehliyet yönünden reddedilmiştir. Bu nedenle başvurucunun iddiaları mahkemeye erişim hakkıyla ilgili olduğundan başvuru adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkı yönünden incelenmiştir.

39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

Erdal TERCAN bu görüşe katılmamıştır.

2. Esas Yönünden

40. Başvurucu, tazminat istemiyle İdare Mahkemesinde dava açtığı sırada ceza hükmünün henüz kesinleşmediğini, dolayısıyla davasının görülmesi gerektiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

41. Bakanlık görüşünde, başvurucunun iddialarının mahkemeye erişim hakkı çerçevesinde incelenmesi gerektiği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadına göre bu hakkın mutlak olmayıp sınırlandırılabileceği ancak sınırlamanın hakkın özüne zarar verecek seviyeye ulaşmaması gerektiği, mahkemeye erişim hakkına getirilen sınırlamaların meşru bir amaç gütmesi ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması gerektiği, mahkemelerin usul kurallarını uygularken hakkı ihlal edebilecek aşırı şekilcilikten ve usul kurallarını ortadan kaldırılması sonucunu doğuracak aşırı gevşeklikten kaçınması gerektiği, bu kapsamda gerçek kişilerin ayırt etme gücüne sahip olmama, küçük yaşta olma veya kısıtlı bulunma gibi nedenlerle dava açma haklarına dava ehliyeti yönünden çeşitli sınırlamalar getirilmesinin meşru bir amaç taşıyabileceği ancak bu konudaki sınırlamaların hakkın özünü zedelememesi gerektiği; ehliyetin, mahkemenin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi için gereken ve davanın açılmasından hüküm verilmesine kadar var olması gereken dava şartlarından biri olduğu, hâkim tarafından kendiliginden gözetileceği hususları belirtilmiştir.

42. Başvurucu, Bakanlık görüşüne verdiği cevapta başvuru formundaki beyanlarına ilave olarak mahkûmiyetine bağlı ve kendi kusurundan kaynaklanmayan birtakım imkânsızlıklar nedeniyle vasisine ulaşamadığını, vasisinin değişmesi için talepte bulunduğunu, ayrıca mahkemeye erişim hakkına getirilen kısıtlamanın hakkın özünü zedelediğini ileri sürmüştür.

43. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.

44. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir…

45. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı veya davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).

46. Mahkemeye erişim hakkı aynı zaman da Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer almakta olup (Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28) bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

47. Mahkemeye erişim hakkı AİHM içtihadında ilk olarak Golder/Birleşik Krallık (B. No: 4451/70, 21/2/1975) kararında kabul edilmiştir. Bir mahkûmun avukata danışma isteminin reddedilmesine ilişkin yapılan başvuruda AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ifade edilen hakkın kurucu unsurlarından birinin mahkemeye erişim hakkı olduğunu belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, § 36).

48. Mahkemeye erişim hakkı, niteliği gereği devlet tarafından düzenleme yapılmayı gerektirdiğinden mutlak bir hak olmayıp sınırlamalara tabidir. AİHM'e göre bu hak, Sözleşme'nin tanımlamaksızın kabul ettiği bir hak olduğundan herhangi bir hakkın gerçek kapsamını sınırlayan hudutlardan başka örtülü olarak izin verilen sınırlandırmalara da tabidir. Uygulanacak olan sınırlandırmaların, bireylerin başvurularını bu hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve ölçüde kısıtlamaması gerekir (Golder/Birleşik Krallık, § 38).

49. Bir mahkemeye başvuru hakkının yasal birtakım şartlara tabi tutulması kabul edilebilir olsa da mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan adil yargılanma hakkını ihlal edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdır (Aktif Elektrik Müh. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti, B. No: 2012/855, 26/6/2014, §§ 36-39).

50. Usul kurallarının, hukuki güvenliğin sağlanması ve yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi sonucu adaletin tecelli etmesine hizmet etmek yerine kişilerin davalarının yetkili bir mahkeme tarafından görülmesi bakımından bir çeşit engel hâline gelmesi durumunda mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olacaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Efstathiou ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 36998/02, 27/7/2006, § 24).

51. Somut olayda İdare Mahkemesi, kısıtlı olması nedeniyle başvurucunun vasisine söz konusu davaya icazet verip vermediğini sormuş; vasinin cevap vermemesi üzerine davayı ehliyet yönünden reddetmiştir. Başvurucu tarafından karar temyiz edilmişse deDanıştay, başvurucunun temyiz ehliyetinin bulunmadığını belirterek temyiz istemini reddetmiştir.

