2014/12592

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MEHMET ŞEVKET ATALAY BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/12592)

 

Karar Tarihi: 20/7/2017

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucu

:

Mehmet Şevket ATALAY

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, yersiz olarak tahsil edilen prim ve gecikme zammının istirdadına ilişkin davanın kısmen kabul edilmekle birlikte gerekçesiz olarak kısmen reddedilmesi ve istirdat alacağının eksik ve geç ödenmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının; davanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 22/7/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Uyuşmazlığın Arka Planı

7. S.Y. Danışmanlık Turizmİşletmecilik Gıda İnş. ve Tic. Ltd. Şti. (Şirket) 1/4/2008 tarihinde kurulmuştur. Başvurucu, üç yıl süreyle olmak üzere Şirket müdürü olarak atanmıştır. Başvurucunun eşi N.A. ise bu Şirketin kurucu üç ortağından biridir.

8. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Antalya Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü, Şirketin 2008 yılı 5. ve 11. aylara ait sosyal güvenlik prim ile gecikme zammı borçları bulunduğunu tespit ederek 7/7/2009 tarihinde icra takibi başlatmıştır.

9. Bu arada başvurucu, Büyükçekmece Noterliğinde düzenlenen istifaname ile 22/8/2008 tarihinde Şirket müdürlüğü görevinden kendi isteğiyle çekilmiştir.

.B. Haciz Süreci

10. SGK Antalya İl Müdürlüğü söz konusu prim ve gecikme zammı borçlarının tahsili amacıyla başvurucunun mevduatının ihtiyati haczi için 14/7/2009 tarihinde I. Bank A.Ş.ne bildirimde bulunmuştur. Müdürlük ayrıca 7/8/2009 tarihli ödeme emri düzenlemiş, bu ödeme emri borçluya 27/8/2009 tarihinde tebliğ edilmiştir.

11. Başvurucu ihtiyati haczin kaldırılması ve borçlu olmadığının tespiti istemiyle 3/8/2009 tarihinde SGK aleyhine Antalya 4. İş Mahkemesinde dava açmıştır.

12. SGK tarafından başvurucu ile eşi N.A.nın ortak banka hesabından 4/8/2009 tarihinde 102.001,50 TL, başvurucuya ait banka hesabından ise 15/9/2009 tarihinde 75.902,39 TL tutarında tahsilat yapılmıştır.

13. Mahkeme 14/1/2010 tarihinde haczin kaldırılması isteği yönünden davanın kısmen kabulüyle 2008 yılı 5., 6. ve 7. dönem prim ve gecikme zammı borçları dışındaki diğer dönemlerle ilgili olarak borçlunun para ve diğer malvarlığı üzerine konulan hacizlerin kaldırılmasına karar vermiştir. Karar ile 2008 yılı 5., 6. ve 7. dönem prim ve gecikme zammı borçları ile ilgili hacizlerin kaldırılması isteği yönünden ise davanın reddine karar verilmiştir. Mahkeme ayrıca menfi tespit davasının ise tefrikine karar vermiştir.

14. Kararın gerekçesinde, başvurucunun 2008 yılı 5., 6. ve 7. dönemlere ilişkin borçlar bakımından Şirket müdürü sıfatıyla Şirketin borçlarından müteselsilen sorumlu olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, istifa ettikten sonraki dönemler bakımından ise başvurucunun Şirketin borçlarından sorumlu tutulamayacağını kabul etmiştir. Dolayısıyla Mahkeme, bu kabulü aşan biçimde ihtiyati haciz uygulanmasının doğru olmadığı kanaatiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmesi gerektiği sonucuna varmıştır.

15. Her iki taraf da kararı temyiz etmiştir. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin (Daire) 8/6/2010 tarihli ilamıyla temyiz edilen hükmün onanmasına karar verilmiştir. Onama ilamında prim borçlusu Şirketin 1/4/2008-22/8/2008 tarihleri arasındaki dönemde müdürü olarak görev yapan başvurucunun, anılan döneme ilişkin prim borçları nedeniyle sorumlu tutulabileceğine ilişkin Mahkemenin yaklaşımının kanuna uygun olduğu belirtilmiştir. Yargıtay ayrıca ihtiyati haciz uygulamasını takiben hacze konu borç nedeniyle başvurucuya usulüne uygun olarak düzenlenen ödeme emrinin tebliğ edildiğine dikkati çekmiştir.

C. Menfi Tespit Davası Süreci

16. Tefrik edilen menfi tespit davası, Antalya 4. İş Mahkemesinin E.2009/759 sayılı dava dosyasına kaydedilerek görülmeye devam edilmiştir. Mahkeme 23/11/2009 tarihinde davanın kısmen kabulüyle başvurucunun borçlu Şirketin 2008 yılı 8. ve 11. dönemlere ilişkin borçlarından dolayı borçlu olmadığının tespitine karar vermiştir. Karar ile ödeme emrinin bu aylara karşılık gelen kısımları yönünden iptaline, başvurucunun fazlaya ilişkin isteminin ise reddine karar verilmiştir. Mahkeme, başvurucunun müdürlük görevini yaptığı 1/4/2008-22/8/2008 tarihleri arası prim ve gecikme zammı borçlarından sorumlu tutulabileceği, diğer dönem borçlarından ise sorumlu tutulamayacağı gerekçesine dayanmıştır.

