2013/7045

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

CBC TEKSTİL SAN. VE TİC. LTD. ŞTİ.

BAŞVURUSU

 

(Başvuru Numarası: 2013/7045)

Karar Tarihi: 17/3/2016

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

M. Emin KUZ

Raportör Yrd.

:

İsmail Emrah PERDECİOĞLU

Başvurucu

:

CBC Tekstil San. Tic. Ltd. Şti.

Vekili

:

Av. Ünal SOMUNCUOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, 13/12/2006 tarihinde açılan tazminat davasında, makul sürede yargılama yapılmadığı, lehe olan deliller dikkate alınmadan ve hatalı olarak hüküm kurulduğu, Mahkeme ve Yargıtay kararlarının gerekçesiz oluşturulduğu nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlali iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 4/9/2013 tarihinde İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 13/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 16/4/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 4/5/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu, 13/12/2006 tarihinde İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı davada, davalı banka ile aralarında yapılan 29/11/2001 tarihli protokole göre, bankanın kendisine ihracat kredisi kullandırmayı taahhüt ettiğini ancak bu taahhüdünü yerine getirmediğini, bu nedenle ihracat bağlantılarını gerçekleştiremediğini, bu şekilde kâr mahrumiyetine uğradığını, ayrıca davalı tarafa olan eski kredi borcunun da ihracat yolu ile kapatılması mümkün olacak iken, taahhüdün yerinde getirilmemesi nedeniyle, bu imkânın da ortadan kalkmış olduğunu belirterek, tazminat talebinde bulunmuştur.

8. Başvurucunun iddialarına karşı davalı taraf banka cevap dilekçesinde özetle, uzun yıllardır kredi ilişkisi içinde oldukları başvurucunun bir süredir ödeme güçlüğü yaşadığını ve kullanmakta olduğu kredilerin geri ödemelerinin aksadığını bu kapsamda ödeme güçlüğünden kurtulabilmesi için başvurucu ile aralarında 29/11/2001 tarihli protokolün imzalandığını, söz konusu protokol uyarınca başvurucu ve müşterek müteselsil kefillerin bankaya olan toplam borçlarının tasfiyesi karşılığında başvurucuya toplam borç tutarında 18 ay vadeli döviz kredisi kullandırıldığını, bu krediden gelen meblağ ile başvurucunun geçmiş kredi borçlarının kapatıldığını ve başvurucuya 18 ay gibi uzun bir vadede eski borçları ödeme ve tasfiye imkanının sağlandığını böylelikle imzalanan protokolün başvurucuya borçlarını kapatma konusunda bir vade yarattığını, başvurucunun kendisine gönderilen kredi hesaplarına ilişkin özetlere itiraz etmesi sonucu Hazine Müsteşarlığı Kontrolörleri Kurulunca inceleme başlatıldığını, dava konusu döviz kredisinin amacı dışında kullanılmasının ve kambiyo mevzuatına aykırı bir durumun söz konusu olmadığını belirtmiştir.

9. Açılan dava İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin, E.2006/797 sıra sayısına kaydedilerek görülmeye başlanmış, yargılama sürecinde tarafların iddiaları dinlenmiş, delil listeleri ve ekleri ile uyuşmazlık konusu hakkında Hazine Müsteşarlığı Hazine Kontrolörleri Kurulunca hazırlanan inceleme raporları dava dosyasına eklenmiş, delillerin toplanmasının ardından bilirkişi raporu aldırılmış, alınan rapora yapılan itirazların ardından ek bilirkişi raporu aldırılmıştır.

