2013/8415
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
ZEKİYE AKTAY VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/8415) |
|
Karar Tarihi: 17/2/2016 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Hicabi DURSUN |
|
|
Erdal TERCAN |
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
Raportör |
: |
Nahit GEZGİN |
Başvurucular |
: |
1. Zekiye AKTAY |
|
|
2. Nisanur AKTAY |
|
|
3. Tunahan AKTAY |
|
|
4. Fatma AKTAY |
|
|
5. Mehmet Ali AKTAY |
Vekili |
: |
Av. Yaşar ÖZER |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; idarenin kusuru sonucu yaşanan sel olayında yakınlarının yaşamını yitirmesi nedeniyle yaşam hakkının, ölüm sonucunda meydana gelen maddi ve manevi zararlarının giderilmesi talebiyle açılan tazminat davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/11/2013 tarihinde İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Başvurucuların 2013/8414, 2013/8416, 2013/8417, 2013/8418 ve 2014/317 numaralı bireysel başvurularının irtibat nedeniyle 2013/8415 sayılı bireysel başvuru dosyasında birleştirilmelerine karar verilmiştir.
4. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde, başvurucuların adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmiştir.
5. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından 15/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 13/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
8. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 31/7/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
9. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) üzerinden incelenen olaya ilişkin ceza soruşturması evrakları ve başvuruya konu dava dosyasının içeriğinden tespit edilebilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
10. Başvurucu Zekiye Aktay'ın eşi, başvurucular Tunahan Aktay ve Nisanur Aktay'ın babası, diğer başvurucular Mehmet Ali Aktay ve Fatma Aktay'ın ise oğulları olan Murat Aktay (M.A.) 9/9/2009 tarihinde İstanbul ili Başakşehir ilçesinde meydana gelen selde boğularak yaşamını yitirmiştir.
11. M.A.nın cesedi, olayın gerçekleştiği bölgeye yakın bir menfezde aynı tarihte bulunup bir hastanenin morguna götürülmüş ve ilgili Cumhuriyet Başsavcılığı haberdar edilmiştir.
12. Aynı olayda M.A. dışında başka kişilerin de yaşamını yitirdiği anlaşılmıştır.
13. Başvurucuların talebi üzerine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı İtfaiye Daire Başkanlığı Avrupa Yakası İtfaiye Müdürlüğüne bağlı Başakşehir Bölgesi İtfaiye Grup Amirliği tarafından 11/9/2009 tarihinde "su baskını tespit raporu" düzenlenmiştir. Söz konusu raporda 9/9/2009 tarihinde yağan şiddetli yağmur nedeniyle belirtilen tarihte yapılan inceleme ve araştırmada olayın meydana geldiği başvuruculara ait üç katlı binanın bodrum katının sağanak yağış sonucu su baskınına maruz kaldığının tespit edildiği belirtilmiştir.
1. Ceza Soruşturması Süreci
14. Olay hakkında Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 9/9/2009 tarihinde sorumluluğu tespit edilecek kamu görevlileri hakkında "taksirle öldürme" suçundan resen soruşturma başlatılmış olup nöbetçi Cumhuriyet savcısı tarafından hastane morgunda bulunan M.A.nın cesedi üzerinde aynı tarihte ölü muayene ve otopsi işlemi yapılmıştır. Yapılan bu işlem sonucunda adı geçenin kesin ölüm sebebinin uzun süre suda kalmaya bağlı solunum arresti sonucu suda boğulmadan ileri geldiği tespit edilmiştir.
15. Yapılan ölü muayene ve otopsi işlemi sırasında kimlik tanığı olarak dinlenen başvurucu Mehmet Ali Aktay ifadesinde olay günü saat 06.00 sıralarında ölenle birlikte evlerine 100 metre uzaklıkta bulunan ahırlarına gittiklerini, ahırın yukarısında bulunan Ayamama Deresi'nin aniden taşması üzerine ahırın suyla dolduğunu, ölenle birlikte olay yerinden uzaklaşmaya çalıştıklarını, kendisinin ahırın dışına çıkabildiğini ancak öleni göremediğini, akabinde akrabaları ile birlikte çevrede öleni aramaya başladıklarını ve bir süre sonra olay yerine 400-500 metre mesafede bulunan bir menfezde cesedi bulduklarını, olayda kimsenin kastı bulunmayıp ölümün doğal afet sonucunda gerçekleştiğini, bu nedenle kimseden şikâyetçi olmadığını söylemiştir.
16. Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, aynı olay nedeniyle birden fazla kişinin yaşamını yitirdiği ve bu kişilerin ölümü nedeniyle yürütülen diğer soruşturmalar ile M.A.nın yaşamını yitirmesi ile sonuçlanan olay nedeniyle yürütülen soruşturma arasında hukuki ve fiilî irtibat bulunduğu gerekçesiyle 15/10/2009 tarihinde söz konusu soruşturmaların birleştirilmesine karar verilmiştir.
17. Birleştirilen soruşturmalara Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/33602 numaralı soruşturma dosyası üzerinden devam edilmiş ve 16/11/2009 tarihinde aynı olayla ilgili olarak kamu görevlileri hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma yürüttüğü, 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri gereğince soruşturma yetkisinin il Cumhuriyet başsavcısı veya Cumhuriyet başsavcısı vekiline ait olduğu gerekçesiyle yer bakımından yetkisizlik kararı verilerek söz konusu soruşturma dosyası İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
18. 25/11/2010 tarihinde düzenlenen vekâletname uyarınca başvurucular Zekiye Akay, Nisanur Akay ve Tunahan Akay'ın vekili olduğunu beyan eden Avukat Yusuf Erkuştan, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat ederek soruşturma dosyasının onaylı suretlerinin verilmesini talep etmiştir.
19. İçişleri Bakanlığı tarafından, olay nedeniyle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürü, Afet Koordinasyon Merkezi Başkanı, Küçükçekmece Belediye Başkanı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığının bir kısım daire başkanı vediğer görevlileri hakkında 4483 sayılı Kanun kapsamında ön inceleme yapılmış ve Bakanlığın 27/4/2011 tarihli ve K.2011/215 sayılı kararıyla bu görevliler hakkında "soruşturma izni verilmemesine" karar verilmiştir.
20. Bu karara itiraz edilmediğinden karar aynı tarihte kesinleşmiştir.
21. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 26/1/2012 tarihli ve K.2012/5332 sayılı kararıyla 4483 sayılı Kanun kapsamında haklarında ön inceleme yapılan ve soruşturma yapılmasına izin verilmemesine karar verilip bu karar kesinleşen kamu görevlileri hakkındaki evrakın işlemden kaldırılmasına karar verilmiştir.
22. Başvurucular, bireysel başvuru formunda söz konusu olaya ilişkin ceza soruşturmasının devam ettiğini ileri sürmüşseler de bu hususa ilişkin herhangi bir bilgiye formda yer vermemiş ve bu konuda herhangi bir belge de sunmamışlardır. Başvurucular, ayrıca yürütülen herhangi bir ceza soruşturmasında sorumlulukları bulunanlardan şikâyetçi olduklarını da ifade etmemiştir.
23. UYAP aracılığıyla Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gönderilen soruşturma dosyasının incelenmesi neticesinde de olay hakkında kendilerine ilişkin soruşturma evrakı, İçişleri Bakanlığının soruşturma izni vermemesi nedeniyle işlemden kaldırılmasına karar verilen kişiler dışında başka bir kamu görevlisi ya da kişi hakkında bir ceza soruşturması yürütülüp yürütülmediği kesin olarak belirlenememiştir.
2. İdari Yargıda Açılan Tam Yargı Davası Süreci
24. Başvurucular, yakınlarının yaşamını yitirmesi ile sonuçlanan olayın hizmet kusurlarından kaynaklandığını ileri sürerek manevi ve maddi zararlarının karşılanması talebiyle 11/1/2011 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Başakşehir Belediye Başkanlığı, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ve İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğüne başvurmuşlardır.
25. Başvurularının reddedilmesi üzerine de İstanbul 8. İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde tazminat davası (tam yargı) açmışlardır.
26. Mahkemenin 13/12/2011 tarihli ve K.2011/2041 sayılı kararıyla davanın reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Dava dosyasının incelenmesinden, İstanbul ilinde 9/9/2009 tarihinde yaşanan yağış nedeniyle taşan Ayamama Deresinde, sel sularına kapılarak hayatını kaybeden Murat Akay'ın eşi, iki çocuğu, anne ve babası tarafından davaya konu maddi ve manevi tazminatın ödenmesi istemiyle 1/1/2011 tarihinde idarelere yapılan başvurunun reddi üzerine 1/4/2011 tarihinde bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Olayda, davacıların miras bırakanı Murat Akay'ın 09.09.2009 tarihinde Ayamama Deresinde sel sularına kapılarak hayatını kaybettiği, ölen şahsın babası olan davacılardan Mehmet Ali Akay'ın da imzasının bulunduğu aynı tarihli Adli Tıp Raporu ile ölüm sebebinin suda boğulma olarak tespit edildiği görülmektedir.
