2013/7346)
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
FAZLI KARADAVUT BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/7346) |
|
Karar Tarihi: 17/2/2016 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Hicabi DURSUN |
|
|
Erdal TERCAN |
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
Raportör |
: |
Nahit GEZGİN |
Başvurucu |
: |
Fazlı KARADAVUT |
Vekili |
: |
Av. Fatih ALTINTAŞ |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, başvurucunun yakınının trafik kazasında yaşamını yitirmesi üzerine yürütülen ceza soruşturmasında eksik inceleme yapılarak kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ve olayda hizmet kusuru bulanan bakanlıklar aleyhine idari yargıda açılan tam yargı davasının makul bir sürede tamamlanmaması, bu davadaki taleplerinin haksız olarak reddedilmesi ve yargılama sonucunda verilen kararın hakkaniyete uygun olmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 24/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine Kayseri 3. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 20/11/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 6/3/2014 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 7/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlığın görüş yazısı, başvurucuya 15/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 15/7/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi Bilişim Sistemi üzerinden incelenen başvuruya konu dava dosyasının içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucunun oğlu olan Fethi Karadavut (F.K.), 14/6/2005 tarihinde Kayseri-Nevşehir karayolunda geçirdiği tek taraflı trafik kazası sonucu kaldırıldığı Nevşehir Devlet Hastanesinde yaşamını yitirmiştir. Kazada F.K. ile aynı araçta bulunan Yakup Maviş (Y.M.) ve İbrahim Kütük (İ.K.) ise hafif şekilde yaralanmışlardır.
1. Ceza Soruşturması Süreci
9. F.K.nin Nevşehir Devlet Hastanesinde yaşamını yitirmesinin akabinde olay, Ürgüp Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) bildirilmiş olup Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olay hakkında derhâl soruşturma başlatılmıştır.
10. Soruşturmada görev alan nöbetçi Cumhuriyet Savcısı, anılan Hastaneye gelmiş ve refakatinde bulunan Adli Tıp Uzmanı ile birlikte F.K.ye ait ceset üzerinde ölü muayene ve otopsi işlemi yapmıştır.
11. Aynı tarihte düzenlenen ölü muayene ve otopsi tutanağında F.K.nin kesin ölüm sebebinin boyun kırığına bağlı olarak omurilik zedelenmesi sonucu gelişen solunum ve dolaşım yetmezliği olduğu belirtilmiştir.
12. Kolluk görevlileri tarafından 14/6/2005 tarihinde olaya ilişkin "Trafik Kazası Tespit Tutanağı" düzenlenmiştir. Tutanağa göre kaza, 14/6/2005 tarihinde saat 13.45'te gerçekleşmiştir. Tutanağın "gün durumu" hanesinde yer alan kodlamaya ilişkin kutucuğa ise tutanakta 2. sırada yer verilen gece ibaresi yerine geçmek üzere (2) numarası yazılmıştır. Söz konusu tutanağın "kazanın özeti" başlıklı bölümü şöyledir:
"14/6/2005 günü saat 13.45 sıralarında Nevşehir-Kayseri (D 300/16 numaralı) devlet karayolunda Kayseri istikametinden Nevşehir istikametine seyir halinde bulunan sürücü Fethi Karadavut, sevk ve idaresindeki 38... plakalı araç ile bahse konu yolun 62+150 km.sine gelindiğinde aracın hızını yol ve trafik durumunun gerektirdiği şartlara uydurmadığından, kendi gidiş istikametine göre yolun solunda bulunan orta refüje aracını devirmek suretiyle yaralanmalı trafik kazasına sebebiyet vermiştir.
Bu kazada Fethi Karadavut, 2918 sayılı K.T.K'nın 52/1B maddesinde yer alan aracın hızını, yol ve trafik durumunun gerektirdiği şartlara uydurmamak kuralını ihlal ettiğinden tali kusurlu olup 8/8 kusurludur."
13. Kolluk tarafından 14/6/2005 tarihinde Y.M. ve İ.K.nın ifadeleri alınmıştır. Y.M. ve İ.K., ifadelerinde özetle otomobili arkadaşları ölen F.K.nın kullandığını, F.K.nın karşı yönden gelen ve yolcu taşımacılığı yapan bir firmaya ait otobüse selam vermek isterken aracın kontrolünü kaybettiğini ve bu nedenle aracın takla attığını belirtmişlerdir.
14. İlgili yolcu taşımacılığı yapan firma 17/6/2005 tarihli yazısıyla, kazanın meydana geldiği tarihte Kayseri-Ürgüp-Avanos-Nevşehir karayolunda 12.00-16.00 saatleri arasında firmalarına ait otobüslere rastlanmasının mümkün olmadığını başvurucuya bildirmiştir.
15. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma sonucunda verilen 24/6/2005 tarihli ve K.2005/278 sayılı kararla söz konusu kazada başvurucunun oğlu olan F.K. dışında başka kimseye izafe edilebilecek bir kusur bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar (takipsizlik) verilmiştir.
16. Başvurucu, 29/6/2005 tarihli dilekçeyle özetle söz konusu otomobili oğlu F.K.nin kullanmadığını, otomobilin şoför mahallinde hiçbir hasar olmadığını, hasarın ve kan izlerinin otomobilin sağ tarafında bulunduğunu belirtmiş ve ilgili yolcu taşımacılığı yapan firmadan aldığı 17/6/2005 tarihli belgeyi de ekleyerek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmiştir.
17. Başvurucunun itirazı, Aksaray Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 12/7/2005 tarihli ve 2005/76 sayılı kararıyla, olayda kaza yapan otomobili F.K. dışında başka birinin kullandığına dair herhangi bir delil bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.
