2013/7913

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

FERİDE SAĞLAM BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/7913)

 

Karar Tarihi: 23/2/2016

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör Yrd.

:

İsmail Emrah PERDECİOĞLU

Basvurucu

:

Feride SAĞLAM

Vekili

:

Av. Kamil Tekin SÜREK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; işçi statüsünde çalışılan kamu kurumunda fiilî hizmet süresi zammından yararlandırılmama ve bu konuda açılan davanın reddedilmesi nedeniyle hak arama hürriyetinin, zorla çalıştırılma yasağının, eşitlik ilkesinin, mülkiyet ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 30/10/2013 tarihinde İstanbul 22. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 6/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu 1/3/1994 tarihinden bu yana Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde radyoloji teknisyeni olarak çalışmaktadır.

6. Başvurucu, 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 1/12/2008 tarihinde yürürlüğe girmesinin ardından anılan Kanun’un 40. maddesi uyarınca yaptığı işin niteliği ve iştigal ettiği iş kolu itibarıyla fiilî hizmet süresi zammından yararlanmaya başlamıştır.

7. Bununla birlikte başvurucu 10/2/2011 tarihinde İstanbul 6. İş Mahkemesinde tespit davası açmış, işe başladığı tarih olan 1/3/1994 ile fiilî hizmet süresi zammından yararlanmaya başladığı Kasım 2008 arası dönemde de yaptığı iş gereği radyasyona maruz kaldığını belirtmiş, söz konusu dönem için fiilî hizmet süresi zammını hak ettiğinin tespitine hükmedilmesini ve bu döneme ilişkin fiilî hizmet zammı süresi primlerinin davalı Sağlık Bakanlığı tarafından Sosyal Güvenlik Kurumuna yatırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

8. İstanbul 6. İş Mahkemesi, 13/2/2013 tarihli ve E.2011/166, K.2013/121 sayılı kararı ile “… Tüm deliller ve dosya kapsamı bu şekilde değerlendirilerek;davacının davalı işyerinde başlangıçtan beri yaptığı işin aynı iş olduğu ve olumsuz koşullardan aynı şekilde etkilendiği anlaşılmakta ise de; 5510 sayılı Yasa’nın 01/12/2008 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra 2008 Kasım ayından itibaren itibari hizmetten yararlandığı, ancak bu tarihten önceki çalışma döneminde çalıştığı işyerinin 506 sayılı Yasa’da belirtilen işyerlerinden olmadığı…” gerekçesine dayanarak davanın reddine hükmetmiştir.

9. İlk Derece Mahkemesi kararının temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 17/6/2013 tarihli ve E.2013/7952, K.2013/13687 sayılı ilamı ile kararı onamıştır.

10. Onama ilamı başvurucuya 1/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

11. Başvurucu 30/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

12. 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ’nun “Fiili hizmet süresi zammı” kenar başlıklı 40. maddesi şöyledir:

 “Aşağıda belirtilen işyerlerinde ve işlerde 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri kapsamında çalışan sigortalıların prim ödeme gün sayılarına, bu işyerlerinde ve işlerde geçen çalışma sürelerinin her 360 günü için karşılarında gösterilen gün sayıları, fiilî hizmet süresi zammı olarak eklenir. 360 günden eksik sürelere ait fiilî hizmet süresi zammı, 360 gün için eklenen fiilî hizmet süresi ile orantılı olarak belirlenir. Çalışmanın fiili hizmet süresi zammı kapsamında değerlendirilebilmesi için, tablonun (13) ve (14) numaralı sıralarında belirtilen sigortalılar hariç sigortalının kapsamdaki işyerleri ile birlikte belirtilen işlerde fiilen çalışması ve söz konusu işlerin risklerine maruz kalması şarttır.

 ...

 Aşağıdaki bentlerden birden fazlasına dahil olanlar için, en yüksek olan bentten fiilî hizmet süresi zammı uygulanır.

 

Kapsamdaki İşler/İşyerleri

Kapsamdaki Sigortalılar

Eklenecek Gün Sayısı

...11) Radyoaktif ve radyoiyanizan maddelerle yapılan işler

Doğal ve yapay radyoaktif, radyoiyonizan maddeler veya bütün diğer korpüsküler emanasyon kaynakları ile yapılan işlerde çalışanlar.

