2013/7056

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SIDIKA YÖNETCİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/7056)

 

Karar Tarihi: 20/4/2016

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Erdal TERCAN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör Yrd.

:

İsmail Emrah PERDECİOĞLU

Başvurucu

:

Sıdıka YÖNETCİ

Vekili

:

Av. Adnan ÇUKUR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; Türkiye İmar Bankası TAŞ'ın yetkisiz olarak Devlet İç Borçlanma Senedi satışında devletin sorumluluğunun bulunması ve zararın tazmini için açılan davanın dava devam ederken çıkarılan kanuna dayanılarak reddedilmesi ile vekâlet ücretinin düşürülmesi, bu kanunda öngörülen giderim yolunun zararları tam olarak karşılamaması nedenleri ile adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile hak arama hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 27/8/2013 tarihinde Aydın 1. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıylayapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 20/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 13/11/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 26/11/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu tarafından Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunulmamıştır.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, Türkiye İmar Bankası TAŞ'tan (Banka) başvuru forumunda belirtilmeyen bir tarihte 51.595,96 TL tutarında Devlet İç Borçlanma Senedi (DİBS) satın alma işlemi yapmıştır.

9. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), Bankanın Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) tarafından 21/11/1990 tarihinde aracılık faaliyetlerinin durdurulmasına ve borsa üyelik belgesi iptal edilmiş olmasına rağmen çeşitli gazete ve televizyonlarda ilan ve reklamlar vererek bono ve tahvil piyasası işlemleri yapmaya devam ettiğini, çifte kayıt tuttuğunu ya da DİBS işlemlerini kayıtlarına yansıtmadığını, özellikle 2002 yılından sonra yoğun olarak müşterilere satılan DİBS’lerin neredeyse tamamının karşılıksız çıktığını ve açığa satılmış olduğunu tespit ederek 3/7/2003 tarihli ve 1085 sayılı karar ile 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu’nun 14. maddesinin 3 numaralı fıkrası uyarınca adı geçen Bankanın, bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izinlerini kaldırmış, Bankanın yönetim ve denetimini de Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) intikal ettirmiştir.

10. Bu gelişmeler üzerine başvurucu 22/12/2003 tarihinde Ankara 12. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açarak BDDK tarafından yönetimine el konularak TMSF'ye devredilen Bankadan satın aldığı 51.595,95 YTL tutarındaki DİBS tutarının hesaplanacak faiziyle birlikte hizmet kusuru işlemek suretiyle zararın oluşmasına yol açtığını iddia ettiği davalı idareler olan BDDK ve SPK'dan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.

11. Yapılan yargılama sonunda Ankara 12. İdare Mahkemesi 28/12/2006 tarihli ve E.2005/274, K.2006/3344 sayılı kararıyla davanın kabulüne ve DİBS işlem tutarı olan 51.595,95 TL’nin davanın açıldığı 22.12.2003 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte hizmet kusurları saptanan davalı idareler tarafından yarı yarıya davacıya ödenmesine hükmetmiş başvurucuya Avukatlık Asgari Ücret Tarifesince (AAÜT) hesaplanan 4.927,68 TL vekâlet ücretinin davalı idarelerden yarı yarıya alınarak ödenmesine karar vermiştir.

12. Ankara 12. İdare Mahkemesinin bu kararına karşı davalı idareler tarafından temyiz kanun yoluna başvurulmuş dosya temyiz aşamasında iken 24/5/2007 tarihli ve 5667 sayılı "Bankacılık İşlemleri Yapma ve Mevduat Kabul Etme İzni Kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketince Devlet İç Borçlanma Senedi Satışı Adı Altında Toplanan Tutarların Ödenmesi Hakkında Kanun" ve 13/7/2007 tarihli ve 2007/12398 sayılı "Bankacılık İşlemleri Yapma ve Mevduat Kabul Etme İzni Kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketince Devlet İç Borçlanma Senedi Satışı Adı Altında Toplanan Tutarların Ödenmesine İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Karar" yürürlüğe girmiştir.

13. Temyiz incelemesi sonucunda Danıştay Onüçüncü Dairesinin 9/3/2010 tarihli ve E.2008/716, K.2010/2392 sayılı ilamıyla adı geçen banka aracılığıyla satın alınan devlet iç borçlanma senetlerinin ödenmelerine dair yeni yasal düzenleme ve Bakanlar Kurulu Kararı dikkate alınarak yeniden bir karar verilmek üzere kararın bozulmasına ve yeniden bir karar verilmek üzere dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine hükmedilmiştir.

14. Öte yandan başvurucu tarafından 13/5/2010 tarihinde 5667 sayılı Kanun ve 2007/12398 sayılı karar uyarınca ilgili idareye müracaatta bulunulması üzerine başvurucuya Banka nezdinde dava veya icra takibi konusu olsun veya olmasın karşılığı bulunmayan DİBS'lerden kaynaklanan her türlü alacağını tüm asıl ve ferîleri ile birlikte T.C. Ziraat Bankası A.Ş. aracılığıyla tahsil ettiği herhangi bir hak ve alacağı kalmadığı beyan ve kabulünü içeren ibraname imzalaması sonucunda iç borçlanma senedi karşılığı olarak 6/7/2010 tarihinde 66.130,02 TL ödeme yapılmıştır.