52. Başvurucunun İdare Mahkemesindeki ilk davasını açtığı 30/12/2011 tarihinde, henüz ceza davasındaki karar Yargıtay tarafından onanmadığından başvurucu hakkında kısıtlama kararı verilmemiştir. İdare Mahkemesinin, dava dilekçesinin 2577 sayılı Kanun'un 3. maddesine göre yenilenmesine karar vermesi üzerine başvurucu dilekçesini yenilemiştir. Başvurucu tarafından 200.000 TL talepli tam yargı davası açılmış olduğundan İdare Mahkemesi 23/5/2012 tarihli yazıyla bu tutar üzerinden hesapladığı peşin karar harcını başvurucudan istemiştir. Başvurucunun verdiği cevapta (bkz. § 14) cezaevinde hükümlü olduğunu bildirmesi üzerine İdare Mahkemesi, Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünden başvurucuya vasi tayin edilip edilmediğini sormuştur. BaşvurucuyaH.G.nin vasi tayin edildiğinin öğrenilmesi üzerine İdare Mahkemesi 21/9/2012 tarihli ara kararıyla H.G.den başvurucu tarafından açılmış olan davaya icazet verip vermediğini on gün içinde bildirmesini, aksi takdirde dava dosyasındaki bilgi ve belgelere göre karar verileceğini belirtmiştir. Vasi H.G.ye tebliğ yapılamaması üzerine Mahkeme, başvurucuya bu durumu bildirmiş ve başvurucudan vasisiyle irtibata geçmesini ve tebligata yarar adresini Mahkemeye bildirmesini sağlamasını istemiştir. Bu yazı üzerine başvurucu, vasisinin adresini bildirmiş ve İdare Mahkemesi vasiye davaya icazet verip vermediğini sormuştur.

53. Başvurucu, İdare Mahkemesine verdiği 21/1/2013 tarihli dilekçesiyle vasiye tebliğin yapıldığını ancak vasinin tebliğ içeriğini okumadığını, harç istendiğini tahmin ettiğini oysa vasinin yaklaşık 3.000 TL tutan nisbi harcı ödeme imkânının bulunmadığını belirterek yeniden adli yardım talebinde bulunmuştur. Ancak başvurucunun bu dilekçesini vermesinden üç gün önce 18/1/2013 tarihinde, vasiye söz konusu tebliğin yapılmasının üzerinde bir ay geçtiği hâlde vasi tarafından herhangi bir cevap verilmediğinden İdare Mahkemesi,davayı ehliyet yönünden reddetmiştir.

54. 2577 sayılı Kanun'un 3. maddesine göre idari yargı yerlerince dava dilekçelerinin öncelikle a) görev ve yetki, b) idari merci tecavüzü, c) ehliyet, d) idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı, e) süre aşımı, f) husumet, g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları yönlerinden ve bu sıraya göre incelenmesi gerekmektedir ( § 27).

55. Ehliyet, mahkemenin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi için gereken ve davanın açılmasından hüküm verilmesine kadar var olması gereken dava şartlarından biridir. Ehliyet koşulu, yargılamaya bakan hâkim tarafından yargılamanın her asamasında resen gözetilir.

56. Ehliyet kavramı, taraf ehliyeti ve dava ehliyeti kurumlarını kapsamakta ve öğretide ve uygulamada birleşildiği üzere dava ehliyeti, gerçek ve tüzel kişilerin medeni hakları kullanma yeterliğinin usul hukukunda somutlaşması, biçime dönüşmesidir. Taraf ehliyeti ise davada bir yan olmak yeterliğini anlatır ve medeni haklardan yararlanma yeterliğinin usul hukukunda biçimlenişidir (AYM, E.1987/30,K.1988/5, 15/3/1988).

57. Bununla birlikte bireysel başvuru yolu, bireylerin maruz kaldığı temel hak ihlallerinin tespit edildiği ve tespit edilen ihlalin ortadan kaldırılması için etkin araçları içeren anayasal bir güvencedir. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu, kamusal bir düzenlemenin soyut biçimde Anayasa’ya aykırılığının incelenmesini sağlayan bir yol olarak düzenlenmemiştir. Bir yasama işlemi veya düzenleyici idari işlemin, temel hak ve özgürlüğün ihlaline neden olması durumunda bireysel başvuru yoluyla doğrudan bu işlemlere değil ancak uygulanan bireysel işlem, eylem ve ihmallere karşı başvuru yapılabilecektir. Buna göre başvuruda Anayasa Mahkemesinin görevi hükümlülerin durumu bakımından getirilen sınırlamaların soyut denetimini yapmak olmayıp somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkının kamusal bir müdahale nedeniyle ihlal edilip edilmediğini ortaya koymaktır.