Bu durumda, sel felaketinin ve ölüm olayının gerçekleştiği 09.09.2009 tarihinden itibaren 1 yıl içinde 9/9/2010 tarihine kadar ilgili idarelere yapılacak başvurunun reddi üzerine 60 günlük dava açma süresi içinde davanın açılması gerekirken, eylem tarihinden itibaren 1 yıllık başvuru süresi geçirildikten sonra 11/01/2011 tarihinde yapılan başvurunun reddi üzerine 1/4/2011 tarihinde açılan davanın esasının süre aşımı nedeniyle incelenmesine olanak bulunmadığı sonucuna varılmıştır."
27. Bu karar, başvurucuların "idari eylemlerde dava açma süresinin zararın ve zarara neden olan idari eylemin bilindiği tarihten itibaren başlayacağının yasanın amir hükmü olduğu, Danıştay Dairelerinin kararlarında, sürenin eylemin 'idari' olduğunun öğrenildiği tarihten itibaren işlemeye başlayacağının belirtildiği, söz konusu zararların bir idari eylemden kaynaklanıp kaynaklanmadığını veya hangi idari kurumun bu zarara neden olduğunu, ilgili davalı kurumlara başvurularından önce bildiklerine ilişkin bir bilgi veya belgenin dava dosyasında mevcut olmadığı, ayrıca davalı kurum yöneticileri hakkında yürütülen ceza soruşturmalarının da henüz sonuçlandırılmadığı, bu nedenlerle davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesinin yasaya aykırı olduğu" gerekçesiyle temyizi üzerine Danıştay Sekizinci Dairesinin 17/10/2012 tarihli ve K.2012/7743 sayılı kararı ile onanmıştır. Onama kararının gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
"İdare Mahkemesince verilen kararın dayandığı gerekçe usul ve yasaya uygun olup, bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığından, temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanmasına (karar verilmiştir.)"
28. Başvurucuların karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 28/6/2013 tarihli ve K.2013/5644 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
29. Nihai karar başvuruculara 10/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucular 11/11/2013 tarihinde yasal süresi içinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
30. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."
31. 2577 sayılı Kanun’un “Dilekçeler üzerine ilk inceleme” kenar başlıklı 14. maddesi şöyledir:
"…
3. Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından:
…
e) Süre aşımı,
…
Yönlerinden sırasıyla incelenir.
4. Dilekçeler bu yönlerden kanuna aykırı görülürse durum; görevli daire veya mahkemeye bir rapor ile bildirilir. Tek hakimle çözümlenecek dava dilekçeleri için rapor düzenlenmez ve 15 inci madde hükümleri ilgili hakim tarafından uygulanır. 3 üncü fıkraya göre yapılacak inceleme ve bu fıkra ile 5 inci fıkraya göre yapılacak işlemler dilekçenin alındığı tarihten itibaren en geç onbeş gün içinde sonuçlandırılır.
…"
32. 2577 sayılı Kanun’un “İlk inceleme üzerine verilecek karar” kenar başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"1. Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;
…
b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,
…
Karar verilir.