15. Danıştay Onüçüncü Dairesinin 9/3/2010 tarihli bozma ilamına uyan Ankara 12. İdare Mahkemesi 17/6/2010 tarihli ve E.2010/864, K.2010/928 sayılı kararıyla yasal düzenleme ile giderilecek olan zararın tazmini istemiyle açılan davanın konusu kalmadığı gerekçesiyle dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiş başvurucuya AAÜT uyarınca 500 TL vekalet ücretinin davalı idarelerden yarı yarıya alınarak ödenmesine karar vermiştir.

16. İlk Derece Mahkemesi kararının temyiz edilmesi sonucu Danıştay Onüçüncü Dairesi 31/10/2011 tarihli ve E.2010/3634, K.2011/4816 sayılı ilamıyla onamaya hükmetmiş, karar düzeltme istemini de 4/7/2013 tarihli ve E.2012/1311, K.2013/2064 sayılı ilamıyla reddetmiştir.

17. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam başvurucuya 1/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

18. Başvurucu 27/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

19. Anayasa Mahkemesince 9/2/2016 tarihinde TMSF Başkanlığına müzekkere yazılarak başvurucunun 5667 sayılı Kanun uyarınca talepte bulunup bulunmadığı hususun bildirilmesi ile talepte bulunulmuş ise ödeme yapılıp yapılmadığı hususunun bildirilmesi istenilmiştir.

20. TMSF Başkanlığınca Anayasa Mahkemesine gönderilen 1/3/2016 tarihli cevap yazısında başvurucunun, 5667 sayılı Kanun kapsamında 13/5/2010 tarihinde talepte bulunduğu ve bu talep doğrultusunda 2/7/2010 tarihinde Ziraat Bankası A.Ş. Aydın Şubesine 66.130,02 TL tutarında ödeme yapıldığı ilgili şube tarafından da bu ödemenin 6/7/2013 tarihinde başvurucuya ödendiği bildirilmiş, yazı ekinde bu işlemlere ilişkin bilgi ve belgeler sunulmuştur.

B. İlgili Hukuk

 21. 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu’nun 10. ve 16. Maddelerinin ilgili kısımları şöyledir:

 “Madde 10

 ...

 2. ...

 b) Tasarruf mevduatı, gerçek kişiler tarafından bu nam altında açtırılan ve ticari işlemlere konu olmayan mevduattır. ...

 

 3. 17.2.1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin rehinlere ve 22.4.1926 tarihli ve 818 sayılı Borçlar Kanununun alacağın devir ve temlikine ilişkin hükümleri ile diğer kanunların verdiği yetkiler ve koyduğu yükümlülükler saklı kalmak şartıyla, mevduat sahiplerinin mevduatlarını geri alma hakları hiçbir suretle sınırlandırılamaz. Mevduat sahibi ile banka arasında vade ve ihbar süresi hakkında kararlaştırılan şartlar saklıdır.”

 “Madde 16

 ...

 3. Fon, yönetim ve denetimi kendisine intikal eden bankada mevduat sahipleri ile diğer alacaklıların haklarını korumaya yönelik tedbirleri alır. Bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni kaldırılan bankanın 17 nci maddede sayılan ilgililerinin mal, hak ve alacaklarına Fonun talebi üzerine mahkeme tarafından teminat şartı aranmaksızın ihtiyati tedbir veya ihtiyati haciz konulabilir. Bu şekilde alınan ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları, karar tarihinden itibaren altı ay içinde dava ve icra-iflas takibine konu olmaz ise kendiliğinden ortadan kalkar. Bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırıldığı tarihten itibaren bankanın alacaklıları, alacaklarını temlik edemez veya bu sonucu doğurabilecek işlemleri yapamazlar. Fon, yönetim ve denetimi kendisine intikal eden bankadaki sigortalı mevduatı doğrudan veya ilan edeceği başka bir banka aracılığı ile ödeyerek, mevduat sahipleri yerine bankanın doğrudan doğruya iflasını ister. Bu görev ve yetki münhasıran Fona aittir. ...”

22. 24/5/2007 tarihli ve 5667 sayılı Bankacılık İşlemleri Yapma ve Mevduat Kabul Etme İzni Kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketince Devlet İç Borçlanma Senedi Satışı Adı Altında Toplanan Tutarların Ödenmesi Hakkında Kanun'un 1. maddesi şöyledir:

 “(1) Mülga 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanununun 14 üncü maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun 3/7/2003 tarihli ve 1085 sayılı Kararı ile bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketi tarafından, Banka bünyesinde karşılığında Devlet iç borçlanma senedi bulunmamasına rağmen ikincil piyasada Devlet iç borçlanma senedi satışı adı altında toplanan tutarlar, başvuru halinde bu Kanunda belirlenen esaslar çerçevesinde Hazine Müsteşarlığınca ihraç edilecek özel tertip Devlet iç borçlanma senetleri kullanılmak suretiyle Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu aracılığıyla ödenir.