58. Somut olayda İdare Mahkemesi her ne kadar önce başvurucudan eksik harcı tamamlamasını istemişse de başvurucu bu isteme verdiği cevapta mahkûm olduğunu belirtince Mahkeme, dava ehliyeti yönünden başvurucunun kısıtlılığını araştırmış; dava sürerken kısıtlandığını öğrenince davanın devam etmesi için vasinin davaya icazet vermesini gerekli görerek vasiden icazet vermesini istemiştir. İdare Mahkemesi buaşamada harçla ilgili yeni bir işlem yapmamış ve karar vermemiş, ilgili usul kuralları (§§ 27, 28) gereği harçtan önce dava ehliyetini tespite çalışmıştır.

59. Başvuru konusu davanın incelenebilmesi amacıyla İdare Mahkemesinin vasiden icazet istediğinin hem başvurucu tarafından hem de vasisi tarafından bilindiği tartışmasızdır. Olayda vasiye icazet kararının değerlendirmesi için yeterli olacak şekilde on günlük bir süre verildiği hatta karar verilmeden önce bir aylık bir süre beklendiği de görülmektedir. Başvurucu, başvuru dosyasındaki ve başvuruya konu İdare Mahkemesi dosyasındaki dilekçelerinde (§§ 14, 18, 21, 22) vasinin söz konusu izni, harç ödemekten endişe etmesi nedeniyle vermediğini belirtmişse de İdare Mahkemesi, başvurucunun kısıtlı olduğunu öğrendikten sonra harçla ilgili bir talepte bulunmamış; öncelikle dava ehliyetini sağlamaya çalışmıştır. Mevcut mevzuat hükümlerine göre ancak dava ehliyeti sağlandıktan sonra adli yardım talebinin incelenmesine geçilebilecektir. Kaldı ki İdare Mahkemesi,vasinin tebligata elverişli adresini bildirmesini istediği yazıda da başvurucuya, vasiye icazet verip vermediğinin bildirilmesine ilişkin ara kararı tebliğ etmeye çalıştığını açıkça belirtmiştir (bkz. § 17). Öte yandan başvurucu, İdare Mahkemesindeki dava sırasında vasisine ulaşamadığını veya vasisini değiştirmek istediğini de ileri sürmemiş; temyiz kararından sonra vasisini değiştirdiğini İdare Mahkemesine bildirmiştir.

60. Başvurucu bireysel başvurusunda, mahkûmiyete bağlı sorunlar nedeniyle vasisine ulaşamadığını ve sonrasında vasisini değiştirdiğini ileri sürmüş ise de Derece Mahkemesi önündeki yargılamada bu husustan şikâyet etmediğianlaşılmaktadır. Kural olarak başvurucuların başvuruya konu yargılamada sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında ilgili makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekmektedir (Ayşe Zıraman, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 17). Hükümlülerin bulundukları koşullar gereği diğer kişilere nazaran bazı haklarını kullanırken birtakım sınırlamalara tabi olabilecekleri veya fiilî engellemelerle karşılaşabilecekleri, bu kapsamda başvurucunun başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermede zorluk yaşamış olabileceği kabul edilebilir bir durum olmakla birlikte başvurucunun Derece Mahkemesindeki yargılama sırasında böyle bir durumdan şikâyet etmediği anlaşılmaktadır.

61. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde tam yargı davasında vasinin davaya icazet vermemesi nedeniyle davanın ehliyet yönünden reddedilmesinde kamu makamlarına atfedilecek bir kusur bulunduğu söylenemeyeceğinden başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği sonucuna varılmaktadır.

62. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, Erdal TERCAN'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,

D. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi mağduriyetine neden olacağından başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA

13/4/2016 tarihinde Erdal TERCAN'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

1- Başvuru dilekçesinden, başvurucunun; 1997 yılında gözaltına alınırken el konulan 153 adet hisse senedinin kendisine geri verilmediğini, bu nedenle uğradığı zararın tazmini talebiyle 30.12.2011 tarihinde dava açtığını, bu arada işlediği bir suç nedeniyle mahkumiyetine karar verildiğini, ceza evine alındığını, kendisine vasi atandığını, tazminat davasına bakan idare mahkemesinin de kendisinden eksik kalan harcın tamamlanmasını istediğini, ceza evinde olduğu için harcı ödeyemeyeceğinden adli yardım talebinde bulunduğunu, ancak idaremahkemesinin, adli yardımdan önce kendisine vasi atanıp atanmadığını araştırdığını, vasi atandığını öğrenmesi üzerine açılan davaya icazet verip vermeyeceğini açıklaması için vasiye süre verdiğini, belirlenen süre içinde vasinin herhangi bir cevap vermemesi üzerine, davaya icazet verilmediği gerekçesiyle davayı ehliyet yokluğu nedeniyle reddettiğini, bu arada başvurucunun vasisinin değiştirilmesini istediğini ve talebi doğrultusunda vasinin değiştirildiğini; başvurucunun, idare mahkemesinin vermiş olduğu davanın ehliyet yokluğu nedeniyle reddi kararını temyiz ettiğini, ancak, Danıştay Onuncu Dairesinin temyiz talebini, temyiz talebinin vasi tarafından onaylandığına ilişkin herhangi bir belge sunulmadığından, başvurucunun, vesayet altında olması nedeniyle tek başına dava açma ve temyiz etme ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle temyiz talebini de reddettiğini, bunun üzerine bireysel başvuruda bulunduğunu ve Anayasa’nın 38. ve 40. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlâl edildiğini ileri sürdüğü görülmüştür.

2- Bölüm Çoğunluğu, başvuruyu kabul edilebilir bulmuş ve mahkemeye erişim hakkı açısından başvurunun esasını inceleyerek ihlâl olmadığı sonucuna varmıştır.

3- Kanaatimce, başvurunun kabul edilebilirliğine karar vermeden önce, başvurucunun başvuru ehliyeti açısından durumunun ayrıca incelenmesi gerekmektedir. Tıpkı dava ehliyeti gibi, başvuru ehliyeti de bir kabul edilebilirlik şartı olup, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesi aşamasında, diğer kabul edilebilirlik şartları gibi Anayasa Mahkemesince re’sen incelenmelidir.

4- 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin 7. fıkrasında “Bireysel başvuruların incelenmesinde, bu Kanun ve İçtüzükte hüküm bulunmayan hâllerde ilgili usul kanunlarının bireysel başvurunun niteliğine uygun hükümleri uygulanır” hükmü bulunmaktadır. Buna göre, bireysel başvuru ehliyeti açısından ilgili usul kanunu’ nun6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) olduğu açıktır.

5- HMK m. 51’e göre, dava ehliyeti, medeni hakları kullanma (fiil) ehliyetine göre belirlenir. 4721 sayılı Medeni Kanun (MK) m. 14’e göre de, “Ayırt etme gücü bulunmayanların, küçüklerin ve kısıtlıların fiil ehliyeti yoktur.”

6- MK’un16. maddesinin birinci fıkrasına göre “Ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar, yasal temsilcilerinin rızası olmadıkça, kendi işlemleriyle borç altına giremezler. Karşılıksız kazanmada ve kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları kullanmada bu rıza gerekli değildir.". Aynı Kanun'un 407. maddesine göre de“Bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan her ergin kısıtlanır.

Cezayı yerine getirmekle görevli makam, böyle bir hükümlünün cezasını çekmeye başladığını, kendisine vasi atanmak üzere hemen yetkili vesayet makamına bildirmekle yükümlüdür.”

7- Vesayet dairelerinin yetkilerine ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla vasi, vesayet altındaki kişiyi bütün hukukî işlemlerinde temsil eder (MK m.448). Buna göre, acele hâllerde vasinin geçici önlemler alma yetkisi saklı kalmak üzere, dava açma, sulh olma, tahkim ve konkordato yapılması gibi işlemler de vesayet makamının izni gereklidir (MK m. 462/8).

8- MK m.453 vd gereğince vesayet altındaki kişi,bir meslek veya sanatla uğraşma izni verilmişse, kendi tasarrufuna bırakılmış malvarlığı ile ilgili olarak yahut münhasıran şahsa bağlı hakları için vasinin izni olmaksızın dava ehliyetine sahiptir. Bunların dışındaki diğer hallerde kanunda belirtildiği şekilde vasinin izni ile fiil ve bu duruma bağlı olarak dava ehliyetine sahiptir. Kısıtlı, vasinin izni olmadan dava açarsa, mahkeme tarafından verilen sürede vasi davaya icazet verebilir, süresi içinde icazet verilmezse, mahkeme davayı dava ehliyeti yokluğundan reddeder.