18. Başvurucu, 25/7/2005 tarihinde Kayseri 2. Sulh Hukuk Mahkemesine müracaat ederek "hasar ve delil tespiti" talebinde bulunmuştur. Mahkemece bu talep kabul edilmiş ve aynı tarihte Makine Mühendisi bilirkişisi refakatinde araç üzerinde keşif yapılmıştır. Bilirkişinin Mahkemeye sunduğu 29/7/2005 tarihli raporun ilgili bölümü şöyledir:
"...araçta bulunan sürücü koltuğundaki emniyet kemerinin, sürücünün sol tarafından belinin hizasından kesilmiş olduğu, kesilen kemer halatının kilit mandalından boşaltılarak çıkartıldığı, mandalın boş vaziyette kilit tertibatında kaldığı, elle yapılan kontrollerde açma mandalına basınca mandalın kilitten kolayca çıktığı, kilitte herhangi bir takılma ya da sıkışma olmadığı, emniyet kemerinin kilit açma butonuna basarak kolayca açılması mümkün iken neden kesildiği hakkında ise kanaatim, aracın kaza sonrasında durduğu pozisyon dört tekerlek üzerinde olmadığı, sağa doğru yan vaziyette olduğu, sürücünün sağa doğru kemeri bağlı halde sarkmış olduğu, baygın olduğu için emniyet kemerinin açma butonuna basamadığı, kurtarma çalışması yapan şahısların ise butona ulaşamadıklarından kemeri keserek yaralıyı çıkarttıkları şeklindedir.
Ayrıca sürücü tarafındaki emniyet kemerinin kaza anında santrafüj tertibatının boşalıp uzama yaptığı anlaşılamamıştır. Çünkü kesilen kemer halatı sistemden boşalmış vaziyettedir. Ancak sağ taraftaki emniyet kemerinin elle kontrolü sırasında santrafüj kilidinin normal çalıştığı ve ileriye doğru ani harekette kilitleme yaparak kemerin uzamasını engellediği görülmüştür."
19. Başvurucu, 26/7/2005 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kaldırılması amacıyla Bakanlığa başvurmuştur. Bakanlık, başvurucunun bu talebini kanun yararına bozma yönünden incelemiş ve 5/10/2005 tarihinde tüm dosya kapsamına, dayandığı gerekçeye ve Mahkemenin takdirine nazaran anılan karar aleyhine kanun yararına bozma yoluna gidilmediği gerekçesiyle talebi reddetmiştir.
20. Başvurucu, 8/11/2005 tarihli dilekçe ile Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat etmiş ve oğluna ilk tıbbi müdahalede bulunan doktorun ifadesinin alınması talebinde bulunmuştur.
21. Cumhuriyet Başsavcılığının, bu talebi itiraz olarak değerlendirmesi üzerine soruşturma dosyası, itirazı incelemeye yetkili Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir.
22. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/11/2005 tarihli ve 2005/118 sayılı kararıyla, başvurucunun talebinin yeni bir delilin araştırılmasına ilişkin olduğu belirtilmiş, bu sebeple talep hakkında karar verilmesine yer olmadığına ve dosyanın Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine karar verilmiştir.
23. Bunun üzerine Cumhuriyet Başsavcılığınca, olay yerine giden ve F.K.ye ilk tıbbi müdahalede bulunan doktorun ifadesi alınmıştır. Doktor ifadesinde özetle kaza yerine gidildiğinde aracın hafif yana yatmış olduğunu, şoför mahallinde oturan kişinin (F.K.) yan tarafına kaydığını ve emniyet kemerinin bağlı olduğunu, emniyet kemerini kendilerinin kestiğini belirtmiştir.
24 Cumhuriyet Başsavcılığı 8/12/2005 tarihli ve K.2005/637 sayılı kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına yeniden karar vermiştir. Karar gerekçesinde özetle ölümün trafik kazası sonucunda meydana gelen boyun kırılmasından kaynaklandığı, olayın oluşumunda ölenden başka bir kimseye kusur izafe edilemeyeceği belirtilmiştir.
25. Başvurucu; 13/12/2005 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına yeniden müracaat etmiş ve oğlunun bir kaza sonucu ölmediğini, kasten öldürüldüğünden şüphelendiğini belirterek soruşturmanın yenilenmesini ve bu yönde derinleştirilerek sorumluların cezalandırılmasını talep etmiştir.
26. Cumhuriyet Başsavcılığı, bu müracaat üzerine 16/12/2005 tarihli ve K.2005/664 sayılı kararıyla konuya ilişkin başka bir soruşturma yürütülüp takipsizlik kararı ile sonuçlandırıldığı ve bu kararın da kesinleştiği gerekçesiyle olay hakkında yeniden kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir.
27. Başvurucunun bu kararlara itirazı da Ağır Ceza Mahkemesinin 31/1/2006 tarihli ve 2006/14 sayılı kararında tanık doktorun beyanı ile Kayseri 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin tespit dosyası üzerinden alındığı anlaşılan bilirkişi raporunun birbiri ile uyumlu olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir.
28. Başvurucu 28/2/2006 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair kararların kaldırılması amacıyla yeniden Bakanlığa başvurmuştur. Bakanlık 14/3/2006 tarihinde yargı yetkisi ve takdir hakkına ilişkin hususlarda yapılacak bir işlem bulunmadığı, konuyla ilgili yeni delil ve iddiaların görevli ve yetkili Cumhuriyet Başsavcılığına yapılabileceği gerekçesiyle başvurucunun bu talebini de reddetmiştir.
29. Başvurucu 23/6/2006 tarihli dilekçeyle, kazadan yaralı olarak kurtulan kişilerin ifadelerini alması gerektiği hâlde bu kişilerin ifadesini almadığını ileri sürdüğü Nevşehir Devlet Hastanesinde görevli polis memuru hakkında yasal işlem yapılması amacıyla İçişleri Bakanlığına başvurmuştur. Nevşehir Valiliği, gerekli incelemeyi yaptıktan sonra görevli polis memurunun herhangi bir ihmali bulunmadığı gerekçesiyle dosyayı işlemden kaldırmıştır.