 (2) Bu Kanun uyarınca yapılacak ödemelerde; hak sahipliğinin tespitinde Müflis Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketinin kayıtları esas alınır. Hak sahiplerinden talep toplanması, talep toplamanın şekli ve süresi, hak sahipliğinin ispatında aranacak belgeler, ödemeye aracı olacak bankanın tespiti, nakden ve defaten yapılacak ödemenin şekli ve süresi ile kesinleşmiş idarî yargı kararlarına veya bu nitelikteki kararlara dayalı icra takiplerine ilişkin her türlü ödemeler, uygulanacak faiz oranı ile faizin başlangıç tarihi, hak sahiplerine yapılacak ödeme nedeniyle istenebilecek ibraname ve diğer belgelerin içeriği ile ödemelere ilişkin diğer usûl ve esaslar Bakanlar Kurulu tarafından belirlenir.

 (3) Bu Kanun kapsamında yapılacak ödemelerde, Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketine Devlet iç borçlanma senedi alımı amacıyla yatırılan tutarları ifade eden işlem tutarları esas alınır.”

23. 5667 sayılı Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “(1) Devlet iç borçlanma senedi alımı amacıyla Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketine yatırılan tutarlar nedeniyle idarî yargı mercilerinde açılan davalar hakkında bu Kanun hükümleri uygulanır.”

24. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Vergi Usul Kanununun uygulanacağı haller:" kenar başlıklı 31. maddesi şöyledir:

"1. Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sukünunu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemler ile elektronik işlemlerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygunlanır. ..."

25. 5667 sayılı Kanun'un 1. maddesine göre Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan 13/7/2007 tarihli ve 2007/12398 sayılı "Bankacılık İşlemleri Yapma ve Mevduat Kabul Etme İzni Kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketince Devlet İç Borçlanma Senedi Satışı Adı Altında Toplanan Tutarların Ödenmesine İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Karar"ın (BKK) 1., 3. ve 4. maddelerinin ilgili kısımları şöyledir:

 "MADDE 1-

 (1) Bu Kararın amacı; bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketince Devlet iç borçlanma senedi satışı adı altında toplanan tutarların ödenmesine ilişkin esas ve usullerin düzenlenmesidir.”

“MADDE 3-

1) Banka tarafından toplanan işlem tutarları ve bu Kararın 4 üncü maddesinin altıncı fıkrası uyarınca işleyecek faizleri, bu Karar hükümlerine göre başvuran hak sahiplerine, ekte yer alan taahhütname ve ibraname ödeme sırasında Ödeme Bankası tarafından alınmak kaydıyla, Fon aracılığıyla ödenir. Fon tarafından, bu fıkra kapsamında aktarılan tutarlara ilişkin bilgiler yazılı ve elektronik ortamda BDDK, SPK ve Müsteşarlığa bildirilir.

(2) Bu Karar kapsamında kesinleşmiş idari yargı kararlarına dayanan her türlü ödemeler; hak sahiplerinin kesinleşme şerhli ilam ve aşağıdaki belgelerle birlikte BDDK ve SPK'ya ayrı ayrı yapacakları yazılı başvuru üzerine, anılan idarelerin Fona yapacakları ortak bildirimini müteakip, Fon tarafından ödeme tarihine kadar hesaplanacak faizleri ile birlikte Ödeme Bankasına altmış gün içinde aktarılır.

...”

"MADDE 4-

(1) 3 üncü maddenin birinci fıkrası kapsamında ödeme talep edenkişiler tarafından, bu Kararın yayımı tarihinden itibaren yirmi gün içinde, iadeli taahhütlüposta yolu ile veya özel şirketler aracılığıyla imza karşılığı teslim suretiyle Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu adına başvuru merkezi olarak belirlenen “Büyükdere Caddesi Bentekİşhanı No:47 K:1Mecidiyeköy 34387 Şişli – İstanbul” adresine başvurulur.

...

(6) Bu madde kapsamındaki ödemelerde anapara olarak işlem tutarı esas alınır. Söz konusu tutara, 19/1/2004 tarihinden bu maddenin birinci fıkrasında belirtilen başvuru süresinin son gününe kadar, Türkiye İstatistik Kurumunca bu maddenin birinci fıkrasında belirtilen başvuru süresinin son günü itibarıyla açıklanmış olan en son Tüketici Fiyat Endeks sayısının, tahakkuk dönemi başlangıç tarihinde açıklanmış en son Tüketici Fiyat Endeks sayısına bölünmesi ile bulunan oran üzerinden faiz tahakkuk ettirilir.

...

(10) Bu maddenin birinci fıkrasında yer alan yirmi günlük sürenin bitiminden sonra yapılacak başvurular ile süresi içerisinde yapılmış olmakla birlikte bu maddenin dördüncü fıkrası hükmü saklı kalmak kaydı ile evrakı eksik olan başvurulara ilişkin ödemeler, gecikmeli talebin Fona ulaştığı veya eksik bilgi ve belgelerin tamamlanarak Fona ulaştırıldığı tarihten itibaren altmış gün içinde Fon tarafından, altıncı fıkra çerçevesinde hak sahiplerine ödenmek üzere Ödeme Bankasına aktarılır."