17. Taraflarca temyiz edilen karar Dairenin 8/6/2010 tarihli ilamıyla yukarıda değinilen aynı gerekçelerle (bkz. § 15) onanmıştır.

D. İstirdat Davası Süreci

18. Başvurucu, borçlu Şirketin sosyal güvenlik prim ve gecikme zammı borçları için banka hesabından fazladan haczedildiğini belirttiği 67.254 TL'nin geri ödenmesi için Antalya 1. İş Mahkemesinin E.2009/83 sayılı dava dosyasında SGK aleyhine 18/12/2009 tarihinde istirdat davası açmıştır. Dava dilekçesinde Antalya 4. İş Mahkemesinin E.2009/637 sayılı dava dosyasında 2008 yılı 8. ve 11. dönemlere ait prim borçlarından başvurucunun sorumlu tutulamayacağının hüküm altına alındığı belirtilmiştir. Başvurucu, bankalardaki 177.903,89 TL tutarındaki parasının haczedildiğini, Antalya 4. İş Mahkemesince bu paranın 73.957,26 TL tutarındaki kısmının fazladan tahsil edildiğinin belirlendiğini ifade etmiştir. Başvurucu, fazladan tahsil edilen bu paranın 5.000 TL tutarındaki kısmının anılan Mahkemece hüküm altına alındığını belirterek kalan 67.254 TL'nin istirdadına karar verilmesini talep etmiştir.

19. Başvurucu Antalya 3. İş Mahkemesinin E.2011/34 sayılı dava dosyasında ek dava açarak 6.703,26 TL'nin daha geri ödenmesini talep etmiş, bu dava dosyası Antalya 1. İş Mahkemesinin E.2009/89 sayılı dava dosyasında birleştirilerek yargılamaya devam olunmuştur.

20. Mahkeme hesap konusunda uzman bir bilirkişiden rapor aldırmış, 5/1/2011 tarihli bilirkişi raporunda; başvurucunun kalan alacağının 73.957,26 TL olduğu ve 5.000 TL'nin ise yargı kararıyla tahsil edildiği belirtilmiştir.

21. Mahkeme 20/9/2011 tarihinde davanın kabulüne ve 73.957,26 TL tutarındaki alacağın 15/9/2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Kararda, başvurucudan fazla tahsil edilen meblağın bilirkişi tarafından hesaplandığı ve yapılan hesaplamanın ise dosya kapsamına uygun bulunduğundan hükme esas alındığı belirtilmiştir. Bununla birlikte Mahkeme, bilirkişinin 5.000 TL'nin yargı kararıyla tahsil edildiği yönündeki görüşüyle ilgili olarak ise böyle bir yargı kararı ve tahsilatın bulunmadığını belirterek sonuca varmıştır.

22. Kararı taraflar temyiz etmiş, Dairenin 20/3/2012 tarihli ilamıyla hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma ilamında, başvurucunun Antalya 4. İş Mahkemesinin E.2009/759 sayılı dosyasında açtığı ödeme emrinin iptali ve menfi tespit davası sonucu verilen karar ile borçlu Şirketin 2008 yılı 5., 6. ve 7. aylar prim ve gecikme zammından sorumlu olduğu, kalan dönemler yönünden sorumlu olmadığı hususunun kesinleştiği belirtilmiştir. Daire, kararın eksik incelemeye dayalı olduğu sonucuna varmıştır. Daire bu sonuca varırken SGK tarafından başvurucunun sorumlu olduğu döneme ait prim ve gecikme zammı miktarının 132.270,75 TL olduğu yönündeki yazısına atıfta bulunmuştur. Bu yazıda ayrıca 4/8/2009 tarihinde başvurucunun Şirketin kurucu ortaklarından olan eşi N.A. ile ortak hesabından 102.001,50 TL ve 15/9/2009 tarihinde de başvurucunun müstakil hesabından 75.902,39 TL tahsilat yapıldığı belirtilmiştir. Daireye göre Mahkeme başvurucunun eşi N.A.nın da prim borcundan sorumluluğu belirlendikten sonra ortak ödemede, başvurucu hesabına düşen ödeme ayrıştırılmalıdır. Daire, böylece belirlenen miktarın başvurucu ödemesi olarak düşülebileceğinin dikkate alınarak SGK'dan yeniden borç durumu sorulduktan sonra gerektiğinde hesap bilirkişisinden rapor alınması gerektiğini belirterek hükmü bozmuştur.