10. Bu kapsamda yapılan yargılama sonunda İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesi, 1/2/2010 tarihli ve E.2006/797, K.2010/18 sayılı kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

 “… Taraflar arasında düzenlenen ve geçerliliği her iki tarafça da kabul ve aksi iddia ve iptali istenmeyen 29.11.2001 tarihli protokolün birinci maddesi ile; Davacı borçlu şirket ve müşterek borçlu müteselsil kefillerin 30.11.2001 tarihi itibarı ile döviz kredisi ana para ve faizinden, teminat mektup komisyon ve gecikme faizinden, KMH ve gecikme faizinden, SMK ve faizinden, sigorta priminden kaynaklanan protokolün 1. maddesinde yazılı miktar DEM ve TL borçları oldukları kabul edilmiştir. 2.A madde ile; borçlu davacı şirket tarafından 1. maddede kabul edilen borcun 30.11.2001 tarihi itibarı ile 2.945.000. EURO ana para borcu olarak belirlenmesini,

 2. B madde ile; söz konusu borcun tamamının karşılanmasını teminen 2.495.000. EURO karşılığı libor+5,5 faiz oranının uygulanarak ve 18 ay vadeli olmak üzere ihracat döviz kredisi tahsis edilmesini,

 2. C madde ile, (d) bendinde belirtilen ödeme planına uyulması, faizlerin zamanında ödenmesi, ihracat taahhütlerinin tamamlanmamış olması kaydıyla bakiye alacak için kredinin 18 ay vadeli olarak tekrarlanması,

 2. D madde ile; 2.495.000. EURO tutarındaki ana paranın aşağıdaki ifa planı doğrultusunda ödenerek tasfiye edilmesi hususlarında mutabık kalmışlardır.

 29. 11.2001 tarihli protokol kapsamında davalı banka tarafından davacı CBC Tekstil San. ve Tic. Ltd. Şti.ne 29.11.2001 tarihinde 2.495.000. EURO (Karşılığı 3.281.234.380.000.- TL.) 220PF00427 referans numarası ile EUR cinsinden bir İhracat Döviz Kredisi kullandırıldığı ve kullandırılan bu kredi ile davacının daha önce davalı banka nezdinde açık bulunan 20 adet İhracat Döviz Kredisi borçlarının faizleriyle birlikte ödenerek kapatılmış olduğu tespit edilmiştir.

 Davacı tarafça, protokoldeki kredinin yapacakları ihracatların finansmanı için davacı şirkete tahsis edildiğini, kendilerine ödenmesi gerektiğini, iddia etmelerine rağmen protokolün Hiçbir maddesinde tahsis edilen ve kullandırılan döviz kredisinin ne zaman eski borçlara mahsup edileceğinin açık olarak gösterilmediği, protokolde ihracatlar yapıldıktan sonra sağlanacak gelirle borçların kapatılacağına ilişkinde açık bir hükmün yer almadığı tespit edilmiştir.

 Davacı borçlu şirketin şikâyeti üzerine Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı Stj. Hazine Kontrolörü S.B. tarafından düzenlenen ve dosyaya delil olarak ibraz edilen 06.06.2006 tarih ve 7/7 sayılı inceleme raporunun 11 nci sayfasındaki bilgilere göre; CBC Tekstil ve yetkilileri C. ve F. B.’nin başvurulan ifadelerinde: Firmanın şikayet dilekçelerinde öne sürülen iddiaların aksine, firmaya nakit olarak herhangi bir paranın verilmeyeceği, yeni açılan döviz kredisi ile protokol tarihi itibarıyla var olan borçların mahsuben ödeneceği, söz konusu protokolden doğan yeni döviz kredisi borcunun vadeye yayılması konusunda da mutabık kalındığı, esas olarak protokol tarihi itibarıyla borçluların bankaya olan toplam borçlarının hesap edilerek bu borcun vadeye yayılması suretiyle firmanın ödeme gücünün kolaylaştırılmasının amaçlandığını belirttikleri anlaşılmaktadır.

 Bu bilgilere göre, davacının bu kredinin doğrudan kendisine ödenmesi için protokol düzenlendiği iddiaları yine davacı yetkilileri ifadesi ile çelişmektedir.