26. 24/12/2009 tarihli ve 27442 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 2010 yılı Türkiye Barolar Birliği Avukatlık Ücret Tarifesi'nin ikinci kısım ikinci bölümünün 14. bendi şöyledir:

 "14. İdare ve Vergi Mahkemelerinde takip edilen davalar için

 a) Duruşmasız ise 500,00 TL

 ..."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

27. Mahkemenin 20/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

28. Başvurucu açtığı dava görülmekte iken çıkarılan 5667 sayılı Kanun ile yargılamaya müdahale edildiğini bunun sonucunda Mahkemece davanın konusu kalmadığı gerekçesiylekarar verilmesine yer olmadığına hükmedildiğini, daha önce lehine hükmedilen vekalet ücretinin düşürüldüğünü, söz konusu Kanun ile faiz yönünden uğranılan gerçek zararının çok altında ödeme yapılmasının öngörüldüğünü belirterek adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile hak arama özgürlüğünün ihlal ettiğini ileri sürmüş 150.000 TL tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

B. Değerlendirme

29. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

30. Başvurucunun 5667 sayılı Kanun ile yetkisiz DİBS satışından dolayı uğranılan zararın giderimi yoluna gidildiği ancak faiz yönünden uğranılan gerçek zararının çok altında ödeme yapıldığı iddiasının mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında, yargılama devam ederken yapılan düzenlemeler ile yargılamaya müdahale edildiği iddiasının silahların eşitliği ilkesinin ihlali iddiası kapsamında, yargılama sonunda düşük vekalet ücretine hükmedildiği iddiasının mahkemeye erişim hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

a. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

31. Başvurucu yetkisiz DİBS satışı nedeniyle uğradığı zararın 5667 sayılı Kanun ve 2007/12398 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında öngörülen giderim yolunda giderilmeye çalışıldığını ancak bu yolun zararının tamamını karşılamada yetersiz kaldığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

32. Bakanlığın görüş yazısında özetle 5667 sayılı Kanun ve ilgili Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca başvurucuya anapara ile TEFE-TÜFE faizi eklenmek sureti ile ödeme yapılması imkanının bulunduğunu bu şekilde yapılacak ödeme ile başvurucunun katlanılmaz bir yüke maruz kalıp kalmayacağının ve adil bir denge oluşturulup oluşturulamayacağının Anayasa Mahkemesince değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.

33. Başvurucu Bakanlığın görüşüne karşı herhangi bir beyanda bulunmamıştır.

34. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

 “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. ...”

35. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”

36. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.”

37. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar” başlıklı 46. maddesinde kimlerin bireysel başvuru yapabileceği sayılmış olup anılan maddenin (1) numaralı fıkrasına göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı başvurucunun “güncel bir hakkının ihlal edilmesi”, bu ihlalden dolayı kişinin “kişisel olarak” ve “doğrudan” etkilenmiş olması ve bunların sonucunda başvurucunun kendisinin “mağdur” olduğunu ileri sürmesi gerekir (Onur Doğanay, B. No: 2013/1977, 9/1/2014, § 42).

38. Bireysel başvuruda “mağdur” kavramı davada menfaat veya dava ehliyeti kuralları gibi kurallardan bağımsız bir şekilde yorumlanmaktadır. Bu kavramın yorumu günümüzde toplumun koşulları ışığında değişime tabi olup bu kavram aşırı biçimcilikten uzak bir şekilde uygulanmalıdır (Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 40).

39. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bir hakkın ihlaline karar verilebilmesi için mağdurluk statüsünün ve/veya başvuruya konu olan kamu gücü kullanımına dayalı temel nedenlerin başvuru hakkında karar verileceği zamana kadar devam etmesi gerekir. Mağdurluk statüsünün devamı konusunda değerlendirme yapılırken başvurucunun şikâyet ettiği hususların hâlâ mevcut olup olmadığı ve muhtemel hak ihlalinin etkilerinin giderilip giderilmediği incelenmelidir (Arman Mazman, § 41).

40. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir. Anayasa’ya göre bu hak mutlak bir hak olmayıp ancak kamu yararı amacıyla ve kanunla bu hakka sınırlama getirilebilir. (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 28, 32).

41. Mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde kullanılabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı olmayıp özellikle başvurucuların kamu makamlarından meşru beklentilerinin olduğu tedbirler ile mülkünden etkili bir biçimde yararlanabilmeleri arasında doğrudan bir bağ bulunduğu durumlarda ayrıca pozitif koruma önlemlerinin de alınması gerekmektedir (Öneryıldız/Türkiye, B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 134).

42. Bu bağlamda devletin temel amaç ve görevlerini tanımlayan Anayasa’nın 5. maddesi kişinin temel hak ve hürriyetlerini sınırlayan engelleri kaldırmayı ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamayı hukuk devletinin gereği olarak kabul etmektedir. Bahsedilen Anayasa hükmünün gerekçesinde devletin hak ve hürriyetlerin gerçekleştirilmesine yardımcı olması gereğinin benimsendiği ifade edilmiştir. Anayasa’nın pek çok maddesinde düzenlemeye konu hakkın korunması ve gerçekleştirilmesi için devletin alacağı tedbirlerden bahsedilmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, § 38).