90 gün

..."

13. Adana 1. İş Mahkemesinin Anayasa'ya aykırı olduğu gerekçesiyle iptali için Anayasa Mahkemesine başvurduğu 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu mülga ek 5. maddesi hükmünün Anayasa Mahkemesinin 4/10/2006 tarihli iptal kararından önceki hâli şöyledir:

 “506 sayılı Kanuna göre sigortalı sayılanların, aşağıda sayılan görevlerde geçen sigortalılık sürelerine, bu sürelerin her tam yılı için, hizalarında gösterilen süreler, sigortalılık süresi olarak eklenir.

 

Sigortalılar

Hizmetin Geçtiği Yer

Eklenecek Süre

I— a) 212 sayılı Kanunla değiştirilen 5953 sayılı basın mesleğinde çalışanlarla çalıştıranlar arasındaki münasebetleri düzenliyen kanun kapsamına tabi olarak çalışan sigortalılar

b) Basın kartı yönetmeliğine göre basın kartına sahip olmak suretiyle gazetecilik yaparken, kamu kurumlarına giren ve bu kurumlarda meslekleriyle ilgili görevlerde istihdam edilen sigortalılar

 

5953 sayılı Kanunu Değiştiren 212 sayılı Kanunun birinci maddesi kapsamına giren işyerleri

Basın müşavirlikleri

 

90 gün

90 gün

II— (Değişik bent: 20/06/1987 - 3395/13 md.) Basım ve gazetecilik iş yerlerinden 1475 sayılı Kanun ve değişikliklerine göre çalışan sigortalılar

a) Solunum ve cilt yoluyla vücuda geçen gaz veya diğer zehirleyici maddelerle çalışılan iş yerleri,

b) Fazla gürültü ve ihtizaz yapıcı makine ve aletlerle çalışarak iş yapılan işyerleri,

c) Doğrudan doğruya yüksek hararete maruz bulunarak çalışılan işyerleri,

d) Fazla ve devamlı adali gayret sarf edilerek iş yapılan işyerleri,

e) Tabii ışığın hiç olmadığı ve münhasıran suni ışık altında çalı şılan işyerleri,

f) Günlük mesainin yarıdan fazlası saat 20.00’den sonra çalışılarak yapılan işyerleri,

90 gün

III— (Ek bent: 20/06/1987 – 3395/13 md.) Denizde Gemi adamları, gemi ateşçileri, kömürcüler, dalgıçlar.

 

90 gün

IV- (Ek bent: 20/6/1987 - 3395/13 md.) Azotlu gübre ve şeker sanayiinde, fabrika, atölye, havuz ve depolarda, trafo binalarında çalışanlar.

1. Çelik, demir ve tunç döküm,

2. Zehirli, boğucu, yakıcı, öldürücü ve patlayıcı gaz, asit, boya işleriyle gaz maskesi ile çalışmayı gerektiren işlerde,

3. Patlayıcı maddeler yapılmasında,

4. Kaynak işlerinde çalışanlarda.

90 gün

14. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun 4/10/2006 tarihli ve E.2002/157, K.2006/97 sayılı (27/3/2007 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan) kararının ilgili kısmı şöyledir:

 “…İtibari hizmet süresinden yararlanmayı gerektiren olgu sanayi kolları farklı da olsa belli ağır, riskli ve sağlığa zararlı işlerin yapılmasıdır. Bu nitelikteki işleri yapan kişilerin aynı durumda olmadıkları ileri sürülemez. Aynı hukuksal durumda bulunanların farklı kurallara tabi tutulması eşitlik ilkesine aykırılık oluşturacağından itiraz konusu Yasa kuralı Anayasa'nın eşitlik ilkesine yer veren 10. maddesine aykırıdır. İptali gerekir.