 Öte yandan ihracat döviz kredilerinin kredi kullanan firmalar açısından vergi, resim harç istinası sağlayan özel nitelikli kredi olması ve protokolün 2.A maddesinde 30.11.2001 tarihi itibarı ile belirlenen davacı şirketin eski kredi borçları ana para tutarı olan 2.495.000. EURO borç kadar aynı miktar davacı şirkete döviz kredisi tahsisi edilmesi, davacı tarafça protokolün geçersiz olduğu yönünden bir iddiasının olmadığı hususları göz önüne alındıkta ve Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı kontrolünce düzenlenen 06.06.2006 tarihli inceleme raporundaki davacı şirket yetkililerinin kredi tahsiline yönelik beyanları birlikte değerlendirildiğinde yeni tahsis edilen ve eski borç miktarı kadar olan 2.495.000. EURO paranın davacı firmaya nakit olarak ödenmeyeceği, döviz kredisi ile protokol tarihi itibarı ile var olan eski kredi borçlarının mahsuben ödenmesinin ve protokolden doğan yeni döviz kredisi borcunun uzun vadeye yayılması sureti ile firmanın ödeme gücünün kolaylaştırılmasının amaçlandığı hususunun kabulünü gerekli kılmaktadır. Davalı banka tarafından eski borç miktarı kadar protokolle yeni döviz kredisi tahsisi etmesi de bu görüşü doğrulamaktadır. Dosyada mevcut deliller arasında davalı bankanın eski kredi borcunun tavsiyesi amacı dışında firmaya ihracat döviz kredisi tahsis ve kullandırdığını, ispat eder davacı iddiası dışında başkaca delil mevcut değildir.

 Bilirkişi heyetince 1567 sayılı Türk parası kıymetini koruma hakkındaki kanunun 1. maddesi doğrultusunda bakanlar kurulu tarafından alınan 32 sayılı karar gereği döviz olarak kullandırılan döviz kredileri ana paralarının sağlanan başka bir döviz kredisi ile mahsuben ödenemeyeceği kuralı gereğince davacı bankaca davacı şirketin eski döviz kredi borçlarının protokol ile sağlanan yeni döviz kredisi ile mahsuben ödenemeyeceği kuralı gereğince davacı bankaca davacı şirketin eski döviz kredi borçlarının protokol ile sağlanan yeni döviz kredisi ile mahsuben ödenmesi sebebiyle protokolün kanuna aykırılık sebebiyle davacı tarafça dava dilekçesinde geçersizliği iddia edilmeyen Bursa 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2004/636 Esas 2005/511 Karar sayılı, Bursa 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2003/606 Esas 2005/403 Karar sayılı dava dosyaları ile geçersiz olmadığı kesinlik kazanan protokolün geçersiz sayılması gerekeceğine, bu nedenle davalı bankanın 29.11.2001 tarihli 2.495.000. EURO döviz ihracat kredisi ile davacı şirketin aynı miktar eski borcunu kapatmaması, tasfiye etmemesi gerektiğine, eski kredi borcunun faizleri birlikte aynen devam etmesi gerektiğine, kullandırılan bu kredi ile de davacının ihracat yaparak ve yaptığı ihracattan dönecek dövizle eski borcunu ödemesine ve artan kısmı ile de yeni borcunu ödemesine izin verilmesi gerektiğine ilişkin görüşüne ve buna dayalı olarak davacı tarafça delil listesi ekinde verilen fotokopi sipariş belgeleri esas alınarak farazi yöntemle 41.000.000. EURO luk ihracat gerçekleştirilebileceğini kaynak yetersizliğinden ihracatın gerçekleşmediğini, tüm giderler ve vergiler tenzil edildikte şirketin cirosunun %17 si tutarında kar sağlayabileceği esasına dayalı 1.497.000. EURO kar mahrumiyeti zarar belirlenmesi ile ilgili Hiçbir yasal dayanağı olmayan bilirkişi raporuna itibar edilmeyerek hükme esas alınmamıştır.