9- HMK’daki düzenlemeye ve usul hukukundaki uygulamaya paralel olarak, bireysel başvuruda da, vesayet altındaki kişinin, vasinin iznine tabi bir dava nedeniyle bireysel başvuruda bulunabilmesi için, ayrıca vasinin iznine ihtiyaç olup olmadığı araştırılmalıdır.

10- Öncelikle belirtmek gerekir ki, kısıtlı bir kimsenin, bazı işlemleri yapabilmesi bu bağlamda dava açabilmesi için vasinin iznine tabi tutulması ilk bakışta, kısıtlının mahkemeye erişim hakkını sınırlandıran bir durum olarak değerlendirilebilir. Ancak, kısıtlıya vasi atanmasındaki asıl amaç, kısıtlının hak ve menfaatlerinin daha iyi korunmasının sağlanması, bu konuda kısıtlıya yardımcı olunmasıdır. Nitekim MK m.447,I’e göre, vasi kısıtlıyı korumak ve bütün kişisel işlerindeona yardım etmekle yükümlüdür.

11- Kısıtlının, münhasıran şahsa bağlı bir hakkı veya kendi tasarrufuna bırakılmış malvarlığı yahut bir meslek veya sanatla uğraşma izni verilmişse bununla ilgili konularda vasinin izni olmadan bireysel başvuruda bulunabilmesi doğaldır. Ancak bu konuların dışında diğer konularda da, bireysel başvurunun özelliği gereği ve mahkemeye erişim hakkı çerçevesinde, kısıtlıların bireysel başvuruda bulunup bulunamayacağı somut olayın özellikleri de dikkate alınarak belirlenmelidir.

12- Anayasa Mahkemesi, uzun süreli hürriyeti bağlayıcı ceza aldığı için ceza evinde olan ve zorunlu olarak kendisine vasi atanan bir mahkûmun, ceza evinde kendisine gönderilen postaların teslim edilmemesi yahut gönderdiği şeylerin ceza evi idaresince sakıncalı bulunarak ilgilisine gönderilmemesine ilişkin şikayetlerle ilgili olarak vasinin iznini aramaksızın bireysel başvuruda bulunulabilmesini kabul etmiştir (Örneğin bkz. Bilal Demirdağ, B.No: 2014/4892,5/11/2015). Gerçekten, böyle bir konuda bireysel başvuruda bulunabilmek için vasinin iznini aramak gerekmeyebilir. Böyle bir konu, geniş anlamda kısıtlının (mahkûmun) şahsına bağlı bir hak kapsamında değerlendirilebileceği gibi, kendisi için vasi tarafından korunmayı gerektirecek bir yükümlülük de kural olarak söz konusu değildir.

13- AİHM’ de Stanev/Bulgaristan kararında (BD - 36760/06, Karar 17.1.2012), akıl hastası olduğu için kısıtlanıp, kendisine bir vasi atanan vebir sosyal eve yerleştirilen başvurucunun, kısıtlanma süreci, bu süreçte kendisine tanınan yahut tanınmayan haklar ve kaldığı yerin şartlarına ilişkin olarak yaptığı başvuruyla ilgili olarak şöyle demiştir: “241. Mahkemeye erişim hakkının mutlak bir hak olmadığı doğrudur. Bu alanın niteliği gereği taraf devletlere alanın düzenlenmesinde belli bir takdir marjının tanınması gerekir (Ashingdane, § 57).Ayrıca Mahkeme, bir kişinin usuli haklarına yönelik sınırlamalar, bu kişi kısmen haklarını kullanma yeteneğini kaybetmiş bir kişi olabilir, o kişinin kendi haklarını ve başkalarının menfaatlerini ve de yargının düzenli işleyişi nedeniyle haklı kılınabilir.Bununla beraber, bu usuli hakların kullanımı, ilgilinin yargı makamları önüne taşımayı istediği dava konusunda bağlı olarak değişen bir öneme sahip olabilir. Özellikle, kişinin kendi (haklarını kullanmada) yetkisizliğine dair verilen kararın yeniden gözden geçirilmesini istediği hallerde durum böyledir. Çünkü böyle bir dava bir defa açıldığında yetkisizlik kararı ile etkilenen bütün hakların ve hürriyetlerin kullanımı için belirleyici olacaktır. Bu kişi özgürlüğüne getirilebilecek sınırlamalar için de etkili bir sonuç doğuracaktır (Chtoukatourov, § 71). Mahkeme, bu nedenle söz konusu hakkın kısmen yetkisiz ilan edilen kişinin haklarının korunması açısından en temel haklardan birini oluşturduğuna inanmaktadır. Dolayısıyla ilgili kişiler ilke olarak doğrudan mahkemeye erişim hakkından yararlanmalıdır.”

