2013/8491

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ZEKİ GÜNGÖR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/8491)

 

Karar Tarihi: 31/3/2016

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör Yrd.

:

Gizem Ceren DEMİR KOŞAR

Basvurucu

:

Zeki GÜNGÖR

Vekili

:

Av. Hüseyin ÇALİŞCİ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; kamu görevlilerince darp edilme iddiasıyla açılan tam yargı davasının reddedilmesi, Danıştay Savcısı görüşünün tebliğ edilmemesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle işkence ve kötü muamele yasağı ile adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 11/11/2013 İstanbul 24. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölümün Birinci Komisyonunca 23/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 3/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 5/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 20/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 2/4/2014tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. 21/3/2007 tarihinde saat 17:20'de darp edildiği tanısıyla İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine yatırılan başvurucu, yapılan tedavilerinin ardından 19/4/2007 tarihinde taburcu edilmiştir.

9. Anılan Hastanenin 19/4/2007 tarihli epikriz raporunda başvurucunun fizik muayene bulgularıbilinci konfü, pasif, nonkoopere idi. Bilinç kaybı ve amnezi değerlendirilemedi. Bulantı, kusma mevcut. Pupiller sol>sağ anizokorik. Sağ frontal bölgede 4x6 cm. lik sefal hematom, sağ göz altında çeneye kadar yayılan şişlik ve ekimoz, sol skapula hizasında abrazyon mevcuttu. Batın ve pelvis tam değerlendirilemedi. Acil çekilen kranial ve servikal BT’de travmatik sak ve multipl intrakranial kontüzyonlar saptandı.” şeklinde belirtilmiş; klinik gidiş kısmında ise hastanın acil servise gelişinde şuurunun kapalı olduğu, bilinç kaybı ve amnezi değerlendirilemediği, birtakım tetkiklerden sonra yoğun bakıma yatırıldığı, 30/3/2007 tarihi itibarıyla genel durumu iyi olan hastanın yoğun bakımdan servise alındığı, burada tüple ve ardından mama ile beslenmeye başlandığı, 19/4/2007 tarihinde kranial BT’sinde bir sorun olmayan hastanın evde mamaya devam etmesi ve fizik tedavi ve rehabilitasyon amacı ile bir fizik tedavi merkezine gitmesi önerilerek çıkışının yapıldığı bilgilerine yer verilmiştir.

10. Başvurucu 24/8/2007-28/9/2007 tarihleri arasında ise İstanbul Fizik Tedavi Rehabilitasyon Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yatarak tedavi görmüş; anılan Hastanenin 3/10/2007 tarihli epikriz raporunda başvurucunun ayakta durma dengesinin olmadığı, denge koordinasyon egzersizlerinin uygulandığı belirtilmiştir.

11. Başvurucu 21/3/2007 tarihinde İstanbul ili Zeytinburnu ilçesi Kazlıçeşme Meydanı'nda düzenlenen nevruz mitingine katıldığını, anılan miting dönüşünde polisler tarafından darp edildikten sonra surların dibindeki yeşil alana yaralı bir şekilde bırakıldığını ve darp nedeniyle kalıcı sağlık sorunlarının oluştuğunu belirterek İçişleri Bakanlığından maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuş, anılan talebin reddedilmesi üzerine 24/6/2008 tarihinde İstanbul 1. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır.

12. Mahkeme 28/5/2009 tarihli ve E.2008/1917, K.2009/858 sayılı kararıyla dava konusu olayda başvurucunun kolluk görevlileri tarafından darp edildiğine ilişkin somut tespit, bilgi veya belge bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine hükmetmiştir.

13. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay 10. Dairesinin 4/7/2013 tarih ve E.2009/11730, K.2013/5873 sayılı kararıyla onanmıştır. Karar, başvurucu vekiline 10/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

14. Karar düzeltme talebinde bulunmayan başvurucu 11/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

15. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu'nun 1. maddesi şöyledir:

"1. Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinin görevine giren uyuşmazlıkların çözümü, bu Kanunda gösterilen usullere tabidir.

2. Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanır ve inceleme evrak üzerinde yapılır."

