2013/9393

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AYŞE AKKAYA BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/9393)

 

Karar Tarihi: 14/4/2016

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

Raportör Yrd.

:

İsmail Emrah PERDECİOĞLU

Başvurucu

:

Ayşe AKKAYA

Vekilleri

:

Av. Zeynep DOĞAN AKARKEN

 

 

Av. Hakan AKARKEN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; Millî Savunma Bakanlığı aleyhine açılan kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat davasında uyuşmazlık konusu taşınmaz için emsallerine göre düşük bedel belirlendiği, dava sonunda hükmedilen tazminatın hâlen ödenmediği, söz konusu tazminata hatalı faiz oranının uygulandığı, faiz hesaplamalarının da hatalı yapıldığı, yargılama devam ederken gerçekleşen kanun değişikliği nedeniyle nispi yerine maktu vekalet ücretine hükmedildiği veyargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığı nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 20/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 11/3/2014tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı 25/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 24/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 31/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 6/8/2015 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, Ankara ili Etimesgut ilçesi Bağlıca köyünde bulunan taşınmazına Millî Savunma Bakanlığınca fiili olarak el konulduğunu öğrenmesi üzerine 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu uyarınca 22/2/2012 tarihinde idareden uzlaşma talebinde bulunmuş ve idarece taşınmaz için teklif edilen 8.760 TL'lik bedelin başvurucu tarafından kabul edilmemesi üzerine 2/4/2012 tarihinde uzlaşmazlık tutanağı düzenlenmiştir.

9. Uzlaşmanın sağlanamaması nedeniyle başvurucu 2/4/2012 tarihinde Sincan 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) Millî Savunma Bakanlığı aleyhine kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır.

10. Mahkemece yargılama sürecinde dava konusu taşınmazın askerî alanda kalması nedeniyle kadastro parseli vasıtasıyla arsa niteliği kazandığı görülmüş, inşaat mühendisleri ve mülk bilirkişilerinden oluşan beş kişilik bilirkişi heyeti beraberinde keşif yapılmış ve ardından heyetçe taşınmaz emsalleri ile karşılaştırılarak, eksik ve fazla yönleri ile değerlendirilerek bilirkişi raporu hazırlanmış, raporda taşınmazın dava tarihi itibarıyla m² değerinin 165 TL olduğu belirlenmiştir. Ayrıca Mahkemenin aynı askerî alan içerisinde kalan ve aynı parselde bulunan bir başka taşınmaz ile alakalı yürüttüğü yargılama dosyasında verilen kararın Yargıtay denetiminden de geçerek kesinleşmiş olduğu hususu gözetilerek bilirkişi heyetinin yapmış olduğu tespit uygun bulunmuştur.

11. Yargılama sonunda Mahkemenin 20/11/2012 tarihli ve E.2012/460, K.2012/573 sayılı kararı ile 33.000 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesine, ilgili taşınmazın Hazine adına tesciline, başvurucu lehine avukatlık ücret tarifesi uyarınca 3.880 TL vekâlet ücretinin takdirine, yargılama boyunca başvurucu tarafından yapılan 54,15 TL yeni dava masrafı, 57 TL tebligat gideri, 105 TL müzekkere masrafı, 513,55 TL bilirkişi ve keşif ücreti, 460,35 TL ıslah harcı olmak üzere toplam 1.190,05 TL yargılama giderinin davalı idareden tahsiline hükmedilmiştir.

12. Başvurucu Sincan 1. Asliye Hukuk Mahkemesi kararını dayanak alarak Ankara 8. İcra Müdürlüğü nezdinde 26/3/2013 tarihinde borçlu idare aleyhine icra takibi başlatmış, bu kapsamda idareye 29/3/2013 tarihinde icra emri tebliğ edilmiş ve takip kesinleşmiştir.

13. Ayrıca İlk Derece Mahkemesi kararı üzerine başvurucu 3/1/2013 tarihli dilekçesi ile temyiz talebinde bulunmuş, kararın düzeltilerek onanmasını istemiştir. Söz konusu temyiz dilekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"...

İlam, hüküm kısmı 5. Madde bilirkişi ve keşif ücretlerinde, eksik hesaplama yapılmıştır. Bilirkişi heyetine toplam 1200 tl.; keşif harcı 148,55 tl.; keşif aracına 65 tl. olmak üzere toplam 1413,55 tl. Bilirkişi ve keşif masrafı yapılmış iken ilamda -513,55 tl yazılarak- eksik olarak hüküm kurulması ilamın düzelterek onanmasını gerektirmektedir.

..."

14. İlk Derece Mahkemesi kararına karşı davalı idare de 7/1/2013 tarihli dilekçesi ile temyiz talebinde bulunmuş, uyuşmazlık konusu taşınmaz için daha önce usulüne uygun tebligat ve kamulaştırma işlemleri yapıldığını belirterek temyiz incelemesi sonunda yasa ve hukuka aykırı olan kararın resen tespit edilecek sebeplerle bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.

15. Temyiz talepleri üzerine dava dosyası Yargıtaya gönderilmiş, dosya üzerinde temyiz incelemesi devam ederken 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun'un 21. maddesi ile 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun geçici 6. maddesinin yedinci fıkrası değiştirilerek geçici 6. madde uyarınca açılan davalarda nispi vekâlet ücreti yerine maktu vekâlet ücreti uygulanacağı, onuncu fıkrasıyla da değişen hükümlerin kesinleşmeyen davalara da uygulanacağı hüküm altına alınmıştır. Söz konusu düzenleme 11/6/2013 tarihli ve 28674 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak bu tarihte yürürlüğe girmiştir.