…"
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
A. Başvurucuların İddiaları
33. Başvurucular; yaşadıkları bölgenin yerleşim için riskli bir bölge olmasına rağmen idarelerce yerleşime açılması ve söz konusu bölgede bulunan derenin ıslah çalışmalarının zamanında ve gereği gibi yapılmaması nedeniyle bu bölgede gerçekleşen sel sonucu yakınlarının öldüğünü, yakınlarıyla birlikte pek çok kişinin öldüğü bu olaydan sonra idarelerin hizmet kusuru sonucu yakınlarının ölümü nedeniyle uğradıkları zararlarının tazmini talebiyle idari yargıda açtıkları davanın ise Mahkemenin ilgili hukuk kurallarını yorumlamasında yanılgıya düşmesi sonucu süre aşımı gerekçesiyle reddedildiğini, Mahkemece -hatalı bir yorumla- dava açma süresinin başlangıcı olarak ölümün gerçekleştiği tarihin esas alındığını, sürenin başlangıç tarihi olarak idarenin kusurlu olduğunun, başka bir ifadeyle olayın "idari" olduğunun öğrenildiği tarihin esas alınması gerektiğinin göz ardı edildiğini belirterek Anayasa'nın 17. maddesinde tanımlanan yaşam hakkı ile Anayasa'nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
1. AdilYargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
34. Başvurucular idarelerin hizmet kusuru sonucunda meydana gelen selde yakınlarının ölümü nedeniyle açtıkları tam yargı davasının, hukuk kurallarının yorumlanmasında yanılgıya düşülmesi suretiyle süre aşımı gerekçesiyle reddedildiğini belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
35. Başvurucuların şikâyetinin özü, açtıkları tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle esas yönünden incelenememesininadil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer alan mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğine ilişkindir.
36. Bakanlığın bu iddiaya ilişkin görüşünde, başvuruya konu somut şikâyetin Anayasa'nın 36. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesi kapsamında incelenmesinin doğru olacağı ve bu incelemede Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) konuya ilişkin içtihatlarının dikkate alınmasının yararlı olacağı belirtilerek başvurucuların şikâyetlerinin mahkemeye erişim hakkı ile ilişkili olduğunun anlaşıldığı ifade edilmiştir.
37. Bakanlığın görüşünde ayrıca AİHM içtihatlarına dayanılarak mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığı; dava açma hakkı ya da başvuru hakkının, ilgililerin etkin olarak kendilerine bir yükümlülüğü zorunlu kılan veya meşru çıkarlarına ya da haklarına ihlal teşkil edebilen adli kararlardan haberdar olabildikleri andan itibaren icra edilmesi gerektiği, bu bağlamda bir başvuru süresinin yalnızca, başvurucunun geçerli şekilde hareket edebileceğini ileri sürdüğü günden yani haklarını ihlal eden karardan veya işlemden haberdar olduğu ya da olabildiği ve bu duruma karşı hareket etmek istediği andan itibaren başlayabileceği belirtilmiştir.
38. Bakanlık görüşünde, somut olayda ölümün sel felaketi sonucu gerçekleştiği bilinse bile olayın gerçekleşmesinde idarenin kusurunun olduğunun ne zaman öğrenildiği veya ne zaman bu ihtimale kanaat getirildiği hususunun incelenmesi gerektiğinin değerlendirildiği, öncelikle "başvurucuların, bireysel başvuru dilekçelerinde bu konuda bir açıklama yapmadıkları, idareye başvuru için somut olarak hangi tarihin dikkate alınması gerektiğini ve buna ilişkin delillerini bildirmedikleri" ancak bireysel başvurularına ek olarak sundukları 11/9/2009 tarihli "su baskını tespit raporunun" idareye yapılacak başvuruda sürenin hesabında dikkate alınıp alınmayacağı hususundaki takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunun değerlendirildiği ifade edilmiştir.
39. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
40. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” kenar başlıklı 40. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır."
41. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi" başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
42. Mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer almaktadır (Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28; Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 51; Ş.Ç., B. No: 2012/1061, 21/11/2013, § 28; Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 41).
43. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, § 52). Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için süre ve şekil gibi birtakım koşullar öngörülmesi, dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde katı olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin gereği olup mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki öngörülen koşulların açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yorumlanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamadığı takdirde mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğinin kabulü gerekir (Remzi Durmaz, B. No: 2013/1718, 2/10/2013, § 27; Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 59; Neriman Polat, B. No: 2012/1223, 5/11/2014, § 35).
44. Mahkemeye etkili erişim hakkı, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak veya kanun yoluna başvurmak isteyen kişilerin ilgili mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirmektedir. Özellikle hukuki belirsizlikler ya da uygulamadaki belirsizlikler kişilerin mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Geffre/Fransa, (k.k) 51307/99, 23/1/2003). Bu nedenle mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan adil yargılanma hakkını ihlal edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 21).