 Toplanan deliller ile 29.11.2001 tarihli protokol ile davalı banka tarafından davacı şirkete tahsis edilen 2.495.000. EURO döviz ihracat kredilerinin tasfiyesinin amaçlandığı ve bu amaca uygun olarak da önceki kredi borçlarının faizleri ile birlikte mahsubu yapılarak ödendiği, davacının protokol ile kullandırılan kredinin kendilerine ödenmesi ve bu suretle ihracat bağlantılarının gerçekleşmesi sebebiyle kar mahrumiyetine uğradıklarına ve bu kapsamda kar mahrumiyet zarar iddiasına dayalı sabit olmayan davanın reddine karar verilmesi gerekmiştir.

…”

11. İlk Derece Mahkemesinin kararının temyiz edilmesi sonucu Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 2/10/2012 tarihli ve E.2010/10836, K.2012/14826 sayılı ilamı ile "… Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına, taraflar arasında düzenlenen protokol sonrasında davalı tarafından davacıya kullandırılan ihracat döviz kredisiyle ilgili olarak Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı Hazine Kontrolörler Kurulu raporunda, anılan kredinin, davacının eski döviz kredilerinin tasfiyesine ilişkin kullandırıldığı, gerçekte bu yönde iradenin olduğu şeklindeki beyanların davalı bankanın yetkililerine ait olduğunun açıklanmış olmasına, esasen, bu durumun itiraz sonrasında alınan bilirkişi ek raporunda da düzeltilmiş bulunmasına, her ne kadar karar gerekçesinde açıklanan beyanların davacı yetkililerince yapıldığı yönündeki değerlendirme doğru değil ise de bu yanlışlığın sonuca etkili olmamasına, davacının, davalı bankadan önceden 20 ayrı kredi kullanmış bulunmasına, ekonomik nedenlerden dolayı bu kredileri geri ödemede güçlük çekmesine, dava konusu kredinin, 29/11/2001 tarihli protokol hükümleri, özellikle eski dönem borcunun belirlenerek bu miktarda kredi kullandırılması ve önceki bu borcun tasfiyesi amacıyla açıldığının açıklanması dikkate alındığında iddianın kanıtlanamadığının sabit olmasına göre, ..." gerekçesine dayanarak kararı onamıştır.

12. Aynı Dairece yapılan karar düzeltme incelemesi de 13/6/2013 tarihli ve E.2013/4828, K.2013/12428 sayılı ilâm ile reddedilmiş, karar düzeltme talebinin 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda sayılan hallerden hiçbirini ihtiva etmediği belirtilmiştir.

13. Karar düzeltme isteminin reddine ilişkin ilâm başvurucuya 6/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

14. Başvurucu 4/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

15. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:

"Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür."

16. 6100 sayılı Kanun’un geçici 3. maddesi şöyledir:

 “(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.

 (2)Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.”

17. 1086 sayılı mülga Kanun’un, 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun ile değiştirilmeden önceki 440. maddesi şöyledir:

 “I. Yargıtay kararlarına karşı tefhim veya tebliğden itibaren 15 gün içinde aşağıdaki sebeplerden dolayı karar düzeltilmesi istenebilir;

 1- Temyiz dilekçesi vekanuni süresi içinde verilmiş olması şartiyle karşı tarafın cevap dilekçesinde ileri sürülüp hükme etkisi olan itirazların kısmen veya tamamen cevapsız bırakılmış olması,

 2-Yargıtay kararında birbirine aykırı fıkralar bulunması,

 3- Yargıtay incelemesi sırasında hükmün esasını etkileyen belgelerde bir hile veya sahteliğin ortaya çıkması.