23. Bu arada SGK tarafından 9/10/2012 tarihinde başvurucuya 42.152,42 TL tutarında ödeme yapılmıştır.

24. Dava, dosyanın devredildiği Antalya 5. İş Mahkemesinin E.2012/741 sayılı dosyasında görülmeye devam edilmiştir. Bozma ilamına uyan Mahkeme, SGK'dan başvurucu ve eşinin borç durumlarını sormuş, aynı bilirkişiden ek rapor aldırmıştır. 10/12/2012 tarihli ek bilirkişi raporunda SGK tarafından başvurucudan 49.276,41 TL fazladan tahsilat yapıldığı belirtilmiştir. Mahkeme 13/12/2013 tarihinde davayı kısmen kabul etmiş, bilirkişi raporunda belirtilen 49.276 TL tutarındaki alacağın 15/9/2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir.

25. Karar yine taraflarca temyiz edilmiştir. Dairenin 9/7/2013 tarihli ilamıyla davalı SGK'nın temyiz itirazları reddedilmiş, başvurucunun temyiz itirazları yönünden ise hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Daire, başvurucunun sorumlu olduğu döneme ilişkin olarakhaczedilen miktarların ödeme tarihleri itibariyle mahsuplarının yapılması sonucu 55.379,50 TL iade edilecek haciz kesintisinin bulunduğunun davalı SGK tarafından kabul edildiğini belirtmiştir. Bozma ilamında bu sebeple iadesi gereken tutarın 49.279,41 TL olduğunu belirleyen bilirkişi raporunun hükme dayanak alınması isabetsiz bulunmuştur.

26. Bozma ilamına uyan Mahkeme, 8/11/2013 tarihinde davayı kısmen kabul etmiştir. Mahkeme, davalı SGK tarafından davacıya ödenen 45.152,42 TL’nin ödeme tarihi 9/10/2012 tarihine kadar işleyecek yasal faizi, kalan alacak tutarı olan 10.227,08 TL’nin ise 15/9/2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile başvurucuya ödenmesine karar vermiştir.

27. Karar taraflarca temyiz edilmiş, Dairenin 29/4/2014 tarihli ilamıyla hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir. Daire, Mahkeme kararını vekâlet ücreti ve harç yönünden düzeltmiştir. Daire ayrıca başvurucuya iade edilecek haciz kesintisi olan 55.379,50 TL'den davalı SGK tarafından yargılama aşamasında ödenen 42.152,42 TL'nin mahsubu ile kalan alacak tutarının 10.227,08 TL değil 13.227,08 TL olduğunu belirterek temyiz edilen hükmü bu yönüyle de düzelterek onamıştır.

28. Nihai karar başvurucu vekiline 3/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

29. Başvurucu, 22/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

30. Başvurucu 24/11/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunduğu ek dilekçe ile bireysel başvuruya konu alacağının SGK tarafından Yargıtay kararından altı ay sonra üç ayrı tarihte yapılan ödemeler ile ödendiğini belirtmiş ve dilekçesine buna ilişkin SGK ve ilgili banka şubesinin yazılarını eklemiştir. Dilekçeye ekli 18/11/2014 tarihli SGK yazısında Antalya 5. İş Mahkemesinin Yargıtay tarafından onanan ilamında belirtilen 13.227,08 TL tutarındaki asıl alacağın 15/9/2009 tarihinden ödeme tarihine kadar olan 6.059,81 TL işlemiş faizi ile birlikte ödendiği bildirilmiştir. Yazıda ayrıca başvurucuya 9/10/2012 tarihinde ödenen 42.152,42 TL'nin de yine 15/9/2009 tarihinden bu ödeme tarihine kadar olan 11.640,99 TL tutarındaki işlemiş faizin de ödendiği belirtilmiştir. SGK aynı yazıyla başvurucunun alacağına ilişkin işlemiş faizlerin, ilamda belirtilen tarihler çerçevesinde ve yine ilamda belirtildiği şekliyle yasal faiz üzerinden hesaplanarak ödendiğini başvurucuya bildirmiştir.

E. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler

31. SGK tarafından başvurucunun banka hesabına 14/10/2014 tarihinde 13.227,08 TL, 20/10/2014 tarihinde 11.640,99 TL ve 27/10/2014 tarihinde de 6.059,81 TL tutarlarında olmak üzere ödeme yapılmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

32. Uyuşmazlık konusu prim dönemi itibarıyla yürürlükte olan 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı mülga Sosyal Sigortalar Kanunu'nun "Primlerin ödenmesi" kenar başlıklı 80. maddesinin birinci ve beşinci fıkraları şöyledir:

"İşveren, bir ay içinde çalıştırdığı sigortalıların primlerine esas tutulacak kazançlar toplamı üzerinden bu Kanun gereğince hesaplanacak prim tutarlarını ücretlerinden kesmeye ve kendisine ait prim tutarlarını da bu miktara ekleyerek en geç ertesi ayin sonuna kadar Kuruma ödemeye mecburdur.

..."

33. 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun "Primlerin ödenmesi" kenar başlıklı 88. maddesinin birinci, on altıncı ve on sekizinci fıkraları şöyledir:

"4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen sigortalıları çalıştıran işveren, bir ay içinde çalıştırdığı sigortalıların primlerine esas tutulacak kazançlar toplamı üzerinden bu Kanun gereğince hesaplanacak sigortalı hissesi prim tutarlarını ücretlerinden keserek ve kendisine ait prim tutarlarını da bu tutara ekleyerek en geç Kurumca belirlenecek günün sonuna kadar Kuruma öder.

..."

34. 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun'un "Kanuni temsilcilerin sorumluluğu" kenar başlıklı mükerrer 35. maddesi şöyledir:

"Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları, kanuni temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin şahsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil edilir.

..."

35. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun "Menfi tespit ve istirdat davaları" kenar başlıklı 72. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları şöyledir:

"Dava alacaklı lehine neticelenirse ihtiyati tedbir kararı kalkar. Buna dair hükmün kesinleşmesi halinde alacaklı ihtiyati tedbir dolayısıyla alacağını geç almış bulunmaktan doğan zararlarını gösterilen teminattan alır. Alacaklının uğradığı zarar aynı davada takdir olunarak karara bağlanır. Bu zarar herhalde yüzde yirmiden aşağı tayin edilemez. (1)

Dava borçlu lehine hükme bağlanırsa derhal takip durur. İlamın kesinleşmesi üzerine münderecatına göre ve ayrıca hükme hacet kalmadan icra kısmen veya tamamen eski hale iade edilir. Borçluyu menfi tespit davası açmaya zorlayan takibin haksız ve kötü niyetli olduğu anlaşılırşa, talebi üzerine, borçlunun dava sebebi ile uğradığı zararın da alacaklıdan tahsiline karar verilir. Takdir edilecek zarar, haksızlığı anlaşılan takip konusu alacağın yüzde yirmisinden aşağı olamaz."

B. Uluslararası Hukuk

36. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), istikrarlı olarak kamu makamlarınca yapılacak geri ödemelerin gecikmesini faiz ödemeleriyle ilişkilendirmektedir. Mahkemenin çeşitli kararlarında makul olmayan bir gecikme gibi nedenlerle tazminatın değer kaybettiği durumlarda bu tazminatın yeterliliğinin azalacağı belirtilmiştir (Angelov/Bulgaristan, B. No: 44076/98, 22/4/2004, § 39; Almeida Garrett, Mascarenhas Falcão ve diğerleri, B. No: 29813/96-30229/96, § 54). Nitekim böyle başvurularda AİHM, esas itibarıyla kamu makamlarının, geçen süre nedeniyle ödenmesi gereken tutardaki değer kayıplarını telafi etmek için gecikme faizi ödeyip ödemediğini dikkate almaktadır. Kısacası AİHM, mülkiyet hakkı kapsamında faiz ödemesini, esasen devletin, borçlu olduğu tutar ile alacaklı tarafından nihai olarak alınan tutar arasındaki enflasyon nedeniyle oluşan değer kayıplarını giderme yükümlülüğüyle ilişkilendirmektedir (Akkuş/Türkiye, B. No: 19263/92, 9/7/1997, § 29).

37. Devlet tarafından ödenecek bir bedelin enflasyon karşısındaki değer kayıplarında AİHM, ikili bir ayrıma gitmektedir. Mahkemelerce belirlenmiş bir para alacağının ödenmemesi hâlinde daha katı bir tutum sergileyerek %5'e kadar değer kayıplarını hesaplama faktörlerindeki değişkenlerle ilgili kabul etmektedir (Arabacı/Türkiye (k.k.), B. No: 65714/01, 7/3/2002; Akkuş/Türkiye, B. No: 192639/92, 9/7/1997, §§ 24-31). Çünkü burada ödemelerin geç yapılması, mahkeme kararlarının icra edilmesi ile ilgili bir sorundur. Mahkemelerde geçen yargılama süresindeki enflasyon nedeniyle kamulaştırma bedelinin değer kaybı yönünden ise meydana gelen farkın tazminatın belirlenmesi yönteminden kaynaklandığı ve bu konuda kamusal makamların belirli bir takdir yetkisinin olduğu da gözetilerek bu farkın başvurucular açısından aşırı bir yük getirip getirmediği incelenerek karar verilmektedir (Aka/Türkiye, B. No: 19639/92, 23/9/1998, §§ 41-51; Güleç ve Armut/Türkiye (k.k.), B. No: 25969/09, 16/11/2010).

38. AİHM'in Eko-Elda Avee/Yunanistan kararında (B. No: 10162/02, 09/03/2006), haksız olarak tahsil edilen verginin beş yıl beş ay sonra faizsiz olarak iade edilmesinin, belli bir meblağdan yararlanma hakkı uzun süre engellenen başvurucunun mali durumunda önemli bir zarara yol açması nedeniyle ölçülü görülmemiş ve mülkiyet hakkının ihlaline karar verilmiştir (Eko-Elda Avee/Yunanistan, §§ 23-31).

39. Yine benzer şekilde Sefine Baş/Türkiye kararında da (B. No: 49548/99, 24/06/2008) mahkemece hükmedilen alacağın değer kaybına ilişkin şikâyetler incelenmiştir. Başvuruya konu olayda idare mahkemesince başvurucunun 15/9/2003 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere dul aylığına hak kazandığı kabul edilmiştir. AİHM öncelikle idare mahkemesinin kararının talep edilebilir bir “alacak” oluşturduğu ve bu nedenle başvurucunun Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi anlamında mülkiyet oluşturan bir hakkının mevcut olduğunu belirtmiştir. Mahkeme ayrıca bu hakkın, başvurucuya emekli sandığına başvurduğu tarihten itibaren geçerli olacak şekilde geriye dönük olarak tanındığını vurgulamıştır. Bununla birlikte AİHM, başvurucuya salt bu hakkın tanınmış olmasının, başvurucunun mağdur sıfatını ortadan kaldırmadığını kabul etmiştir. AİHM'e göre mağdur sıfatının ortadan kalkabilmesi için ileri sürülen ihlalin hem zamanında hem de mağdurun bu hakkı kullanamadığı süre gözönüne alınarak telafi yoluna gidilmesi gerekmektedir. Mahkeme bu çerçevede başvurucunun banka hesabına yatırılan paranın, yargılamada geçen süre zarfında uğranılan maddi kaybın sonuçlarını gidermeye yetmediğini belirtmiştir. AİHM geçen sürenin yalnızca devlete yarar sağladığını ve ilgili dönemde Türkiye'de paranın hızla değer kaybettiğini göz önüne alarak başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Sefine Baş/Türkiye, §§ 58-64).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

40. Mahkemenin 20/7/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

41. Başvurucu, SGK tarafından borçlu Şirketin sigorta prim ve gecikme zammı borçlarının tahsili kapsamında banka hesaplarındaki parasına haksız yere haciz konulduğunu belirtmiştir. Başvurucu, bu paranın iadesi istemiyle Antalya 1. İş Mahkemesinde açtığı (sonradan Antalya 5. İş Mahkemesinde görülmeye devam edilerek sonuçlanan) istirdat davasının kısmen kabul edildiğini ifade etmiştir.

42. Başvurucu ilk olarak, 22/8/2008 tarihinde Şirket müdürlüğünden istifa ettiğinin bilinmesine karşın haksız yere takip başlatıldığı ve alacak da likit olduğu hâlde derece mahkemelerince yararına icra inkar tazminatı ödenmesine karar verilmemesinden yakınmaktadır. Başvurucu ayrıca fazladan tahsil edilen parasının iadesi için açtığı davanın gerekçesiz olarak kısmen reddedildiğini belirtmektedir. Başvurucu bundan başka Mahkemece alacağı için %9 oranında kanunî faiz işletilmesine karar verilmesine rağmen bu oranın alacağına geç kavuşması nedeniyle oluşan güncel zararını karşılamadığından ve bireysel başvuru tarihi itibarıyla bu paranın tamamının henüz ödenmediğinden yakınmıştır. Başvurucu bu sebeplerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu son olarak kamu kurumlarının alacakları ile özel kişilerin alacakları yönünden farklı faiz uygulanması nedeniyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

2. Değerlendirme

43. Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

44. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, kamu kurumlarının alacakları için uygulanan faiz oranının kendi alacağı yönünden de uygulanması gerektiğini belirterek, eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Bununla birlikte bu iddianın ciddiye alınabilmesi için başvurucunun benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisine yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeli olmaksızın sırf ırk, renk, cinsiyet, din, dil, cinsel yönelim ve benzeri ayrımcı bir nedene dayandığını makul delillerle ortaya koyması gerekmekte olup somut olayda ise başvurucunun bu yöndeki iddialarını temellendirecek somut bulgu ve kanıtlar ortaya koyamadığı anlaşılmaktadır. Nitekim somut olayda başvurucunun bu konudaki temel şikâyetinin, fazladan tahsil edilen parasının makul olmayan nedenlerle değer kaybetmesi sonucu mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun makul sürede yargılanma hakkı dışındaki diğer bütün iddialarının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. İcra İnkâr Tazminatına Hükmedilmemesi Şikâyeti Yönünden

45. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı; mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir "ekonomik değer" veya icrası mümkün bir "alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir beklenti" Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir. Meşru beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir alacağın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, § 36, 37).

46. Meşru beklenti objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp bir kanun hükmü, yerleşik bir yargısal içtihat veya ayni menfaatle ilgili hukuki bir işleme dayalı beklentidir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28). Dolayısıyla Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tanım, mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Bu çerçevede mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54).

47. Başvurucu, Mahkemece %40 oranında icra inkar tazminatına hükmedilmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Başvurucuya göre alacak likit olup davalı SGK ise fazladan tahsilat yaptığından haksız ve kötü niyetlidir. Başvurucu bu sebeple icra inkar tazminatı koşullarının oluştuğunu ileri sürmektedir. Başvurucu bu iddiasını ise 2004 sayılı Kanun'un 72. maddesine dayandırmaktadır.

48. Ancak bireysel başvuruya konu dava ve karar tarihi itibarıyla yürürlükte olan 5510 sayılı Kanun'un 88. maddesinin onsekizinci fıkrasında, SGK alacaklarının imtiyazlı alacak olduğu ve taraf olduğu her türlü dava ve icra takiplerinin kısmen veya tamamen aleyhe neticelenmesi halinde 2004 sayılı Kanun'da yazılı tazminat ve cezaların SGK hakkında uygulanamayacağı açık olarak hüküm altına alınmıştır. Yargıtay içtihatlarının da bu yönde olduğu görülmektedir (Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 13/2/2012 tarihli ve E.2010/13115, K.2013/15441 sayılı kararı). Dolayısıyla başvurucuya icra inkar tazminatı hükmedilmesi yönünde "meşru beklenti" teşkil edecek bir kanun hükmü bulunmadığı gibi başvurucu bu iddiasını destekler mahiyette yerleşik bir yargısal içtihat da sunamamıştır.

49. Sonuç olarak somut başvuru açısından yeterli bir hukuki temele dayalı olmadığından, başvurucunun icra inkâr tazminatına hükmedilmemesi şikâyeti yönünden, Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı kapsamında meşru bir beklentisinin bulunmadığı anlaşılmaktadır.

50. Açıklanan gerekçelerle icra inkâr tazminatına hükmedilmemesi sonucu mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Alacağın Değer Kaybına Uğratılarak Ödendiği Şikâyeti Yönünden

51. Başvurucu öncelikle fazladan tahsil edilen parasının iadesi için açtığı davanın gerekçesiz olarak kısmen reddedildiğinden yakınmaktadır. Ancak Mahkemenin 10/12/2012 tarihli ek bilirkişi raporunu hükme esas alarak 13/2/2013 tarihinde davanın kabulüne karar verdiği görülmektedir. Kararın temyizi üzerine Dairenin 9/7/2013 tarihli bozma ilamıyla bilirkişi raporunu esas alan hükme ilişkin diğer itirazlar reddedilmekle birlikte davalının kabul ettiği tutarın 55.379,50 TL olduğunun raporda gözetilmemesi isabetsiz bulunmuştur. Bozma ilamında varılan sonucun gerekçeli olarak açıkladığı görülmektedir. Mahkeme de 8/11/2013 tarihinde bozma ilamına uyduğunu belirterek hüküm kurmuştur. Bu karar da temyiz edilmiş, Dairenin 29/4/2014 tarihli ilamıyla temyiz edilen hükümde yer alan vekâlet ücreti ve harçlar yanında ayrıca başvurucudan yapılan fazladan tahsilatın mahsubuna ilişkin maddi hata düzeltilmek suretiyle onanmıştır. Başvurucu ayrı ve açık yanıt gerektiren hangi iddiasının değerlendirilmediğine ilişkin bir beyanda da bulunmamıştır. Bu durumda derece mahkemelerinin kararlarında yeterli ve makul gerekçenin bulunmadığı söylenemez. Başvurucunun alacağın tespiti usul ve esasına ilişkin açık bir itirazının ise bulunmadığı anlaşılmaktadır.

52. Diğer taraftan başvurucu, yargı kararıyla kesinleşmiş alacağının yalnızca bir kısmının ödendiğinden yakınmakta ise de bireysel başvuru öncesinde 9/10/2012 tarihinde 42.152,42 TL tutarında ödeme yapan SGK tarafından, başvuru tarihinden sonra 14/10/2014, 20/10/2014 ve 27/10/2014 tarihlerinde toplam 30.927,88 TL tutarında daha ödeme yaptığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun bu kapsamdaki şikâyetinin, alacağının değer kaybına uğratılarak ödendiği iddiası ile sınırlı olarak incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

53. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26). Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanındaki mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin Remzi Polge, B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 31).

54. Somut olayda başvurucunun banka hesabındaki mevduatından SGK tarafından fazla tahsilat yapıldığı, bu sebeple "alacağının" mevcut olduğu derece mahkemelerince kabul edilmiştir. Başvurucunun bu alacağının Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkiyet hakkı kapsamında "mülk" teşkil ettiği hususunda tereddüt bulunmamaktadır.

55. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde, Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle "mülkten barışçıl yararlanma hakkı"na yer verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenmekle, aynı zamanda "mülkten yoksun bırakma"nın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle, devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§ 55-58).

56. Başvuru konusu olayda başvurucu lehine Mahkemece hükmedilen alacağın değer kaybına uğratılarak ödenmesimülkiyet hakkına müdahale teşkil etmektedir. Bu müdahalenin ise ne mülkten yoksun bırakma veya ne de mülkün kullanılmasının kontrolü niteliği taşıdığı değerlendirilmekle başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin "mülkten barışçıl yararlanma ilkesi"ne ilişkin genel kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

i. Genel İlkeler

57. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).

58. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin, kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

59. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği, kişilerin mülkiyet haklarına getirilen sınırlamanın hakkın özüne dokunmaması ve ulaşılmak istenen kamu yararı ile bireyin sınırlandırılan hakkı arasında adil bir dengenin kurulması gerekir. Bu adil denge, mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle bireye, şahsi olarak aşırı ve olağandışı bir külfetin yüklenmesi durumunda bozulmuş olur.

60. Bir mülkün devir tarihindeki bedelinin daha sonra ödenmesi durumunda arada geçen sürede enflasyon nedeniyle paranın değerinde oluşan hissedilir aşınma ile mülkiyetin gerçek değeri azaldığı gibi bu bedelin tasarruf veya yatırım aracı olarak getirisinden yararlanmak imkânı da bulunmamaktadır. Bu şekilde kişiler mülkiyet haklarından mahrum edilerek haksızlığa uğratılmaktadır (AYM, E.2008/58, K.2011/37, 10/2/2011).

61. Anayasa Mahkemesi kanun koyucunun bir hak olarak öngördüğü veya kamu borcu hâline gelmiş ödemelerin geç yapılması nedeniyle mağdur olunduğu iddiasıyla yapılan başvurularda, alacakta veya hakka konu bedelde meydana gelen değer aşınmalarının başvurucular üzerinde orantısız bir yük oluşturması hâlinde ihlal kararları vermiştir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013; Akel Gıda San. ve Tic. A.Ş., B. No: 2013/28, 25/2/2015). Anayasa Mahkemesi ayrıca mahkemelerce hükmedilen tazminatın yargılamada geçen süre nedeniyle enflasyon karşısında değer kaybettiği bir başvuruda da ölçülülük yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Abdulhalim Bozboğa, B. No: 2013/6880, 23/3/2016).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

62. Başvuru konusu olayda başvurucunun müdürü olduğu borçlu Şirketin sigorta prim ve gecikme zammı borçları nedeniyle banka hesaplarındaki mevduatı, SGK tarafından haczedilmiştir. Ancak başvurucu, 1/4/2008 tarihinde kurulan bu Şirketin müdürlüğünden 22/8/2008 tarihinden istifa etmiştir. Başvurucu bunun üzerine haciz işlemine itiraz ve menfi tespit istemiyle Ankara 4. İş Mahkemesinde dava açmıştır. Tefrik edilerek görülen yargılamalar neticesinde başvurucunun 2008 yılı 5., 6. ve 7. aylara ait prim ve gecikme zammından sorumlu olduğu, diğer dönemler yönünden ise sorumluluğunun bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

63. Başvurucunun fazladan tahsil edilen parasının iadesi istemiyle Ankara 5. İş Mahkemesinde 18/12/2009 tarihinde açtığı istirdat davası 8/11/2013 tarihinde kısmen kabul edilmiş, temyiz üzerine hüküm Dairece düzeltilerek onanmıştır. Buna göre derece mahkemelerince SGK tarafından fazladan tahsil edildiğini belirledikleribaşvurucunun 55.379,50 TL tutarındaki parasının istirdadına karar verilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuna aykırı olduğu derece mahkemelerince belirlenmiştir.

64. Yukarıda da değinildiği üzere Antalya 5. İş Mahkemesince hükmedilen söz konusu alacağın SGK tarafından başvurucuya ödendiği anlaşılmaktadır (bkz. § 52). Ancak başvurucuya bu alacağın ödenmiş olması tek başına başvurucunun mağdur sıfatını ortadan kaldırmamaktadır. Başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalkabilmesi için ileri sürülen ihlalin hem zamanında hem de mağdurun bu hakkı kullanamadığı süre göz önüne alınarak telafi edilmesi yoluna gidilmesi gerekmektedir (bkz. §§ 35-38).

65. Somut olayda başvurucunun banka hesaplarından fazladan tahsil edilen alacak tutarı derece mahkemelerince toplam 55.379,50 TL olarak belirlenmiştir. Başvurucuya bu asıl alacak tutarı iki aşamada ödenmiştir. İlk olarak 9/10/2012 tarihinde 42.152,42 TL tutarında bir ödeme yapılmıştır. Başvurucunun banka hesabından fazladan yapılan tahsilatın ise 15/9/2009 tarihinde yapılan ödemeye ilişkin olduğu belirlenmiştir. Merkez Bankası verilerine göre başvurucunun banka hesabından fazladan tahsilatın yapıldığı 2009 yılı Eylül ayı ile 2012 yılı Ekim ayı tarihleri arasında enflasyonda meydana gelen artış %29,09’dur. Bu durumda başvurucuya ödenmesi gereken söz konusu alacağın 2012 yılı Ekim ayı itibarıyla Merkez Bankası verileri kullanılarak enflasyon karşısında değer kaybının giderilmiş karşılığı 54.415 TL’dir.