43. Bireylerin Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ortak koruma alanında bulunan temel haklara özel hukuk kişileri tarafından yapılan müdahaleler sonucu haklarının zarar gördüğü kimi durumlarda devlete atfedilebilecek sorumluluklar bulunabilir. Devletin bu tür haksız müdahalelere karşı bireylerin mülkiyet hakkının korunması için etkili iç hukuk yolları ihdas ederek yapılan müdahalelere karşı özellikle mahkemelere başvurmak suretiyle koruma talep edebilmelerini sağlaması ve yapılacak yargılamalarda özel kişilerin çatışan hakları arasında tercih yaparken mahkemelerce Anayasa'ya uygun yorumla temel hakların korunması gerekmektedir. Böylelikle devlet, etkili bir iç hukuk yolu ihdas ederek adalet ve hakkaniyete uygun bir yargılama ortamı oluşturarak üzerine düşen görevi yerine getirmiş olacaktır (Türkiye Emekliler Derneği, § 39).

44. Somut başvuruya konu davada başvurucuya elinde DİBS olmadan ve ikincil piyasada bunları satma yetkisi bulunmayan Banka tarafından karşılığında bedeli alınarak DİBS satışı gerçekleştirilmiştir. Satışı yapan ve başvurucuların zararına neden olan Banka bir özel hukuk tüzel kişisidir. Başvurucuyu mülkünden mahrum bırakan işlemin kamu gücü kullanılmasından kaynaklanmadığında bir şüphe bulunmamaktadır (Turgay Şen, B. No:2013/6941, 6/1/2016, § 40).

45. Bununla birlikte Anayasa’nın 167. maddesinin ilk fıkrasında “Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır; piyasalarda fiili veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önler.” denilmektedir. 4389 sayılı mülga Kanun ve 19/12/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu da bahsedilen Anayasa hükmü ile devlete verilen finansal piyasaların güven içinde çalışması ve tasarruf sahiplerinin haklarının korunması amacıyla çıkarılmıştır. Nitekim 5411 sayılı Kanun’un 1. maddesinde bu amaç “Bu Kanunun amacı, finansal piyasalarda güven ve istikrarın sağlanmasına, kredi sisteminin etkin bir şekilde çalışmasına, tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlerinin korunmasına ilişkin usûl ve esasları düzenlemektir.” şeklinde ifade edilmiştir. Bahsedilen Kanunlar ile birçok kanun bu amacı gerçekleştirmek için kamu kurumları (BDDK, TMSF ve SPK gibi) ihdas ederek finans piyasalarının güven ve istikrarını sağlama ve tasarruf sahiplerinin haklarını koruma görevini bu kurumlar vasıtasıyla devlete yüklemiş ve bu amaçla mevduat sigortası gibi sistemler kabul etmiştir (Turgay Şen, § 41).

46. Mali piyasalarda faaliyet gösteren kurumların düzenlenmesi ve denetlenmesi devletin görevleri arasında yer almakta olup bu görevin yerine getirilmemesinde başta ilgili kamu kurumları olmak üzere kamu sorumluluğu bulunduğu açıktır. Bu çerçevede karşılığı olmayan DİBS satışı nedeniyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol kapsamında pozitif yükümlülüklerinin Mahkemece de tespit edildiği şekilde gereği gibi yerine getirilmediği anlaşılmaktadır.

47. Mülkiyeti sınırlamaya göre daha geniş takdir yetkisi veren düzenleme yetkisinin kullanımında da yasallık, meşruluk ve ölçülülük ilkelerinin gereklerinin karşılanması kural olarak aranmaktadır. Bunun yanında ölçülülük ilkesi gereği mülkiyetten yoksun bırakmada aranan tazminat ödeme yükümlülüğü, somut olayın koşullarına bağlı olarak düzenleme/kontrol yetkisinin kullanıldığı durumlarda gerekmeyebilmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010, §§ 83, 84, 91).

48. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümünce incelenerek 6/1/2016 tarihinde karara bağlanan ve incelenmekte olan başvuru ile aynı şikayetlerin ileri sürüldüğü Turgay Şen Başvurusu kapsamında konu ile ilgili TMSF'den bilgi istenmiş cevaben sunulan 20/11/2015 tarihli yazıda 5667 sayılı Kanun kapsamında Bankanın karşılığı olmayan DİBS satışı nedeniyle Kanun'un yayın tarihinden 19/10/2015 tarihine kadar toplam 54 etapta 22.095 hesapta 26.140 adet işlem karşılığı 725.044.483,41 TL anapara olmak üzere 965.324.216,36TL ödeme yapıldığı, 2007/12398 sayılı BKK’nın 4. maddesinin onuncu fıkrasında geçen sürenin hak düşürücü süre olarak uygulanmadığı ve ilgili belgeler tamamlanarak başvurulması hâlinde altmış gün içinde ilgilisine ödeme yapıldığı hâlen bu kapsamda kendilerine başvurmayan 97 hak sahibinin bulunduğu belirtilmiştir (Turgay Şen, § 49).