16. 2577 Sayılı Kanun'un2. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"İdari dava türleri şunlardır:

...

İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

 ..."

17. 2577 Sayılı Kanun'un12. maddesi şöyledir:

"İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler..."

18. 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."

19. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 256. maddesi şöyledir:

“Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

20. Mahkemenin 31/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

21. Başvurucu; kolluk görevlileri tarafından darp edildiğini, oluşan zararının tazmini amacıyla açtığı tam yargı davasının reddedildiğini, Danıştay Savcısı görüşünün tebliğ edilmediğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek işkence ve kötü muamele yasağı ile adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun etkili başvuru hakkının ihlali iddiasının, açtığı tam yargı davasının makul sürede sonuçlandırılmaması, Danıştay Savcısı görüşünün tebliğ edilmemesi ve davanın reddedilmesi gerekçelerine dayandırıldığı anlaşılmış olup anılan iddiaların Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında koruma altına alınan işkence ve kötü muamele yasağı ile Anayasa'nın 36. maddesinde koruma altına alınan adil yargılanma hakkının ihlali iddiaları kapsamında incelenecek olması nedeniyle başvurucunun etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden ayrı bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

23. Başvurucu, katıldığı miting sonrasında kolluk görevlilerince darp edildiği iddiasıyla İçişleri Bakanlığı aleyhine maddi ve manevi tazminat talebiyle açtığı tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

24. Bakanlık görüşünde işkence ve kötü muamele iddialarına yönelik olarak yetkilimakamların, olayları ortaya çıkarabilecek ve sorumluların belirlenip cezalandırılmasını sağlayabilecek etkin bir soruşturma yapmakla yükümlü oldukları ancak başvurucunun olayın sorumlusu olduğunu iddia ettiği kolluk görevlileri hakkında soruşturma başlatılması için yetkili Cumhuriyet Başsavcılığına suç ihbarında bulunduğuna ve konuyla ilgili soruşturma yürütüldüğüne dair herhangi bir bilginin mevcut olmadığı, bu itibarla bireysel başvuru öncesi olağan kanun yollarının tüketilip tüketilmediği hususunun kabul edilebilirlik incelemesinde değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.

25. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı sunduğu beyanında bireysel başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrarladığını belirtmiştir.

26. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

27. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

28. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

29. Anayasa’nın 17. maddesi devlete ayrıca, kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye, bu muameleler üçüncü kişiler tarafından yapılmış olsa bile maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yükletmektedir. Anılan yükümlülük, devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğünü oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 82).

30. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de usuli boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

31. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

“… Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

32. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un, “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”

33. Başvuru yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının doğal sonucudur. Diğer bir ifadeyle temel hak ihlallerini öncelikle idari makamların ve derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, başvuru yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılmaktadır (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 20).

34. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi, idari ve yargısal makamların görevidir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).

35. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin yetkili idari ve yargısal mercilerce düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).

36. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca, başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup bu kurala riayetin denetlenmesinde münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda, yalnızca hukuk sisteminde bir takım başvuru yollarının varlığının değil, aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 42).

37. Bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa'nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa'nın 17. maddesi, 'Devletin temel amaç ve görevleri' kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır (Tahir Canan, § 25).

38. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55).

39. Başvuru konusu olayda başvurucu tarafından kolluk görevlilerince darp edildiğinden bahisle uğranılan zararların tazmini amacıyla idare mahkemesinde tam yargı davası açıldığı anlaşılmaktadır. Tazminat ödenmesi imkanı sağlamakla birlikte kötü muamele iddialarına ilişkin maddi olayın ortaya çıkarılması, sorumluların tespiti ve cezalandırılmasına yönelik bir sonuç elde edilme şansı olmayan tam yargı davasının başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte etkili birbaşvuru yolu olmadığı anlaşılmaktadır.

40. Başvurucunun şikâyetleri açısından, maddi olayın ortaya çıkarılması, olayda sorumluluğu bulunanların tespiti ve cezalandırılması şeklinde makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte olan yolun etkili bir ceza soruşturması yürütülmesi yolu olduğu anlaşılmakla birlikte, başvuru konusu olaya yönelik resen ya da başvurucunun ihbarı üzerine başlatılmış bir ceza soruşturması bulunmadığı tespit edilmiştir.

