2013/7082

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MURAT TÜRK BAŞVURUSU (2)

(Başvuru Numarası: 2013/7082)

 

Karar Tarihi: 29/6/2016

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Alparslan ALTAN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

Raportör

:

Abuzer YAZICIOĞLU

Başvurucu

:

Murat TÜRK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ceza infaz kurumu tarafından "Özgürlük Savaşı Anıları" isimli kitap taslağının belirli bölümlerinin terör örgütü propagandası veya kişi ya da kuruluşları rencide edici olarak nitelendirilmek suretiyle başvurucuya teslim edilmemesi nedeniyle düşünce ve kanaat özgürlüğü, ifade özgürlüğü, adil yargılanma hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 2/9/2013 tarihinde Bolu Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 3/8/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Başvurucu, bireysel başvuru harcını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur.

5. Bölüm Başkanı tarafından 3/8/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu, başvuru tarihinde Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır.

8. Başvurucuya gelen posta içinden el yazması bir defter (ajanda) çıkmıştır. Ajanda içeriğinde, giriş sayfasında içindekiler bölümü olan ve son kısmında başvurucunun adı ile birlikte 2002 yılının yer aldığı "Özgürlük Savaşı Anıları" isimli bir kitap metni bulunmaktadır.

9. Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu (Disiplin Kurulu) anılan ajandanın başvurucuya verilmesini uygun görmemiştir. Kararda sakıncalı görülen bölümler belirlenmeden ve genel olarak değerlendirme yapılmıştır. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

"… Hükümlü Murat Türk’e koli ile gönderilen el yazması defter, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun’un 68/3. maddesine göre incelenmiş olup; …

Mektupların içeriğinde terör örgütü mensuplarını övücü ve yüceltici ibareler taşıması ve kişi veya kuruluşları rencide edici ifadeler içermesi nedeniyle alıkonulmasına ..."

10. Disiplin Kurulunun yukarıda belirtilen kararı başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu, karara karşı Bolu İnfaz Hâkimliğine şikâyetçi olmuştur. Şikâyeti inceleyen Hâkimlik 29/7/2013 tarihli ve E.2013/1474, K.2013/1467 sayılı kararı ile başvurucunun şikâyetinin reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"… İtiraza konu mektubun incelenmesinde, dosya kapsamı da hep birlikte değerlendirildiğinde Ceza İnfaz Kurumu Kararı usul ve yasaya uygun olduğundan itirazın reddine karar vermek gerekmiştir."

11. Başvurucu, Hâkimliğin ret kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Bolu Ağır Ceza Mahkemesi 7/8/2013 tarihinde İnfaz Hâkimliğinin kararının "... usul ve yasaya uygun olduğu ..." gerekçesiyle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir.

12. Nihai karar, başvurucuya 22/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

13. Başvurucu 2/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. Başvuruya Konu Kitap Taslağı

14. Başvuruya konu "Özgürlük Savaşı Anıları" isimli kitap taslağı, yedi bölüm olarak planlanmış; “Çele sor, direnen mevzi, Gabar ve Çırav: savaştı baştan başa…”, “Çırav’dan Dallıtepe Ormanlarına 43 gün….”, “Umut I”, “Kanyan’lı Şerifo”, “Peri Vadisi’nden Dallıtepe Ormanlarına”, “Umut II” ve “Dağlardan Ayrılırken” isimli bölümlerinde 1994-1995 yıllarında Türkiye’nin doğu bölgelerinde yürütülen PKK operasyonları sırasında PKK’lı bir teröristin başından geçenler ve gözlemleri kaleme alınmıştır. Taslak metin, el yazısı ile yazılmış olup toplam 348 sayfadan oluşmakta; bazı yerlerde Kürtçe şarkı sözleri ve diyaloglar kullanılıp Türkçesi verilmemektedir. Yazı içeriğinde imla ve yazım hataları, sonradan yapıldığı belli olan ilaveler bulunmakta ve taslak metin olduğu izlenimi vermektedir.