 4- Yargıtay kararının usul ve kanuna aykırı bulunması,

 …”

18. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası A.Ş. Dış İlişkiler Genel Müdürlüğünün 2/1/2002 tarihli ve 2002/YB-1, 2002/ŞB-1 sayılı Sermaye Hareketleri Genelgesi’nin “BÖLÜM-III KREDİLER” başlıklı ve “4. DÖVİZ VE PREFİNANSMAN KREDİLERİNİN ORTAK HÜKÜMLERİ” alt başlıklı kısmının 6. maddesi şöyledir:

 “Türk lirası veya döviz olarak kullanılan döviz kredileri ve prefinansman kredilerinin anapara, faiz ve masrafları, sağlanan başka bir döviz ve prefinansman kredisi ile mahsuben ödenemez (Dahilde İşleme İzin Belgesi; Vergi, Resim ve Harç İstisnası Belgesi kapsamı ihracat sayılan satış ve teslimler ile döviz kazandırıcı hizmetlerin finansmanında kullanılmak amacıyla verilen krediler hakkında Dış Ticaret Müdürlüğümüzün genelgelerindeki hükümler ile bu Genelgemizin döviz ve prefinansman kredilerinin ortak hükümleri içinde yer alan 10’uncu madde hükümleri saklıdır.)”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

19. Mahkemenin 17/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 4/9/2013 tarihli ve 2013/7045 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

20. Başvurucu, 13/12/2006 tarihinde Ankara 1. Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı tazminat davasında Mahkemenin, gerçek dışı ve hatalı olan bir beyan üzerinden gerekçe oluşturduğunu, söz konusu gerçek dışı ve hatalı beyanın kanun yolu safhasında Yargıtay tarafından da tespit edildiğini ancak söz konusu husus davanın esasına etkisiz görülerek kararın onandığını, ayrıca davanın reddine dayanak alınan, davalı taraf ile aralarında yapılan protokolün, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası A.Ş. Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’nün “Sermaye Hareketleri Genelgesine” aykırı olduğunu, yargılamanın çeşitli safhalarında bu hususu dile getirilmesine rağmen Mahkeme ve Yargıtay kararlarında dikkate alınmadığını belirterek, gerekçeli karar hakkının; böylece yargılamanın tarafsızlığını yitirdiğini ifade ederek eşitlik ilkesinin ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlallerin tespiti ile 100.000,00 TL tazminata ve 10.000,00 TL vekalet ücretine hükmedilmesini talep etmiştir.

B. Değerlendirme

21. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, somut dava ve buna bağlı olayların özelliklerine göre olay ve olguların hukuki nitelendirmesini kendisi yapar. Bu kapsamda başvurucunun eşitlik ilkesinin ihlal edildiği şikâyetinin özünün, yargılama safhasında iddialarının Mahkeme ve Yargıtay kararlarında karşılanmamasından kaynaklandığı anlaşıldığından anılan şikâyet gerekçeli karar hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir. Bununla birlikte yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı yönündeki şikâyeti ise ayrıca değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Gerekçeli Karar Hakkının İhlali İddiası

22. Başvurucu, Ankara 1. Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı tazminat davasında Mahkemenin, gerçek dışı ve hatalı olan bir beyan üzerinden gerekçe oluşturduğunu, söz konusu gerçek dışı ve hatalı beyanın kanun yolu safhasında Yargıtay tarafından da tespit edildiğini ancak davanın esasına etkisiz görülmesi ile onamaya hükmedildiğini ayrıca davanın reddine dayanak alınan, davalı taraf ile aralarında yapılan protokolün, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası A.Ş. Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’nün “Sermaye Hareketleri Genelgesine” aykırı olduğunu, yargılamanın çeşitli safhalarında bu hususu dile getirilmesine rağmen Mahkeme ve Yargıtay kararlarında dikkate alınmadığını belirterek, gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

23. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

 “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”

24. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).

25. Ancak derece mahkemeleri, kendisine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değildir. Bununla beraber, ileri sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması söz konusu ise, mahkeme bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda olabilir. Böyle bir durumda dahi ileri sürülen iddiaların zımnen reddi yeterli olabilir (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56).