30. Başvurucu 23/2/2006 tarihli dilekçeyle, bu kez olay hakkında yeterli araştırma yapmadan trafik kaza tespit tutanağı hazırladıklarını ileri sürdüğü Ürgüp İlçe Jandarma Komutanlığı görevlileri hakkında yasal işlem yapılması amacıyla İçişleri Bakanlığına başvurmuştur.
31. Bu müracaat üzerine Jandarma Yüzbaşı A.D., iddiayı araştırmak üzere muhakkik olarak atanmış ve başvurucu dışında olayda görev alan kolluk mensuplarının da ifadelerini almıştır. İfadeleri alınan görevlilerin bir kısmının, olayı hatırlamadıklarını söyledikleri; bir kısmının ise olaya ilişkin tutanağın içeriğini tekrarladıkları anlaşılmıştır.
32. Ayrıca muhakkik, Avanos İlçe Jandarma Komutanlığında Trafik Tim Komutanı olarak görev yapan Ö.K.yi de bilirkişi sıfatıyla dinlemiştir. Ö.K., olay yeri incelemesi tutanağını ve kaza tespit tutanağını inceleyerek verdiği beyanında özetle kaza tespit tutanağındaki tarih ve saatin doğru olduğunu ancak kazanın gündüz vakti gerçekleşmesine rağmen gece olarak (2) rakamı ile işaretlendiğini, kazanın Kayseri-Aksaray devlet yolunun (300-16) 61+45,40 metresinde meydana geldiğini, tutanakta ise (300-16) 61+150 metresinde geldiğinin belirtildiğini, söz konusu tutanaktaki hataların sehven yapıldığını, tutanağın kesin nitelikte bir belge olmadığını, ilgili adli makamlarca olay yerinde yapılacak inceleme ve alınacak bilirkişi mütalaaları ile açıklığa kavuşturulamayan ve çelişkili gibi görünen hususların aydınlatılabileceğini belirtmiştir.
33. Muhakkik, başvurucuyu ve olayda görev alan kolluk mensuplarını dinleyip ilgili belgeler üzerinde de gerekli incelemeleri yaptıktan sonra 19/12/2006 tarihli vaka kanaat formunu hazırlamıştır. Anılan forma göre Başçavuş İ.S., olay yerinde acele önlemleri alıp olayı aydınlatıcı tedbirler almadığından Başçavuş E.S.Ç. ise tanzim etmiş olduğu tutanakta olay yerini ve zamanını yanlış gösterdiğinden ve krokide hatalar bulunduğundan kusurlu bulunmuştur. Bunun üzerine ilgililer hakkında hazırlanan dosya, gereği yapılmak üzere Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
34. Başvurucu 23/6/2006 tarihinde Bakanlığa yeniden müracaat ederek olay hakkında kamu davası açılmasının sağlanması ve Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı görevlileri hakkında yasal işlem yapılması talebinde bulunmuştur.
35. Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğü, söz konusu müracaata ilişkin 31/10/2006 tarihinde başvurucuya gönderdiği yazısında özetle, ileri sürülen iddiaların, Cumhuriyet savcısının delillerin toplanması ve değerlendirilmesi, hâkimin yargı yetkisi ve takdir hakkı kapsamında kaldığını, adı geçen görevlilerin bu hak ve yetkilerini herhangi bir şekilde taraflı davranarak kötüye kullandıklarına dair delil elde edilemediği gibi kanuni yollara müracaat sırasında ileri sürülmesi gereken hususun şikâyete konu edildiğini ve bu nedenle talebi ile ilgili bir işlem yapılmasına gerek görülmediğini, ayrıca dilerse bu işleme karşı usul ve kanun hükümleri uyarınca yazının tebliğ tarihinden itibaren altmış günlük yasal süresi içerisinde idare mahkemelerine dava açma hakkının bulunduğunu bildirmiştir.
36. Ürgüp Cumhuriyet Başsavcılığı ise adı geçen kolluk görevlileri hakkında görevi ihmal suçundan yaptığı soruşturma sonucunda 23/1/2007 tarihli ve K.2007/61 sayılı kararıyla, şüphelilerin yüklenen suçu işlediklerini ve haklarında kamu davası açılmasını haklı gösterir nitelikte ve yeterlilikte soyut iddia dışında delil ve emare bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
37. Başvurucunun bu karara itirazı da Ağır Ceza Mahkemesinin 15/3/2007 tarihli ve 2007/133 Değişik İş sayılı kararıyla, şüphelilerin trafik kaza mahallinde yeterli teknik inceleme ve araştırmayı yapmadıkları gerekçesiyle idari yönden kusurlu bulunduklarına dair bir muhakkik raporu bulunduğu anlaşılmışsa da meslekte acemilik, tecrübesizlik ya da mesleki yetersizliğe dayalı idari kusurlar nedeniyle görevi ihmal suçunun oluşmayacağı gerekçesiyle reddedilmiştir.
38. Başvurucu, 23/6/2006 tarihli dilekçe ile bu kez olay hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dairkarar veren Cumhuriyet savcıları ve bu kararlara itirazlarını inceleyen hâkimler hakkında kamu davası açılmasını sağlamak amacıyla yeniden Bakanlığa başvurmuştur. Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğü, 31/10/2006 tarihinde önceki kararlarında olduğu gibi yargı yetkisi ve takdir hakkına ilişkin hususlarda Bakanlıkça yapılacak bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle bu talebi de reddetmiştir.
2. İdari Yargıda Açılan Tam Yargı Davası Süreci
39. Başvurucu, 28/12/2006 tarihinde Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 31/10/2006 tarihli işlemi ve kovuşturmaya yer olmadığına dair kararların iptali ile sorumlular hakkında kamu davası açılması ve sonucunda cezalandırılmaları talebiyle Ankara 14. İdare Mahkemesi nezdinde dava açmıştır.