16. Temyiz incelemesi sonunda Yargıtay 5. Hukuk Dairesi 1/10/2013 tarihli ve E.2013/8158, K.2013/16199 sayılı ilamı ile kararı düzelterek onamıştır. İlamın ilgili kısımları şöyledir:

 "...

 Mahallinde yapılan keşif sonucu, taşınmazın dava tarihindeki değerinin biçilmesinde ve alınan rapor uyarınca bedelinin tahsiline karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir. Ancak;

1-Davalı idarenin harçtan muafiyetine karar verildiği halde, harcın yatırana iadesi yerine, yargılama giderlerine katılmak suretiyle idareden tahsiline karar verilmesi, doğru olmadığı gibi;

2-11. 06.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6487 sayılı Yasa ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun değiştirilen geçici 6. maddesinin 7. fıkrası uyarınca; vekalet ücretinin bedel tespiti davalarında öngörüldüğü şekilde maktu olarak belirlenmesi gerektiğinden,

a)Gerekçeli kararın hüküm fıkrasından harç ve yargılama giderlerineilişkin bölümlerin çıkartılmasına, yerlerine (Davalı idare harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına, peşin yatırılan harcın talep halinde yatırana iadesine, davacı tarafça yapılan toplam; 1.600,00-TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacı tarafa verilmesine) cümlesinin yazılmasına,

b)Gerekçeli kararın hüküm fıkrasının vekalet ücretine ilişkin 4. bendinden (3.880,00) rakamının çıkartılmasına, yerine (1.200,00) rakamının yazılmasına,

 Hükmün böylece DÜZELTİLEREK ONANMASINA, ... oybirliği ile karar verildi."

17. Temyiz incelemesinin ardından taraflarca karar düzeltme yoluna başvurulmadığından anılan karar 1/10/2013 tarihinde kesinleşmiştir.

18. Başvurucu 20/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuş ve Sincan 1. Asliye Hukuk Mahkemesince lehine hükmedilen tazminat miktarına ilişkin kendisine herhangi bir ödeme yapılmadığı yönünde şikâyette bulunmuştur.

19. Anayasa Mahkemesi 4/9/2015 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına gönderdiği yazı ile bireysel başvuruya konu yargılama dosyası kapsamında başvurucu lehine hükmedilen tazminata yönelik herhangi bir ödemenin yapılıp yapılmadığı hakkında bilgi istemiş, Millî Savunma Bakanlığı cevaben sunduğu 16/9/2015 tarihli yazı ile söz konusu tazminata ilişkin yürütülen icra takip dosyasına 10/3/2014 tarihli ödeme emri ile 42.205,15 TL yatırıldığını bildirmiştir.

20. Ayrıca Ankara 8. İcra Dairesine (İcra Dairesi) de Anayasa Mahkemesince gönderilen 30/12/2015 tarihli yazı ile başvuru konusu icra takip dosyasına ilişkin ödeme bilgileri istenmiş, cevaben sunulan 30/12/2015 tarihli ve 21/1/2016 tarihli yazılar ile 28/12/2015 tarihi itibarıyla ilgili icra takip dosyasında toplam 45.671,31 TL alacak bulunduğu buna karşın dosyaya 24/3/2014 tarihinde 42.205,15 TL ve 17/7/2014 tarihinde 3.823,75 TL toplamda ise 46.028,90 TL ödeme yapıldığı ve bu durumdafazla ödenen 357,59 TL'nin borçluya iade edileceği, bununla birlikte Dairelerince hesaplanan toplam alacak tutarının başvurucu tarafından Ankara 12. İcra Hukuk Mahkemesi (İcra Hukuk Mahkemesi) nezdinde şikâyete konu edildiği, şikâyet incelemesi sonunda verilen hükmün Yargıtay 8. Hukuk Dairesince bozulduğu, bu bağlamda icra dosyası kapsamında hesaplanan tutarın henüz netleşmediği bildirilmiştir.

21. Başvurucu da Anayasa Mahkemesine sunduğu 22/1/2016 tarihli dilekçesi ile İcra Dairesince yapılan hesaplamanın hatalı olduğunu, kendisine ödeme yapıldığını ancak eline geçen meblağın alacak tutarını tamamen karşılamadığını, bu bağlamda İcra Hukuk Mahkemesi nezdinde şikâyette bulunduğunu, İcra Hukuk Mahkemesince yapılan inceleme sonucu verilen şikâyetin reddi yönündeki kararın Yargıtay 8. Hukuk Dairesince bozulduğunu ve şikâyete ilişkin yargılamanın henüz sona ermediğini belirtmiştir.

22. Anayasa Mahkemesince şikâyet incelemesinin yapıldığı İcra Hukuk Mahkemesi nezdinde yürütülen yargılama dosyasının incelenmesi sonucu başvurucunun İcra Mahkemesine sunduğu 8/4/2014 tarihli şikâyet dilekçesi ile borçlu hakkında Sincan 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 20/11/2012 tarihli kararına dayanarak icra takibi yaptığını, bu kararın kesinleştiğini, icra dairesinden dosya borcunun hesaplanmasını istediğini, yapılan hesaplamaların birbirinden farklı olduğunu, kendisine kısmi ödeme yapıldığını, ayrıca icra harçları maktu olarak alınması gerekirken cezaevi harcı ve damga vergisinin nispi olarak alındığını belirterek dosya hesabının Mahkemece yapılmasına karar verilmesini talep ettiği görülmüştür.