45. Ancak mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp sınırlandırılabilen bir haktır. AİHM; hakkın niteliği gereği, mahkemeye erişim konusunda devletin birtakım sınırlama ve düzenlemeler yapmasının kaçınılmaz olduğunu ve bu nedenle Sözleşmeci devletlerin bu konuda bir takdir alanına sahip olduklarını kabul etmektedir. Ancak bu sınırlamaların; hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan araç ile sınırlama amacı yönünden orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklememiş olması gerekir (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78, 28/5/1985, § 57; García Manibardo/İspanya, B. No: 38695/97, 15/2/2000, § 36; Sabri Güneş/Türkiye, B. No: 27396/06, 24/5/2011, § 56). Devletler bir davanın açılabilirliğine ilişkin olarak takdir hakları gereği bazı sınırlamalar getirebilir ve bu davalar niteliği gereği düzenleyici işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte bu sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34; Rodríguez Valín/İspanya, B. No: 47792/99, 11/10/2001, § 22).
46. Öte yandan belli bir hakkın mahkemede ileri sürülebilmesi ya da hak arama hürriyeti kapsamında bir davanın açılabilmesi için öngörülecek süreler hukuk güvenliği ilkesinin gereği olup adil yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirilemez. Anılan süreler; mahkemelerin, zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet eder. Süre sınırlaması getiren bu müdahaleler, devletin takdir yetkisi içinde olup ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı oldukça ve hakkın özünü zedelemedikçe Anayasa'da yer alan hak arama hürriyetini engellemiş sayılmaz (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Stubbings ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22083/93,22095/93; 22/10/1996, § 51).
47. Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 36-40).
48. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi; hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmayı, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermeyi ifade etmektedir (AYM, E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013).
49. Usul kurallarının, hukuki güvenliğin sağlanması ve yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi sonucu adaletin tecelli etmesine hizmet etmek yerine kişilerin davalarının yetkili bir mahkeme tarafından görülmesi bakımından bir çeşit engel hâline gelmesi durumunda mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olacaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Efstathiou ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 36998/02, 27/7/2006, § 24).
50. Sonuç itibarıyla mutlak olmayan ve sınırlandırılabilen mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlandırmaların kanuni olması, hakkın özünü zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması, başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38; İbrahim Can Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014, § 36).
51. İdari işlem ve eylemlerin sürekli bir biçimde dava açılma tehdidi altında kalmasını engellemek, kamu hizmetinin hızlı ve etkin biçimde yürütülmesini sağlamak düşüncesi ile idari davaların açılma süresi kanunlarla düzenlenmiş; 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesi uyarınca idari eylemlerden dolayı hakları ihlal edilmiş olanların dava açmadan önce bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her hâlde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak zararlarının tazminini istemeleri, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi hâlinde ise bu konudaki işlemin tebliğ tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açmaları gerektiği düzenlenmiştir.
52. AİHM; başvurucuların "kusur sorumluluğu"na dayanarak tam yargı davası açtıkları somut olaya benzer olaylarda idareye başvuru süresinin, idarenin kusurlu olması olasılığından haberdar olunduğu veya idareye hukuki olarak dava açma imkânına sahip olunduğu andan itibaren başlayacağını belirtmiş ve sürenin olay tarihinden itibaren hesaplanmasıyla verilen davanın reddi kararının, mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğine karar vermiştir (Yabansu ve diğerleri/Türkiye B. No: 43903/09, 12/11/2012, § 67).
53. AİHM, askerde meydana gelen ölüm olayıyla ilgili ve "kusursuz sorumluluğa" dayanılarak açılan davanın süre aşımı yönünden reddedilmesine ilişkin olarak kendisine yapılan başka bir başvuruda ise AYİM'in zararın ölüm olayıyla meydana geldiğine, bir yıllık idareye başvuru süresinin ölümle ilgili yapılan kovuşturmanın sonucunda verilen takipsizlik kararının ilgililere tebliğ tarihi ile değil; ölüm olayının öğrenilmesi ile başlayacağına dair yorumunun mahkemeye erişim hakkını ihlal etmediğine karar vermiştir (Canan Eyilmez ve diğerleri/Türkiye, B. No: 74704/11, 1/7/2014, §§ 32-34).
54. Somut olayda başvurucular, 2577 sayılı Kanun’da düzenlenen "dava açma süresinin" mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği yönünde bir şikâyette bulunmamış; anılan sürenin başlangıç tarihinin Mahkemece hatalı belirlenmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğinden şikâyet etmişlerdir.