40. Ankara 14. İdare Mahkemesi, 15/2/2007 tarihli ve K.2007/106 sayılı kararıyla, dava dilekçesinin usulüne uygun olmadığı gerekçesiyle "dilekçe ret kararı" vermiş ve bildirilen yanlışlıkların tekrarlanması hâlinde davanın reddedileceğini başvurucuya bildirmiştir.
41. Başvurucu, 16/4/2007 tarihli dilekçesiyle bildirilen eksiklikleri tamamlamış ve kaza sırasında ve sonrasında İçişleri Bakanlığı ile Adalet Bakanlığının sorumluluklarını yerine getirmediklerinin tespiti ile uğradığı maddi ve manevi zararlarının tazmini amacıyla dilekçesini yenilemiştir. Başvurucu, bu dilekçesinde fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla toplam 4.000 TL tazminat talep etmiştir.
42. Ankara 14. İdare Mahkemesi, 17/5/2007 tarihli ve K.2007/364 sayılı kararıyla, davanın yetki yönünden reddine ve dava dosyasının yetkili Kayseri İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
43. Kayseri 1. İdare Mahkemesi (Mahkeme) ise 17/7/2007 tarihli ve K.2007/1195 sayılı kararıyla zararın somut olarak hangi işlem veya eyleme dayandırıldığının açıkça belirtilmediği, tazminat nedenlerinin açıkça gösterilmediği, tazminat talebinin ne kadarının maddi ne kadarının manevi tazminata ilişkin olduğunun belirtilmediği gerekçesiyle dilekçe ret kararı vermiş ve bildirilen yanlışlıkların tekrarlanması hâlinde davanın reddedileceğini başvurucuya bildirmiştir.
44. Başvurucu 6/9/2007 tarihinde dilekçesini yenilemiş ve fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1.000 TL maddi ve 10.000 TL manevi olmak üzere toplam 11.000,00 TL tazminat talebinde bulunmuştur. Dilekçenin yenilenmesi üzerine Mahkeme, 19/9/2007 tarihli ve K.2007/1352 sayılı kararıyla zararı doğuran işlemleri tesis eden idarelerin Ankara ilinde bulunması sebebiyle Ankara İdare Mahkemesinin yetkili olduğu sonucuna varmış ve yetkili mahkemenin belirlenmesi amacıyla dosyanın Danıştay Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir.
45. Danıştay Onuncu Dairesi (Daire) 14/12/2007 tarihli ve K.2007/6165 sayılı kararıyla Kayseri İdare Mahkemesinin yetkili olması nedeniyle dosyanın bu mahkemeye gönderilmesine karar vermiştir.
46. Mahkeme bu karar üzerine yargılamaya devam etmiş ve 18/3/2008 tarihli ve K.2008/298 sayılı kararıyla, uyuşmazlığın trafik kazası sonrasında davalı idarelerin hizmet alanlarına giren konularda gerekli inceleme ve işlemleri yapmamasından kaynaklandığını fakat idarelere tazminat istemiyle başvurulmadan doğrudan tam yargı davası açıldığı gerekçesiyle dava dilekçesi ve eklerinin "Adalet ve İçişleri Bakanlıklarına tevdiine" karar vermiştir.
47. Başvurucu, 8/4/2008 tarihinde söz konusu idarelere tazminat talebiyle bulunduğu başvurusunun, Adalet Bakanlığınca 11/4/2008, İçişleri Bakanlığınca 22/5/2008 tarihinde reddedilmesi üzerine 2/6/2008 tarihli dilekçeyle Mahkeme nezdinde süresi içinde yeniden dava açmış ve Bakanlıkların işlemlerinin iptaline karar verilmesi, Bakanlık görevlileri hakkında kamu davası açılmasının sağlanması ve fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1.000 TL maddi ve 10.000 TL manevi olmak üzere toplam 11.000 TL tazminatın davalı idarelerden alınarak tarafına verilmesi taleplerinde bulunmuştur.
48. Mahkeme, 10/6/2008 tarihli ve K.2008/435 sayılı kararıyla dava dilekçesinin usulüne uygun olmadığı gerekçesiyle yeniden "dilekçe ret kararı" vermiş ve bildirilen yanlışlıkların tekrarlanması hâlinde davanın reddedileceğini başvurucuya bildirilmiştir.
49. Başvurucunun 14/7/2008 tarihinde dilekçesini yenilemesi üzerine Mahkeme, yargılamaya devam etmiş ve başvurucunun talebi üzerine 26/3/2009 tarihinde duruşma yapmıştır. Duruşma zaptında, davanın taraflarının hazır olduğunun ve taraflara usulüne uygun söz verilip dinlendiklerinin belirtildiği görülmüştür.
50. Mahkeme, yargılama sonucunda 6/4/2009 tarihli ve K.2009/181 sayılı kararıyla özetle başvurucunun uğradığını ileri sürdüğü zararın idari işlem ya da eylemden değil, yargılanma faaliyetinden kaynaklandığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar vermiştir.
51. Başvurucu tarafından temyiz edilen bu karar, Dairenin 26/5/2010 tarihli ve K.2010/4716 sayılı kararıyla özetle yargılama görevi kapsamında yürüttükleri hizmet nedeniyle Adalet Bakanlığının ajanı konumunda olmayan hâkim ve Cumhuriyet savcılarının verdiği kararlardan dolayı yürütme fonksiyonu içinde yer alan Adalet Bakanlığının sorumlu tutulamayacağı ancak İçişleri Bakanlığı görevlilerinin olay sırasında yürüttükleri faaliyetlerin adli kolluk görevine ilişkin eylemler olarak nitelendirilerek yargısal faaliyet kapsamında kabul edilmesinin mümkün olmadığının gözönünde bulundurulması gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur.