41. Başvuruya konu olayda başvurucunun yaralandığı ve hastanede tedavi altına alındığı, hastane kayıtlarında ise yaralanma sebebinin darp olarak geçtiği anlaşılmaktadır. Devletin sahip olduğu etkili soruşturma yükümü kapsamında, işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler mevcut olduğunda, müdahale üçüncü kişilerden dahi gelmiş olsa şikâyet yada ihbar yapılmadığında bile resen soruşturma açılmasının sağlanması gerektiği açıktır (Tahir Canan, § 25).

42. Bununla birlikte devletin sahip olduğu resen soruşturma yükümünü yerine getirmemesi; bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği, başvurucunun sahip olduğu, iddialarını idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletme yükümlülüğünü ortadan kaldırmamaktadır.

43. Başvurucunun kolluk görevlileri tarafından darp edildiği iddiası karşısında,maddi olayın aydınlatılması ve olası cezai sorumluluğun belirlenmesi konusunda etkili yolun ceza soruşturması olduğu ancak başvurucunun ceza soruşturması başlatılması amacıyla adli makamlara bir başvuruda bulunmadığı tespit edilmektedir. Başvurucu da anılan tespitin aksine bir iddiada bulunmamıştır.

44. Buna göre Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamına giren eylemlere maruz kalındığı iddialarını ileri süren başvurucu tarafından yalnızca tazminat ödenmesi imkânı sağlayan tam yargı davası yoluna başvurulmuş olduğu, ceza soruşturması yürütülmediği ve başvurucunun adli makamları hareket geçirmek için bir başvurusunun da bulunmadığı dikkate alındığında başvuruya konu olayın, bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği, Anayasa Mahkemesi tarafından incelenmesinin mümkün olmadığı değerlendirilmiştir.

45. Açıklanan nedenlerle başvurucunun işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Danıştay Savcısının Görüşünün Tebliğ Edilmemesi Nedeniyle Çelişmeli Yargılama İlkesinin İhlal Edildiğine ilişkin İddia

46. Başvurucu, temyiz aşamasında Danıştay Savcısının aleyhe görüşünün kendisine tebliğ edilmeden karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

47. Bakanlık görüş yazısında, AİHM tarafından Danıştay Savcısı görüşlerinin tebliğ edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilen kararlar mevcut olduğu belirtilmiştir.

48. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru dilekçesindeki iddiasını tekrarladığını belirtmiştir.

49. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

50. Danıştay Savcısı düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilerek incelemelerine sunulması ve karşı görüşlerini hazırlama imkânı verilmesi adil yargılanma hakkının bir gereğidir (Abdulselam Tunç, B. No: 2013/6986, 5/11/2014, § 59).

51. Bu kapsamda kanun koyucu yasal değişikliğe gitmiş ve 6/1/1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun 61. maddesine göre Danıştay savcılarının kendilerine havale olan dosyaları Başsavcı adına inceleyeceği ve düşüncelerini gerekçeli ve yazılı olarak verecekleri düzenlenmiş iken bu maddede 2/7/2012 tarih ve 6352 sayılı Kanun'un 47. maddesiyle değişiklik yapılmış ve yapılan yeni düzenleme sonrasında Danıştay savcılarına yalnızca ilk ve son derece mahkemesi olarak Danıştay tarafından incelenen davalarda düşünce sunma yükümlülüğü verilmiştir (Abdulselam Tunç, § 60).

52. Bunun yanında 2577 sayılı Kanun'un 16. Maddesine6/1/1982 tarihli ve 6352 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 54. maddesiyle eklenen (6) numaralı fıkra uyarınca Danıştayda ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülen davalarda savcının esas hakkındaki yazılı düşüncesinin taraflara tebliğ edileceği ve tarafların, tebliğden itibaren on gün içinde görüşlerini yazılı olarak bildirebileceği düzenlenmiştir (Abdulselam Tunç, § 61).