 

 17.7.1964 günlü, 506 sayılı “Sosyal Sigortalar Kanunu”nun Ek 5. maddesinin birinci fıkrasının 20.6.1987 günlü, 3395 sayılı Yasa ile eklenen IV numaralı bendinde yer alan “Azotlu gübre ve şeker sanayiinde, ...” ibaresinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE,

 

 OYÇOKLUĞUYLA, 4.10.2006 gününde karar verildi.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

15. Mahkemenin 23/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

16. Başvurucu; 1/3/1994 tarihinden beri radyoloji teknisyeni olarak Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde işçi statüsünde çalışmakta olduğunu, 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden itibaren 2008 yılı Kasım ayından bu yana fiilî hizmet süresi zammından yararlandığını ancak işe girdiği tarih ile zamdan yararlanmaya başladığı tarih arasında geçen dönemde fiilî hizmet süresi zammından yararlanamadığını oysa aynı iş yerinde aynı işi yaptığı memur statüsündeki kişiler ile toplu iş sözleşmesinde bu duruma ilişkin hüküm bulunan işçilerin söz konusu zamdan yararlanabildiklerini, benzer konuda Anayasa Mahkemesi kararı bulunmasına rağmen açtığı davada sonuç elde edemediğini, ilgili dönemde fiilî hizmet zammından yararlanamamasından dolayı emekli olabilmek için daha fazla çalışmak zorunda kalacağını belirterek hak arama hürriyetinin, zorla çalıştırılma yasağının, eşitlik ilkesinin, mülkiyet ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini veya tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

B. Değerlendirme

17. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

18. Başvurucunun hak arama hürriyetinin, etkili başvuru hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerinin özünün, belirli bir dönemde fiilî hizmet süresi zammından yararlandırılmamasından kaynaklandığı anlaşıldığından anılan şikâyetler mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir. Bununla birlikte başvurucunun fiilî hizmet süresi zammından yararlanamadığı dönem nedeniyle emekli olabilmek için daha fazla çalışmak zorunda kalmasından dolayı zorla çalıştırma yasağının ihlal edildiği iddiası ayrıca incelenmiştir.

1. Zorla Çalıştırma Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

19. Başvurucu, fiilî hizmet süresi zammından yararlanamadığı dönem nedeniyle emekli olabilmek için daha fazla çalışmak zorunda kalacağını belirterek zorla çalıştırma yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

20. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre Mahkemece, açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Münis Düşenkalkar, B. No: 2013/1244, 17/7/2014, § 28).

21. Anayasa'nın "Zorla çalıştırma yasağı" başlıklı 18. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 "Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır."

22. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme/AİHS) "Kölelik ve zorla çalıştırma yasağı" başlıklı 4. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"1. Hiç kimse köle ya da kul durumunda tutulamaz.

2. Hiç kimse zorla çalıştırılamaz ve zorunlu çalışmaya tabi tutulamaz."

23. Anayasa'nın 18. maddesinin gerekçesinde angarya, kişinin emeğinin karşılığını almadan zorla çalıştırılması olarak tanımlanmıştır. Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da angarya, bir maldan ya da bir kişinin çalışmasından karşılıksız yararlanma biçiminde tanımlanmıştır. Hizmetlerin karşılığında kendilerine ücret ödenen kişilerin bu yükümlülük kapsamındaki çalışmalarının angarya olarak nitelendirilmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir (AYM, E.2011/150, K.2013/30, 14/2/2013).

24. Anayasa'da "zorla çalıştırma" yasaklanmakla birlikte bu kavramın tanımı yapılmamıştır. Bu kavramın tanımı ve içeriği belirlenirken temel insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelerden ve ilgili uluslararası otoritelerin yorum ve uygulamalarından yararlanılabilir. Zorla çalıştırma yasağına ilişkin uluslararası kurallar, 29 No.lu Cebri ve Mecburi Çalıştırmaya İlişkin ILO Sözleşmesi'nde düzenlenmiştir. Anılan Sözleşme'nin 2. maddesinde yapılan ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince (AİHM) de Sözleşme'nin4. maddesinde yer alan zorla çalıştırma yasağının kapsamının belirlenmesinde esas alınan tanıma göre zorla çalıştırma, "herhangi bir kişinin ceza tehdidi altında ve bu kişinin tam isteği olmadan mecbur edildiği tüm iş veya hizmetleri" ifade etmektedir. Buna göre zorla çalıştırmadan söz edilebilmesi için kişinin ceza tehdidi altında ve rızası bulunmaksızın çalıştırılması gerekmektedir (AYM, E.2011/150, K.2013/30, 14/2/2013).

