2013/8332

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

CÜNEYT ALİ TURGUT BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/8332)

 

Karar Tarihi: 10/3/2016

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Fatma KARAMAN ODABAŞI

Basvurucu

:

Cüneyt Ali TURGUT

Vekili

:

Av. Ali Selman ER

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun ek 4. maddesi kapsamında yapılan kadastro çalışmaları sırasında 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2. maddesinin (B) bendi uyarınca Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazın kadastro tutanağının beyanlar hanesinde kullanıcı tespitine ilişkin kaydın düzeltilmesi istemiyle açılan kadastro tespitine itiraz davasında usulsüz tebligat sebebiyle taraf teşkili sağlanmadan eksik ve yetersizinceleme ile karar verilmesi, verilen kararın hukuka aykırı olması, iddia ve deliller değerlendirilmeden temyiz isteminin gerekçesiz olarak reddedilmesi nedenleriyle mülkiyet, etkili başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 8/11/2013 tarihinde İstanbul Anadolu 6. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 12/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 14/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 26/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 8/9/2015 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (B) bendi uyarınca Hazine adına orman sınırı dışına çıkarılan İstanbul ili Sultanbeyli ilçesi Orhangazi Mahallesi 102 ada 20 parsel sayılı taşınmazın beyanlar hanesinde bulunan, taşınmazın yirmi yıldan beri başvurucunun fiilî kullanımında olduğuna ilişkin kaydın düzeltilmesi ile on beş yıldır davacı A.D.ninkullanımında olduğunun yazılması istemiyle başvurucu aleyhine 16/7/2010 tarihinde Sultanbeyli Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır.

9. Mahkemece, 1/8/2012 tarihli ve E.2010/85, K.2012/723 sayılı karar ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

"Davalı C.A.T. ye usulüne uygun tebligat yapılmış, ancak davalı duruşmalara katılmamış ve herhangi bir cevap vermemiştir.

...

Davayla ilgili olarak belediye emlak kayıtları ile orman idaresinden 2/B kayıtları celp edilmiş, dava konusu taşınmaz başında harita mühendisi aracılığı ile keşif yapılmış,ayrıca keşifte, kadastro çalışmaları sırasındahazır bulunan muhtar, mahalli bilirkişi ile tanık dinlenmiştir.

Belediye emlak kayıtlarının incelenmesinden, davacının kullanımında olan taşınmazın Orhangazi mahallesi 102 ada 10 ve 20 nolu parseller olduğu,davalı C.A.T.nin kullanımında olan yerin ise Akşemsettin Mahallesi 130 ada 10 nolu parsel olduğu görülmüştür.

...her ne kadar dava konusu Orhangazi mahallesi 102 ada 20 nolu parsel davalı C.A.T. adına tespit edilmiş ise de,dava konusu 20 nolu parseli davacının 102 ada 10 nolu parsel ile kullandığı, her iki parsele de davacı tarafından zilyet edildiği, davalı C.A.T.ye ait olan yerin Akşemsettin mahallesi130 ada10 nolu parsel oduğu, Orhangazi mahallesi 102 ada 20 nolu parselin sehven davalı adına tespit edildiği, her ne kadar bilirkişiler tarafından keşif sırasında yerin davalının kullanımında olduğu belirtilmiş ise de tespit tutanakları topluca düzenlendiğinden ve davalı adına Akşemsettin mahallesi 130 ada 10 nolu parsel tespit edildiğinden bilirkişilerin beyanlarına itibar edilmeyerek dava konusu 102 ada 20 nolu parselin davacının kullanımında olduğu sonucuna varıl(mıştır)."

10. Karar, Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 18/3/2013 tarihli ve E.2013/2023, K.2013/1951 sayılı ilamı ile dosya içeriğine, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre temyiz itirazlarının yerinde olmadığı belirtilmek suretiyle onanmıştır.

11. Karar düzeltme istemi ise aynı Dairenin 26/9/2013 tarihli ve E.2013/8320, K.2013/9029 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.

12. Karar başvurucuya 9/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

13. Başvurucu8/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

14. 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:

"Orman sayılan yerlerden:

...

B) 31/12/1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş yerlerden; tarla, bağ, bahçe, meyvelik, zeytinlik, fındıklık, fıstıklık (antep fıstığı, çam fıstığı) gibi çeşitli tarım alanları veya otlak, kışlak, yaylak gibi hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler ile şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerleşim alanları,

Orman sınırları dışına çıkartılır.

Orman sınırları dışına çıkartılan bu yerler Devlete ait ise Hazine adına, hükmi şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ise bu müesseseler adına, hususi orman ise sahipleri adına orman sınırları dışına çıkartılır. Uygulama kesinleştikten sonra tapuda kesin tashih ve tescil işlemi yapılır."

15. 6831 sayılı Kanun'un 26/2/2014 tarihli ve 6527 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'la yapılan değişiklikten önceki 11. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:

"Orman kadastro komisyonlarınca düzenlenen tutanakların askı suretiyle ilânı, ilgililere şahsen yapılan tebliğ hükmündedir. Tutanak, harita ve kararlara karşı askı tarihinden itibaren bir ay içinde kadastro mahkemelerine, kadastro mahkemesi olmayan yerlerde kadastro davalarına bakmakla görevli mahkemeye müracaatla sınırlamaya ve 2 nci maddeye göre orman sınırları dışına çıkarma işlemlerine Çevre ve Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü ve hak sahibi gerçek ve tüzel kişiler itiraz edebilir. Bu müddet içinde itiraz olmaz ise komisyon kararları kesinleşir. Bu süre hak düşürücü süredir. Ancak, tapulu gayrimenkullerde tapu sahiplerinin, on yıllık süre içerisinde dava açma hakları mahfuzdur.

...