26. Öte yandan temyiz mercilerinin kararlarının tamamen gerekçeli olması zorunlu değildir. Temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı fikirde olması ve bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (Yasemin Ekşi, § 57).

27. Somut olayda, başvuruya konu tazminat davasındaki ihtilaf, başvurucu şirket ve davalı taraf arasında kredi kullanımına yönelik imzalanan 29/11/2001 tarihli protokolün yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Başvurucunun iddiasına göre anılan protokol ile kendisine kullandırılacak kredi meblağının, yapacağı ihracata finansman sağlaması kararlaştırılmıştır. Davalı tarafın iddiasına göre ise anılan protokol ile kredi meblağının başvurucunun önceki borçlarının kapatılmasında kullanılması kararlaştırılmıştır (bkz. §§ 7-8).

28. Bu kapsamda İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesi (Mahkeme) de aynı tespitleri yaparak yargılama dosyasını ele almış, uyuşmazlık konusu protokolün geçerliliğinin her iki tarafça da kabul edildiğinin ve protokolün geçersizliğinin ya da iptalinin istenmediğinin altını çizmiş, protokol maddeleri üzerinde yaptığı inceleme sonucu protokolde, ilgili kredinin başvurucunun yapacağı ihracat finansmanına tahsis edildiği veya ne zaman önceki borçlara mahsup edileceğinin açık olarak gösterildiği veya ihracat yapıldıktan sonra sağlanacak gelir ile başvurucunun borçlarının kapatılacağı yönünde bir hükme rastlanılmadığını ve yargılama safhasında alınan bilirkişi raporunda yer alan görüşlerin yasal dayanağının olmadığını belirlemiştir (bkz. § 10).

29. Mahkeme ayrıca protokolde yaptığı inceleme sonucu başvurucu şirketin davalı tarafa olan önceki borçları toplamının kendisine tahsis edilen kredi tutarı miktarında olduğunu belirlemiş ve somut davada başvurucunun protokolün geçersizliği konusunda bir itirazının bulunmadığını bir kez daha ifade etmiş, Hazine Müsteşarlığı Kontrolörleri Kurulunca hazırlanan raporu da göz önüne alarak söz konusu kredinin, başvurucunun önceki borçlarının kapatılması ve başvurucunun ödeme gücünün kolaylaştırılması amacını taşıdığı kanaatine varmıştır. Mahkeme gerekçeli kararında, davalı bankanın, söz konusu krediyi başvurucunun önceki borçlarının tavsiyesi dışında herhangi başka bir amaca tahsis ettiğine dair başvurucunun iddiası dışında başka bir delil bulunmadığının da altını çizmiştir (bkz. § 10).

30. Öte yandan Anayasa Mahkemesince yapılan inceleme sonucu, gerekçeli kararda Hazine Müsteşarlığı Kontrolörler Kurulu Raporuna atıf yapılarak, başvurucunun söz konusu kredinin doğrudan kendisine ödenmesi yönündeki iddiasının, raporda yer alan başvurucu şirket yetkililerinin ifadeleri ile çeliştiğinin ortaya konulduğu (bkz. § 10) ve bu bağlamda İlk Derece Mahkemesince hatalı bir beyana dayanıldığı anlaşılmış olmakla birlikte temyiz incelemesi safhasında Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin Mahkemece ortaya konulan söz konusu çelişkinin hatalı olduğunu tespit ettiği ve bu hatanın sonuca etki etmediğine hükmettiği, İlk Derece Mahkemesinin diğer tespitlerini göz önüne alarak temyiz itirazlarını reddettiği ve kararı onadığı, karar düzeltme istemini ise istemin mülga 1086 sayılı Kanun’da sayılan hallerden hiçbirini ihtiva etmediğini belirterek reddettiği görülmüştür (bkz. §§ 11-12).