49. Somut başvuruya konu davada başvurucu karşılığı bulunmayan DİBS satışı nedeniyle DİBS'lerin işlem tutarı olan 51.595,95 TL'nin işletilecek faizi ile birlikte ödenmesi talebinde bulunmuş,Mahkemece 28/12/2006 tarihli karar ile DİBS'lerin işlem bedeli olan bu tutarın dava tarihinden (22/12/2003) itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte BDDK ve SPK’dan yarı yarıya tahsil edilerek başvurucuya ödenmesine hükmedilmiştir. Karar temyiz aşamasında iken yürürlüğe giren 5667 sayılı Kanun'la TMSF’ye başvurulması hâlinde Bankaya DİBS almak amacıyla yatırılan bedelin işlem tarihinden ödeme tarihine kadar tüketici fiyatları endeksi uygulanarak ödeneceği hükmü getirildiğinden Danıştay 13. Dairesi uyuşmazlığın yeni ortaya çıkan hukuki durum çerçevesinde çözülmesi gerektiği gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesi kararını bozmuş ve Mahkeme bozma kararına uymuş ve dava hakkında karar verilmesine yer olmadığı kararı vermiş, bu karar da temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçerek 4/7/2013 tarihinde kesinleşmiştir. Bu arada başvurucu da 13/5/2010 tarihinde anılan Kanun kapsamında idareye başvurmuş ve kendisine ibraname imzalaması sonucunda iç borçlanma senedi karşılığı olarak 6/7/2010 tarihinde 66.130,02 TL ödeme yapılmıştır. Başvurucu kendisine ödeme yapılması ile birlikte 5667 sayılı Kanun ile getirilen başvuru yolunun tüm zararlarını gidermediği gerekçesiyle ilgili yargılama süreci kesinleştikten sonra Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.

50. Başvurucu kendisine satıldığını kabul ettiği DİBS’lerin 28/12/2006 tarihli İlk Derece Mahkemesi kararında hükmedildiği gibi işlem tutarı olan 51.595,95 TL üzerinden dava tarihinden itibaren işletilecek faizi ile birlikte ödenmesini talep etmekte 5667 sayılı Kanun ile getirilen giderim yolunun zararını karşılamada yetersiz kaldığını iddia etmektedir.

51. Başvurucunun söz konusu iddiası daha önce bir başka bireysel başvurunun konusu olarak Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümünün 6/1/2006 tarihli kararında değerlendirilmiştir (Turgay Şen).

52. Anılan kararda, başvurucunun takip ettiği yargılama sürecinin sonunda elde etmek istediği sonuç ile 5667 sayılı Kanun'da belirtilen giderim yoluna başvurması hâlinde elde edeceği sonuç arasında mağduriyetin giderilmesi yönünden ciddi bir farklılık bulunmadığı tespit edilmekle birlikte mali piyasalarda faaliyet gösteren kurumların düzenlenmesi ve denetlenmesinin devletin görevleri arasında yer aldığı belirtilmiştir. Ayrıca özel kişiler arasında sözleşmeden kaynaklanan başvuru konusu zararın Bankanın kötü niyetli yönetilmesi sonucu ortaya çıktığı, burada devletin sorumluluğunun pozitif yükümlülükler kapsamında bulunduğu ve özel kişiler arasında yapılan sözleşmede tarafların sözleşmenin yerine getirilmemesi nedeniyle oluşabilecek zarar riskinin taraflar üzerinde olduğu daha düşük getirili ve daha düşük riskli sözleşme yerine daha yüksek getiri sağlayan daha yüksek riskli sözleşmeyi tercih edenlerin sorumluluğunun da gözönünde bulundurularak bir dengeleme yapılmasının mülkiyet hakkının ihlali anlamına gelmeyeceği ifade edilmiş; bu kapsamda daha önce karşılaşılmamış bir yolsuzluk tipi olarak ikincil piyasalarda satış yetkisi bulunmadan ve/veya elinde DİBS olmadan bireylere satış yapan Banka, sahip ve yönetiminin sebep olduğu Bankaya el konmasını gerektirecek boyutta ciddi zararının ve Bankaya mevduat veya diğer finansman enstrümanları almak için yatırdıkları tasarrufları hileli işlemlerle ellerinden alınmış binlerce mudinin zararını gidererek bankacılık sisteminin tekrar istikrar ve güvene kavuşturulması ile devam eden binlerce davanın yargısal yollar tüketilmeden gerek yargıya iş yükü olmasının ve gerekse zarara uğrayan mudilerin yargı külfetlerine katlanmasının önüne geçmeyi amaçlayan 5667 sayılı Kanun'la getirilen düzenlemenin öngörülen kamu yararı ile mudilerin mülkiyet hakları arasında sağlanması gereken adil dengeyi koruduğu sonucuna ulaşılmış ayrıca 5667 sayılı Kanun'la öngörülen başvuru yolunun mülkiyet hakkını, sorumluluğu büyük oranda devlette kabul ederek koruyan bir mekanizma olduğu, sorumluluklar arasında adil denge sağladığı, ekonominin gerektirdiği kamu yararı ile kişilerin mülkiyet hakkının korunması arasında adil dengeyi garanti altına aldığı, ilgili çözüm yolunun başvurucu üzerinde aşırı ve ağır bir yük oluşturmadığı, başvurucunun iddia ettiği gibi davası görülmeye devam etse dahi Danıştay içtihadının işlem bedelini kanuni faizle ödenmesi yönünde olduğu ve bu yönde bir karar ile ödenecek meblağın 5667 sayılı Kanun yoluyla yapılacak ödemeden ciddi manada farklı olmayacağı ifade edilerek anılan Kanun ile getirilen çözüm yolunun tüketilmesi gereken etkili bir yol olduğu hüküm altına alınmıştır (Turgay Şen, §§ 53-62).