Kadastrosu yapılıp kesinleşen Devlete ait ormanlar, tapu sicil müdürlüklerince hiçbir harç, vergi ve resim alınmaksızın orman vasfı ile, 2 nci maddeye göre orman sınırları dışına çıkarılan yerler halihazır vasfı ile kaydında belirtme yapılarak Hazine adına tapuya tescil olunur."

16. 3402 sayılı Kanun'un ek 4. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:

 “6831 sayılı Orman Kanununun 20/6/1973 tarihli ve 1744 sayılı Kanunla değişik 2 nci maddesi ile 23/9/1983 tarihli ve 2896 sayılı, 5/6/1986 tarihli ve 3302 sayılı kanunlarla değişik 2 nci maddesinin (B) bendine göre orman kadastro komisyonlarınca Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerler, fiili kullanım durumları dikkate alınmak ve varsa üzerindeki muhdesatın kime veya kimlere ait olduğu ve kim veya kimler tarafından ne zamandan beri kullanıldığı kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmek suretiyle, bu Kanunun 11 inci maddesinde belirtilen askı ilanı hariç diğer ilanlar yapılmaksızın öncelikle kadastrosu yapılarak Hazine adına tescil edilir.

Bu maddeye göre yapılacak kadastro çalışmaları ikinci kadastro sayılmaz.

Bu maddeye göre yapılacak kadastro sırasında orman ve Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin sınır nokta ve hatları; orman kadastro tutanakları esas alınmak suretiyle orman işletme müdürlüğünce görevlendirilecek en az bir orman yüksek mühendisi ya da orman mühendisinin iştirak ettirildiği kadastro ekibince zemine aplike edilir. Bu çalışmalar sırasında kadastro veya orman haritalarında düzeltmeyi gerektiren tutanak, pafta ve zemin uyumsuzluğunun tespiti halinde, yukarıda oluşturulan kadastro ekibince teknik mevzuata uygun hale getirilir. Bu çalışmalara kadastro kontrol mühendisi de iştirak ettirilir. Çalışma sonucunda bir zabıt düzenlenir ve bu zabıt ekip görevlileri ile kontrol mühendisi tarafından birlikte imzalanır. Düzeltme işlemleri, orman mevzuatı ile tapu ve kadastro mevzuatına göre yapılmış ve bu Kanuna göre yapılacak askı ilanı ile de ilan ve tebliğ edilmiş sayılır.

Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerler, daha öncesi tescil edilmiş olduğuna bakılmaksızın Maliye Bakanlığının talebi üzerine, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce fiili kullanım durumları dikkate alınmak suretiyle ifraz ve/veya tevhit de yapılabilir. Bu işlemler sırasında, orman ve kadastro haritalarında tespit edilen fenni hatalar, yukarıdaki üçüncü fıkrada belirtilen usul ve esaslara göre düzeltilir."

17. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1012. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:

"...

Taşınmaz mülkiyetine ilişkin kamu hukuku kısıtlamalarının beyanlar sütununa yazılması ve bu sütuna yazılabilecek diğer hususlar tüzükle belirlenir.

Özel kanun hükümleri saklıdır."

18. Dava ve karar tarihinde yürürlükte bulunan Tapu Sicil Tüzüğü'nün 60. maddesi şöyledir:

"Kütüğün beyanlar sütununa, mevzuatın yazılmasını öngördüğü hususlar tarih ve yevmiye numarası belirtilerek yazılır."

19. 19/4/2012 tarihli ve 6292 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun'un 6. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:

"(1) 2/B alanlarında bulunan taşınmazlar hakkında bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce düzenlenen güncelleme listelerine veya kadastro tutanaklarına ya da kesinleşmiş mahkeme kararlarına göre oluşturulan tapu kütüklerinin beyanlar hanesine göre; bu taşınmazların 31/12/2011 tarihinden önce kullanıcısı ve/veya üzerindeki muhdesatın sahibi olarak gösterilen kişilerden bu taşınmazları satın almak için süresi içerisinde idareye başvuran ve idarece tespit edilen satış bedelini itiraz ve dava konusu etmeksizin kabul edenler bu Kanuna göre hak sahibi sayılır.

(2) 2/B alanlarında bulunan taşınmazlar hakkında bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra düzenlenecek güncelleme listelerine veya kadastro tutanaklarına ya da kesinleşmiş mahkeme kararlarına göre oluşturulacak tapu kütüklerinin beyanlar hanesine göre; bu taşınmazların 31/12/2011 tarihinden önce kullanıcısı ve/veya üzerindeki muhdesatın sahibi olarak gösterilecek kişilerden bu taşınmazları satın almak için süresi içerisinde idareye başvuran ve idarece tespit edilen satış bedelini itiraz ve dava konusu etmeksizin kabul edenler de hak sahibi sayılır.

(3) Hak sahiplerinden birinci fıkra kapsamında olanlar bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde, ikinci fıkra kapsamında olanlar ise, güncelleme listelerinin tescil edildiği veya kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren sekiz ay içinde idareye başvurarak, bu taşınmazların bedeli karşılığında kendilerine doğrudan satılmasını isteyebilirler.

(4) Hak sahiplerine doğrudan satılacak olan taşınmazların satış bedeli, rayiç bedelin yüzde yetmişidir.

(5) Başvuru sahiplerinden satış bedellerine mahsup edilmek üzere; belediye ve mücavir alan sınırları içinde olan yerler için iki bin Türk Lirası, dışında olan yerler için bin Türk Lirası başvuru bedeli alınarak ilgilileri adına emanet hesabına kaydedilir.

(6) Hak sahiplerine satış işlemleri idarece, başvuru süresinin bittiği tarihten itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılır.

(7) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce düzenlenen güncelleme listeleri veya kadastro tutanakları kapsamında kalan taşınmazların satış işlemleri, 1/5/2010 tarihinden itibaren tespit edilen rayiç bedeller üzerinden yapılır.