23. İcra Hukuk Mahkemesince şikâyet talebi üzerine icra dosyası hesap yapılması amacıyla bilirkişiye gönderilmiş, bilirkişi tarafından raporun sunulmasının ardından 14/4/2014 tarihli ve E.2014/305, K.2014/369 sayılı karar ile şikâyetin reddine hükmedilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

 "...

 Tüm dosyanın değerlendirilmesi sonucu 2942 Sayılı Yasanın geçici 6.maddesinin 7.fıkrası uyarınca bu madde kapsamında her türlü vekalet ücretinin maktu olarak belirlenmesi gerektiği, icra müdürlüğünce gerçekleştirilen işlemin hukuka uyarlı olduğu, cezaevi harcının yasaya uygun olarak hesaplandığı, damga harcına ilişkin 2942 Sayılı Yasanın geçici 6.maddesinin 7.fıkrasında düzenlemenin yer almadığı, bu konudaki itirazların yerinde görülmediği, şikayetin reddinin gerektiği sonucuna ulaşılmış, aşağıdaki hüküm oluşturulmuştur.

 ..."

24. Şikâyetin reddedilmesi üzerine başvurucu tarafından temyiz talebinde bulunulmuştur. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 22/5/2015 tarihli ve E.2014/11509, K.2015/11598 sayılı ilamı ile 6487 sayılı Kanun ile değişen 2942 sayılıKanun'un geçici 6. maddesinin 13. fıkrasının,Anayasa Mahkemesinin 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı kararı ile iptal edildiğini, bu durumda somut olayda icra vekalet ücretinin nispi olarak hesaplanması gerektiğini belirterek İcra Mahkemesinin kararını bozmuştur.

25. Bozma üzerine yargılama dosyası İcra Hukuk Mahkemesine gönderilmiş, İcra Hukuk Mahkemesince bozma ilamı doğrultusunda yeniden yapılan değerlendirme sonucunda 4/2/2016 tarihli ve E.2015/921, K.2016/74 sayılı karar ile uyuşmazlık konusu bakiye dosya borcunun 5.073,87 TL olduğunun kabulüne ve icra vekalet ücretinin nispi olarak hesaplanması gerektiğine hükmedilmiştir.

26. İlk Derece Mahkemesinin bu kararına karşı icra dosyasının borçlusu idare tarafından temyiz talebinde bulunulmuş, dava dosyası Yargıtay 8. Hukuk Dairesine gönderilmiş, temyiz incelemesi ise hâlen sonuçlanmamıştır.

B. İlgili Hukuk

27. 2942 sayılı Kanun'un geçici 6. maddesinin 1. ve 8. fıkraları ile Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı kararı ile iptal edilmeden önceki 13. fıkrası şöyledir:

 “Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, mülkiyet hakkından doğan talepler, bedel talep edilmesi hâlinde bedel tespiti ve diğer işlemler bu madde hükümlerine göre yapılır. Bu maddeye göre yapılacak işlemlerde öncelikle uzlaşma usulünün uygulanması dava şartıdır.

 ...

 Kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden bu madde uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması hâlinde, merkezi yönetim bütçesine dâhil idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerinin (Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçelerinin güvenlik ve savunmaya yönelik mal ve hizmet alımları ile yapım giderleri için ayrılan ödeneklerin) yüzde ikisi, belediye ve il özel idareleri ile bağlı idareleri için en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının, diğer idareler için en son kesinleşmiş bütçe giderleri toplamının en az yüzde ikisi oranında yılı bütçelerinde pay ayrılır. Kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması hâlinde, ödemeler, sonraki yıllara sâri olacak şekilde, garameten ve taksitlerle gerçekleştirilir. Taksitlendirmede, bütçe imkanları ile alacakların tutarları dikkate alınır. Taksitli ödeme süresince, 3095 sayılı Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir. İdare tarafından, mahkeme kararı gereğince nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları da teklif edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabilir.

 ...

 4/11/1983 tarihinden bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihe kadar kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazların idare tarafından kamulaştırılması hâlinde kamulaştırma bedeli ve mahkemelerce malikleri lehine hükmedilen tazminat ile bu davalara ilişkin mahkeme ve icra vekalet ücretleri de, idarelerce bu maddenin sekizinci fıkrasına göre bütçelerden ayrılacak paydan ve aynı fıkrada belirtilen usule göre ödenir ve işlem yapılır. Bu alacaklar için de bu maddenin on birinci fıkrası, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan her türlü davalarda ise yedinci fıkra hükümleri uygulanır. Bu fıkra hükmü, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan ve kesinleşmeyen davalarda da uygulanır.”

 28. 2942 sayılı Kanun'un, 6487 sayılı Kanun'un 21. maddesi ile yapılan değişiklikten sonraki geçici 6. maddesinin altıncı ve yedinci fıkraları ile onuncu fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:

 "İdare ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı takdirde, uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği tarihten itibaren üç ay içinde malik veya idare tarafından bedel tespiti davası açılabilir. Dava açılması hâlinde, fiilen el konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının dava tarihindeki değeri, ikincifıkranın birinci cümlesindeki esaslara göre mahkemece bu Kanunun 15 inci maddesine göre bilirkişi incelemesi yapılmak suretiyle tespit ve taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine hükmedilir. Tespit edilen bedel, bu maddenin sekizinci fıkrasına göre idarece ödenir. Tescile veya terkine ilişkin hüküm kesin olup tarafların hükmedilen bedele ilişkin temyiz hakkı saklıdır.

 Bu madde kapsamında açılan davalarda mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekalet ücretleri bedel tespiti davalarında öngörülen şekilde maktu olarak belirlenir.

 ...