53. Başvuru konusu olayda temyiz incelemesi aşamasında anılan mevzuat değişikliğinden önce dosyaya sunulduğu anlaşılan Danıştay savcısı düşüncesi başvurucuya tebliğ edilmemiştir.

54. Yapılan incelemede, Danıştay Savcısı görüşünün alınması uygulamasında değişiklik getiren yukarıda anılan mevzuat değişikliğinden sonra 4/7/2013 tarihinde verilmiş olan Danıştay onama kararında, mevzuat değişikliğinden önce dosyaya sunulmuş olan Danıştay Savcısı görüşüne dayanılmadığı ve kararda anılan görüşe yer verilmediği tespit edilmektedir.

55. Diğer taraftan Danıştay Savcısının görüşünün içeriğinin, başvurucunun temyiz dilekçesinde öne sürdüğü hususların 2577 sayılı Kanun'un 49. maddesinde yer alan bozma gerekçelerinden hiçbirine uymaması nedeniyle temyiz isteminin reddedilerek davanın reddi doğrultusundaki ilk derece mahkemesi kararının onanması gerektiği yönündeki düşünce ile sınırlı olduğu anlaşılmış olup başvurucu da temyiz yargılaması sırasında savcı düşüncesi tebliğ edilmiş olsaydı mahkeme önünde dile getiremediği hangi ilave tezleri ileri süreceğine ilişkin olarak da herhangi bir açıklamada bulunmamıştır.

56. Bu durumuda, başvurucunun yargılamanın sonucunu etkileyecek usule dair bir imkândan mahrum bırakıldığı ve somut olayda çelişmeli yargılama hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılamayacağı anlaşılmaktadır.

57. Açıklanan nedenlerle başvurucunun çelişmeli yargılama hakkına yönelik bir ihlalinolmadığının açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

58. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

59. Başvurucu, maddi ve manevi tazminat talebiyle İçişleri Bakanlığına yaptığı 17/3/2008 tarihli başvurunun reddedilmesi üzerine 24/6/2008 tarihinde İstanbul 1. İdare Mahkemesinde açtığı tam yargı davasının makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa'nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

60. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamaların makul sürede sonuçlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış olup Anayasa Mahkemesince makul sürede yargılanma hakkının adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olduğu değerlendirilerek bir davadaki yargılama süresinin makul olup olmadığının tespitinde davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususların dikkate alınacağı belirtilmiştir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 34–59).

61. Anayasa'nın 36. maddesi ve Sözleşme'nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun idari eylem nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zararın tazmin edilmesi talebiyle açtığı tam yargı davasına dauygulanacaktır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44).

62. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarihtir. Ancak idari yargıda dava açılabilmesi için öncelikle idari makamlara başvurulmasının zorunlu olduğu durumlar ile idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılmasını sağlamak amacıyla idari makamlara yapılan başvurular üzerine açılan davalar bakımından sürenin başlangıcı idareye başvuru tarihi olup, somut başvuru açısından bu tarih 17/3/2008'dir.

63. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52). Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihi, Danıştay Onuncu Dairesinin başvurucunun temyiz talebinin reddine ve kararın onanmasına karar verdiği 4/7/2013'tür.

64. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, yargılama sürecinin idareye başvuru süreci ile birlikte toplam yaklaşık beş yıl dört ay sürdüğü, İlk Derece Mahkemesi tarafından davanın yaklaşık bir yıl iki ayda sonuçlandırıldığı, yargılama süresinin uzunluğunda büyük ölçüde temyiz incelemesi için Danıştay 10. Dairesi önünde geçen yaklaşık üç yıl on aylık sürenin etkili olduğuanlaşılmaktadır.

65. İdari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümleri de gözönünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (Selahattin Akyıl, §§ 54-60).

66. Başvuruya konu dava süreci incelendiğinde, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve beş yılı aşan söz konusu yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

67. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

68. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

69. Başvurucu, işkence ve kötü muamele yasağı ile adil yargılanma hakkının ihlali nedeniyle 50.000 TL maddi, 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

70. Başvuru konusu olayda, başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılması nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya net 4.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

71. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun talep ettiği maddi tazminat ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmaması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

72. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. İşkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksunluk nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 4.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE

31/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.