(8) Satış bedeli peşin veya taksitle ödenebilir. Satış bedelinin tamamının peşin ödenmesi hâlinde yüzde yirmi, en az yarısının ödenmesi hâlinde yüzde on oranında indirim uygulanır ve bu bedeller idarece yapılan yazılı tebligat tarihinden itibaren en geç üç ay içinde ödenir. Tebliğ edilen satış bedeline itiraz edilemez ve dava açılamaz. Peşinat alınmadan yapılan taksitle satışlarda ise satış bedelinin yüzde onu, yapılan yazılı tebligat tarihinden itibaren en geç üç ay içinde, kalanı ise belediye ve mücavir alan sınırları içinde en fazla üç yılda altı eşit taksitte, belediye ve mücavir alan sınırları dışında ise en fazla dört yılda sekiz eşit taksitte faizsiz olarak ödenir. Taksitli satışlarda kalan miktarı karşılayacak tutarda kesin ve taksitlendirmeye uygun süreli banka teminat mektubu verilmesi veya satışı yapılan taşınmazın üzerinde 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu hükümleri uyarınca Hazine lehine kanuni ipotek tesis edilmesi hâlinde; taşınmaz, tapuda hak sahibi adına devredilir. İdare tarafından yapılan taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan taşınmaz satış sözleşmeleri ile kanuni ipotek sözleşmelerinde resmî şekil şartı aranmaz. Hak sahipliği belgesi; hak sahibinin Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, imzası, fotoğrafı ve nüfus bilgilerini içerecek şekilde idarece düzenlenir. Düzenlenen hak sahipliği belgelerinin idarece yazılı olarak tapu idaresine bildirilmesi üzerine, devir ve kanuni ipotek tapu siciline resen tescil edilir. İpotek tesis edilerek devredilen taşınmazların üçüncü kişilere satılması hâlinde borcun kalan tutarından alıcılar sorumludur. Bu hususta tapu kütüğünde gerekli belirtme yapılır. Hak sahibi adına mülkiyet devredilmeden yapılan taksitli satışlarda, hak sahibi tarafından yükümlülüklerin yerine getirilmemesi durumunda, tahsil edilen tutar hak sahibine aynen ve faizsiz olarak iade edilir.

(9) Peşin satışlarda satış bedelinin tamamını, taksitli satışlarda ise peşinatı veya taksitleri vadesinde ödememek suretiyle yükümlülüklerini yerine getirmeyenlerin doğrudan satın alma hakları düşer. Ancak, taksitli satışlarda, taksit süresinin sonuna kadar ödenmek kaydıyla taksitlerden ikisinin vadesinde ödenmemesi yükümlülüklerin ihlali anlamına gelmez. Vadesinde ödenmeyen taksit tutarlarına 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci maddesine göre belirlenen oranda gecikme zammı uygulanır.

...

(11) Hak sahibi olmadığı belirlenen başvuru sahiplerine, bu Kanundan yararlanamayacakları gerekçeleriyle birlikte bildirilerek başvuru bedeli aynen ve faizsiz olarak iade edilir.

(12) Bu maddeye göre hak sahiplerine doğrudan satılması gereken taşınmazlardan ağaçlandırılmak üzere Orman Genel Müdürlüğüne tahsis edilen, kamu hizmetlerine ayrılan veya bu amaçla kullanılan ya da Maliye Bakanlığınca belirlenen taşınmazlar ile ilgili idarelerce bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç üç ay içerisinde idareye bildirilmesi şartıyla özel kanunlar gereğince değerlendirilmesi gerekenler ile içme ve kullanma suyu havzalarında maksimum su seviyesinden itibaren üç yüz metrelik bant içerisinde kalan yerler hak sahiplerine satılmaz. Bu taşınmazların yerine istenilmesi hâlinde hak sahiplerine, hak sahibi oldukları taşınmazın rayiç değerine eşdeğer öncelikle aynı il sınırları içerisinde bulunan 2/B alanlarındaki taşınmaz, bu maddenin dördüncü fıkrasına göre hesaplanacak satış bedeli karşılığında doğrudan satılabilir.

(13) Hak sahiplerinden idarenin teklifini kabul etmeyenler doğrudan satış hakkından yararlanamazlar, başkaca talepte bulunamazlar, hak ve tazminat talep edemezler ve dava açamazlar.

(14) Bu maddeye göre hak sahibi bulunmayan veya doğrudan satın almaya ilişkin hak sahipliği kalmayan taşınmazların tapu kütüklerinde yer alan 2/B, kullanıcı ve muhdesat belirtmeleri Maliye Bakanlığının talebi üzerine tapu idaresince terkin edilir ve bu taşınmazlar Maliye Bakanlığınca satış dâhil genel hükümlere göre değerlendirilir.

(15) Hak sahipliği kalmayan taşınmazların değerlendirilmesi amacıyla, 4706 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin son fıkrası kapsamında kalanlar hariç olmak üzere, üzerlerinde bulunan kişilere ait yapı ve eklentiler; o yıla ait Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yapı birim fiyatlarından eksik imalat bedelleri ve yıpranma payı düşüldükten sonra kalan bedeli ilgililerine ödenmek suretiyle yıktırılır veya bu şekilde belirlenen bedel, taşınmazın değerine eklenerek son müracaat tarihinden itibaren üç yıl içinde satılarak satıştan elde edilen gelirden yapı ve eklenti sahiplerine ödenir ve idare tarafından yapıların tahliyesi sağlandıktan sonra ferağ işlemleri gerçekleştirilir.

..."

20. 6292 sayılı Kanun'un 11. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:

" (4) Bu Kanun kapsamında kalan taşınmazlardan hak sahiplerine satılmaması, ilgililerine devredilmemesi veya iade edilmemesi gerektiği halde bu tasarruflara konu edilenlerden; satılanların satış bedeli kanuni faiziyle iade edilir, devir ve iade edilenler ise bedelsiz olarak geri alınır.