15. Yazı içeriğinde PKK terör örgütü mensubu olan bazı kişiler, kod adları veya gerçek isimleri ile tanıtılmakta; daha önceki kahramanlıklarından söz edilmekte; çatışmalar sırasındaki tavırları övücü bir üslupla anlatılmakta; sonraki süreçte ölmüş ise parantez içerisinde “şehit” notu düşülerek saygı ifade edilmektedir. Türk askeri, “düşman” ve “T.C. askeri” gibi kelimeler kullanılarak tanımlanmakta; askere verildiği kabul edilen kayıplar başarı veya zafer olarak nitelendirilmekte; Abdullah Öcalan’dan “önderlik”, PKK merkezinden “parti” olarak bahsedilmekte ve sıklıkla bağlılık vurgusu yapılmaktadır. Teröristlerin dağlardaki fiziki şartlarının zorluğu yanında özgürlük vurgusu ile iç dinamikler abartılı biçimde öne çıkarılmaktadır. Olayların anlatımında Türk askerinin olumsuz manzaraları sevinç ve heyecan uyandıran bir dille kaleme alınırken teröristlerin kayıpları duygusal bir tasvirle aktarılmakta, en ufak eylemleri başarı veya kahramanlık olarak nitelendirilmektedir.

16. Disiplin Kurulunun 19/7/2013 tarihli ve 2013/104 sayılı kararında kitap taslağının sakıncalı kısımlarının nereler olduğu belirlenmemiştir. Yazının birinci bölümünde 73-76. sayfalarda şu ibareler kullanılmıştır:

“Eylem için cephane işi tamamdı. Hevale Pale savunmada kalacağı için otuz tane roket kaldırdı. Otuz roket, yüze yakın el bombası ve binlerce mermi., gerçekten kulaklarımızı beş dakikada sağır etmeye yetecekti. Pale, roketleri seçerken ‘-Başınızın üzerinden atacağım dikkatli olacaksınız’ deyip gülüyordu. Ardı sıra heyecan içinde ‘-İşev şeve mıne heval’ diyordu. Bir savaş öncesi bir gerilla ancak bu kadar coşkulu olabilirdi. Tüm savaş geceleri onun olsaydı, belki de hala doymazdı. Pale’deki savaş coşkusu, eylem sıcaklığı, kolay kolay bir gerillada bulunmayan türdendi. Doğallığında bir savaşçı karakter, kavgacı bir ruh vardı. O ve Parmaksız Kahraman, savaş konusunda çok birbirine benziyordu. Savaş ve eylemde saldırıcı, ısrarcı, kaygısız ve alabildiğine cesur, yıkıcı bir ruh yapıları ve korkunç sezgileri vardı. Herhangi bir yere konumlanan bir askeri gücü gördüklerinde hemen zayıf yerlerini tespit etmeleri, plan yapmaları, kendilerini çok başarılı bir şekilde karşıdaki askerin yerine koyarak ruh hallerini tespit etmeleri ve ardından saldırıya geçireceği gücü motive ederek hazırlamaları, saldırıda aralıksız hamleleri, kurşunların altında eğilerek mevzilerin üzerine üzerine gitmeleri, kopartıcılıkları ve güvenli geri çekilmeleri ve düşmanın yüreğine korkuyu oturtup önce ruhen öldürmeleri onların başarılı olmasında görülebilen en temel çizgiydi. Bu iki arkadaşın da eyleme geçerken esas aldıkları tek şey sadece başarıydı. ‘Şunu yaparsak böyle olur ya da böyle yaparsak bu sonuca yol açabilir, vs …’ gibi engelleyici ve ertelemeci duygulara girmezlerdi. Tartışmaya gerek yoktu onların yanında. Bir çok eylem öncesi silahlarını alıp ‘-Döneceğiz…’ diyorlardı. Söyledikleri sözler inanca, başarıya ve zafere yönelikti. Bu ruh yapılarıyla ‘Acaba bu arkadaşlar ölümsüz müdür?’ demeden edemiyordu insan. Onlar savaşırken ölümü, yaralanmayı ve engelleri fazla düşünmüyordular. Eylem anında giderek ısınan ruh yapıları ve patlamaların ortasında cesareti artıran savaş çığlıklarıoldukça etkileyiciydi. Mizaçlarına bile bakıldığında bir şahinin avcılığıya ada bir kaplanın çevikliğini, eski bir savaşçının yüz hatlarını anımsardı insan. …