 ...Bu madde hükümleri karara bağlanmamış veya kararı kesinleşmemiş tüm davalara uygulanır. Kararı kesinleşen davalara ise, bu maddenin yalnızca sekizinci fıkra hükümleri uygulanır.”

29. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 448. maddesi şöyledir:

 “Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır.”

30. 6100 sayılı Kanun'un 30. maddesi şöyledir:

 "Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

31. Mahkemenin 14/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

32. Başvurucu; Millî Savunma Bakanlığı aleyhine açtığı kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat davasında uyuşmazlık konusu taşınmaz için emsallerine göre düşük bedel belirlendiğini, dava sonunda hükmedilen tazminatın hâlen ödenmediğini, dolayısıyla yargı kararının yerine getirilmediğini, söz konusu tazminata kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faiz yerine yasal faiz uygulandığını, faiz hesaplaması yapılırken esas alınan başlangıç tarihinin idareye uzlaşma için başvuruda bulunulan tarih olarak alınması gerektiğini, yargılama sürecinde yaptığı masrafların karşı taraftan tahsiline veya iadesine karar verildiğini; ancak yine bu masraflar için yapılan faiz hesaplamasında başlangıç tarihinin masrafların yapıldığı tarihler olarak dikkate alınması gerektiğini, yargılama devam ederken yapılan kanun değişikliği nedeniyle nispi vekalet ücreti yerine maktu vekâlet ücretine hükmedildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek adil yargılanma hakkının, mülkiyet hakkının, etkili başvuru hakkının, hak arama hürriyetinin, hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlallerin tespiti ile tazminata hükmedilmesini, hükmedilecek tazminatlara yıllık %16,8 oranında faiz uygulanmasını, başvuruya konu kamulaştırmasız el atma tazminatının ödenmemesinde sorumluluğu olan sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunulmasını, kamulaştırmasız el atma davasında lehine hükmedilen ve sonradan düşürülen vekâlet ücretinin ilk hükmedilen hali ile ödenmesine karar verilmesini, yargılama boyunca yaptığı masraflara işletilecek faizin hesaplanmasında başlangıç tarihinin, masrafların yapıldığı tarih olarak düzeltilmesini ve yargılama sonunda lehine hükmedilen tazminata uygulanacak faizin hesaplanmasında ise başlangıç tarihinin davalı idareye uzlaşma için başvurulan tarih olarak belirlenmesini talep etmiştir.

B. Değerlendirme

33. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

34. Başvurucu, başvuru dilekçesinde Sincan 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin, 20/11/2012 tarihli kararı sonucu kamulaştırmasız el atma bedeli olarak lehine 33.000 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine hükmedilmesine rağmen kendisine ödeme yapılmadığından yakınmaktadır. Bununla birlikte başvuruya ilişkin olay ve olguların incelenmesi neticesinde başvurucuya, bireysel başvuruda bulunduğu tarihten sonra belli miktarda ödeme yapıldığı ve başvurucu tarafından yakınılan hususun yapılan ödemenin eksik olduğu noktasına dönüştüğü görülmüştür (bkz. § 21).

35. Bu durumda başvurucunun yargı kararının icra edilmediğine yönelik şikâyetinin başvuruya konu yargı kararında hükmedilen meblağın faiz ve masrafları ile birlikte tahsil edilmesine yönelik icra aşamasında yapılan hesaplamaya ilişkin bir uyuşmazlık olduğu ve bu uyuşmazlığın hâlen sonuçlanmadığı hususu dikkate alınarak başvurucuya yapılan ve başvurucu tarafından tahsil edilen ödeme yönünden değerlendirilmesi uygun bulunmuş ve uyuşmazlık devam eden konuda inceleme yapılmamıştır.

36. Öte yandan başvurucunun yukarıda sayılan ve adil yargılanma hakkının, mülkiyet hakkının, etkili başvuru hakkının, hak arama hürriyetinin, hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerinin ihlal edildiğini ileri sürdüğü diğer şikâyetlerinin özü bireysel başvuruya konu edilen yargılama süreci ile yargılama süreci sonunda hükmedilen tazminata ve yargılama masraflarına yönelik faiz hesaplamalarına dolayısıyla adil yargılanma ve mülkiyet haklarına ilişkindir. Bu kapsamda başvurucunun diğer şikâyetleri ayrı başlıklar altında değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlanmadığına İlişkin İddia

37. Başvurucu, kamulaştırılmadan el koyulan taşınmazı nedeniyle uzlaşma için 22/2/2012 tarihinde idareye başvuruda bulunduğunu, uzlaşma sağlanamaması nedeniyle 2/4/2012 tarihinde dava açtığını belirterek ilgili sürecin makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

38. Bakanlık görüşünde, başvurucunun makul sürede yargılanma hakkına yönelik şikâyetine ilişkin yapılan değerlendirmede davanın açılma tarihi ile Yargıtayın düzeltilerek onama ilamında geçen sürenin 1 yıl 6 ay olduğu belirtilmiş ve Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlere atfen başvurunun bu kısmı hakkında görüş sunulmayacağı bildirmiştir.

39. Başvurucu; Bakanlığın görüşüne karşı makul süre değerlendirmesinde başlangıç tarihinin idareye uzlaşmak için başvuruda bulunduğu tarih olarak dikkate alınması gerektiğini, sürenin bitiş tarihinin ise Yargıtay ilamının kesinleşme tarihi olarak alınması gerektiğini belirtmiştir.

40. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamaların makul sürede sonuçlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesince makul sürede yargılanma hakkının adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olduğu kabul edilerek bir davadaki yargılama süresinin makul olup olmadığının tespitinde davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususların dikkate alınacağı belirtilmiş (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 34–59) ve bu kapsamda yapılan incelemeler sonucu makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik kararlar verilmiştir (Cavit Bağyapan, B. No: 2013/1444, 4/11/2014; Mukadder Sağlam ve diğerleri, B. No: 2013/2511, 22/1/2015; Semira Babayiğit ve diğerleri, B. No: 2013/3283, 19/12/2013).

41. Başvuru konusu olay, Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açılan kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat davasına ilişkindir. 6100 sayılı Kanun ile 2942 sayılı Kanun'da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen ve medeni hak ve yükümlülükleri konu alan somut yargılama faaliyetinin makul süre değerlendirmesi için başlangıcı, kural olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı tarihtir (Güher Ergun ve diğerleri, § 50). Ancak 2942 sayılı Kanun'un geçici 6. maddesinin birinci fıkrası uyarınca kamulaştırmasız el atmalardan kaynaklanan tazminat davalarında, dava açılmadan önce idareye başvuru yapılması dava şartı olarak düzenlendiğinden dolayısıyla idareye uzlaşma için başvuru yapılmadan doğrudan dava açılması Kanun ile yasaklanmış olduğundan somut başvuru açısından bu tarih idareye uzlaşma için başvuru yapılan 22/2/2012'dir.

42. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihi olup (Güher Ergun ve diğerleri, § 52), somut başvuru açısından söz konusu tarih ise temyiz talebi üzerine Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin düzeltilerek onama ilamının tarihi olan 1/10/2013'tür.

43. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde yargılamanın konusunun kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat istemine ilişkin olduğu, davanın idareye uzlaşma için yapılan 22/2/2012 tarihli başvurunun ardından 2/4/2012 tarihinde düzenlenen uzlaşmazlık tutanağı üzerine 2/4/2012 tarihinde açıldığı, esasa ilişkin kararın 20/11/2012 tarihinde verildiği ve bu kararın Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 1/10/2013 tarihli ilamı ile düzeltilerek onandığı, karar düzeltme talebinde bulunulması üzerine de ilam tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır.

44. Başvuruya konu kamulaştırma bedelinin tespiti davasında İlk Derece Mahkemesi ve temyiz Mahkemesinin ihtilaf konusu olayla ilgili tutumunun özel bir karmaşıklık göstermediği, yargılamanın idareye uzlaşma için yapılan başvuru tarihi de hesaba katılarak toplam1 yıl 8 ay sürdüğü, bu sürede İlk Derece Mahkemesinin başvurucunun ve idarenin iddialarına karşılık bedel tespitine esas verileri topladığı, keşif icra ettiği, bilirkişi raporuna başvurduğu, bilirkişi raporunun hazırlanmasının ardından esasa ilişkin hüküm kurduğu ve kararın temyiz incelemesinin sonuçlandığı görülmüş ve yargılama süresinin bütünü dikkate alındığında mahkemeler nezdinde başvurucunun haklarını ihlal edecek şekilde gecikme olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

45. Açıklanan nedenlerle başvurucunun makul süreyi aştığını ileri sürdüğü yargılamasının uzunluğu konusunda açık ve görünür bir ihlal saptanmadığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Mahkemece Belirlenen Taşınmaz Bedeline ve Bu Bedele Uygulanan Faiz Oranı ile Faiz Hesaplamalarına İlişkin İddialar

46. Başvurucu, açtığı kamulaştırmasız el atma davası sonunda taşınmaz için emsallerine göre düşük bedel belirlendiğini ayrıca hükmedilen bedele kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faiz oranı yerine yasal faiz oranı uygulandığını, bu bedel için faiz hesaplaması yapılırken esas alınan başlangıç tarihinin idareye uzlaşma için başvuruda bulunulan tarih olarak alınması gerektiğini ve yargılama sürecinde yaptığı masraflar için yapılan faiz hesaplamasında da başlangıç tarihinin masrafların yapıldığı tarihler olarak dikkate alınması gerektiğini belirterek adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

47. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."

48. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 "İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."

49. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir.

50. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 17).

51. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde, olağan yasa yolları ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (Bayram Gök, § 18).

52. Bireysel başvuru yolunun ikincil olma niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle hukuk sisteminde düzenlenen başvuru yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve adli mercilere usulüne uygun olarak iletmesi ve bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Bayram Gök, § 19).

53. Somut başvuruya konu olayda başvurucu, lehine tazminata hükmedilen Sincan 1. Asliye Hukuk Mahkemesi kararına karşı temyiz talebinde bulunmuştur. Ancak söz konusu talep incelendiğinde başvurucunun, kararın yalnızca bilirkişi ve keşif ücretlerinde eksik hesaplama yapılmış olması yönünden hatalı olduğunu belirttiği, bunun dışında kalan ve bireysel başvuruya konu ettiği şikâyetlerine ilişkin herhangi bir itirazda bulunmadığı ve İlk Derece Mahkemesi kararının düzeltilerek onanmasını istediği tespit edilmiştir (bkz. § 13). Dolayısıyla başvurucunun söz konusu talebine yönelik olarak olağan kanun yollarına başvurmadığı ve başvuru yollarını usulünce tüketmeden anılan şikâyetler yönünden bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmıştır. Oysa yukarıda yer verilen ilkeler kapsamında (bkz.§§ 44-50) başvurucunun, bu başlık altında incelenen şikâyetlere ilişkin bireysel başvuruda bulunabilmesi için öncelikle ilgili yargı yolunu tüketmesi gerektiği açıktır.