(5) Hak sahibi bulunmayan taşınmazlar ile bu Kanun hükümlerine göre işlem yapılmak üzere hak sahipleri veya ilgilileri tarafından süresi içerisinde başvuruda bulunulmaması veya başvuruda bulunulmasına rağmen yükümlülüklerin yerine getirilmemesi ya da gerekli şartları sağlayamaması sebebiyle doğrudan satılamamaları veya iade edilmemeleri sebepleriyle haklarında işlem yapılamayan taşınmazların tapu kütüklerinde yer alan 2/B, kullanıcı ve muhdesat belirtmeleri Maliye Bakanlığının talebi üzerine tapu idaresince terkin edilir ve bu taşınmazlar Maliye Bakanlığınca genel hükümlere göre değerlendirilir. Bu yerlerden kamu hizmetlerinde kullanılanlar, kamu idarelerinin ihtiyaçları için gerekli olanlar ve özel kanunları gereğince ilgili idarelere tahsisi gerekenler Maliye Bakanlığınca tahsis edilir."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Mahkemenin 10/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

22. Başvurucu; 3402 sayılı Kanun'un ek 4. maddesi kapsamında yapılan kadastro çalışmaları sırasında 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (B) bendi uyarınca Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazın kadastro tutanağının beyanlar hanesinde kullanıcı tespitine ilişkin kaydın düzeltilmesi istemiyle aleyhine açılan kadastro tespitine itiraz davasında usulsüz tebligat sebebiyle taraf teşkili sağlanmadan eksik ve yetersiz inceleme ile karar verildiğini, zilyetliğe ilişkin tereddüt içeren bilirkişi raporuna rağmen aleyhe hüküm kurulduğunu, davacının gerçek dışı beyanlarına itibar edildiğini, tanık beyanlarının çelişkili olduğunu, temyiz incelemesinde iddia ve delillerinin gerektiği gibi incelenmediğini, taşınmaz Hazineye ait olsa da süreç içerisinde bedeli ödenmek suretiyle tapuda adına tescil yaptırabilecek iken bu imkândan mahrum kaldığını belirterek etkili başvuru, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; tedbir kararı verilmesi, dosyanın yeniden yargılama yapılmak üzere Mahkemesine gönderilmesi, bu talebin kabul görmemesi hâlinde tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun taşınmaz Hazineye ait olsa da süreç içerisinde bedeli ödenmek suretiyle tapuda adına tescil yaptırabilecek iken bu imkândan mahrum kaldığı yönündeki iddiası mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiştir. Davada usulsüz tebligat sebebiyle taraf teşkili sağlanmadan karar verildiği iddiası, adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkı yönünden değerlendirilmiş; temyiz incelemesinde iddia ve delillerinin gerektiği gibi incelenmediği yönündeki iddiası ise adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkı yönünden ayrıca değerlendirilmiştir. Başvurucunun diğer ihlal iddialarının ise yine adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

1. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

24. Başvurucu, dava konusu taşınmaz tapu kayıtlarına göre Hazine adına kayıtlı ise de süreç içerisinde bedelini ödemek suretiyle taşınmazın kendi adına tapuya tescilini sağlayabilecek iken bundan mahrum kaldığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

25. Bakanlık görüş yazısında mülkiyet hakkının ihlali iddiasına karşı görüş sunulmamış, şikâyetlerin adil yargılanma hakkı kapsamımda ele alınmasının gerektiği bildirilmiştir.

26. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”

27. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”

28. Belirtilen hükümler uyarınca bir anayasal hak ihlali iddiasının Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetkisi dâhilinde olabilmesi için başvurucu tarafından dayanılan hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden olması ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında yer alması, ayrıca başvurucunun ihlal iddiasına temel alınan hakkın kapsamına giren korunmaya değer bir menfaatinin bulunması gerekir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 31).

29. Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

30. Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

31. Anayasa'nın 35. maddesinde yer verilen mülkiyet kavramı, kapsam itibarıyla 4721 sayılı Kanun'da yer alan mülkiyet kavramı ile sınırlı olmamakla birlikte taşınmaz mülkiyetinin Anayasa'nın 35. maddesindeki güvence kapsamına girdiğine kuşku yoktur. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, §§ 30, 31).

32. Bireysel başvuru yoluyla mülkiyet hakkının ihlali iddiasının ileri sürülebilmesi için mülkiyetin konusu "sahip olunan bir mülk"e ihlal sonucunu doğuracak bir müdahalenin bulunması gerekmektedir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 26).

33. Sahip olunan mülk kavramı, Sözleşme ve Anayasa'daki düzenlemeler açısından özerk bir kavram olarak ele alınıp incelenmektedir. Dolayısıyla bu konudaki değerlendirmeler gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve gerekse Anayasa Mahkemesi tarafından mevzuattan bağımsız olarak değerlendirilmektedir (Depalle/Fransa, B. No: 34044/02, 29/3/2010, § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz, B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye, B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Beyeler/İtalya, B. No: 33202/96, 5/1/2000, § 100; Selçuk Emiroğlu, § 27).

34. Anayasa'nın 35. maddesi ile düzenlenen mülkiyet hakkı, kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 17). Başvurucular, bu haktan yararlanmak adına ancak kendi mülkleriyle ilgili ihlal iddiasında bulunabilirler. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında sadece sahip olunan bir mülke ve varlıklara koruma sağlanmaktadır. Bir kişinin hâlihazırda sahip olmadığı bir varlığın mülkiyetini kazanma hakkı -kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- mevcut mülke sağlanan bu korumadan yararlanamayacaktır (Murat İslamoğlu, B. No: 2013/614, 25/6/2014, § 32).

35. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir "ekonomik değer" veya icrası mümkün bir "alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir beklenti", Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkının güvencesi altındadır. Meşru beklenti; makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir iddianın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren yerleşik ve istikrarlı bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, § 37).