52. Başvurucu, 11/10/2010 tarihinde Mahkemeye, Dairenin bozma ilamına uyulması ve yargılamanın duruşmalı olarak sürdürülmesi taleplerini içeren bir dilekçe ibraz etmiştir.
53. Bozma üzerine yeniden yargılama yapan Mahkeme, 7/12/2010 tarihli ve K.2010/961 sayılı kararıyla koşulları oluşmadığı gerekçesiyle başvurucunun maddi ve manevi tazminat isteminin reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
"...
Olayda, davacının, 14/6/2005 tarihinde Nevşehir-Kayseri Devlet karayolunda meydana gelen ve oğlunun ölümüne neden olan trafik kazası sonrasında, trafik kazasının ihbar edilmesi üzerine jandarma görevlilerince kaza mahallinde tutulan 14/5/2005 tarihli kaza tespit tutanağının hatalı düzenlendiği, jandarma ve polisin gerekli araştırma ve incelemeyi yapmayarak görevlerini yerine getirmemesi nedeniyle söz konusu kazanın oluş sebebinin açıklığa kavuşturulamadığı, Ürgüp Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından eksik soruşturma yapıldığı, Aksaray Ağır Ceza Mahkemesince de yeterli araştırma yapılmaksızın karar verildiği iddialarıyla bu davayı açmış olması nedeniyle tazmin sorumluluğunun İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı açısından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir.
Tazmin sorumluluğunun Adalet Bakanlığı yönünden incelenmesinden:
Dosyada mevcut bilgi ve belgelerin tümüyle değerlendirilmesinden, meydana gelen ölümlü trafik kazasında eksik soruşturma yapılarak Ürgüp Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kamu davası açılmamasına karar verildiği ve Aksaray Ağır Ceza Mahkemesince yeterli soruşturma yapılmayarak karara uyulduğu, daha sonra ikinci kez aynı istemin söz konusu savcılık ve mahkeme tarafından reddedildiği., hukuki hata nedeniyle ilgili makamlar tarafından yasal hükümler yerine getirilmeyerek haklarının zayii olduğundan bahisle meydana gelen zararın tazmin edilmesine karar verilmesi talep edilmiş ise de; mahkememizce, idari makamlar tarafından tesis edilen idari işlem ve/veya eylemlerin hukuka uygunluk denetiminin yapıldığı, Ürgüp Cumhuriyet Başsavcılığı ve Aksaray Ağır Ceza Mahkemesince verilen kararların, mahkememizce denetimi yapılması mümkün olan idari bir karar olmayıp, yargılama görevi kapsamında verilen kararlar olduğu, yargılama görevi kapsamında yürüttükleri hizmet nedeniyle Adalet Bakanlığının ajanı konumunda olmayan hâkim ve savcıların verdiği kararlardan dolayı yürütme fonksiyonu içerisinde yer alan Adalet Bakanlığının sorumlu tutulmasına hukuki olanak bulunmadığı sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.
Tazmin sorumluluğunun İçişleri Bakanlığı bakımından değerlendirilmesinden;
Davacı tarafından, 14/6/2005 tarihinde Nevşehir-Kayseri Devlet karayolunda meydana gelen ve davacının oğlunun ölümüne neden olan trafik kazası sonrasında, trafik kazasının ihbar edilmesi üzerine jandarma görevlilerince kaza mahallinde tutulan 14/6/2005 tarihli kaza tespit tutanağının hatalı düzenlendiği, jandarma ve polisin gerekli araştırma ve incelemeyi yapmayarak görevlerini yerine getirmemesi nedeniyle söz konusu kazanın oluş sebebinin açıklığa kavuşturulamadığından bahisle uğranıldığı ileri sürülen maddi ve manevi zararın tazmin edilmesi talebinde bulunulduğu görülmüş ise de; dosyadaki mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesinden, 14/6/2005 tarihinde Nevşehir-Kayseri Devlet karayolunda meydana gelen ve oğlunun ölümüne neden olan trafik kazasısonrasında, trafik kazasının ihbar edilmesi üzerine jandarma görevlilerince kaza mahallinde düzenlenen 14/6/2005 tarihli kaza tutanağının usulüne uygun olarak düzenlendiği, jandarma ve polisin gerekli araştırma ve incelemeyi yaptığı ve yapılan inceleme ve araştırma sonucunda kazanın oluş sebebinin açıklığa kavuşturulduğu, olay kapsamında davalı idare görevlilerince yürütülen hizmetin düzenlenişinde ve işleyişinde nesnel nitelikli bir bozukluk, aksaklık veya eksiklik bulunmadığı anlaşıldığından, davalı İçişleri Bakanlığına atfı kabil herhangi bir hizmet kusurunun bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır."
54. Başvurucu 25/1/2011 tarihinde bu kararı temyiz etmiş, 3/3/2011 tarihinde isetemyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasını talebini içerir dilekçeyi temyiz incelemesi yapacak Danıştay Onuncu Dairesine gönderilmek üzere Mahkemeye sunmuştur.
55. Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Dairenin 27/6/2012 tarihli ve K.2012/3133 sayılı kararıyla onanmıştır.
56. Başvurucu ve başvurucunun diğer oğlu olan Faruk Karadavut bu karara karşı karar düzeltme talebinde bulunmuşlardır. Başvurucu, bu talebinin de duruşmalı olarak incelenmesini, Faruk Karadavut ise babası başvurucunun yanında davaya müdahale talebinde bulunarak öncelikle bu talebi, akabinde ise karar düzeltme talebi hakkında bir karar verilmesini istemiştir.
57. Başvurucunun karar düzeltme talebi ile Faruk Karadavut'un davaya müdahale talebi, aynı Daire tarafından 7/5/2013 tarihli ve K.2013/4229 sayılı kararla reddedilmiştir.