53. AİHM de yetkisiz DİBS satışı nedeniyle 5667 sayılı Kanun yoluna başvurduktan sonra taahhütname ve ibraname imzalatılması ile zararlarının tam karşılanmamasından şikâyet eden başvuranların, ödemeleri kabul etme konusunda devlet makamlarının baskısına maruz kalmadıklarını, bu kapsamda söz konusu düzenlemenin temel amacının bankacılık sistemi ve mali sistemi desteklemek ve bankacılığın etkinliğini güvence altına almak, bankacılık sisteminin devamlılığı ile bu bankalarda hesapları olan kişilere yapılacak ödemeler arasında bir denge sağlamak olduğu ve bu kapsamda müdahalenin meşru amacının bulunduğunu ifade etmiş, bu kapsamda 5667 sayılı Kanun'a ilişkin hükümler gereğince alacaklılar arasında adil yönetimin sağlandığını ve ulusal ekonominin gerektirdiği genel yararın gerekleri ile kişilerin mülkiyet hakkının korunması arasında adil dengenin garanti altına alındığını ve müdahalenin başvuranlar üzerinde aşırı ve ağır bir yük oluşturmadığını değerlendirmiş ve ilgili şikayetler yönünden başvuruları kabul edilemez bulmuştur (Erdem ve Egin-Erdem/Türkiye, B. No: 28431/06, 17/11/2009).

54. Bu kapsamda somut başvuruya konu şikâyet değerlendirildiğinde başvurucuların 5667 sayılı Kanun'da öngörülen yola başvurduğu ve kendilerine 17/1/2008 tarihinde toplam 222.897,58 TL ödeme yapıldığı, bu bağlamda ve yukarıda yer verilen açıklamalar ışığında (bkz. §§ 57, 58) başvurucuların mağduriyetinin 17/1/2008 tarihinde sona ermiş olduğu sonucuna varılmıştır.

55. Açıklanan nedenlerle başvurucuların mülkiyet hakkına yönelik şikâyet yönünden mağdurluk statüsünü kaybettikleri anlaşıldığından başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kişi yönünden yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Silahların Eşitliği İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

56. Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri silahların eşitliği ilkesidir. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelmektedir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32). Kural olarak başvurucular davanın karşı tarafına tanınan bir avantajın kendisine zarar vermiş olduğunu veya bu durumdan olumsuz etkilendiğini ispat etmek zorunda değildirler. Taraflardan birine tanınan diğerine tanınmayan avantajın, fiilen olumsuz bir sonuç doğurduğuna dair delil bulunmasa da silahların eşitliği ilkesi ihlal edilmiş sayılabilir (Hüseyin Sezen, B. No: 2013/1793, 18/9/2014, § 37).

57. Devletin, kendisi taraf olsun ya da olmasın davanın taraflarından birini diğerine nazaran önemli ölçüde avantajlı hâle getiren kanuni düzenlemeler yapması, silahların eşitliği ilkesi ve dolayısıyla yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmesi kuralına aykırılık oluşturur. Bir başka ifadeyle yasama organının, yargılamadaki taraflardan birinin lehine sonuç doğuracak şekilde kanun çıkarttığı durumlarda, davanın taraflarının eşit konumda olduğu söylenemez. Bunun için yargısal süreci etkilediği iddia edilen düzenlemenin taraflardan birinin davadaki başarı şansını önemli ölçüde azaltması, ortaya çıkan bu sonuç ile kanuni düzenleme arasında bir illiyet bağı bulunması ve bu illiyet bağını kesen veya zayıflatan başka etken ortaya çıkmamış olması gerekir (Zekiye Şanlı, B. No: 2012/931, 26/6/2014, § 72).

58. Somut başvuruya konu davada 5667 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesiyle başvurucunun davası ve benzer davalar hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Bu yönde kararın verilmesinin nedeni 5667 sayılı Kanun'un yeni bir idari başvuru yolu sunması ve devam eden davaların bu yolla çözümünü öngörmesidir.