25. AİHM tarafından da AİHS'in 4. maddesinin yorumlanmasında ILO Sözleşmesi'nde yer alan tanıma başvurulmaktadır (Sliadin/Fransa, B. No: 73316/01, 26/10/2005, §§ 115, 116). AİHM içtihatlarında "zorla veya zorunlu" bir çalışmanın tespitinde iki ayrı durumun varlığı aranmaktadır. Bunlardan ilki, kişinin yaptığı çalışmanın yasal zorunluluk veya yükümlülük gereği olması ya da kendi iradesi dışında çalışmaya zorlanması; ikincisi ise bu çalışmanın kişiye sıkıntı verici, kişiyi usandırıcı ya da bunaltıcı veya meşakkatli olmasıdır. AİHM, serbestçe yapılmış bir sözleşme gereğince yapılması gereken işin, taraflardan biri taahhüdünü yerine getirmediğinde yaptırımla karşılaşması nedeniyle zorla çalıştırma sayılamayacağını belirtmektedir (Münis Düşenkalkar, § 33).

26. Başvuru konusu olayda bir kamu idaresiyle yaptığı sözleşmeye istinaden ve ücreti mukabili radyoloji teknisyeni olarak çalışmakta olan başvurucu, işe başladığı tarih olan 1/3/1994’ten itibaren fiilî hizmet zammından yararlandırılması gerektiğini, aksi takdirde emekli olabilmek için daha fazla çalışmak zorunda kalacağını ifade etmekle birlikte yaptığı işin karşılığı olarak kendisine ücret ödenmediğinden veya istemediği bir işin kendisine zorla yaptırıldığından şikâyet etmemektedir.

27. Bu durumda başvurucu radyoloji teknisyeni olarak bir kamu kurumunda yaptığı çalışmayı kamu idaresiyle yaptığı sözleşmeye istinaden ve ücreti mukabili gerçekleştirmektedir. Başvurucunun bu işte zorla çalıştırıldığına dair bir emare de ortaya konulmamıştır. Dolayısıyla zorla çalıştırma yasağı yönünden başvurucuya bir müdahalenin bulunmadığı açıktır.

28. Açıklanan nedenlerle zorla çalıştırma yasağı hususunda bir müdahalenin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

29. Başvurucu, işe başladığı 1/3/1994 tarihinden 2008 yılı Kasım ayına kadar geçen sürede fiilî hizmet süresi zammından yararlandırılmaması nedeniyle maddi kaybının olduğunu ve Anayasa Mahkemesinin iptal hükmüne rağmen açtığı davada sonuç alamadığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

30. Bu durumda öncelikle başvurucunun başvuruya konu olayda Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı kapsamında korunmaya değer bir menfaatinin bulunup bulunmadığının tartışılması gerekmektedir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 25; Muzaffer Gölen, B. No: 2013/3430, 10/6/2015, § 32).

31. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

32. Sözleşme'ye Ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

33. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın, Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerin kapsamına da girmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

34. Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı; mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun Anayasa ve Sözleşme'yle korunan mülkiyet kavramı içerisinde değildir. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda, bir "ekonomik değer" veya icrası mümkün bir "alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir beklenti", Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı güvencesi kapsamında değerlendirilebilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37).

35. Meşru beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir iddianın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren yerleşik ve istikrarlı bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Ayrıca AİHM, özünde “varlık” olarak kabul görebilecek bir şahsi menfaatin, ulusal mahkemelerin yerleşmiş içtihadı gibi yalnızca ulusal hukukta yeterli bir temeli olması hâlinde mümkün olabileceği görüşündedir (Arzu Batmaz, B. No: 2013/7915, 16/9/2015, § 34).

36. Dolayısıyla Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti, mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tanıma ise mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılabilecektir (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37).

37. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, §§ 36, 37).

38. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma kapsamında yer alan mülkiyet hakkı bireylere bir tür sosyal güvenlik ödemesi alma hakkı içermemekle beraber yürürlükteki mevzuatta -önceden prim ödeme şartıyla veya şartsız olarak- sosyal yardım alma hakkı şeklinde bir ödeme yapılması öngörülmüş ise yargısal içtihatlara paralel olarak ilgili mevzuatın aradığı şartları yerine getiren bireyin mülkiyet hakkı kapsamına giren bir menfaatinin doğduğu kabul edilmelidir (Hüseyin Remzi Polge, B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 36; İbrahim Mete, B. No: 2013/2495, 8/9/2015, § 34).

39. Ancak somut olayda başvurucunun hâlihazırda fiilî hizmet süresi zammından yararlanıp yararlanmadığı hususu ihtilaf konusu değildir. İhtilaf konusu, başvurucunun işe başladığı 1/3/1994 tarihi ile 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesiyle birlikte fiilî hizmet süresi zammından yararlanmaya başladığı 2008 yılı Kasım ayı arasında kalan dönemde fiilî hizmet süresi zammından yararlandırılmaması ve ilgili dönem için fiilî hizmet süresi zammı primlerinin ödenmemesi nedeniyle erken emekli olamamasından kaynaklanan zararın tazmini talebidir.

40. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkının fiilî hizmet süresi zammına ilişkin olarak bireylere bir güvence sağlamadığı açıktır. Bununla birlikte bireyler, ancak zamdan yararlanılması konusunda kanuni düzenleme veya içtihatlarda yeterli dayanağın olması hâlinde bu yöndeki bir talepleri mülkiyet hakkı kapsamında kabul edilerek güvencelerden yararlandırılabilir. Bu aşamada değerlendirilmesi gereken husus, başvurucunun talep ettiği dönemde fiilî hizmet süresi zammından yararlandırılması gerektiği iddiasının kanuni düzenlemeler veya yargısal içtihatlar ile desteklenip desteklenmediği, böylece başvurucunun iddiasının Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki güvence hükmüne uygulama alanı sağlayacak yeterlilikte meşru beklenti oluşturup oluşturmadığıdır.

41. Fiilî hizmet süresi zammına ilişkin düzenlemeler 5510 sayılı Kanun yürürlüğe girmeden önce başvurucunun da tabi olduğu 506 sayılı Kanun’un ek 5. maddesi ile ortaya konulmuştur (bkz. § 13). Söz konusu madde ile 506 sayılı Kanun’a göre sigortalı sayılanlardan, maddede belirtilen hizmetleri ifa etmekte olanların sigortalılık sürelerine, bu sürelerin her tam yılı için hizmetlerinin türüne göre sigortalılık süresi eklenmesi öngörülmüştür.

42. Ancak radyoloji teknisyeni olan başvurucunun iştigal etmekte olduğu hizmet kolu, anılan Kanun hükmünde fiilî hizmet süresi zammından yararlandırılacak kapsamdaki sigortalılar arasında yer almamaktadır. Bu durumda başvurucu, fiilî hizmet süresi zammından yararlanacak hizmet kollarını düzenleyen 506 sayılı Kanun’un mülga ek 5. maddesi hükmü kapsamı dışında kalmaktadır.

43. Yargıtayın bu konuya ilişkin bir Hukuk Genel Kurulu kararında da 506 sayılı Kanun’un ek 5. maddesi ile getirilen düzenleme ile tanınan fiilî hizmet süresi olanağından yararlanmak için maddede yazılı fiziksel koşulların gerçekleşmesinin tek başına yeterli olmadığı, Kanun’un öngördüğü biçimde iş kolu ve iş yeri koşullarının birlikte gerçekleşme zorunluluğu bulunduğu ifade edilmiştir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21/3/2012 tarihli ve E.2012/21-6, K.2012/222 sayılı kararı).

44. Başvurucu ayrıca 506 sayılı Kanun’un ek 5. maddesi hükmünün itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesine taşındığını, Anayasa Mahkemesinin verdiği 4/10/2006 tarihli iptal kararı sonucu fiilî hizmet zammından yararlandırılması gerektiğini ileri sürmüştür.