58. Nihai karar 26/8/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup başvurucu 24/9/2013 tarihinde otuz günlük yasal süresi içinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
59. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun "Kapsam ve nitelik" kenar başlıklı 2. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanır ve inceleme evrak üzerinden yapılır."
60. 2577 sayılı Kanun'un “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” kenar başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."
61. 2577saylı Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek karar" kenar başlıklı 15. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"(2) Dilekçelerin görevli mercie tevdii halinde, Danıştaya veya ilgili mahkemeye başvurma tarihi, merciine başvurma tarihi olarak kabul edilir."
62. 2577 sayılı Kanun'un 18/6/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun'un 55. maddesi ile değişiklik yapılmadan önceki"Duruşma" kenar başlıklı 17. maddesi şöyledir:
"1. Danıştay ile idare ve vergi mahkemelerinde açılan iptal ve bir milyar lirayı aşan tam yargı davaları ile tarh edilen vergi, resim ve harçlarla benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları toplamı bir milyar lirayı aşan vergi davalarında, taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılır.
2. Temyiz ve itirazlarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili bölge idare mahkemesi kararına bağlıdır.
3. Duruşma talebi, dava dilekçesi ile cevap ve savunmalarda yapılabilir.
4. 1 ve 2 nci fıkralarda yer alan kayıtlara bağlı olmaksızın Danıştay, mahkeme ve hakim kendiliğinden duruşma yapılmasına karar verebilir.
5. Duruşma davetiyeleri duruşma gününden en az otuz gün önce taraflara gönderilir."
63. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” kenar başlıklı 172. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda, itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir."
64. 5271 sayılı Kanun’un “Cumhuriyet savcısının kararına itiraz” kenar başlıklı 173. maddesinin 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un 71. maddesi ile değişiklik yapılmadan önceki ilgili kısımları şöyledir:
"(1) Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren on beş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesine itiraz edebilir.
…
(6) İtirazın reddedilmesi halinde; Cumhuriyet savcısının, yeni delil varlığı nedeniyle kamu davasını açabilmesi, önceden verilen dilekçe hakkında karar vermiş olan ağır ceza mahkemesinin bu hususta karar vermesine bağlıdır."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
65. Mahkemenin 17/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
66. Başvurucu; oğlunun trafik kazasında yaşamını yitirmesi üzerine başlatılan soruşturmada delillerin eksik toplandığını, kaza yapan aracı kullanan kişinin oğlu olmadığı iddiasının yeterince araştırılmadığını, araçtaki kişilerin hangi koltuklarda oturduklarına dair tespitin tüm ısrarlarına rağmen yapılmadığını, hasarın ve kan izlerinin otomobilin sağ tarafında bulunmasına rağmen (eğer aracı kullanan kişi oğlu ise) sol taraftaki oğlunun nasıl öldüğünün açıklanamadığını, idari yargıda açtığı tam yargı davasında ise duruşma taleplerinin reddedildiğini, talebinin kabul edildiği duruşmalarda ise dilekçesinin duruşma tutanağına geçirilmediğini, ölenin kardeşi olan diğer oğlunun davaya müdahil olma talebinin dikkate alınmayarak reddedildiğini, olay yerinde keşif yapılması gibi yollarla delillerin tespiti yoluna gidilmediğini, Derece Mahkemeleri kararlarındaki gerekçelerin kabul edilemez olduğunu ve yargılamanın makul süre sınırını aştığını belirterek Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
67. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 60).
68. Başvurucunun oğlunun ölümü ile sonuçlanan olayda yetkili mercilerin etkili soruşturma yapmadıklarına ilişkin iddiaları, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı ile ilişkili görülerek inceleme bu madde kapsamında yapılmıştır. Başvurucunun, oğlunun yaşamını yitirdiği kaza sırasında ve sonrasında İçişleri Bakanlığı ile Adalet Bakanlığının sorumluluklarını yerine getirmediklerinin tespiti ile bu nedenle uğradığı maddi ve manevi zararlarının tazmini amacıyla idari yargıda açtığı tam yargı davasında, diğer oğlunun davaya müdahale talebi de dâhil tüm taleplerinin haksız biçimde reddedildiği, delillerin kabulünde ve değerlendirilmesinde yanılgıya düşülmesi suretiyle yargılama sonucunuda verilen kararın hakkaniyete uygun olmadığı ve söz konusu davanın makul bir sürede sonuçlandırılmadığı iddiaları ise Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yaşam Hakkı Kapsamında İleri Sürülen İddialar
69. Başvurucu, oğlunun yaşamını yitirdiği olaya ilişkin ceza soruşturmasının, delillerin toplanması için makul olan tüm tedbirlerin alınmaması nedeniyle etkili yürütülmediğiniileri sürmüştür.
70. Bakanlığın bu iddiaya ilişkin görüşünde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları dayanak yapılarak doğal olmayan ölüm olayı sonucunda devlet tarafından yapılacak soruşturmanın, bağımsız organlarca yürütülerek derhâl başlatılması, delillerin toplanması bakımından etkili olması, makul sürat ve özenle yürütülmesi, kamuya açık vesonucunun caydırıcı olması gerektiği belirtilmiştir.
71. Bakanlık görüşünde bu kapsamda somut olayda yapılan işlemler sırasıyla tek tek belirtilmiş ve bağımsız yargı organları tarafından olay hakkında derhâl soruşturma başlatıldığı, soruşturmanın başvurucunun katılımına açık olarak yürütüldüğü ve kısa sürede tamamlandığı, ayrıca başvurucunun bu soruşturma sonrasında uğradığını ileri sürdüğü zararları talep etme hakkını kullandığı ve Mahkemece talepleri yerinde görülmeyerek davanın reddedildiği belirtilmiştir.
72. Başvurucu, Bakanlığın bu görüşüne karşı sunduğu cevaplarında, başvuru formunda ileri sürdüğü iddialarından farklı bir beyanda bulunmamıştır.
73. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir.
74. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 18).
75. Başvuru konusu olayda başvuruya konu nihai kararlar, Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi tarafından, Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlara itiraz edilmesi üzerine 12/7/2005 ve 31/1/2006 tarihlerinde verilmiş olup başvuru yolları aynı tarihlerde tüketilmiştir. Bu durumda başvurunun bu kısmı, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin dışında kalmaktadır.
76. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkı Kapsamında İleri Sürülen İddialar
i. Yargılamanın Sonucunun Hakkaniyete Uygun Olmadığına İlişkin İddia
77. Başvurucu, oğlunun yaşamını yitirdiği kaza sırasında ve sonrasında İçişleri Bakanlığı ile Adalet Bakanlığının sorumluluklarını yerine getirmediklerinin tespiti ile bu nedenle uğradığı maddi ve manevi zararlarının tazmini amacıyla idari yargıda açtığı tam yargı davasında Mahkemece eksik tahkikat yapıldığını, delillerin değerlendirilmesi, dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması ve hukuk kurallarının uygulanmasında yanılgıya düşülmesi suretiyle davanın reddine karar verildiğini ileri sürmüştür.
78. Bakanlığın bu iddiaya ilişkin görüşünde başvurucunun, idari yargıdaki tam yargı davasında taleplerinin dikkate alınmayarak reddedildiğine ve Mahkeme kararlarındaki gerekçelerin kabul edilemez olduğuna yönelik şikâyetlerinin “delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının uygulanması ve derece mahkemelerinin uyuşmazlığa getirdigi çözümünün adil olmaması”na iliskin olduğu belirtilerek söz konusu şikâyetlere benzer nitelikteki başka başvuruların daha önce de Bakanlığa bildirilmiş olduğunu ve bunlara ilişkin görüş sunulduğu, Anayasa Mahkemesi tarafından bu başvuruların karara bağlandığı ve bu tür şikâyetlerin incelenmesinde gözönüne alınacak kriterlerin belirlendiği, bu nedenle somut başvuru açısından da bu kriterlerden ayrılarak farklı bir neticeye ulaşmayı gerektirecek herhangi bir neden bulunmadığının değerlendirildiği, bu nedenle şikâyetlere iliskin görüş sunulmasına gerek görülmediği ifade edilmiştir.
79. Başvurucu, Bakanlığın bu görüşüne karşı sunduğu cevaplarında da başvuru formunda ileri sürdüğü iddialarından farklı bir beyanda bulunmamıştır.
80. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir.
81. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
82. Başvurucunun ileri sürdüğü iddiaların özü, Derece Mahkemelerinin, deliller ile dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanmasına ilişkin değerlendirmesinde isabetsizlik bulunduğuna ve esas itibarıyla da yargılamayla vardığı sonucun adil olmadığına ilişkindir. Başka bir ifadeyle başvurucu, Derece Mahkemelerince idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığına ilişkin yapılan değerlendirmede yanılgıya düşülmesi suretiyle adil bir sonuca ulaşılmadığını iddia etmiştir.
83. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemeleri tarafından dinlenmediğine veya gerekçelerin hangi nedenle kabul edilemez olduğuna ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Derece Mahkemelerince verilen kararlarda bariz takdir hatası veya açıkça keyfîlik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilmemiştir (bkz. § 53).
84. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen bu iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Aleni Yargılama Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
85. Başvurucu, başvuruya konu davada İlk Derece Mahkemesinde yürütülen yargılamanın bir kısmı iletemyiz incelemesinin duruşmasız olarak gerçekleştirildiğini ve İlk Derece Mahkemesince duruşmalı olarak yürütülen yargılamada, taleplerinin duruşma zaptına geçirilmediğini ileri sürmüştür.
86. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir..."
87. Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı, adli mekanizmanın işleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak ve yargılamada keyfîliği önlemektir. Bu yönüyle hukuk devletinin en önemli gerçekleştirme araçlarından birini oluşturur. Özellikle ceza davalarında yargılamanın duruşmalı ve aleni yapılması silahların eşitliği ilkesinin ve savunma haklarının güvencesini oluşturur (Nevruz Bozkurt, B. No: 2013/664, 17/9/2013, § 32).
88. Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında "aleni yargılama" hakkının tanınması, zorunlu olarak "sözlü yargılama" hakkını da içerir. Bununla birlikte Sözleşme'nin bu maddesinde yer alan söz konusu yükümlülük, mutlak değildir (Jussuia/Finlandiya [BD], B. No: 730053/01, 23/11/2006, § 41; Hakansson ve Sturesson/İsveç, B. No: 11855/85, 21/2/1990, § 66).
89. Yargılamada, tarafların şüpheye yer vermeyecek şekilde bu haklarından vazgeçmesi ve kamu yararının sözlü yargılama yapılmasını gerekli kıldığı bir durumun bulunmaması hâlinde duruşma yapılmayabilir. Vazgeçmenin, açıkça veya zımnen yapılması mümkündür. Duruşma yapılmasına ilişkin talebin sürdürülmemesi ya da hiç ileri sürülmemesi, zımnen vazgeçmeye örnek gösterilebilir. Bunun yanında dava dosyası ve tarafların yazılı görüşleri temelinde yeterince çözülemeyen hukuki ve olgusal herhangi bir sorunla karşılaşılmaması örneğinde olduğugibi yargılamanın istisnai koşulları da duruşma yapılmasını gerektirmeyebilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Eksert Turizm Taşımacılık Gıda San. ve Tic. Şti ve diğer 7 başvuru/Türkiye [k.k.], B. No: 40988/06, 2/7/2013).
90. AİHM, özellikle inandırıcılık sorunu taşımayan, karmaşık olmayan veya olaylarla ilgili hiçbir tartışmanın bulunmadığı oldukça teknik davalar ile mahkemelerin tarafların sunduğu görüşlere ve diğer belgelere dayanarak adil ve makul bir biçimde karar verebilecekleri davalar için duruşma yapılmasının gerekli olmayabileceğini belirtmiştir (Jussuia/Finlandiya, § 41).