36. Somut olayda mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucunun, öncelikle böyle bir hakkının var olduğunu veya en azından meşru bir beklenti kapsamında mülkiyet hakkının bulunduğunu kanıtlaması gerekmektedir.

37. 3402 sayılı Kanun'un ek 4. maddesinin birinci fıkrasında, 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (B) bendi uyarınca Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin fiilî kullanım durumları dikkate alınarak kimler tarafından ve ne zamandan beri kullanıldığı ve varsa üzerindeki muhdesatın kimlere ait olduğunun kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmesi suretiyle öncelikle kadastrosu yapılarak Hazine adına tescil edileceği hükme bağlanmıştır.

38. Tapu sicilinde yapılabilecek tapu sicil işlemlerine ilişkin olarak 4721 sayılı Kanun'un 1012. maddesinde beyanlar düzenlenmiş olup maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarında taşınmaz mülkiyetine ilişkin kamu hukuku kısıtlamalarının beyanlar sütununa yazılması ve bu sütuna yazılabilecek diğer hususların tüzükle belirleneceği, özel kanun hükümlerinin saklı olduğu düzenlenmiş; başvuruya konu dava ve karar tarihlerinde yürürlükte olan Tapu Sicil Tüzüğü'nün 60. maddesinde de kütüğün beyanlar sütununa, mevzuatın yazılmasını öngördüğü hususların tarih ve yevmiye numarası belirtilerek yazılacağı belirtilmiştir.

39. Beyanlar, hukuki niteliği itibarıyla diğer tapu sicil işlemlerinden farklıdır. Tescil gibi ayni haklara doğrudan etki etmedikleri gibi şerhler gibi şahsi hakların kuvvetlendirilmesi, tasarruf yetkisinin sınırlandırılması veya geçici tescilin yazılması gibi bir etkiye de sahip değildirler. Tapu kütüğünün diğer sütunlarına kaydedilemeyen ancak ispat veya bilgilendirme gibi birtakım sebeplerle açıklanmasında veya alenileştirilmesinde yarar görülen bazı fiilî ve hukuki durumları ortaya koymaktadırlar. Bir başka deyişle beyanların temel fonksiyonu bilgi vermeleridir.

40. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, tapu sicilinin beyanlar hanesinde yazılı zilyetliğe ilişkin açıklamanın değiştirilmesine yönelik olarak açılan pek çok davanın temyiz incelemesinde, kütüğün beyanlar hanesinde yazılı zilyetlik veya muhdesata ilişkin açıklamanın, ayni hak olmayıp kişisel hak niteliğinde olduğundan tapu sicilinden ayrı olarak alınıp satılması ve değiştirilmesinin mümkün olmadığı, böyle bir talebin tarafların isteğiyle dahi tapu sicil müdürlüğünce yerine getirilemeyeceği ve dava yoluyla genel mahkemeden istenemeyeceğiancak ilgili yörede 4127 sayılı Kanun ile değişik 2924 sayılı Kanun'un 11. maddesi gereğince yapılacak kadastro ile hak sahipliği tespit komisyonunun yapacağı tespit sırasında ve 3402 sayılı Kanun'un ek 4. maddesi gereğince yapılacak kadastro sırasında değerlendirilebileceği, itiraz ve dava haklarının da o aşamada kullanılmasınınmümkünolabileceği değerlendirmelerine yer vererek kütüğün beyanlar hanesindeki fiilî kullanıma ilişkin açıklamaların ayni hak niteliğinde olmayıp kişisel hak niteliğinde bulunduğunu vurgulamıştır (Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 17/3/2010 tarihli ve E.2010/201, K.2010/3352; 21/6/2010 tarihli ve E.2010/5012, K.2010/8793; 20/12/2010 tarihli ve E.2010/13734, K.2010/16210; 1/3/2011 tarihli ve E.2010/15612, K.2011/1911; 22/11/2011 tarihli ve E.2011/14400, K.2011/13140; 19/1/2012 tarihli ve E.2011/13065, K.2012/342; 6/3/2012 tarihli ve E.2011/14477, K.2012/3257; 25/12/2012 tarihli ve E.2012/10652, K.2012/14946; 31/4/2014 tarihli ve E.2013/9236, K.2014/3866; 7/5/2015 tarihli ve E.2014/8909, K.2015/3793 sayılı kararları).

41. 4721 sayılı Kanun'un 1012. ve Tapu Sicili Tüzüğü'nün 60 ila 64. maddelerinde düzenlenen beyanlar, tescil ve şerhten farklı olarak herhangi bir ayni hak doğurmayacağı gibi şahsi hakların kuvvetlendirilmesi işlevine de sahip değildir. Beyanların fonksiyonu, taşınmazla ilgili bazı fiilî veya hukuki durumlara ya da zaten mevcut bulunan bazı haklara aleniyet sağlamaktan ibarettir. Beyanlar hanesine bir hususun kaydedilmesi ilgili kişiye herhangi bir hak vermeyeceği gibi o kişi bakımından bir hak da doğurmaz. Bu nedenle orman dışına çıkarılan alanların kadastrosu sırasında buraları fiilen kullananların, beyanlar hanesine kaydı bu kişiler açısından herhangi bir hak doğurmayıp ancak fiilî durumun tespiti ve alenileştirilmesi anlamına gelecektir. Bu tespitin tek amacının bu arazilerin fiilen kullananlara satılması olduğu söylenemez. Devletin orman alanı dışına çıkarılan arazilerin fiilî kullanım durumlarını da dikkate alarak envanterini çıkarması bu alanlarla ilgili yapılacak her türlü tasarruf açısından büyük önem taşımaktadır. Yapılacak tespitler bu arazilerin orman köylülerine tahsisi, fiilen kullananlardan ecrimisil alınması, fiilî durumun ispatı gibi işlevler de görebilirler (AYM, E.2009/24, K.2011/75, 12/5/2011).