31. Dolayısıyla tüm bu belirlemeler doğrultusunda somut olayda Mahkeme ve Yargıtay kararlarının keyfi ve gerekçesiz olduğundan söz edilemeyeceği sonucuna ulaşılmaktadır.

32. Açıklanan nedenlerle, gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurucunun bu yöndeki iddiası diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun” bulunmuştur.

33. Bu hususlar ile birlikte başvurucunun, Mahkeme ve Yargıtay kararlarının gerekçesiz olması nedeniyle yargılamanın tarafsızlığını yitirdiğini ifade ederek Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine yönelik iddiasının, anılan Anayasa maddesindeki ifadeler dikkate alındığında, soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp, mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurhan Solmaz, § 33). Bu çerçevede, başvurucunun gerekçeli karar hakkına yönelik şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun bulunduğunun anlaşılması nedeniyle, gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine yönelik şikâyetinin incelemesinde ayrıca eşitlik ilkesi yönünden değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.

b. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlanmadığı İddiası

34. Başvurucunun yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

35. Başvurucu, 13/12/2006 tarihinde Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı tazminat davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

36. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesince makul sürede yargılanma hakkının adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olduğu kabul edilerek, bir davadaki yargılama süresinin makul olup olmadığının tespitinde davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususların dikkate alınacağı belirtilmiş (Güher Ergun ve diğerleri, B. No:2012/13, 2/7/2013, §§ 34–59) ve bu kapsamda yapılan incelemeler sonucu makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik kararlar verilmiştir (bkz. Gülseren Gürdal ve diğerleri, B. No:2013/1115, 5/12/2013; Semira Babayiğit ve diğerleri, B. No:2013/3283, 19/12/2013; Haydar İzgi, B. No:2012/673, 19/12/2013).

37. Başvuru konusu olayda, Asliye Ticaret Mahkemesi nezdinde açılan tazminat davasının söz konusu olduğu görülmekle, 1086 sayılı mülga Kanun ile 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen ve medeni hak ve yükümlülükleri konu alan somut yargılama faaliyetinin makul süre değerlendirmesi için başlangıcı, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı tarih olup (Güher Ergun ve diğerleri, § 50) bu tarih somut başvuru açısından, 13/12/2006’dır.

38. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihi olup (Güher Ergun ve diğerleri, § 52), somut başvuru açısından söz konusu tarih ise karar düzeltme talebinin Yargıtay 11. Hukuk Dairesince reddedildiği 13/6/2013 tarihidir.

39. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun kredi kullanımına yönelik davalı taraf ile imzalanan protokolden kaynaklanan uyuşmazlık nedeniyle uğranıldığı iddia olunan zararlara karşılık tazminat istemine ilişkin olduğu, davanın 13/12/2006 tarihinde açıldığı ve İlk Derece Mahkemesince 1/2/2010 tarihinde verilen kararın, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2/10/2012 tarihli ilamı ile onandığı, karar düzeltme isteminin de 13/6/2013 tarihinde reddedilmesi ile kesinleştiği anlaşılmıştır.

40. Başvuruya konu tazminat davasının incelenmesinde; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, yargılamanın niteliği, maddi olayların karmaşıklığı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık nitelikte olduğu anlaşılmışsa da somut başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve altı yılı aşkın bir sürede tamamlanan yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

41. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

42. Başvurucu, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinin tespit edilmesi ile 100.000,00 TL tazminata ve 10.000,00 TL vekalet ücretine hükmedilmesini talep etmiştir.

43. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, Anayasa Mahkemesince bir ihlalin tespit edilmesi halinde yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hallerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebileceği belirtilmiştir.

44. Bu doğrultuda başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin altı yılı aşkın yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 5.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

45. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun,

1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLMEZ OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

3. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

B. Başvurucuya net 5.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.800,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

17/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.