91. Anayasa Mahkemesine göre de “duruşmalı yargılama hakkı”, her türlü yargılamanın mutlaka duruşmalı yapılması gerektiği anlamına gelmez. Adil yargılama ilkelerine uyulmak şartıyla usul ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi amaçlarla bazı yargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve duruşma yapılmaksızın karara bağlanması anayasal hakların ihlalini oluşturmaz. Özellikle ilk derece mahkemeleri önünde duruşmalı yargılama yapılıp karar verildikten sonra kanun yolu incelemesinin, tarafların iddia veya savunmaları yazılı olarak alındıktan sonra dosya üzerinden yapılması hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (Nevruz Bozkurt, § 32).
92. Ancak yargılamaya taraf olan kişilerin hakkaniyetli yargılama temelinde beyanlarını sözlü vermesinin gerektirdiği durumlarda sözlü yargılama yapılmaması, yargılamanın bir bütün olarak adil olmasını engelleyebilir (Göç/Türkiye, B. No: 36590/97, 11/7/2002, § 51). Dolayısıyla sadece dosyaya dayanılarak tatmin edici bir çözümün sağlanamayacağı olaylarda sözlü yargılamanın yapılması gerekir. Sözlü yargılamaya karar vermede davaya konu meselelerin çokluğu değil, niteliği önem kazanacaktır (Durmaz Oto. Petrol Ürünleri İnş. San. ve Tic. Ltd. (3), B. No: 2014/929, 10/6/2015,§ 26).
93. Somut olayda Dairenin bozma kararı vermesinden önceki aşamada İlk Derece Mahkemesi önünde duruşmanın yapıldığı ve iddiasının aksine bu duruşmada başvurucunun taleplerini dile getirebildiği anlaşılmıştır.
94. İlk derece Mahkemesinin, Dairenin bozma ilamından önceki dava dosyasını incelemesi aşamasında duruşma yapılması ve başvurucunun da bu duruşma sırasında taleplerini dile getirebilmiş olması, bunların yanında başvurucunun, Dairenin bozma kararından sonra İlk Derece Mahkemesinde yapılan yargılama ve sonrasında yapılan temyiz incelemesi aşamasında yeniden duruşma yapılması hâlinde daha önceki duruşmada sunduğu belge ve delillerin dışında yargılamanın sonucunu etkileyebilecek nitelikte, esasa yönelik hangi beyan ve delilleri sunacağına ilişkin açıklamada bulunmaması ve en nihayetinde bu nitelikteki beyan veya delili bozmadan sonra yapılan yargılama sonucunda verilen karar sonrasında temyiz aşamasında sunabilme fırsatına da sahip olduğu ve yargılamanın bütünügözönüne alındığında başvurucunun bu iddialarına ilişkin olarak bir ihlalin olmadığının açık olduğu sonucuna varılmıştır.
95. Açıklanan nedenlerle duruşmalı yargılama hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının "açıkça dayanaktan yoksun olması" sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Müdahale Talebinin Haksız Biçimde Reddedilmesi Suretiyle Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
96. Başvurucu, ölenin kardeşi olan diğer oğlunun davaya müdahale talebinin haksız biçimde reddedildiğini de ileri sürmüştür.
97. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
98. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
99. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.”
100. Bireysel başvurunun kabul edilebilirlik şartlarından biri de başvurucunun bireysel başvuru yapabilme ehliyetinin olmasıdır. Bireysel başvuru ehliyeti olmayanların yaptığı başvurular, Anayasa Mahkemesinin kişi yönünden yetkisizliği nedeniyle kabul edilemez bulunacaktır.
101. Somut olayda başvuruya konu davaya müdahale talebinde bulunan Faruk Karadavut tarafından başvuru yapılmaması nedeniyle başvuruda bireysel başvuru ehliyeti bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kişi yönünden yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iv. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığına İlişkin İddia
102. Başvurucunun somut başvuruya konu yargılamanın makul bir sürüde tamamlanmadığına ilişkin şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi diğer kabul edilemezlik nedenlerinden biri de bulunmadığından başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
103. Başvurucu, başvuruya konu Bakanlıklar aleyhine açtığı tazminat davasına ilişkin yargılamanın, makul sürede tamamlanmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
104. Bakanlığın görüş yazısında, Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin kararlarına atfen başvurucunun iddiası açısından farklı bir neticeye ulaşılmasını gerektirecek bir neden bulunmadığı belirtilmiştir.
105. Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle gerek Sözleşme'nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve Diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
106. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve Diğerleri, §§ 41-45).
107. Anayasa'nın 36. maddesi ve Sözleşme'nin 6. maddesi uyarınca medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuruya konu davanın, başvurucunun yakınının ölümü ile sonuçlanan olaya ilişkin idarenin hizmet kusuruna dayalı zararın tazminini konu alan bir uyuşmazlık olduğuna ve bu sorunun çözümüne yönelik 2577 sayılı Kanun'da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama faaliyeti olduğuna kuşku yoktur.
108. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olmakla beraber bazı özel durumlarda girişimin niteliği gözönünde bulundurularak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/1/2013, § 45). Somut başvuru açısından makul süre değerlendirmesinde nazara alınacak zaman diliminin başlangıç tarihi, başvurucu tarafından maddi ve manevi zararlarının karşılanması amacıyla idarelere başvurulan 8/4/2008'dir (bkz. §§ 47, 61).
109. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve Diğerleri, § 52). Somut başvuru açısından bu tarih, Danıştay Onuncu Dairesinin K.2013/4229 sayılı karar düzeltme talebinin reddine ilişkin kararının tarihi olan 7/5/2013'tür.
110. Başvuruya konu yargılama sürec