42. Somut olayda 3402 sayılı Kanun'un ek 4. maddesi kapsamında yapılan kadastro çalışmaları sırasında 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (B) bendi uyarınca Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazın beyanlar hanesinde taşınmazın bahçe olarak yirmi yıldan beri başvurucunun kullanımında olduğu gösterilmiştir. Davacı, mülkiyet hususunda Hazine adına yapılan tespite bir itirazı olmamakla birlikte taşınmazın kullanıcısının kendisi olduğunu iddia ederek fiilî kullanım yönünden taşınmazın beyanlar hanesine yazılan kayda itiraz etmiş ve beyanlar hanesindeki kullanıcı kaydının değiştirilerek kendisinin yazılması için başvurucu aleyhine dava açmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda davanın kabulüne karar verilerek taşınmazın beyanlar hanesindeki başvurucu adına yazılı kaydın, taşınmazın bahçe olarak on beş yıldan beri davacının fiilî kullanımında olduğu şeklinde düzeltilmesine karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay 20. Hukuk Dairesi hükmü onamış ve karar düzeltme isteminin aynı Daire tarafından reddedilmesi sonucu hüküm kesinleşmiştir.

43. Orman sayılmakla birlikte 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (B) bendi kapsamında orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazın, 3402 sayılı Kanun'un ek 4. maddesi kapsamında yapılan kadastro çalışmaları sırasında Hazine adına tespit gördüğü ve mülkiyetinin Hazineye ait olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bu husus taraflar arasında uyuşmazlık konusu da olmamıştır. Yargılama aşamasında davacı, dava dilekçesini tekrar ederek davanın mülkiyet hususunda Hazine adına yapılan tespite ilişkin olmadığını, fiilî kullanım yönünden taşınmazın beyanlar hanesine yazılan kayda itiraz ettiğini açıklamıştır. Bu bakımdan başvurucu adına düzenlenen bir tapu kaydının bulunmadığı ve taşınmazın mülkiyetinin Hazineye ait bulunduğu tartışmasızdır.

44. Öte yandan başvurucu, taşınmazın beyanlar hanesindeki kayda göre süreç içerisinde bedelini ödeyerek taşınmazın kendi adına tapuda tescilini sağlayabilecek iken bu imkândan mahrum kaldığını iddia etmektedir.

45. AİHM, kamu malı niteliğinde bulunan taşınmazlara tapu tahsis belgesi verilmesi sebebiyle mülkiyet hakkı kapsamında meşru beklenti yönünden değerlendirmeler yaptığı kararında, mülkten yararlanmaya devam etme konusundaki meşru beklentinin iç hukukta yeterli bir temele dayanması gerektiğini, başvuruculara verilen tapu tahsis belgesine dayanılarak mülk sahibi olunmasının şartları olduğunu yani bu hakkın şartlı bir hak sağladığını ve şartların oluşup oluşmadığının derece mahkemeleri tarafından değerlendirileceğini belirtmiştir (Anat ve diğerleri/Türkiye, B. No: 37899/04, 26/4/2011, §§ 52, 53). AİHM'in tapu tahsis belgelerini incelediği kararlarında, anılan belgenin; tapu senedi olmadığı, sadece kişinin söz konusu taşınmazı elinde bulundurduğunu belgelediği, bu belgenin verilmesinin belge sahibine mülkiyet hakkı tanındığı anlamına gelmediği gibi yetkili makamlara tapu senedi verme zorunluluğu da getirmediği, başvurucuların sadece bu belgeye dayalı olarak arazilerinin elinden alınması ile alacaklı duruma geldikleri yönünde haklı bir beklenti içine girdiklerinden söz edilemeyeceği vetaşınmazla ilgili olarak 1 No.lu Ek Protokol'ün 1. maddesi anlamında “mülk”ün varlığını iddia edemeyecekleri belirtilmiştir (Anat ve diğerleri/Türkiye,§§ 55, 56).

46. Orman sayılmakla birlikte 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (B) bendi kapsamında orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazın mülkiyeti Hazineye ait olup kamu malı niteliğinde bulunmaktadır.

47. 6292 sayılı Kanun kapsamında Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin değerlendirilmesi bakımından, fiilî kullanım sebebiyle beyanlar hanesinde yazılı olan kişilerin hak sahipliği belli şartlara bağlanmıştır. Buna göre 6292 sayılı Kanun'un 6. maddesinde, 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (B) bendi kapsamında kalan alanlarda (2/B alanlarında) bulunan taşınmazlar hakkında bu Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten önce düzenlenen güncelleme listelerine veya kadastro tutanaklarına ya da kesinleşmiş mahkeme kararlarına göre oluşturulan tapu kütüklerinin beyanlar hanesine göre; bu taşınmazların 31/12/2011 tarihinden önce kullanıcısı ve/veya üzerindeki muhdesatın sahibi olarak gösterilen kişilerden bu taşınmazları satın almak için bu Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içerisinde idareye başvuran ve idarece tespit edilen satış bedelini itiraz ve dava konusu etmeksizin kabul edenler ile 2/B alanlarında bulunan taşınmazlar hakkında bu Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten sonra düzenlenecek güncelleme listelerine veya kadastro tutanaklarına ya da kesinleşmiş mahkeme kararlarına göre oluşturulacak tapu kütüklerinin beyanlar hanesine göre; bu taşınmazların 31/12/2011 tarihinden önce kullanıcısı ve/veya üzerindeki muhdesatın sahibi olarak gösterilecek kişilerden bu taşınmazları satın almak için güncelleme listelerinin tescil edildiği veya kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren sekiz ay içinde idareye başvuran ve idarece tespit edilen satış bedelini itiraz ve dava konusu etmeksizin kabul edenler hak sahibi sayılmıştır. Peşin satışlarda satış bedelinin tamamının, taksitli satışlarda ise peşinatı veya taksitleri vadesinde ödememek suretiyle yükümlülüklerini yerine getirmeyenlerin doğrudan satın alma haklarının düşeceği, yine hak sahiplerinden idarenin teklifini kabul etmeyenlerin doğrudan satış hakkından yararlanamayacakları, başkaca talepte bulunamayacakları, hak ve tazminat talep edemeyecekleri ve dava açamayacakları belirtilmiştir.

