2014/11657

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MUSTAFA KARACA BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/11657)

 

Karar Tarihi: 22/6/2017

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Mustafa KARACA

Vekili

:

Av. Sezai DEMİRKAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; taşınmaz satış vaadi sözleşmesine istinaden açılan tapu iptali ve tescil davasında taşınmazınharca esas olmak üzere tespit edilen gerçek bedeli yerine sözleşmede belirlenen bedelin malike ödenmesine karar verilmesi, buna karşılık harç ve vekâlet ücretinin ise mahkemece belirlenen gerçek bedel üzerinden hesaplanması, karar ve ilam harcına her bir davalı için ayrı ayrı hükmedilmemesi, ayrıca temyiz karar harcının yanlış hesaplanması nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 11/7/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya tebliğ edilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 1950 doğumlu olup Samsun ili Vezirköprü ilçesinde ikamet etmektedir.

9. Başvurucu ve başvurucunun kardeşleri olan A. Karaca ve N. Karaca Samsun ili Vezirköprü ilçesi Esentepe Mahallesi'nde kâin 179 ada 3 parsel numaralı taşınmazın hisseli malikleri olup her biri taşınmaza 1/3 oranında paydaştır.

10. Başvurucu ve kardeşlerden N. Karaca, anılan taşınmazdaki hisselerini Vezirköprü Noterliğinde düzenlenen 11/3/2005 tarihli gayrimenkul satış vaadi sözleşmesiyle diğer kardeş A. Karaca'ya 5.000 TL bedel karşılığında satmayı taahhüt etmiştir.

11. Taraflar arasında anlaşmazlık çıkması üzerine A. Karaca tarafından söz konusu gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayanılarak başvurucu ve diğer hissedar aleyhine 22/5/2008 tarihinde Vezirköprü 1. Asliye Mahkemesinde (Mahkeme) tapu iptali ve tescil davası açılmıştır.

12. Mahkeme tarafından dava konusu taşınmazın harca esas değerinin tespiti için 18/5/2012 tarihinde mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Bilirkişi tarafından Mahkemeye sunulan 24/5/2012 tarihli raporda, taşınmazın değeri 932.616 TL olarak hesaplanmıştır. Mahkeme, taşınmazın değerini dikkate alarak eksik yatırılan harcı ikmal ettirmiştir. Bu şekilde davacı tarafından 9.232 TL peşin karar ve ilam harcı yatırılmıştır.

13. Mahkeme, davacının sözleşme ile belirlenen 5.000 TL satış bedelinin ödendiğini ispatlayamadığı sonucuna ulaşarak bu tutarı başvurucu ve diğer davalıya ödenmek üzere Mahkeme veznesine depo ettirmiştir.

14. Mahkemece 25/12/2012 tarihinde verilen kararla, davanın kabulü ile taşınmazın tapusunun davacı adına tesciline hükmedilmiştir. Mahkeme ayrıca davalılar (başvurucu ve N. Karaca) aleyhine 36.931,59 TL nispi karar ve ilam harcına, 35.719,76 TL de vekâlet ücretine hükmetmiştir. Karar ve ilam harcı ile vekâlet ücretinin miktarı, taşınmazın bilirkişi tarafından belirlenen değerinin -davalıların hisseleri dikkate alınarak- üçte ikisi üzerindenhesaplanmıştır. Kararın gerekçesinde 12/1/2011 tarihli ve 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 1. maddesi delaletiyle olayda uygulanacak olan 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun 81. maddesi uyarınca vaat alacaklısı lehine tescile hükmedilebilmesi için vaat alacaklısının sözleşmede belirlenen semeni ödemesi gerektiği ifade edilmiştir. Gerekçede, satış vaaadi sözleşmesinin 11/3/2005 tarihinde akdedildiği ve davanın da 22/5/2008 tarihinde açıldığı gözetildiğinde yerleşik Yargıtay içtihadına göre semenin güncelleştirilmeksizin aynen depo ettirilmesinin yeterli olacağı açıklanmıştır.

15. Karar, davalılar tarafından temyiz edilmiştir. Başvurucuya ait temyiz dilekçesinde, harç ve vekâlet ücretinin taşınmazın satış bedeli üzerinden belirlenmesi gerektiği savunulmuş; her bir davalının sorumlu olduğu yargılama giderinin ayrı ayrı belirlenmesi gerektiği ifade edilmiş; ayrıca davacının ediminin de (satış bedelinin) taşınmazın bilirkişi tarafından belirlenen bedelinin esas alınarak tayin edilmesi gerektiği iddia edilmiştir. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin (Daire) 16/12/2013 tarihli kararıyla Mahkeme kararı usul ve yasaya uygun görülerek onanmıştır. Daire kararında, ayrıca temyiz talebinde bulunan her iki davalı aleyhine ayrı ayrı 42.471,26 TL temyiz karar harcına hükmedilmiştir. Harcın oranının binde 68,31 olarak uygulandığı anlaşılmaktadır.

16. Kararın düzeltilmesi isteminde bulunan başvurucu tarafından diğer iddiaların yanında aleyhine hükmedilmesi gereken temyiz karar harcının hissesi gözetildiğinde 21.235,66 TL olması gerektiği de ileri sürülmüştür. Daire 14/5/2014 tarihli kararıyla karar düzeltme istemini reddetmiştir. Kararda, başvurucunun temyiz karar harcının yanlış hesaplandığına yönelik iddiasıyla ilgili herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır.

17. Kararın düzeltilmesi isteminin reddine ilişkin karar 20/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

18. Başvurucu 11/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

19. 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 15. maddesi şöyledir:

 “Yargı harçları (1) sayılı tarifede yazılı işlemlerden değer ölçüsüne göre nispi esas üzerinden, işlemin nev'i ve mahiyetine göre maktü esas üzerinden alınır.”

20. 492 sayılı Kanun’un 16. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:

“Değer ölçüsüne göre harca tabi işlemlerde (1) sayılı tarifede yazılı değerler esastır. Müdahelenin men'i tescil ve tapu kayıt iptali gibi gayrimenkulün aynına taallük eden davalarda gayrimenkulün değeri nazara alınır.