55. Başvurucuların yakını olan M.A., 9/9/2009 tarihinde meydana gelen selde yaşamını yitirmiş; başvuruculardan Mehmet Ali Aktay, olayın gerçekleştiği tarihte ilgili Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan ölü muayene ve otopsi işlemi sırasında kimlik tanığı sıfatıyla ifade vererek olayın gelişimini anlatmıştır. Akabinde olay hakkında bir kısım kamu görevlisi hakkında bir ceza soruşturması başlatılmış, bir kısım başvurucu vekili 25/11/2010 tarihinde bu soruşturma dosyasına vekâletname ibraz ederek dosya içeriğindeki belgelerin onaylı suretlerini almıştır. Söz konusu soruşturmada 27/4/2011 tarihinde bir kısım kamu görevlisi hakkında soruşturma izni verilmemesine ilişkin karar verilmiştir. 11/1/2011 tarihinde ise başvurucular olay nedeniyle uğradıklarını ileri sürdükleri zararın karşılanması talebiyle idareye başvurmuşlardır.
56. Başvurucular, yakınlarının ölümüyle sonuçlanan olayın idarelerin "kusurundan" kaynaklandığını ileri sürerek zararlarının giderilmesi için tazminat davası açmış; söz konusu dava, süre aşımı nedeniyleMahkemece reddedilmiştir.
57. Bu şekilde süre aşımı nedeniyle tazminat davaları reddedilen başvurucular, yakınlarının ölümü sonucunda idarelerin kusurları nedeniyle uğradıklarını ileri sürdükleri zararların tazmini konusundaki taleplerini inceletme imkânından mahrum bırakılmışlardır. Ortaya çıkan bu sonuç, başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahale oluşturmuştur.
58. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurular için benimsediği temel yaklaşım doğrultusunda kural olarak bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması, bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve derece mahkemelerinin kararları açık keyfîlik içermedikçe kararlardaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede derece mahkemelerinin delilleri değerlendirmesinde açık keyfîlik ve bariz takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
59. Somut başvuruda da Anayasa Mahkemesinin görevi, usul kurallarının uygulanması konusunda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerini denetlemek olmayıp usule ilişkin uygulamanın, kişinin mahkemeye erişim hakkını Anayasa’ya aykırı olarak kısıtlayıp kısıtlamadığını denetlemektir (Neriman Polat, § 33).
60. Bu bağlamda yapılan değerlendirmede başvurucuların, sadece olayda idarenin kusurunun bulunduğunu idareye başvurdukları tarihte öğrendiklerini belirttikleri ancak ölüm olayının gerçekleştiği tarihte idarenin kusurunu ortaya çıkaran veya buna kanaat getirmelerine neden olan bir durum yokken sonrasında ortaya çıkan yeni bir durum nedeniyle söz konusu kusur ve bu kusurun doğurduğu zararı öğrendiklerini ileri sürmedikleri anlaşılmıştır.
62. Başvurucuların idareye başvurdukları tarihte ve akabinde açtıkları tam yargı davasında, idarenin kusurunu ölüm olayından sonra ve ortaya çıkan yeni bir durum nedeniyle öğrendiklerini ileri sürmedikleri gibi bireysel başvuru formunda da bu hususta bir açıklamada bulunmadıkları görülmüştür.
62. Yukarıda değinilen AİHM kararında da belirtildiği üzere kusurlu sorumluluğa dayanılarak açılan tam yargı davalarında; idareye başvuru süresinin, idarenin kusurlu olması olasılığından haberdar olunduğu veya idareye hukuki olarak dava açma imkânına sahip olunduğu andan itibaren başlayabileceği somut olayın kendine özgü koşullarına göresöylenebilecektir. Ancak somut olayda bireysel başvuru formu ve eklerinde sunulan belgelerle başvuruya konu dava dosyasının incelenmesinden idarenin kusuru ve bu kusurun doğurduğu zararın, ölüm olayından sonra yapılan -ceza soruşturması da dâhil- değişik araştırma ve incelemelerle ortaya çıktığı, bu itibarla başvurucuların ortaya çıkan bu yeni durum nedeniyle olayda idarenin kusurunu ve bu kusurun doğurduğu zararı öğrendiklerini söyleyebilmeyi mümkün kılan herhangi bir durum tespit edilememiştir.