Akşam hareket edecektik. Herkes toplandı. Şkeftlerin kenarındaki çimenliklere gelerek grup grup fotoğraf çektik. Ölümsüzleşen fotoğraf kareleri eylem öncesi coşkumuzu yıllar sonra da olsa bizlere hatırlatacaktı. O vakit on binlerce askerin arasında sıcak çaylarımızı da yudumladıktan sonra hep beraber silahlarımızı ortaya indirip el ele tutuşarak dilan tuttuk. Bir çok dilanımızda söylenen ‘Ez xelefim… Peze sıltane peze sore’nin ardından tek tek tüm arkadaşlarla tokalaşarak eylem için harekete geçtik. Biz eylem grubunu uğurlayan arkadaşlar alkışlar eşliğinde ‘Biji serok Apo!’ sloganını haykırdılar.”

17. Yazının birinci bölümü 94-99. sayfalarda bir çatışma sonrası ölen arkadaşının cesedinin taşınması ve Türk askerinden intikam alınışı şöyle anlatılmıştır:

“… Sonra Cafer’le bir şeyler konuştu telsizden. Hemen ardından bize dönerek kararlı bir ses tonuyla, ‘olmaz! Bırakmayacağız, sırtlayamıyorsak sürükleyerek götüreceğiz.’ dedi. ‘Nasıl sürükleyeceğiz?’ dedim. ‘Sürükleyeceğiz işte! Siz şutıklarınızı açın!’ dedi. Ben hala anlayamamıştım. Bir şehidi nasıl sürükleyecektik? Düşünülmesi bile beyne kurşun gibi geliyordu. ‘Haydi beklemeyin. Askerler yaklaşıyor!’ dedi, hevale Pale.

Ve hevale Berxwedan şutıkını açmaya başladı. Sonra caddenin ortasında yatan Şoreş’in boynuna bağladı. Bir hırıltı duydum. Pale, ‘Bu savaştır, talimattır, mecburuz!’ gibi şeyler söyledi. ‘İtiraz etmeden yürüyün. Acele edin!’

Dönüp bakmak bile korkunçtu. Önden yürüdüm. Hiç bir şey görmek istemiyordum. Ve yüreğimi, ruhumu paramparça eden o sesi duydum sonra… Sürüklenme sesi… Kesik kesik hışırtılarla, toza toprağa bulanarak, taşlara, yere çarparak sürüklenen gövdenin sesi… Şehit bedenin sesi… Dayanılması zor bir andı. O an hızla koşup uzaklaşmayı ne kadar çok istiyordum. Hevale Berxwedan’da dayanamıyordu artık.

O sürüklenen ben de olabilirdim. Şu canlı gövdem az önceki savaş içinde kurşunlanmış olabilirdi. Belki beni getiremezlerdi. Belki de tepede kalırdım. Tepede kalsaydım, kuşkusuz tüm organlarımla paramparça edileceğim kesindi. Çünkü bir süre önce hevale Xebat (Dörşevli) şehit düşmüş ve bedeni paramparça edilmişti. Arkadaşlar, ‘İntikamını alacağız!’ derken yıkıcı ve müthiş acımasız bir kin savurmuşlardı. İşte bu tepede intikamı alınmıştı. Ve biz şehidimizin paramparça edilmemesi için, sürüklüyorduk. …

Dün Sipivyan Tepesi’ne asker indirilirken buradan izlemiş, keşif yapmıştık. Bu kez helikopterler yine Spivyan Tepesi’nde uçuşuyor ama asker indirmiyorlardı. Dün sağ bıraktıklarını bu gün ölü olarak kaldırıyorlardı.

Masmavi, güneşli bir Mayıs sabahıydı. Tepeler rüzgarlı, serindi. Uzandığımız yerden yüreğimiz toprağı döverken heyecanlıydık. Kapsamlı bir saldırı bekliyorduk. Gabar’daki askerler ağır bir darbe yemişti. Cihaz konuşmalarında delicesine mesajlar ve küfürler savuruyordular. Kendi verdikleri tekmillerden çıkan sonuçta 43 askerin öldüğü söyleniyordu ve bir o kadar yaralı ve cephanenin ele geçirilişi… Ve istemeye istemeye birbirlerinin ‘Kurban Bayramını kutladılar’. Hevale Palebu günün Kurban Bayramı olduğunu öğrenince telsizin mandalına bastı ve Spivyan Tepesi’ndeki askerlere: ‘Bayramınız Kutlu Olsun!’ dedi.