Gayrimenkulün aynına taallük eden davalarda ecrimisil ve tazminat gibi taleplerde de bulunulduğu takdirde harc, gayrimenkulün değeri ile talebolunan tazminat ve ecrimisil tutarı üzerinden alınır.

...

Noksan tesbit edilen değerler hakkında 30 uncu madde hükmü uygulanır.”

21. 492 sayılı Kanun’a ekli (1) sayılı Tarife'nin "Karar ve ilam harçları"nı düzenleyen bölümünün ilgili kısmı şöyledir:

 “1. Nispi harç :

a) Konusu belli bir değerle ilgili bulunan davalarda esas hakkında karar verilmesi halinde hüküm altına alınan anlaşmazlık konusu değer üzerinden (Binde 68,31)

(Ek hüküm: 4/12/1985 - 3239/96-A md.) (Değişik cümle: 15/7/2016-6728/36 md.) ... Bakanlar Kurulu dava çeşitleri itibariyle birlikte veya ayrı ayrı olmak üzere bu bente yazılı nispeti binde 10’a kadar indirmeye veya Kanunda yazılı nispete kadar çıkarmaya yetkilidir.

...

e)(Değişik:25/12/2003-5035/34 md.) Yukarıdaki nispetler... Yargıtayın tasdik veya işin esasını hüküm altına aldığı kararları için de aynen uygulanır.”

22. 6101 sayılı Kanun'un 1. maddesi şu şekildedir:

"(1) Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse, kural olarak o kanun hükümleri uygulanır. Ancak, Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra bu fiil ve işlemlere ilişkin olarak gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiye, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine tabidir.”

23. Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı mülga Kanun'un 81. maddesi şu şekildedir:

"Mütekabil taahhütleri muhtevi olan bir akdin ifasını talep eden kimse, akdin şartlarına ve mahiyetine nazaran bir ecelden istifade hakkını haiz olmadıkça kendi borcunu ifa etmiş veya ifasını teklif eylemiş olmak lazımdır.”

24. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 326. maddesi şöyledir:

 “(1) Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.

(2) Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştırır.

(3) Aleyhine hüküm verilenler birden fazla ise mahkeme yargılama giderlerini, bunlar arasında paylaştırabileceği gibi, müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar verebilir.”

25. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 326. maddesi şöyledir:

 “(1) Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.

(2) Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştırır.

(3) Aleyhine hüküm verilenler birden fazla ise mahkeme yargılama giderlerini, bunlar arasında paylaştırabileceği gibi, müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar verebilir.”

26. 12/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 162. maddesi şöyledir:

 “Birden çok borçludan her biri, alacaklıya karşı borcun tamamından sorumlu olmayı kabul ettiğini bildirirse, müteselsil borçluluk doğar.

Böyle bir bildirim yoksa, müteselsil borçluluk ancak kanunda öngörülen hâllerde doğar.”

27. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 8/11/2006 tarihli ve E.2006/14-692, K.2006/702 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:

 “...Satış vaadi sözleşmesine dayanılarak elde edilmesi istenilen hak tapu iptali ve tescildir. Sözleşmenin asli unsurunu tapu iptali ve tescil oluşturmaktadır. Sözleşme ile elde edilmek istenilen nihai talep iptal ve tescildir. Tatbikatta görüldüğü gibi, bu talep, bazen çok uzun yıllarca yapılmamaktadır. Taşınmaz vaad olunana teslim edilmişse zamanaşımı da işlemeyeceğinden, taraflar tescil talebinde bulunmamaktadır. Çok zaman 20-30 yıl sonra talepte bulunabilmektedirler. Bazen de sözleşmede onlarca taşınmazınsatışı vaat edilmektedir. 20-30 yıl önce veya onlarca taşınmazın satışının vaad edildiği sözleşmelerde gösterilen değerler yeni açılan davalarda çok cüzi kalmaktadır. Uzun yıllar süren yüksek enflasyon ve tarafların satış bedelini sözleşmede bilerek düşük göstermeleri ihtimali nazara alındığında taşınmazın değerinin dava tarihine göre belirlenmesi gerekmektedir.

Hakim yapacağı keşifte dinleyeceği bilirkişilere taşınmazın değerini tespit ettirecektir. Tespit edilen bu değere göre hem mahkemenin görevi tayin edilecek, hem de noksan harç ikmal ettirilecektir. Bu durumda sözleşmeye müdahaleden de söz edilemeyecektir. Kamu düzeninden olan bu husus tarafların insiyatifine bırakılmadan, hakim tarafından resen yerine getirilmiş olacaktır. Harçlar Kanununun 16.maddesi de, müdahalenin meni, tescil ve tapu iptali gibi taşınmazın aynını ilgilendiren davalarda, taşınmazın değerinin esas alınacağını öngörerek görüşümüzü teyit etmektedir. Harç kaybı da böylece önlenmiş olacaktır.

...”

28. HGK'nın 29/3/2006 tarihli ve E.2006/14-91, K.2006/115 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:

 “...Satış vaadi sözleşmesine dayanılarak elde edilmesi istenilen hak tapu iptali ve tescildir. Sözleşmenin asli unsurunu tapu iptali ve tescil oluşturmaktadır. Sözleşme ile elde edilmek istenilen nihai talep iptal ve tescildir. Tatbikatta görüldüğü gibi, bu talep, bazen çok uzun yıllarca yapılmamaktadır. Taşınmaz vaad olunana teslim edilmişse zamanaşımı da işlemeyeceğinden, taraflar tescil talebinde bulunmamaktadır. Çok zaman 20-30 yıl sonra talepte bulunabilmektedirler. Bazen de sözleşmede onlarca taşınmazınsatışı vaat edilmektedir. 20-30 yıl önce veya onlarca taşınmazın satışının vaad edildiği sözleşmelerde gösterilen değerler yeni açılan davalarda çok cüzi kalmaktadır. Uzun yıllar süren yüksek enflasyon ve tarafların satış bedelini sözleşmede bilerek düşük göstermeleri ihtimali nazara alındığında taşınmazın değerinin dava tarihine göre belirlenmesi gerekmektedir.