45. Başvurucunun bu iddiasının incelenmesi neticesinde ise söz konusu Kanun hükmünde yer alan “Azotlu gübre ve şeker sanayiinde” ibaresinin, Anayasanın 10. maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle ve iptal edilmesi istemiyle Anayasa Mahkemesi önüne taşındığı, yapılan inceleme sonucu 4/10/2006 tarihli ve E.2002/157, K.2006/97 sayılı karar ile “…İtibari hizmet süresinden yararlanmayı gerektiren olgu sanayi kolları farklı da olsa belli ağır, riskli ve sağlığa zararlı işlerin yapılmasıdır. Bu nitelikteki işleri yapan kişilerin aynı durumda olmadıkları ileri sürülemez. Aynı hukuksal durumda bulunanların farklı kurallara tabi tutulması eşitlik ilkesine aykırılık oluşturacağından itiraz konusu Yasa kuralı Anayasa'nın eşitlik ilkesine yer veren 10. maddesine aykırıdır.” gerekçesine dayanılarak söz konusu ibarenin iptaline hükmedildiği anlaşılmıştır. Bu durumda iptal kararından sonra fabrika, atölye, trafo binaları, havuz ve depolarda çalışanların maddede sayılan dört tip işin yapılmasında 90 gün fiilî hizmet süresi zammından yararlanması mümkün hâle gelmiş ancak söz konusu kararın başvurucunun iştigal ettiği hizmet kolunu kapsayan bir etkisi olmamıştır.

46. Dolayısıyla 5510 sayılı Kanun yürürlüğe girene kadar uygulanmaya devam olunan 506 sayılı Kanun’un ek 5. maddesi hükmü, gerek ilk düzenlenen hâliyle gerekse Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra aldığı son hâliyle başvurucunun talep ettiği dönem için başvurucunun işi ve çalışma yeri dikkate alındığında kendisinin fiilî hizmet zammından yararlanmasını ifade eden bir kural niteliğinde değildir. Başvurucu, talep ettiği dönem için fiilî hizmet süresi zammından yararlanabileceği yönünde yerleşik bir yargı içtihadı da ortaya koymamıştır.

47. Ayrıca sonradan yürürlüğe girmiş yasalar yürürlük tarihleri itibarıyla hüküm ifade ettiklerinden -yasa koyucu aksine bir düzenleme getirmedikçe- geçmişte meydana gelmiş olaylara uygulanamazlar. Bu bağlamda 2008 yılı Kasım ayından itibaren başvurucunun fiilî hizmet süresi zammından yararlanmasını sağlayan 5510 sayılı Kanun da aksine bir hüküm içermediğinden Kanun’un kendinden önceki döneme uygulanması mümkün olmamaktadır.

48. Bu durumda somut başvuru konusu olayda başvurucunun, 5510 sayılı Kanun yürürlüğe girmeden önceki çalışma döneminde fiilî hizmet süresi zammından yararlanması talebinin, yürürlükteki kanun hükümleri veya konuyla ilgili yargı içtihatları tarafından desteklenmediği ve mülkiyet hakkı kapsamında meşru beklenti olarak nitelendirmeye yetecek somutlukta olmadığı anlaşılmış dolayısıyla başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına ilişkin korumadan yararlandırılmasının mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

49. Öte yandan başvurucunun, aynı iş yerinde aynı işi yaptığı memur statüsündeki kişiler ile toplu iş sözleşmesinde bu duruma ilişkin hüküm bulunan işçilerin geçmişten beri fiilî hizmet süresi zammından yararlandıkları için Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine yönelik iddiasının, anılan Anayasa maddesindeki ifadeler dikkate alındığında soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurhan Solmaz, § 33). Bu çerçevede başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik bir müdahalenin bulunmadığının anlaşılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine yönelik şikâyetinin incelemesinde ayrıca eşitlik ilkesi yönünden değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.

50. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesi kapsamına giren korunmaya değer bir menfaatinin bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Zorla çalıştırma yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA

23/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.