63. İlk Derece Mahkemesi de dava açma süresinin hesabında aynı yönde bir tespitte bulunamadığı gibi başvurucuların da idarenin kusurundan kaynaklandığını ileri sürdükleri zararı hangi tarihte öğrenebilecekleri, başka deyişle eylemin idariliğinin ne zaman öğrenildiği ya da eylemin idariliği ihtimaline ne zaman kanaat getirildiği hakkında herhangi bir olay ve olgu ileri sürmemeleri nedeniyle İlk Derece Mahkemesi, 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde yer alan bir yıllık süreyi, olayın meydana geldiği tarihten itibaren işleterek davanın süre aşımı nedeniyle reddi gerektiğine kanaat getirmiştir.
64. Bu itibarla İlk Derece Mahkemesince zararı doğuran olayın meydana geldiği tarih esas alınarak açılan davada süre aşımı bulunduğu şeklinde yapılan değerlendirmenin, başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik aşırı katı, mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren nitelikte bir yorum olduğu söylenemeyeceğinden başvurucuların mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiği iddialarınınaçıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır.
65. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
66. Başvurucular, yakınlarının idarelerin hizmet kusuru sonucunda meydana gelen selde yaşamını yitirmesi nedeniyle yaşam haklarının ihlal edildiğini de ileri sürmüşlerdir.
67. Bakanlığın bu iddiaya ilişkin görüşünde, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları inceleme yetkisinin zaman bakımından başlangıcının 6216 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinde düzenlenen hükümlere göre 23/9/2012 tarihi olduğu, somut başvuruya konu olayın ise 9/9/2009 tarihinde gerçekleştiği belirtilerek incelemede bu hususun dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.
68. Bakanlık görüşünde olayın gerçekleştiği tarihe dikkat çekilerek başvurunun, zaman bakımından kabul edilemez olup olmadığı hususunda bir değerlendirme yapılması gerektiği belirtilmiş ise de Anayasa Mahkemesi, yaşamı koruma yükümlülüğü bakımından inceleme yaptığı önceki başvurularda zaman bakımından yetkisinin hesabında kural olarak başvuru konusu ölüm olaylarına ilişkin başvuru yollarının kesinleşme tarihini esas alırken otuz günlük başvuru süresinin hesabında ise başvuru yollarının kesinleşme tarihinin başvurucular tarafından öğrenilme tarihini esas almıştır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013).
69. Bu itibarla somut başvuruya konu olayda devletin, yakınlarının yaşam hakkını kamusal makamların eylemlerinden ve ihmallerinden kaynaklanan risklere karşı koruma yükümlülüğünü ihlal ettiği ileri sürülerek açılan ve başvuruya konu şikâyetler ve olay dikkate alındığında yaşam hakkı açısından etkili bir başvuru yolu olarak kabul edilebilecek tam yargı davası sonucunda 13/12/2011 tarihinde verilen İstanbul 8. İdare Mahkemesi kararının, Danıştay Sekizinci Dairesinin 28/6/2013 tarihinde başvurucuların karar düzeltme taleplerini reddetmesiyle aynı tarihte kesinleştiği gözönünde bulundurulduğunda somut başvurunun zaman bakımından kabul edilemez nitelikte olduğunu söyleyebilmeyi mümkün kılan bir nedenin bulunmadığı görülmektedir.
70. Diğer taraftan başvurunun zaman bakımından kabul edilemez nitelikte olduğunu söyleyebilmeyi mümkün kılan bir neden bulunmamakla birlikte başvuru, başvuru yollarının tüketilmesi kuralı bakımından ayrıca incelenmelidir.
71. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
72. 6216 sayılı Kanun'un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
73. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
74. Bu nedenle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
75. Somut olayda başvurucuların, Anayasa’nın 17. maddesi uyarınca yaşam haklarının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri açısından etkili kabul edilebilecek bir başvuru yolu olan tam yargı davasını, yukarıda adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkin yapılan değerlendirmede de belirtildiği üzere yasal süresi içinde açmadıkları ve bu nedenle davalarının süre aşımı nedeniyle reddedildiği anlaşılmıştır.
76. Bu durumda başvurucuların, yaşam haklarının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerini yetkili idari ve yargısal mercilere süresinde iletip iddialarının öncelikle bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve çözüme kavuşturulması bakımından gereken özeni göstermedikleri sonucuna varılmıştır.
77. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderinin tahsilinin başvurucuların mağduriyetine sebep olacağı anlaşıldığından 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurucuların yargılama giderini ödemekten tamamen MUAF TUTULMALARINA
17/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.