Hakim yapacağı keşifte dinleyeceği bilirkişilere taşınmazın değerini tespit ettirecektir. Tespit edilen bu değere göre hem mahkemenin görevi tayin edilecek, hem de noksan harç ikmal ettirilecektir. Bu durumda sözleşmeye müdahaleden de söz edilemeyecektir. Kamu düzeninden olan bu husus tarafların insiyatifine bırakılmadan, hakim tarafından resen yerine getirilmiş olacaktır. Harçlar Kanununun 16. maddesi de, müdahalenin meni, tescil ve tapu iptali gibi taşınmazın aynını ilgilendiren davalarda, taşınmazın değerinin esas alınacağını öngörerek görüşümüzü teyit etmektedir. Harç kaybı da böylece önlenmiş olacaktır.

...”

29. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 13/11/2015 tarihli ve E.2015/10774, K.2015/10298 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:

 “...Mahkemece, satış bedelinin dava tarihindeki güncelleştirilmiş değeri depo ettirilerek tapu iptali ve tescil isteminin kabulüne karar vermiştir.

...

Kaynağını Türk Borçlar Kanununun 29. maddesinden alan taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri, Türk Borçlar Kanununun 237. maddesi ile Türk Medeni Kanununun 706. ve Noterlik Kanununun 89. maddesi hükümleri uyarınca noter önünde re’sen düzenlenmesi gereken, bir başka anlatımla geçerliliği resmi şekil şartına bağlı kılınan, tam iki tarafa borç yükleyen ve kişisel hak sağlayan sözleşme türüdür. Vaat alacaklısı, taşınmaz satış vaadi sözleşmesi ile mülkiyet devir borcu yüklenen satıcıdan edim yerine getirilmediğinde Türk Medeni Kanununun 716. maddesi uyarınca açacağı tapu iptali ve tescil davasında borcun hükmen yerine getirilmesini isteyebilir.

Taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesine dayanan tescil isteminin hüküm altına alınabilmesi için sözleşmede kararlaştırılan bedel ödenmiş olmalıdır. Ancak, bedelden ödenmeyen bir kısım var ise, bu bedel Borçlar Kanununun 97. maddesi uyarınca depo ettirilmelidir.

Yukarıda yapılan açıklamaların ışığı altında somut olaya gelince; dava konusu 1226(103 ada 3) sayılı parsel, Giresun 1. Noterliği'nin 18.01.1993 tarihli ve 760 yevmiye numaralı satış vaadi sözleşmesi gereğincedavalıların murisi ... tarafından 10.000.000,00 ETL'ye dava dışı ...'e satmayı vaad edildiği onun da taşınmazdaki hak ve hisselerinin tamamını 20.02.1990 tarih 2469 yevmiye numaralı satış vaadi sözleşmesi ile davacıya satmayı vaad ettiği anlaşılmaktadır. Satış vaadi sözleşmesinin taraflarınca satış bedelinin 5.000.000,00 ETL kısmı peşin kalan kısmının ise tapu devrinde ödeneceği kararlaştırılmıştır. Davacı satış bedelinin tamamının ödendiği kanıtlanayamadığına göre dava konusu taşınmazın dava tarihindeki rayiç değeri belirlenerek, ödenen 5.000.000,00 ETL taşınmazın sözleşmedeki satış bedeli olan 10.000.000,00 ETL’ye oranlanmalı ve bu orana göre dava konusu bağımsız bölümün dava tarihindeki rayiç değeri üzerinden belirlenecekbakiye satış bedelinin depo edilmesi için davacıya süre verilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, satış bedelinin ödenmeyen kısmının güncelleştirilmiş değeri esas alınarak hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir."

30. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 17/5/2012 tarihli ve E.2012/5689, K.2017/7082 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:

 “...Kaynağını Borçlar Kanununun 22. maddesinden alan taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri, Borçlar Kanununun 213. maddesi ile Türk Medeni Kanununun 706. ve Noterlik Kanununun 89. maddesi hükümleri uyarınca noter önünde re’sen düzenlenmesi gereken, bir başka anlatımla geçerliliği resmi şekil şartına bağlı kılınan, tam iki tarafa borç yükleyen ve kişisel hak sağlayan sözleşme türüdür. Vaat alacaklısı, taşınmaz satış vaadi sözleşmesi ile mülkiyet devir borcu yüklenen satıcıdan edim yerine getirilmediğinde Türk Medeni Kanununun 716. maddesi uyarınca açacağı tapu iptali ve tescil davasında borcun hükmen yerine getirilmesini isteyebilir.

Taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesine dayanan tescil isteminin hüküm altına alınabilmesi için sözleşmede kararlaştırılan bedel ödenmiş olmalıdır. Ancak, bedelden ödenmeyen bir kısım var ise, bu bedel Borçlar Kanununun 81. maddesi uyarınca depo ettirilmelidir.

...

...Somut olayda; dosya içerisinde bulunan 22.02.1978 tarihli satış vaadi sözleşmesi incelendiğinde satış bedelinin 200.000 TL olduğu 50.000TL kısmınınpeşin ödendiği, kalan 150.000 TL'nin ise 10.000TL'lik taksitlerle ödeneceğinin kararlaştırıldığı görülmektedir. Satış vaadinde bulunan ... mirasçıları davalılar satış bedelinin tamamınınödenmediğini savunmuşlar, satış vaadi alacaklısı ... mirasçıları davacılar ise dosyaya ibraz ettikleri bono niteliğindeki belge fotokopileri ile satış bedelinin tamamının ödenerek senetlerin geri alındığını ifade etmişlerdir. Bu durumda davacılarınsatış bedeline ilişkin ödemelerini dosyaya ibraz ettikleri senetler karşılığında yapıldığını ispat etmeleri gerekir. Davacılar bu hususu kanıtlayamadıkları takdirde dava konusu taşınmazın dava tarihindeki rayiç değeri hesaplanarak davalılar tarafından ödendiği kabul edilen 70.000TL, taşınmazın değerine oranlanıp hesaplanmalı, ödenmeyen kısım davacılar tarafından depo edildiğinde davakabul edilmelidir."

31. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 17/2/2014 tarihli ve E.2013/14923, K.2014/2015 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:

 “... Somut olayda; dosya içerisinde bulunan 29.07.1997 tarihli satış vaadi sözleşmesi incelendiğinde satış bedelinin 1.400.000.000,00 eski TL olduğu, 1.000.000.000,00 eski TL kısmınınpeşin ödendiği, kalan 400.000.000,00 eski TL'nin ise yarısının 16.08.1997 diğer yarısının 31.10.1997 tarihindeödeneceğinin kararlaştırıldığı görülmektedir. Davalı satış vaadi borçlusu yüklenici ... satış bedelinin tamamınınödenmediğini savunmuştur. Bu durumda davacı ...'ın satış bedelinden kalan kısmı ödendiğini kesin delillerle ispat etmesi gerekir. Davacı...ödemeyi kanıtlayamadığıtakdirdedavakonusu taşınmazın dava tarihindeki rayiç değeri hesaplanarak satış vaadi sözleşmesinde ödendiği belirtilen 1.000.000.000,00 eski TL, taşınmazın değerine oranlanıp hesaplanmalı, ödenmeyen kısım davacı ... tarafından depo edildiğinde davakabul edilmelidir. "

32. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 27/10/2015 tarihli ve E.2015/8956, K.2015/9538 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:

 “... Davacıların dayanağı olan Adana 1. Noterliği'nin 17.08.1998 tarihli 16660 yevmiye no'lu satış vaadi sözleşmesinde sözleşmeye konu taşınmazın satış bedelinin "500.000.000 TL" olduğu belirtilmiş ise de gerek satış vaadinde bulunan davalıların murisi ... gerekse satış vaadini kabul eden ... tarafından satış bedelinin ödendiğine ilişkin beyanlarının sözleşmeye geçirilmediği açıkça anlaşılmaktadır. Satış vaadi sözleşmesinin zorunlu unsurlarından olan "satış bedeli" sözleşmede belirtilmekte ise de gerek sözleşme kapsamından gerekse dosya içerisindeki belge ve delillere göre satış vaadini kabul eden ... tarafından satış bedelinin ödendiği kanıtlanamadığındanBorçlar Kanununun 81. maddesi uyarınca dava konusu taşınmazın satış vaadine konu kısmınındava tarihindeki rayiç değeri belirlenerek satış vaadinde bulunan ...'ün mirasçıları adına depo ettirilmesi için davacıya süre verilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir. "

B. Uluslararası Hukuk

33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

34. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesinde güvenceye bağlanan mülkiyet hakkının pozitif yükümlülükleri de içerdiğini kabul etmektedir (Kotov/Rusya, [BD] B. No: 54522/00, 3/4/2012, §§ 109-115; Öneryıldız/Türkiye, [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 134; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 143; Dzugayeva/Rusya, B. No: 44971/04, 12/2/2013, § 26). AİHM, bu hükümle koruma altına alınan mülkiyet hakkının gerçek ve etkili kullanımının sadece devletin müdahale etmeme ödevine bağlı olmadığını fakat aynı zamanda özellikle başvurucunun kamu otoritelerinden meşru olarak alınmasını beklediği önlemler ile mülkünden etkin bir biçimde yararlanması arasında doğrudan bir bağlantının bulunduğu durumlarda koruyucu pozitifönlemler alınmasını da gerektirdiğini ifade etmektedir. Öte yandan AİHM'e göre özel kişiler arasındaki ilişkilerde bile devlete pozitif yükümlülük yükleyen kamusal menfaatlersöz konusu olabilir (Kotov/Rusya, § 109).

35. AİHM, bu bağlamda mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına kamu otoriteleri dışındaki kişilerce müdahale edilmesi durumunda devletin pozitif yükümlülüğünün koruyucu/önleyici ve düzeltici ödevler biçiminde ikiye ayrılacağını ifade etmektedir. AİHM'e göre bu durumda Sözleşme'ye taraf devletler, iç hukuk sisteminde mülkiyet hakkının yasalar tarafından tatmin edici bir şekilde korunmasının güvence altına alınması ve hakkına müdahale edilen kişinin -gerekmesi durumunda- meydana gelen zararının giderilmesine yönelik talepler dâhil olmak üzerehakkını arayabileceği düzeltici mekanizmaların temin edilmesi yükümlülüğü altındadırlar (Blumberga/Litvanya, B. No: 70930/01, 14/10/2008, § 67).

36. AİHM, devletin pozitif yükümlülüklerinin mahiyeti ve kapsamının olayın somut koşullarına göre farklılaşabileceğini düşünmektedir (Kotov/Rusya, § 111). AİHM'e göre devletin olayın somut koşullarına göre sağlama yükümlülüğü altına girdiği düzeltici önlemler, zarar gören tarafın hakkını savunabilmesi imkânı tanıyan uygun yasal mekanizmaların oluşturulmasını içermektedir. (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi açık bir biçimde usule ilişkin yükümlülükler içermemekte ise de bu hüküm, gerek devletin müdahil olduğu uyuşmazlıklarda gerekse iki özel kişi arasındaki uyuşmazlıklarda devlete usule ilişkin yükümlülükler yüklemektedir. Özel kişiler arasındaki müdahalelerde devlet, zorunlu usule ilişkin garantiler içeren yargısal başvuru yolları kurma yükümlülüğü altındadır. Bu bağlamda görevlendirilecek mahkemelerin veya yargısal yetkiyi haiz diğer kurul veya kamusal otoritelerin özel kişiler arasındaki uyuşmazlığı etkili ve adil bir şekilde çözecek yargısal güçle donatılmaları gerekmektedir (Kotov/Rusya, § 114).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

37. Mahkemenin 22/6/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Satış Bedeline İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

38. Başvurucu; taşınmaz satış vaadi sözleşmesine istinaden aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davasında, taşınmazın Mahkemece tespit edilen gerçek bedeli yerine sözleşmede belirlenen bedelin lehine depo ettirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, davacının sözleşmeden doğan edimini zamanında ifa etmemesi nedeniyle sözleşmede kararlaştırılan bedelin dikkate alınamayacağını savunmuş ve taşınmazın satış bedelinin Mahkeme tarafından tespit edilen harca esas değer üzerinden belirlenmesi gerektiğini ileri sürmüştür.