54. Açıklanan nedenlerle bireysel başvurunun bu kısmına ilişkin ihlal iddialarının, başvuru yolları usulüne uygun şekilde tüketilmeden başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Yargı Kararının Yerine Getirilmediğine İlişkin İddia

55. Başvurucunun söz konusu şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı anlaşıldığından ve şikâyetin kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek bir neden de görülmediğinden başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

d. Lehe Hükmedilen Vekalet Ücretinin Maktu Olarak Değiştirilmesine İlişkin İddia

56. Başvurucunun söz konusu şikâyetinin de açıkça dayanaktan yoksun olmadığı anlaşıldığından ve şikâyetin kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek bir neden de görülmediğinden başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Yargı Kararının Yerine Getirilmediğine İlişkin İddia

57. Başvurucu, açtığı kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat davası sonunda lehine hükmedilen tazminata yönelik hükmün icra edilmediğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

58. Bakanlık görüşünde, başvurucu lehine tazminata hükmedilen İlk Derece Mahkemesi kararının karar düzeltme talebinde bulunulmaması üzerine başvurucu yönünden 1/10/2013 tarihinde kesinleştiği, bu bağlamda bireysel başvuru incelemesi sürecinde kesinleşen kararın yerine getirilip getirilmediğinin, başvurucunun mağdurluk statüsü anlamında önem arz ettiği, dolayısıyla kararın gereğinin yerine getirilip getirilmediğinin borçlu idareden sorulması gerektiği ilaveten karar gereği yerine getirilmedi ise söz konusu yargılama sürecinin 1/10/2013 tarihinde kesinleştiği dikkate alınarak inceleme yapılmasının uygun olacağı ifade edilmiştir.

59. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında, tarafına 27/3/2014 tarihinde ödeme yapıldığını, bu ödemeden eline 41.062,01 TL geçtiğini ancak bu ödemenin icra dairesince hatalı yapılmış hesaba dayandığını dolayısıyla kısmi bir ödeme olarak kabul edilebileceğini belirtmiştir.

60. Bu bağlamda başvurucunun yargı kararının icra edilmediğine yönelik şikâyeti, söz konusu yargı kararında hükmedilen meblağın faiz ve masrafları ile birlikte tahsil edilmesine yönelik icra aşamasında yapılan hesaplamaya ilişkin devam eden bir uyuşmazlığın mevcut olduğu hususu dikkate alınarak (bkz. §§ 22-25), başvurucuya yapılan ve başvurucu tarafından tahsil edilen ödeme yönünden değerlendirilecektir.

61. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

62. Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrası şöyledir:

 “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.”

63. Anayasa’nın 138. maddesinin 4. fıkrası şöyledir:

 “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”

64. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

65. Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, § 38).

66. Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biri olmakla birlikte aynı zamanda toplumsal barışı güçlendiren, bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil, yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, 14/1/2010).

67. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın, yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu ve mahkeme kararlarının değiştirilemeyeceği ile uygulanmasının geciktirilemeyeceğini ifade eden 138. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Mustafa Demirtaş, B. No: 2013/2002, 30/12/2014, § 51).

68. Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde açıkça kararların icrasından bahsedilmediği için AİHM, mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak yargı kararlarının yerine getirilmesi hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. AİHM’e göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır. Bu çerçevede AİHM, kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının lehine karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda, mahkemeye erişim hakkının bir anlam ifade etmeyeceğini ve yargı kararının veya hükmünün infaz edilmesinin, 6. madde anlamında “dava”nın tamamlayıcı unsuru olduğunu vurgulamaktadır (Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 59).

69. Zira davaya taraf olan kişinin etkin korunması ve hukuka uygunluğun sağlanması, idarenin kendisi hakkında verilebilecek nihai yargı kararlarına uymasını gerektirmektedir. İdareler yargı kararını uygulamayı reddediyor veya ihmal ediyor ya da onu uygulamayı geciktiriyorsa, bu durumda davada taraf olan kişinin davanın safahatı süresince yararlandığı Sözleşme’nin 6. maddesinde öngörülen teminatlar, her türlü varlık nedenini kaybedecektir. AİHM, bu yorumuyla bir yargı yerine ulaşma hakkının, sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil, aynı zamanda o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de koruduğunu kabul etmektedir (Arman Mazman, § 60).

70. Anayasa'nın 138. maddesi metninde mahkeme kararlarına uyma, bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama ve yürütme organları ile idare makamları lehine herhangi bir istisna kuralına yer verilmemiştir. Yargı kararlarının ilgili kamu otoritelerince zamanında yerine getirilmediği bir devlette, bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün olmaz. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında yerine getirilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin kamu otoritelerine ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir devlette, bireylerin kamu otoritesi ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında yerine getirilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez (Arman Mazman, § 61).

71. Yargı kararlarının yerine getirilmesinde gecikmenin başvurucuların adil yargılanma haklarına bir müdahale olduğu kabul edilmekle beraber kararların icrasında ne kadar süreli bir gecikmenin hak ihlali sayılacağının, davanın konusu, konu bir alacağın veya tazminatın ödenmesiyse alacak veya tazminatın mahiyeti, başvurucunun kararın icrasındaki menfaati, yargı kararının icrasının başvurucu için önemi, ödeme ile sorumlu idarenin bütçe imkânları ve ödeme konusundaki tutumu, alacak veya tazminatın ödemenin gecikmesi nedeniyle değer kaybedip kaybetmediği, davanın kararın icra safhasıyla beraber toplam süresi ile kararın icrasında geçen süre gibi koşullara göre incelenmesi gerekir (Arman Mazman, § 66).