Tepe komutanı çıldırırcasına cevapladı. Ağlıyordu. ‘Ulan bayram böyle mi kutlanır… Bu kadar yapılır mı…’ ve ardı arkası kesilmeyen küfür, tehdit ve intikam yeminleri… Hevale Pale cevapsız bırakmadı ve seslendi: ‘Girdiğiniz her tepede böyle saldırılarla karşılaşacaksınız. Biz gelmeden terk edin ve önce siz gidin!’ dedi, telsizi kapattı.

O gün onlarca helikopter ölüm taşıdı Sipivyan Tepesi’nden. Yaralılarını da aldılar. Gabar’daki ordu şok içindeydi. Sekiz kişilik bir saldırı timi, ölümcül bir şimşek gibi çakmıştı tepeye. Bu, gerillanın öfkesiydi. Günlerdir biriktirmişti, sabırla yoğrulan, inatla beklenen ve son ana kadar ısrar edilen, gerillanın intikam eylemiydi.”

18. Yazının 153. sayfasında geçen tasvir ve yorumlar şöyledir:

“… Yıldızlar Şele’nin kayalıklarındaydı o gece. Şex Said’in karargâhı, savaştığı mevzi ve toprağını kanlarıyla suladığı savaşçılarının ektiği yaşam tohumları filizlenmişti. Şimdi inançla uzanıyordu Hani’den Piran Dağlarına. Bir isyan şarkısıydı bu dağlar. Yükseliyordu göklere doğru ve mağrurdu. Tüm Fis ve Amed ovası ayaklarımın altında sonsuz bir halıydı Şele Dağı’nda.

1992 yılında bu asfalt defalarca kesilmiş, yol kontrolü yapılmıştı. O zaman Amed Dağları bir gerilla şehri gibiydi. Binleri aşan gerilla gücü tüm dağları denetimine almıştı. Noktadan noktaya arabayla gidiliyordu. Gerilla köylerdeydi o günlerde. Ancak bir süre sonra bunun yanılgı olduğu görüldü. Bunun sonucunda Amed, çok zorlanıyordu. Şimdi Aked 92 gibi değildi. Hava çok değişmişti. Eski savaşçılar yok, halk ve köyler yok ve eski hâkimiyet yoktu. Tüm tepeler asker mevzileri ve çadırlarıyla doluydu. Bir altüst oluşu yaşamıştı Amed. Zorlansa da direniyordu."

19. Yazının 163. sayfasında geçen tasvir ve yorumlar şöyledir:

"Geride tam 43 gün bıraktık. Uzun yolumuz işte Dallıtepe Ormanları’nda son buldu. Çırav şimdi çok uzaklardaydı. Yine de özlüyordum, hem Çırav’ı hem Gabar’ı! Ve hep özleyeceğim. Bir gün mutlaka tekrar oralara gideceğim. Şayet gidemezsem, birileri benim yerime de oraları adımlasın. Suyunu içsin o dağların. Birkaç gece uyusun ateş başında. Otlarını yesin. İzlerimizi arasın. Mutlaka bulur bir şeyler. Ruhumuz hep o dağlardadır. Yaratıldığımız, kendimizi yarattığımız ve bize ana rahmi olan dağlar… Kutsal dağlarımız… Düşlerimizin cenneti, mutluluk bahçemiz, yüreğimiz; suları, ormanları, kayalıkları ve şirin köyleri ve binlerce mezarsız gerilla anıtıyla Kürdistan dağları bize hala hayat vermekte… Ve hep verecek! Her birimizin yüreği bir dağdı ve her dağ, her Kürdistan özgürlük gerillasının göğsünde ters dönmüştü. Dağ, ateş ve yüreklerimiz, kopmayan ve hep isyana hazır özgürlük doğuran bir diyalektikti…"

20. Yazının 298. sayfasında geçen propaganda d