48. Ayrıca, 6292 sayılı Kanun'un 6. maddesine göre hak sahiplerine doğrudan satılması gereken taşınmazlardan ağaçlandırılmak üzere Orman Genel Müdürlüğüne tahsis edilen, kamu hizmetlerine ayrılan veya bu amaçla kullanılan ya da Maliye Bakanlığınca belirlenen taşınmazlar ile ilgili idarelerce bu Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç üç ay içerisinde idareye bildirilmesi şartıyla özel kanunlar gereğince değerlendirilmesi gerekenler ile içme ve kullanma suyu havzalarında maksimum su seviyesinden itibaren üç yüz metrelik bant içerisinde kalan yerlerin hak sahiplerine satılamayacağı, bu taşınmazların yerine, istenilmesi hâlinde hak sahiplerine taşınmazın rayiç değerine eş değer öncelikle aynı il sınırları içerisinde bulunan 2/B alanlarındaki taşınmazın hesaplanacak satış bedeli karşılığında doğrudan satılabileceği düzenlenmiştir.

49. Yine 6292 sayılı Kanun'un 11. maddesinin (5) numaralı fıkrasında, hak sahibi bulunmayan taşınmazlar ile bu Kanun hükümlerine göre işlem yapılmak üzere hak sahipleri veya ilgilileri tarafından süresi içerisinde başvuruda bulunulmaması veya başvuruda bulunulmasına rağmen yükümlülüklerin yerine getirilmemesi ya da gerekli şartları sağlayamaması sebebiyle doğrudan satılamamaları veya iade edilmemeleri sebepleriyle haklarında işlem yapılamayan taşınmazların tapu kütüklerinde yer alan 2/B, kullanıcı ve muhdesat belirtmelerinin Maliye Bakanlığının talebi üzerine tapu idaresince terkin edileceği ve bu taşınmazların Maliye Bakanlığınca genel hükümlere göre değerlendirileceği, bu yerlerden kamu hizmetlerinde kullanılanların, kamu idarelerinin ihtiyaçları için gerekli olanların ve özel kanunları gereğince ilgili idarelere tahsisi gerekenlerin Maliye Bakanlığınca tahsis edileceği düzenlenmiştir.

50. 2/B alanlarında kalan taşınmazın 6292 sayılı Kanun kapsamında doğrudan satışı için yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle idare mahkemesinde açılan dava kapsamında Danıştay Sekizinci Dairesi 9/9/2015 tarihli ve E.2015/4106, K.2015/6968 sayılı kararında dava konusu işlemin taşınmazın 6292 sayılı Kanun kapsamında davacıya satışının yapılıp yapılamayacağının tespitine yönelik idari nitelikte bir ön işlem olduğunu, bu durumda taşınmazın davacıya satışı için 6292 sayılı Kanun'da öngörülen şartları taşıyıp taşımadığının idari yargı yerinde değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir (Danıştay Sekizinci Dairesinin 9/9/2015 tarihli ve E. 2015/4106, K.2015/6968; 7/10/2015 tarihli ve E.2015/909, K.2015/8076 sayılı kararları).

51. Sonuç olarak orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazın mülkiyetinin Hazineye ait olması, kadastro tutanağının beyanlar hanesindeki herhangi bir ayni etki doğurmayan yanlızca bilgilendirme ve açıklama fonksiyonuna sahip kaydın hukuki niteliği, 6292 sayılı Kanun kapsamında başvuru ve satış işlemleri için bazı şartların öngörülmüş olması ve uyuşmazlık halinde satış için taşınmazın 6292 sayılı Kanun'da öngörülen şartları taşıyıp taşımadığının derece mahkemelerince değerlendirileceğine dair yargı kararları dikkate alındığında özellikle 6292 sayılı Kanun'da belirtilen şartların sağlanamaması durumunda meşru beklenti kapsamında bir hak veya alacağının bulunduğu söylenemez. Başvurucuyu, taşınmazın mülkiyetini elde etme konusunda meşru bir beklentiye sevkedecek bir kanun hükmü veya yerleşik yargısal bir içtihat da bulunmadığından başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına ilişkin korumadan yararlandırılması mümkün değildir.

52. Açıklanan nedenlerle başvurucunun, fiilî kullanım durumu dikkate alınarak taşınmazın beyanlar hanesine fiilen kullanıcı olduğunun kaydedilmesine ilişkin olarak Anayasa’nın 35. maddesi kapsamına giren korunmaya değer bir menfaatinin bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

a. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

53. Başvurucu; dava dilekçesinin kendisinin ve ailesinin ikamet ettiği adrese tebliğe çıkarıldığını ancak tebliğ evrakının üzerine tebligatın mahalle muhtarlığına teslim edildiği ve kendisine haber vermek üzere komşusu E.G.ye bilgi verildiği yazılmış ise de kendisinin E.G. isminde bir komşusunun bulunmadığını, bu bakımdan tebligatın usulsüz olduğunu veyargılamaya katılamadığını ve taraf teşkili sağlanmadan karar verildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun şikâyeti, adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerden hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla ilgili olduğundan bu kapsamda değerlendirilmiştir.

54. Bakanlık görüş yazısında başvurucunun şikâyetlerin özünün derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olgulara ilişkin hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmamasıyla ilgili olduğu, başvurucuya çıkarılan tebligatın geçerli olup olmadığı ve adil yargılanma hakkının ihlal edilip edilmediği hususunun Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerektiğinin düşünüldüğü, ihlal tespit edilmesi hâlinde hakkaniyete uygun bir tazminata karar verilmesi gerektiği bildirilmiştir.

55. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesinde tebligata ilişkin mevzuat hükümlerine atıf yapan değerlendirmelere itirazının bulunmadığını belirtmiştir.

56. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

“... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

57. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”

58. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin yerine getirilmemesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).

59. Bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun bu niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).

60. Somut olayda başvurucu, dava dilekçesinin kendisi ve ailesinin ikamet ettiği adrese tebliğe çıkarılmasına rağmen tebliğ evrakının üzerine kendisine haber vermek üzere komşusu E.G.ye bilgi verildiğinin yazıldığını ancak kendisinin E.G. isminde bir komşusunun bulunmadığını belirterek tebligatın usulsüz olduğundan şikâyet etmektedir. İlk Derece Mahkemesince verilen karar üzerine temyiz talebinde bulunan başvurucu temyiz dilekçesinde, şikâyete konu tebligatın gönderilen adresten bilaikmal geri dönmesinin makul ve mantıklı bir izahının bulunmadığını, kendisinin yirmi yıldan fazla bir zamandan beri ailesi ile birlikte bu yerde oturduğunu, kendisi olmasa bile tebligatı alacak aile yakını ve apartman görevlisi bulunduğunu, tebligat yapıl(a)maması sebebi ile davadan haberdar olunamadığını belirterek usul ve esas yönünden hükmün bozulmasını istemiştir. Hükmün onanması üzerine başvurucu karar düzeltme yoluna başvurmuş ise de karar düzeltme talep dilekçesinde şikâyete konu tebligatın usulsüz olduğuna ilişkin bir açıklama ve değerlendirmeye yer vermemiş, özellikle davanın esasına ilişkin hususlarda açıklamalarda bulunarak hükmün bozulmasını istemiştir.

61. Buna göre tebligat çıkarılan adrese ve şikâyete konu tebligat evrakı üzerinde yazılı diğer hususlara bir itirazı bulunmayan, yanlızca tebliğ evrakı üzerinde komşusu olduğu belirtilen kişinin aslında komşusu olmadığı ve tebligatın bu sebeple usulsüz olduğundan şikâyet eden başvurucunun bu hususu temyiz incelemesinde usulünce ileri sürmediği, temyiz dilekçesinde yalnızca belirtilen adreste kendisi olmasa bile tebligatı alabilecek bir aile yakını ve apartman görevlisi bulunduğundan ilk çıkarılan tebligatın bilaikmal iadesinin makul ve mantıklı olmadığı ve bu sebeple usulüne uygun tebligat yapılmadığından bahsedildiği, karar düzeltme dilekçesinde ise şikâyete konu tebligatın usulsüz olduğuna dair hiçbir açıklamaya yer verilmediği ve bu hususun karar düzeltme aşamasında da usulünce ileri sürülmediği değerlendirilmiştir. Başvurucunun, tebligatın usulsüz olduğu ve taraf teşkili sağlanmadan karar verildiğine dair bireysel başvuruya konu şikâyetinin temyiz ve karar düzeltme aşamalarında ileri sürebilmesi ve dolayısıyla bu iddialarla ilgili olarak giderim sağlayabilmesi mümkün olduğu hâlde bu konuda hukuk yollarını tüketmeden bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmıştır.

62. Açıklanan nedenlerle hukuk sisteminde düzenlenen başvuru yolları tüketilmeksizin bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığına İlişkin İddia

63. Başvurucu; zilyetliğe ilişkin tereddüt içeren bilirkişi raporuna rağmen aleyhe hüküm kurulduğunu, davacının gerçek dışı beyanlarına itibar edildiğini, tanık beyanlarının çelişkili olduğunu, hatalı ve eksik değerlendirme ile karar verildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinden şikâyet etmiştir.

64. Bakanlık görüş yazısında başvurucunun şikâyetlerin özünün derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olgulara ilişkin hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmamasıyla ilgili bulunduğu bildirilmiştir.

65. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesinde, yargılama sürecinin bireysel başvuru denetiminden uzak olduğu görüşüne katılmadığını belirtmiştir.

66. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”

67. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

68. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.

69. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).

70. Başvuru konusu olayda 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (B) bendi uyarınca Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılarak Hazine adına tespit gören taşınmazın beyanlar hanesindeki fiilî kullanıma ilişkin kaydın düzeltilmesi istemiyle Hazine ve başvurucu aleyhine dava açılmıştır. Yargılama aşamasında davacı, dava dilekçesini tekrar ederek mülkiyet hususunda Hazine adına yapılan tespite itirazının olmadığını ve fiilî kullanım yönünden beyanlar hanesinde yapılan tespite itiraz ettiklerini belirtmiştir. Mahallinde keşif yapılmak suretiyle alınan bilirkişi raporunda dava konusu taşınmazın kimin kullanımında olduğunun Mahkemenin takdirinde bulunduğu belirtilmiştir. İlk Derece Mahkemesince, kadastro çalışmalarında tespit tutanağına göre dava konusu taşınmazın beyanlar hanesinde taşınmazın başvurucunun fiilî kullanımında olduğu belirtilmiş ise de belediye emlak kayıtlarının incelenmesi neticesinde davacının kullanımında olan taşınmazın Orhangazi Mahallesi 102 ada 10 ve 20 No.lu parseller olduğu, başvurucunun kullanımında olan yerin ise Akşemsettin Mahallesi 130 ada 10 No.lu parsel olduğu; dava dilekçesi, tespit tutanağı, belediye emlak kayıtları ve tüm dosya kapsamına göre davacının, dava konusu parseli 102 ada 10 No.lu parsel ile kullandığı, her iki parselin de davacının zilyetliğinde bulunduğu, dava konusu parselin kadastro tespitinde sehven davalının kullanımında olduğunun yazıldığı, her ne kadar kadastro tespit bilirkişileri tarafından Mahkemece yapılan keşif sırasında taşınmazın başvurucunun kullanımında olduğu belirtilmiş ise de t