72. Başvuru konusu olayda idare başvurucuya ait taşınmaza kamulaştırmasız el atmış, başvurucu da bu durumu öğrenmesinin ardından 2942 sayılı Kanun'un geçici altıncı maddesi uyarınca uzlaşma için idareye 22/2/2012 tarihinde başvurmuş, uzlaşma sağlamaması üzerine 2/4/2012 tarihinde Sincan 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat davasında idare aleyhine tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesi 20/11/2012 tarihli kararı ile toplam 33.000 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. Anılan karar Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 1/10/2013 tarihli ilamı ile düzeltilerek onanmış, karar düzeltme yoluna başvurulmaması üzerine de aynı tarihte kesinleşmiştir. Başvurucuya ise kendisinin de kabul ettiği 41.062,01 TL ödeme, kesinleşme tarihinden yaklaşık altı ay sonra 27/3/2014 tarihinde yapılmıştır.

73. Sonuç olarak yukarıda sayılan hususlar gözönünde bulundurulduğunda somut olayda İlk Derece Mahkemesince 33.000 TL olarak belirlenen kamulaştırmasız el atma tazminatının yargı kararının kesinleşmesinden itibaren yaklaşık altı ay sonra ödenmiş olduğu ve söz konusu ödemenin faiz ile yargılama giderlerini de kapsadığı gözönünde bulundurulduğunda başvurucunun adil yargılanma haklarının ihlal edilmediği kanaatine ulaşılmıştır.

74. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma haklarının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

75. Öte yandan başvurucunun yargı kararı ile lehine hükmedilen tazminatın kendisine ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının, başvurucuya idarece belli bir miktar ödeme yapıldığı, bu miktarda ödemenin ise alacağın tamamını karşılayıp karşılamadığının halen devam etmekte olan bir yargılama sürecinde ortaya çıkacağı hususu dikkate alındığında bu aşamada değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.

b. Lehe Hükmedilen Vekalet Ücretinin Maktu Olarak Değiştirilmesine İlişkin İddia

76. Başvurucu İlk Derece Mahkemesi tarafından nispi olarak belirlenerek lehine hükmedilen 3.880 TL vekâlet ücretinin, 6487 sayılı Kanun ile 2942 sayılı Kanun'un geçici 6. maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle temyiz aşamasında 1.200 TL olarak (maktu) düzeltildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

77. Bakanlık görüş yazısında, AİHM'in yerleşik içtihatlarına göre yerel mahkemeler tarafından yapılan maddi ve hukuki hataların, Sözleşme tarafından güvence altına alınan hak ve özgürlüklerin ihlaline sebep olduğu hâllerde bireysel başvuruya konu edilebilir olduğu, Anayasa Mahkemesi kararlarında da kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurularda bariz takdir hatası veya açık keyfîlik bulunmadıkça bireysel başvuru yolunda inceleme yapılamayacağının belirtildiği, vekâlet ücretinin bir usul hukuku kavramı olup yapılan yasal değişikliklerin derhâl uygulanma niteliğini haiz olduğu, bununla birlikte devam eden davaya uygulanacak şekilde yasa değişikliğinin adil yargılanma hakkına bir müdahale olduğu ifade edilmiştir.

78. Başvurucu,Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında nispi olarak hükmedilen vekalet ücretinin yargılama devam ederken maktuya çevrilmesi uygulamasının hukuki güvenlik ilkesine ve adil yargılanma hakkına aykırılık oluşturduğunu ifade etmiştir.

79. Somut dava sonucunda başvurucunun davanın açılış tarihindeki düzenlemelere göre davayı kazanması hâlinde lehine hükmedilecek vekâlet ücreti, dava devam ederken yapılan değişiklik ile nispiden maktuya çevrilerek düşürülmüştür. Başvurucunun davası lehine sonuçlandığından aleyhine bir yargılama giderine hükmedilmemiş, ancak yargılama devam ederken yapılan kanun değişikliğiyle lehine hükmedilen vekâlet ücreti maktuya çevrilerek vekâletle temsil nedeniyle vekiline ödeyeceği ücretin karşı tarafa yükletilen miktarı azaltılmış; dolayısıyla başvurucunun vekili ile dava öncesi yaptığı sözleşmeye göre yapacağı ödemede kendisinin katlanacağı miktar artmış ve dolaylı olarak yargılama giderine katlanmak durumunda bırakılmıştır.

80. Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri silahların eşitliği ilkesidir. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelmektedir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32). Kural olarak başvurucular, davanın karşı tarafına tanınan bir avantajın kendisine zarar vermiş olduğunu veya bu durumdan olumsuz etkilendiğini ispat etmek zorunda değildir. Taraflardan birine tanınan, diğerine tanınmayan avantajın, fiilen olumsuz bir sonuç doğurduğuna dair delil bulunmasa da silahların eşitliği ilkesi ihlal edilmiş sayılabilir (Hüseyin Sezen, B. No: 2013/1793, 18/9/2014, § 37).

81. Devletin kendisi taraf olsun ya da olmasın davanın taraflarından birini diğerine nazaran önemli ölçüde avantajlı hâle getiren kanuni düzenlemeler yapması, silahların eşitliği ilkesi ve dolayısıyla yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmesi kuralına aykırılık oluşturur. Bir başka ifadeyle yasama organının yargılamadaki taraflardan birinin lehine sonuç doğuracak şekilde kanun çıkarttığı durumlarda davanın taraflarının eşit konumda olduğu söylenemez. Bunun için yargısal süreci etkilediği iddia edilen düzenlemenin taraflardan birinin davadaki başarı şansını önemli ölçüde azaltması, ortaya çıkan bu sonuç ile kanuni düzenleme arasında bir illiyet bağı bulunması ve bu illiyet bağını kesen veya zayıflatan başka etken ortaya çıkmamış olması gerekir (Zekiye Şanlı, B. No: 2012/931, 26/6/2014, § 72).

82. Bununla birlikte somut başvuruya konu düzenleme ile yapılan değişiklik, davanın esasını etkileyen veya bir tarafın başarı şansını değiştiren nitelikte olmayıp bir yargılama gideri olan vekâlet ücretine ilişkindir. Vekâlet ücreti ise bir usul hukuku kavramı olup yapılan yasal değişiklikler derhâl uygulanma niteliğini haizdir. Ayrıca bahsedilen düzenleme davanın her iki tarafı için vekâlet ücretini maktu hâle getirdiğinden ve davayı her iki tarafın da kazanma imkânı bulunduğundan silahların eşitliğine aykırı bir düzenleme olduğundan bahsedilemez. Zira benzer davalarda, davayı kazanan davacıların kamu kurumlarından alacakları vekâlet ücreti düşerken kaybeden davacıların ödemek zorunda kaldıkları vekâlet ücretleri de düşmekte ve söz konusu düzenleme kamu kurumları için bazen lehe bazen aleyhe sonuç doğurmaktadır (Mürsel Malkoç, [GK], B. No: 2013/9466, 27/10/2015, § 25).

83. Vekâlet ücreti davayı vekille takip eden ve davası kabul edilen lehine hükmedilen bir ücrettir.Dava aşamasında kimin lehine ya da aleyhine olacağı önceden belli olmayan bu ücret yükümlülüğü bir usul kuralı olup mahkemeye erişim hakkı ile ilişkilidir. (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38).

84. AİHM, başvuranların aleyhine hükmedilen yargılama giderlerinin yanında devletin taraf olduğu davalarda başvuranların lehlerine hükmedilmeyen yargılama giderlerini de mahkemeye erişim hakkı kapsamında değerlendirebilmektedir (Stankiewicz/Polonya, B. No: 46917/99, 6/4/2006, §§ 60, 61). Söz konusu davada savcılığın bir özel hukuk davasında hukuk düzenini ya da kamu yararını korumak amacıyla davaya müdahalesi hâlinde devlet lehine ya da aleyhine yargılama giderlerine hükmedilemeyeceğine ilişkin usul yasası hükmünün uygulanması incelenmiştir. Davanın Savcılık makamı tarafından açılmasına karşın davayı kazanan başvuran lehine yargılama giderlerine hükmedilmemesi nedeniyle davanın karmaşıklığı, davacının avukatla temsilinin gerekliliği, devletin yargılama giderlerinin gereksiz şekilde yüksek tutulduğuna ilişkin bir kanıtlamasının söz konusu olmadığı ve profesyonel hukuki yardım masraflarının karşı tarafa yükletilmediği hususlarına vurgu yapılarak mahkemeye erişim hakkının ihlaline karar verilmiştir (Stankiewicz/Polonya, §§ 63-76).

85. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, § 38). Ulaşılmak istenen kamu yararının gerekleri ile bireylerin temel hakları arasında gözetilmesi gereken adil dengeyi bozan ve başvuruculara çok yüksek bir külfet yükleyen düzenlemeler mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Hüseyin Sezen, § 48).

86. Vekâlet ücreti bir yargılama gideri olup, kural olarak bu tür giderler mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil eder. Ancak, gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin fuzuli yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla başvuruculara belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derecede zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez (Serkan Acar, § 39).

87. Hukuk yargılamalarında uygulanan ve AİHM kararlarında da geçen "Kaybeden öder." ilkesi, tarafların yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarına hükmedilmesine ilişkin düzenlemeleri ifade eder (Hüseyin Sezen, § 50).

88. AİHM, bu ilke gereği muhtemel davacıları mahkeme önüne abartılı talepler getirmekten vazgeçirdiği için mahkemeye erişim hakkını engelleyici bir sonuç doğurabilecek nitelikteki düzenlemelerin tek başına adil yargılanma hakkıyla çelişmeyeceğini, bununla birlikte davanın koşulları çerçevesinde hesaplanan masrafın miktarının bu hakkın engellenip engellenmediğini tespitte önemli bir faktör olduğunu kabul etmektedir (Stankov/Bulgaristan, 68490/01, 12/7/2007, § 52).

89. Başvuru konusu davada 20/11/2012 tarihli Mahkeme kararıyla başvurucu lehine 33.000 TL tazminat bedeli ile 3.880 TL vekâlet ücretinin diğer yargılama giderleriyle birlikte ödenmesine karar verilmiştir. 24/5/2013 tarihinde kabul edilen 6487 sayılı Kanun'la 2942 sayılı Kanun’un geçici 6. maddesinde yapılan değişiklik ile kamulaştırmasız el atma davalarında vekâlet ücretlerinin nispi olarak ödenmesi düzenleme altına alınmıştır. Başvuru konusu davanın temyiz aşamasında yürürlüğe giren bahse konu düzenleme ve usul hükümlerinin derhâl uygulanmasına yönelik ilke gereği başvurucu lehine hükmedilen 3.880 TL vekâlet ücreti Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin, 1/10/2013 tarihli kararıyla 1.200 TL olarak tespit edilmiş, İlk Derece Mahkemesi kararı düzeltilerek onanmıştır.

90. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 1/10/2013 tarihli kararıyla vekâlet ücreti yönünden İlk Derece Mahkemesi kararını değiştiren hükmünün 11/6/2013 tarihli ve 28674 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6487 sayılı Kanun’la 2942 sayılı Kanun’un geçici 6. maddesinde değişiklik yapan düzenlemeye dayandığı, bahsedil