14- Görüldüğü gibi AİHM’de mahkemeye erişim hakkının mutlak bir hak olmadığını, ülkelerin bu konuda takdir marjının bulunduğunu kabul etmekte, ancak, başvurucunun mahkemeye erişim hakkı, yürütülen o süreç sonucu kısıtlanıyorsa, söz konusu süreçle ilgili olarak başvuruda bulunma hakkının bulunması gerektiği, aksi takdirde mahkemeye erişim hakkının ihlâli sonucunun doğabileceğini kabul etmektedir.

15- Somut başvuru konusu olayda, kısıtlının münhasıran şahsına bağlı bir hakkın kullanılması söz konusu olmadığı gibi, tasarrufuna terkedilen bir malvarlığı yahutizin verilen bir meslek veya sanatla ilgili bir başvuru olduğu da anlaşılamamaktadır. Ayrıca başvuru konusuedilen dava, başvurucunun kısıtlanması ve kendisine vasi atanması sürecine ilişkin bir başvuru da değildir. O nedenle, dava konusu 153 adet hisse senedi nedeniyle tazminat davası açmak vasinin iznine tabidir. Böyle bir konu nedeniyle dava açmanın vasinin iznine tabi kılınması da olayda tartışma konusu yapılmamıştır. Nitekim, Bölüm çoğunluğu da vasinin izninin alınmaması nedeniyle davanın ve temyiz başvurusunun dava ehliyeti yokluğu nedeniyle reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkı açısından ihlâl oluşturmadığı sonucuna varmıştır.

16- Buna göre somut başvuru, vasinin izni ile açılması gereken bir tazminat davasında vasinin izninin alınmaması nedeniyle davanın reddedilmesine ilişkindir. Başvurucu, vasisinin iznini alarak dava açabilir yahut açtığı davaya ilişkin bireysel başvuruda bulunabilir. Başvurucunun şikayetçi olduğu dava, kendisinin ve vasinin gerekli özeni göstermemesi ve görevini ihmal etmesi nedeniyle reddedilmiştir. Keza başvurucunun vasinin iznini alarak tekrar bir dava açmasına da engel yoktur.

17- Başvurucunun, vasisinin iznine tabi bir davanın ehliyet yokluğu nedeniyle reddedilmesinden dolayı bireysel başvuruda bulunabilmesi için de yine vasisinin izni alınmalıdır. Bu durum, bir başvuru ehliyeti olarak, kabul edilebilirlik aşamasında incelenmeli ve başvurucu gerekli başvuru ehliyetine sahip değilse ve bu eksiklik giderilmezse, başvurunun kabul edilmezliğine karar verilmelidir.

18- Somut olayda da başvurucu, vasinin iznini almadan başvuruda bulunduğundan, hukuk davalarında olduğu gibi, önceliklebu eksikliğin giderilmesi yoluna gidilerek vasinin icazet verip vermeyeceği sorulmalı, kendisine tayine edilen süre içinde vasi cevap vermezse yahut icazet vermezse başvurunun kabul edilemezliğine karar verilmelidir.

19- Bu bağlamda şu hususunda belirtilmesi gerekir. Bir an için kısıtlı tarafından yapılan başvuruda Bölüm çoğunluğu tarafından ihlâl bulunduğu ve yeniden yargılama yapılmasına karar verildiğini düşünelim. Bu takdirde, vasi tarafından izin verilmeden açılan ve reddedilen bir davanın, bireyselbaşvuru sonucu ihlâlin giderilmesi için yeniden yargılama yapılmasına karar verildiğinde, yine vasinin izni olmamasına rağmen görülüp görülemeyeceği de cevaplanması gereken ayrı sorudur.

20- Yukarıda belirtildiği şekilde hareket edilmeyip, vasinin izni olmadan başvurunun kabul edilebilirliğine karar verildiğinden, Bölüm çoğunluğunun görüşüne katılmam mümkün olmamıştır.

 

 

 

 

 

Üye

Erdal TERCAN