39 Bakanlık görüşünde, başvurucunun iddiasının dördüncü dereceden temyiz şikâyeti niteliğinde olduğu ifade edilmiş ve delillerin değerlendirilmesinde açık bir keyfîlik bulunup bulunmadığının değerlendirilmesinin Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğu belirtilmiştir.

2. Değerlendirme

40. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

41. Somut olayda başvurucu ve kardeşi N. Karaca, ihtilaf konusu taşınmazdaki hisselerini 11/3/2005 tarihli gayrimenkul satış vaadi sözleşmesiyle diğer kardeş A. Karaca'ya toplam 5.000 TL bedel karşılığında satmayı taahhüt etmişlerdir. Ancak taraflar arasında anlaşmazlık çıkması üzerine A. Karaca tarafından söz konusu gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayanılarak başvurucu ve diğer hissedar aleyhine Mahkemede tapu iptali ve tescil davası açılmıştır. Mahkeme tarafından dava konusu taşınmazın harca esas değeri bilirkişi marifetiyle 932.616 TL olarak tespit edilmiştir. Mahkeme; davacının sözleşme ile belirlenen 5.000 TL satış bedelini ödediğini ispatlayamadığı sonucuna ulaşarak bu tutarı, başvurucu ve diğer davalının her birine 2.500 TL olarak ödenmek üzere Mahkeme veznesine depo ettirmiştir. Mahkemece davanın kabulü ile taşınmazın davacı adına tesciline hükmedilmiştir.

42.Başvurucunun şikâyetinin temelindeki satış bedeli, taraflar arasında akdedilen ve özel hukuk hükümlerine tabi olan gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Davacı taraf, başvurucunun satış sözleşmesini ifa etmemesi nedeniyle kamu gücü kullanılarak sözleşmenin gereğinin yerine getirilmesinin temini amacıyla dava açmak suretiyle kamu gücüne müracaat etmiştir. Yargı mercilerinin yargılama sürecindeki işlem ve eylemleri taraflar arasındaki özel hukuk ihtilafını çözüme bağlama amaçlıdır. Dolayısıyla özel kişiler arasındaki özel hukuk ihtilaflarının çözümlenmesi amacına yönelik yargısal süreçlerdeki iş ve işlemlere yönelik şikâyetlerin devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında incelenmesi gerekmektedir.

a. Mülkün Varlığı

43. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında inceleme yapılabilmesi için öncelikle somut olayda "mülk"ün var olduğunun tespit edilmesi gerekmektedir.

44. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60). Ancak bir alacak hakkının mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi için iç hukukta kesin bir biçimde tanımlanmış ve icra edilebilir bir hâle erişmesi gerekmektedir.

45. Başvurucu, mülkiyetin kaybı karşılığında lehine takdir edilen 2.500 TL'nin taşınmazın gerçek bedelini karşılamaktan uzak olduğundan şikâyet etmektedir. Başvurucunun şikâyetinin temelindeki satış bedeli, taraflar arasında akdedilen gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinden kaynaklansa da uyuşmazlığın asıl konusunu taşınmazın başvurucuya ait hissesine ilişkin tapunun iptali ve tescil istemi oluşturmaktadır. Mahkeme tarafından başvurucu lehine depo ettirilen 2.500 TL, taşınmaz mülkiyetinin davacı adına tescil edilmesinin karşılığı ödenen bir bedeldir. Başvurucu lehine 2.500 TL depo ettirilmiş olmasından hareketle somut olaydaki uyuşmazlığın bir alacak hakkının tespitine yönelik bir ihtilaf olduğu sonucuna ulaşılamaz. Somut olaydaki mülk, davacı lehine tescil kararı verilen taşınmaz hissesidir. Taşınmaz hisselerinin mülk teşkil ettiği tartışmasızdır.

b. Genel İlkeler

46. Bireysel başvuru, devlet tarafından kamu gücü kullanılarak bireylerin temel haklarına yapılan müdahaleler sonucu meydana gelen hak ihlallerini gidermek amacıyla ihdas edilmiş bir ikincil koruma mekanizması olmakla birlikte kimi durumlarda özel kişiler arası ilişkiler sonucu özel kişilerin birbirlerinin haklarına yaptıkları müdahalelerde devlete atfedilebilecek sorumluluklar bulunabilmektedir. Bu durumlarda bireysel başvuru konusu yapılan dava sadece adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmekle kalmayıp özel kişiler tarafından başlatılan süreç sonucu etkilenen diğer haklar yönünden de incelenebilir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, § 34).

47. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet güvencesi, mülkiyet hakkına yönelik kamu gücü tarafından gerçekleştirilen müdahalelerin yanı sıra kimi durumlarda özel hukuk kişilerince yapılan müdahalelere karşı da anayasal koruma sağlamaktadır. Dolayısıyla mülkiyet hakkı devlete, müdahalede bulunmama biçimindeki negatif yükümlülüğün yanında üçüncü kişilerden gelebilecek müdahalelere karşı malike koruma sağlama şeklindeki birtakım pozitif yükümlülükler de yüklemektedir (Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri A.Ş., B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 42).

48. Mülkiyet hakkına üçüncü kişiler tarafından müdahalede bulunulması durumunda bu müdahalenin malik üzerinde doğurduğu olumsuz sonuçların mümkünse eski hâle döndürülmesini, mümkün değilse malikin zarar ve kayıplarının telafi edilmesini sağlayan idari veya yargısal hukuki mekanizmaların oluşturulması devletin pozitif yükümlülüklerinin bir gereğidir. Bu bağlamda hak ihlalinin sonuçlarının giderilmesi bakımından ne tür hukuki mekanizmaların öngörüleceği hususu devletin takdirindedir. Bu husus, kural olarak Anayasa Mahkemesinin ilgi alanı dışındadır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin, tercih edilen idari veya yargısal mekanizmanın malik üzerinde doğurduğu olumsuz etkilerin düzeltilmesi bakımından yeterli ve elverişli olup olmadığı hususundaki denetim yetkisi saklıdır. Bu bağlamda düzeltici bir mekanizmanın hiç oluşturulmaması veya oluşturulan mekanizmanın müdahaleden önceki durumu tesis edici veya oluşan kayıpları giderici bir nitelik arz etmemesi durumunda mülkiyet hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler ihlal edilmiş olabilir (Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri A. Ş., § 48).

49. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceler sunan yargısal yolları da kapsayan etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma ve oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etme sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41).

50. Taraflar arasındaki mülkiyet uyuşmazlığının çözümlenmesinde uygulanacak mevzuatın yorumlanması ve uygulanması hususu bu konuda uzman olan derece mahkemelerinin görev ve yetkisindedir. Anayasa Mahkemesi bu konuda uzmanlaşmış bir mahkeme olmadığı gibi Mahkemenin bu şekilde bir görevi de bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu bağlamdaki görevi, derece mahkemelerince yapılan yorumun sonuçlarının ve somut olay bazındaki tatbikinin başvurucunun hak ve özgürlüklerini ihlal edip etmediğini tespit etmekten ibarettir.

c. İlkelerin Olaya Uygulanması

51. Somut olaydaki uyuşmazlık, başvurucu ve N. Karaca ile A. Karaca arasında akdedilen satış vaadi sözleşmesinin başvurucu ve N. Karaca'ya yüklediği taşınmazın mülkiyetini karşı tarafa devretme ediminin ifa edilmemesi sebebiyle başvurucu ve N. Karaca aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davasına ilişkindir. Söz konusu davanın özel kişiler arasındaki uyuşmazlıkları çözme amacına yönelik olarak devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde oluşturulmuş hukuksal bir mekanizma olduğu açıktır. Başvurucu, bu hukuki yola başvuran (davacı) değil aleyhine yargısal koruma talep edilen davalı taraf konumundadır. Dolayısıyla davalı taraf statüsünde bulunan başvurucu açısından bu mekanizmadan beklenen, uyuşmazlığın etkili ve adil bir çözümünün temin edilmesidir.

52. Olayda Mahkeme, borçlar hukuku hükümleri çerçevesinde uyuşmazlığı incelemiş; davacı tarafından sözleşmeyle yüklenilen 5.000 TL'nin davalılara ödendiğinin ispatlanamadığı sonucuna ulaşarak 5.000 TL'yi davalılar lehine Mahkeme veznesine depo ettirdikten sonra taşınmazın davacı adına tesciline karar vermiştir. Başvurucu ise Mahkeme tarafından harca esas olmak üzere belirlenen gerçek bedelin (başvurucunun hissesine isabet eden 310.872 TL) ödenmesi gerektiğini ileri sürmüştür.

53. Satış vaadi sözleşmesinin ifa edilmemesinin hüküm ve sonuçlarının ne olduğu ve ne tür yaptırımlar uygulanacağı hususu borçlar hukukuna ilişkin düzenlemelerde gösterilmiştir. Bu düzenlemelerin yorumu ve neyi ifade ettiğinin tespiti, borçlar hukukuna ilişkin uyuşmazlıklara bakmakla görevli ve alanında uzmanlaşmış derece mahkemelerinin görev ve yetkisi kapsamındadır. Özellikle adli yargı kolunda en üst derece mahkemesi olan ve aynı zamanda içtihada istikrar kazandırmakla görevli bulunan Yargıtayın ilgili düzenlemelere ilişki yorum ve uygulamaları büyük önem taşımaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu husustaki yetkisi yargılama sürecine ilişkin olarak getirilen güvencelere uygun davranılıp davranılmadığının tespitiyle sınırlıdır.

54. Özel borç ilişkilerindeki edimler kural olarak eşit konumda bulunan tarafların serbest iradeleriyle belirlenir. Sözleşmedeki edimlerin belirlenmesinde mutlak anlamda bir eşitlik ve adalet fikrinden hareket edilmiş olması gerekmez. Özerk bir varlık olarak birey kendi çıkarının ne olduğunu ve ne tür bir edimin kendi menfaatine sonuç doğuracağını en iyi bilebilecek konumdadır. Buna bağlı olarak bireyin yaptığı sözleşmenin hukuksal sonuçlarına katlanma sorumluluğu ve mecburiyeti bulunmaktadır. Bireylerin özgür iradeleriyle akdettikleri sözleşmelerin taraflara yüklediği edimler arasında dengesizlik bulunması da söz konusu olabilir. Ancak özerk bireyin serbest iradesiyle yüklendiği edimin taraflardan birine ölçüsüz bir külfet yüklemiş olması ve edimler arasında dengesizlik bulunması kural olarak devletin müdahalesini gerektirmemektedir. Kamu müdahalesi ancak hata, hile, zorlama gibi bireyin iradesini sakatlayan istisnai durumların varlığı koşuluyla haklı görülebilir. Bu gibi müstesna hâller haricinde kamunun özel hukuk sözleşmeleriyle yüklenen edimlere -adalet düşüncesiyle bile olsa- müdahale, özerk bireyin devletin vesayeti altına sokulması anlamına gelir ki bu durum özgürlükçü demokratik hukuk devletiyle bağdaşmaz. Devletin özel borç ilişkilerindeki rolü üstün buyurma gücüne dayanarak sözleşmelerin ifasını sağlamaktan ibarettir. Dolayısıyla sözleşmeyle tayin edilen edimin dengesiz olduğu gerekçesi tek başına yargı organlarının o sözleşmenin hükümlerini ihmal ederek karar vermesini gerektirmez.