66. İkinci olarak ise başvurucunun kalan 13.227,08 TL tutarındaki alacağı ise 14/10/2014 tarihinde ödenmiştir. Yine Merkez Bankasının verilerine göre 2009 yılı Eylül ayı ile ikinci ödemenin yapıldığı 2014 yılı Ekim ayı arasında enflasyonda meydana gelen artış ise %51,51’dir. Bu durumda başvurucuya ödenmesi gereken söz konusu alacağın 2014 yılı Ekim ayı itibarıyla Merkez Bankası verileri kullanılarak enflasyon karşısında değer kaybının giderilmiş karşılığı 20.040 TL’dir.

67. Dolayısıyla yukarıdaki verilere göre başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki toplam 55.379,50 TL tutarındaki alacağın, yapılan ödemelerin tarihleri dikkate alındığında, enflasyon karşısında değer kaybının giderilmiş karşılığının 74.455 TL olduğu görülmektedir. Diğer bir deyişle başvurucunun alacağının değer kaybını telafi edecek fark 19.075,50 TL'dir. Buna karşılık, başvurucuya toplam 17.700,80 TL tutarında faiz ödemesi yapıldığı anlaşılmaktadır. Buna göre ödenen faiz alacağı da dikkate alındığındabaşvurucunun alacağı yalnızca %2,48 oranında değer kaybetmiştir.

68. Bu koşullar altında somut olaya bakıldığında, başvurucuya ödenen faizin, aradan geçen sürede alacağının uğradığı değer kaybını büyük ölçüde karşıladığı anlaşılmaktadır. Yukarıda tespit edilen düzeyde küçük bir farklılığın ise (%5'den daha az) hesaplama yöntemi sebebiyle oluşabilecek yanılma farklılığı (hata marjı) kapsamında kaldığı değerlendirilmelidir. Ayrıca başvurucunun Mahkeme kararıyla tespit edilen alacağı kısmen yargılama devam ederken ödenmiş, alacağın kalan kısmı da nihai karar tarihinden yaklaşık dört ay sonra ödenmiştir. Bu durumda alacağın geri ödenmesi sürecindeki gecikmenin, bu sürede uğranılan zararın karşılanması amacıyla ödenen faiz miktarı da gözetildiğinde mülkiyet hakkının ihlaline yol açacak denli ağır sonuçlara yol açmadığı değerlendirilmiştir.

69. Neticede somut olay bakımından hesaplama konusundaki takdir yetkisi de dikkate alındığında, başvurucudan yersiz olarak fazladan tahsil edilen parasının değer kaybının makul bir biçimde karşılandığı anlaşıldığından müdahaleyle başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağandışı bir külfetin yüklenmediği, dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengenin bozulmadığı sonucuna varılmıştır. Buna göre başvurucunun söz konusu şikâyetiyle ilgili olarak mülkiyet hakkının ihlali iddiası yönünden açık bir ihlal bulunmamaktadır.

70. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun alacağının değer kaybına uğratılarak ödendiği şikâyeti yönünden mülkiyet hakkının ihlali iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

71. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

72. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

73. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin olan iş mahkemeleri nezdinde açılan davalarda yargılama süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak davanın açıldığı tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak, yargılamanın sona erdiği (Nesrin Kılıç, B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 69), yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Mehmet Salih Ayyıldız, B. No: 2012/397, 17/11/2014, § 25).

74. İş mahkemeleri nezdinde görülen davalarda yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Nesrin Kılıç, § 58).

75. Başvuruya konu uyuşmazlığın iş mahkemesinde görülen bir alacak davasına ilişkin olduğu görülmektedir. Yapılan yargılamada Antalya 1. İş Mahkemesinin 20/9/2011 tarihli kararı, Dairenin 20/3/2012 tarihli ilamıyla eksik araştırma nedeniyle bozulmuştur. Bozma ilamı sonrası dosyanın devredildiği Antalya 5. İş Mahkemesinin 13/2/2013 tarihli kararı da Dairenin 9/7/2013 tarihli ilamıyla bilirkişi raporunda hesap hatası bulunduğu gerekçesiyle bozulmuştur. Nihayet, ikinci bozma ilamından sonra Mahkemenin 8/11/2013 tarihinde verdiği hüküm ise Dairenin 29/4/2014 tarihli ilamıyla düzeltilerek onanmıştır.

76. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda yaklaşık 4 yıl 4 aylık yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

77. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

78. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…”

79. Başvurucu manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

80. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

81. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 3.250 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

82. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın;

 a. İcra inkar tazminatının ödenmemesi şikâyeti yönünden konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

 b. Alacağın değer kaybına uğratılarak ödendiği şikâyeti yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 3.250 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 198,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Antalya 5. İş Mahkemesine (E.2013/432, K.2013/500) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 20/7/2017tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.