59. Yukarıda anlatıldığı gibi 5667 sayılı Kanun'la öngörülen yeni başvuru yolu, yargı yoluna gerek kalmadan mudilerin haklarını korumayı amaçlamakta olup başvurucunun davası İlk Derece Mahkemesinde çıkan karar veya Danıştayın verdiği hükümle kesinleşmiş olsa elde edeceği bedele yakın bir bedeli yargı masrafları ve süreçlerine katlanmadan elde etmesini temin etmeyi amaçlamaktadır. Öngörülen bu yol başvurucuyu ve diğer mudileri dezavantajlı duruma düşürme veya davanın esasını oluşturan tazminatı devlet lehine kaldırmayı amaçlayan bir düzenleme olmayıp dava konusu edilmiş bedeli (başvurucuların DİBS alımı işlemine konu ettikleri anapara miktarını) enflasyon farkı ilave ederek yargısal yollara gerek kalmaksızın pratik ve hızlı bir biçimde ödemeyi sağlamaktadır. Bu düzenlemenin kamu yararını sağlamanın yanında uzun yargısal süreçler ve talep fazlası için aleyhe hükmedilen vekâlet ücreti ve harçlar gibi yargı masraflarına katlanmadan sonuç almaya imkân verdiğinden başvurucu dâhil benzer durumda olan mudilerin de yararını sağlamaya yönelik olduğu açıktır. Nitekim 22.095 hesap sahibinin tamamına yakını bu yola başvurarak Bankaya yatırdığı bedeli enflasyon farkıyla birilikte tahsil etmiştir (Turgay Şen, § 66).

60. Açıklanan nedenlerle başvurucuların silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

61. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

62. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek nitelikte olmaması, meşru bir amaç izlemesi, ölçülü olması ve başvurucuya ağır bir yük getirmemesi gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38).

63. Gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve mahkemelerin gereksiz yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkların makul sürede bitirebilmesi amacıyla belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız kılmadıkça ya da aşırı derecede zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez. Davanın sonucuna göre kaybeden tarafa yüklenen vekâlet ücretinin davanın açıldığı tarih itibarıyla öngörülebilir gider olarak kabulü mümkün olmadığından mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğinden söz edilemez (Yaşasın Aslan, § 24; Serkan Acar, §§ 38-40).

64. Somut başvuruya konu olayda, öncelikle başvurucu tarafından açılan davayı kabul eden Ankara 12. İdare Mahkemesinin, 28/12/2006 tarihli kararı ile başvurucu lehine AAÜT uyarınca nispi olarak hesaplanan 4.927,68 TL vekalet ücretine hükmedilmiş, ardından yargılama dosyası temyiz incelemesinde iken çıkarılan 5667 sayılı Kanun ile dava konusuna ilişkin yeni bir çözüm yolu oluşturulması sonucu ve Danıştay Onüçüncü Dairesince ilgili uyuşmazlığın da bu yola başvurularak çözülmesi gerektiği gerekçesiyle bozmaya hükmedilmiştir. Bozma üzerine dava dosyası üzerinde yeniden inceleme yapan Ankara 12. İdare Mahkemesi 17/6/2010 tarihinde karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiş ayrıca başvurucu lehine karar tarihi itibarıyla yürürlükte olan 2010 yılı AAÜT uyarınca idare ve vergi mahkemelerinde takip edilen davalarda duruşmasız işler için öngörülen 500 TL vekalet ücretine hükmetmiştir. Bu karar temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçmiş ve 4/7/2013 tarihinde kesinleşmiştir.

65. Bununla birlikte başvurucu, 5667 sayılı Kanun ile oluşturulan giderim yoluna da 13/5/2010 tarihinde müracaat ederek, Türkiye İmar Bankası nezdinde dava veya icra takibi konusu olsun veya olmasın karşılığı bulunmayan DİBS'lerden kaynaklanan her türlü alacağını tüm asıl ve fer’ileri ile birlikte, T.C. Ziraat Bankası A.Ş. aracılığıyla tahsil ettiği, herhangi bir hak ve alacağı kalmadığı beyan ve kabulü karşılığında (bkz. § 14), 66.130,02 TL tutarında ödeme almıştır. Bu durumda yukarıda da yer verilen tespitler ışığında (bkz. § 59) 5667 sayılı ile öngörülen giderim yolunun yargı yoluna gerek kalmadan mudilerin haklarını korumayı amaçlamakta olduğu, başvurucunun davası İlk Derece Mahkemesinde çıkan karar veya Danıştayın verdiği hükümle kesinleşmiş olsa elde edeceği bedele yakın bir bedeli yargı masrafları ve süreçlerine katlanmadan elde etmesini temin etmeyi amaçladığı, ilgili yolun başvurucuyu ve diğer mudileri dezavantajlı duruma düşürme veya davanın esasını oluşturan tazminatı devlet lehine kaldırmayı amaçlayan bir düzenleme olmadığı ve düzenlemenin kamu yararını sağlamanın yanında uzun yargısal süreçler ve talep fazlası için aleyhe hükmedilen vekâlet ücreti ve harçlar gibi yargı masraflarına katlanmadan sonuç almaya imkân verdiği hususları da bir bütün olarak değerlendirildiğinde, başvurucunun İlk Derece Mahkemesince karar verilmesine yer olmadığı hükmü kurulması ile lehine hükmedilen vekalet ücretinin düşürülmesinin mahkemeye erişim hakkına engel teşkil etmediği sonucuna varılmış, başvuru konusu kararda açık ve görünür bir ihlal saptanmamıştır.

66. Açıklanan gerekçeyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kişi yönünden yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Mahkemeye erişim hakkının ihlaline ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA

20/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.