55. Yargıtay içtihadı da sözleşmede belirlenen bedele öncelik tanınması yönündedir. Ancak yukarıda atıfta bulunulan kararlarından da anlaşılacağı üzere (bkz. §§ 29-32) Yargıtayın taşınmaz satış vaadi sözleşmelerinden kaynaklanan uyuşmazlıklara bakmakla görevli 14. Hukuk Dairesinin-taşınmaz satış vaadi sözleşmelerinin rızaen ifa edilmemesi nedeniyle tapu iptali ve tescil davası açıldığı durumlarda- sözleşme tarihi ile dava tarihi arasında uzun zaman geçmesi hâlinde sözleşmede kararlaştırılan semenin aynen depo ettirilmesinin adalete aykırı sonuçlar doğurabileceği düşüncesiyle ödenmeyen satış bedelinin veya kısmen ödeme durumunda kalan kısmının dava tarihi itibarıyla güncellenerek ödenmesi gerektiği içtihadında bulunduğu görülmektedir. Dairenin, bu içtihadını medeni hukukta geçerli olan "dürüstlük ilkesi"ne dayandırdığı anlaşılmaktadır. Daireye göre aksi takdirde edimini ifa etmeyen vaat alacaklısı dürüstlük kuralıyla bağdaşmayacak bir biçimde kendi temerrüdünün sonuçlarından yararlanmış olmaktadır. Bununla birlikte sözleşme tarihi ile dava tarihi arasında geçen sürenin uzun olmaması durumunda Daire, taraflar arasında kararlaştırılan bedelin depo ettirilmesinin yeterli olacağını belirtmektedir.

56. Somut olayda taşınmaz satım vaadi sözleşmesi 11/3/2005 tarihinde akdedilmiş, dava ise 22/5/2008 tarihinde açılmıştır. Başvurucu, sözleşme tarihi ile dava tarihi arasında geçen yaklaşık 3 yıl 2 aylık sürenin uzun olduğu yolunda açık bir iddia öne sürmemiştir.

57. Kaldı ki sözleşme tarihi ile dava tarihi arasında geçen yaklaşık 3 yıl 2 aylık sürenin semenin güncellenmesini gerektirecek derecede uzun olup olmadığının takdiri derece mahkemelerine aittir. Nitekim Mahkeme, sözleşme tarihi ile dava tarihi arasında geçen sürenin uzun olmadığını değerlendirerek semenin güncellenmesine gerek görmemiş ve tarafların özgür iradeleriyle sözleşmede kararlaştırılan bedelin depo ettirilmesini yeterli görmüştür. Mahkemenin bu yoldaki değerlendirmesi Yargıtay denetiminden geçmiş ve hukuka aykırı bulunmayarak temyiz istemi reddedilmiştir.

58. Son olarak Mahkemenin taşınmazın rayiç bedelini bilirkişi marifetiyle belirlemiş olması, ödenmesi gereken harcın miktarının tespiti içindir. Harca esas değerin tespit edilmesi devletin harçlandırma yetkisine ilişkin bir mesele olup tespitin taraflar arasında kararlaştırılan satış bedeliyle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Harcın miktarının veya harç alma ölçüsünün belirlenmesi kanun koyucunun takdirindedir. Nitekim 492 sayılı Kanun’un 16. maddesinin birinci fıkrasında, müdahalenin men'i, tescil ve tapu kayıt iptali gibi gayrimenkulün aynına taallük eden davalarda gayrimenkulün değeri üzerinden karar ve ilam harcı alınacağı hükme bağlanmıştır. HGK'nın yukarıda atıfta bulunulan kararları da satış vaadi sözleşmesinin ifa edilmemesinden doğan tapu iptali ve tescil davasında harcın, taraflarca kararlaştırılan satış bedeli üzerinden değil mahkemece belirlenen taşınmazın rayiç bedeli üzerinden alınması yönündedir(bkz. §§ 27, 28). Tapu iptali ve tescil davalarında karar ve ilam harcının taşınmazın değeri üzerinden belirlenmesi, davanın temelindeki satış vaadi sözleşmesiyle kararlaştırılan bedeli geçersiz kılmaz.

59. Bu itibarla somut olayda devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında mülkiyetin kullanılmasına ve korunmasına yönelik yeterli güvencelerin mevcut olduğu, bireysel başvuruya konu kararlarda yer verilen tespit ve gerekçeler itibarıyla mülkiyet hakkının korunması yükümlülüğü yönünden başvurucunun usule ilişkin güvencelerden etkin biçimde yararlanmasının sağlandığı ve yargısal makamların takdir yetkilerinin sınırının aşılmadığı sonucuna varılmıştır. Bu sebeple başvurucunun mülkiyet hakkına ilişkin şikâyeti yönünden açık ve görünür bir ihlal bulunmamaktadır.

60. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Karar ve İlam Harcının Ayrı AyrıHükmedilmemesine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

61. Başvurucu; her biri taşınmazın 1/3 hissesine müşreken malik olan davalıların mecburi dava arkadaşı olmadığını, bu nedenle karar ve ilam harcının her iki ihtiyari dava arkadaşı aleyhine ayrı ayrı hükmedilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucu, karar ve ilam harcının davalılar aleyhine ayrı ayrı hükmedilmemiş olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

62. Bakanlık görüşünde, yargılama giderlerinin kural olarak davada haksız çıkan tarafa yükletileceği ve haksız çıkan tarafın birden fazla kişi olması durumunda hâkimin yargılama giderlerini paylaştırması mümkün olabileceği gibi davayı kaybedenlerin yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olmasına da karar verebileceği ancak bu yönde bir kararın verilmemesi durumunda her dava arkadaşının yargılama giderlerinin kendi payına düşen kısmı için sorumlu olacağı belirtilmiştir. Bakanlık, başvurucunun iddiasının dördüncü dereceden temyiz şikâyeti niteliğinde olduğunu savunmuştur.

2. Değerlendirme

63. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.

64. Buna göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı başvurucunun “güncel bir hakkının ihlal edilmesi”, bu ihlalden dolayı kişinin kişisel olarak” ve “doğrudan” etkilenmiş olması ve bunların sonucunda başvurucunun, kendisinin “mağdur” olduğunu ileri sürmesidir (Onur Doğanay, B. No: 2013/1977, 9/1/2014, § 42).

65. Olayda İlk Derece Mahkemesi, karar tarihinde yürürlükte bulunan tarife uyarınca davalılar (başvurucu ve N. Karaca) aleyhine 36.931,59 TL nispi karar ve ilam harcına hükmetmiştir. Başvurucunun yargılama sonucunda karar ve ilam harcı ödemekle yükümlü kılınması ekonomik menfaatlerini etkilemektedir. Bu nedenle olayda Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülk teşkil eden ekonomik bir menfaatin var olduğu anlaşılmaktadır.

66. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı veren bir haktır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, ürünlerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53). Ayrıca kişinin mal varlığında azalma sonucunu doğuran kamusal işlem ve eylemler de mülkiyet hakkına müdahale oluşturur (Tülay Arslan ve diğerleri, B. No: 2014/7051, 2/2/2017, § 77). Bu bağlamda başvurucu aleyhine nispi karar harcına hükmedilmesi mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmektedir.

67. 6100 sayılı Kanun'un 326. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa mahkemenin yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştıracağı belirtilmiş; (3) fıkrasında ise aleyhine hüküm verilenler birden fazla ise mahkemenin yargılama giderlerini bunlar arasında paylaştırabileceği gibi müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar verebileceği hükme bağlanmıştır.

68. Somut olayda Mahkeme, davalılar (başvurucu ve N. Karaca) aleyhine 36.931,59 TL nispi karar ve ilam harcına hükmetmiş ancak bu harcı davalılar arasında paylaştırmadığı gibi davalıların harçtan müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar vermemiştir. 6100 sayılı Kanun'un 326. maddesinde mahkemenin davayı kaybedenlerin yargılama giderlerinden sorumlu olacağı bölümü somutlaştırmadığı ve müteselsilen sorumlu tutulmaları yolunda hüküm de kurmadığı durumlarda davayı kaybedenlerin yargılama giderlerinin ne kadarından sorumlu olacağını belirleyen bir hüküm bulunmamaktadır. Bu durumda genel hükümlere müracaat edilmesi gerekmektedir.

69. 6098 sayılı Kanun’un 162. maddesinin birinci fıkrasında, birden çok borçludan her biri alacaklıya karşı borcun tamamından sorumlu olmayı kabul ettiğini bildirirse müteselsil borçluluğun doğacağı belirtildikten sonra ikinci fıkrasında, böyle bir bildirim yoksa müteselsil borçluluğun ancak kanunda öngörülen hâllerde doğacağı düzenlenmiştir. Bu hüküm dikkate alındığında tarafların kendi aralarında rızası olarak müteselsil sorumluluk öngörmesi dışında açık bir kanun hükmü bulunmadıkça müteselsil sorumluluk hükümlerinin uygulanamayacağı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla müteselsil sorumluluğun istisnai bir sorumluluk türü olduğu söylenebilir.

70. 6100 sayılı Kanun'un 326. maddesinin (3) numaralı uyarınca yargılama giderlerinden dolayı müteselsil sorumluluk ancak mahkemenin karar vermesi hâlinde doğabilmektedir. Mahkemece açıkça davayı kaybedenlerin yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olacağı yolunda hüküm kurulmadıkça müteselsil sorumluluk hükümleri uygulanmaz. Bu durumda mahkemece açıkça belirtilmese bile davayı kaybedenlerden her biri kendi payına düşen miktardan sorumlu olur.

71. Bu açıklamalar dikkate alındığında başvurucunun sorumlu olacağı karar ve ilam harcı Mahkeme kararında açıkça belirtilmemiş olsa bile davalıların karar ve ilam harcından müteselsilen sorumlu olacağına yönelik açık bir ifade bulunmadığından başvurucunun sadece kendi hissesine isabet eden 18.454,80 TL'den sorumlu olacağı anlaşılmaktadır. Başvurucunun fiilen diğer davalının hissesine isabet eden harcı ödemek mecburiyetinde bırakıldığı yolunda bir iddiası ve şikâyetinin de bulunmadığı görülmektedir. Dolayısıyla başvurucunun sorumlu olacağı karar ve ilam harcının, Mahkeme kararında hissesi oranında açıkça somutlaştırılmamasının başvurucu yönünden bir mağduriyete yol açmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.

72. Açıklanan nedenlerle başvurucuların karar ve ilam harcına ayrı ayrı hükmedilmediği şikâyeti yönünden mağdur sıfatı taşımadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kişi yönünden yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Temyiz Merciince Hükmedilen Temyiz Karar Harcı Yönünden

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

73. Başvurucu; 492 sayılı Kanun'un ilgili hükümleri uyarınca binde 68,31 oranı üzerinden aleyhine hükmedilmesi gereken temyiz karar harcının -hissesi gözetildiğinde- 21.235,66 TL olarak belirlenmesi gerektiği hâlde Yargıtay tarafından bu miktarın iki katına hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

74. Bakanlık görüşünde, başvurucunun iddiasının dördüncü dereceden temyiz şikâyeti niteliğinde olduğu savunulmuş ve delillerin değerlendirilmesinde açık bir keyfîlik bulunup bulunmadığının değerlendirilmesinin Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğu belirtilmiştir.

2. Değerlendirme

75. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma (Değişik ibare: 3.10.2001-4709/14 md.) ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

76. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Temyiz karar harcının fazla hesaplanmasına yönelik şikâyetin mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

77. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan temyiz karar harcının yanlış hesaplanmasına yönelik iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı ve Hakkın Kapsamı

78. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında; herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme, bunun doğal sonucu olarak da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir (AYM, E.2011/33, K.2012/54, 11/4/2012; AYM, E.2010/83, K.2012/169, 1/11/2012; E.2012/108, K.2013/64, 22/5/2013; E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013; E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014; E.2015/96, K.2016/9, 10/2/2016 § 18).

79. Mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer almaktadır (Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28; Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 51; Ş.Ç., B. No: 2012/1061, 21/11/2013, § 28; Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 41).

80. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı ve uyuşmazlık kapsamında bir talebi mahkeme önüne taşıyabilmek ve bunların etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Mahkemeye erişim hakkı, hak arama özgürlüğünün bir gereği olmakla birlikte hak arama özgürlüğünün varlığının kabulü için tek başına yeterli bulunmamaktadır. Mahkemeye erişimi etkisiz kılacak ya da yargı yoluna başvurmayı önemli ölçüde zorlaştırıcı veya caydırıcı nitelikte(AYM, E.2013/40, K.2013/139, 28/11/2013) kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını (Özkan Şen, § 52) ya da kişinin bizatihi mahkemeye başvurmuş olmasını anlamsız hâle getiren sınırlamalar, mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (İbrahim Can Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014, § 31).

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

81. Adil yargılanma hakkının görünümlerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı, mutlak bir hak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması mümkündür. Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlü