2014/12917

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

RAMAZAN BÜYÜK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/12917)

 

Karar Tarihi: 16/11/2016

R.G. Tarih ve Sayı: 7/12/2016 - 29911

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Yakup MACİT

Başvurucu

:

Ramazan BÜYÜK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, haksız fiilden kaynaklanan tazminat davasında Mahkemenin delilleri eksik ve hatalı değerlendirerek kanuna ve usule aykırı karar vermesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; kararda esasa etkili itirazların cevaplanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 31/7/2014 tarihinde Rize 1. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 29/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 25/3/2016 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

6. Başvurucu; kendisine ait iş yerlerinin işgal edildiğini, eşyalarının izni dışında alındığını iddia ederek 6/4/2001 ve 1/7/2002 tarihlerinde haksız fiilden kaynaklanan tazminat davası açmıştır.

7. Rize 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28/1/2003 tarihli veK.2003/29 sayılı kararı ileE.2002/215 sayılı dosya, MahkemeninE.2001/51 sayılı dosyasında birleştirilmiştir.

8. Mahkeme 12/2/2009 tarihli ve E.2001/51, K.2009/38 sayılı kararı ile asıl ve birleşen dosyada davaların kısmen kabulüne karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...

 İddia, savunma, dinlenen tanık beyanları, 30/7/2008 tarihli bilirkişi raporu, anılan Asliye Ceza Mahkemesi kararı ile tüm dosya kapsamına göre; her ne kadar Rize 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2005/38-366 E, K Sayılı dosyasında suçun zamanaşımına uğramış olması sebebiyle; davanın düşürülmesine karar verilmiş ise de; sanıkların davacıya yönelik suça konu eylemleri gerçekleştirmiş oldukları, buna göre haklarında mahkumiyet hükmü kurulan davalıların eylemleri sebebiyle davacının manevi tazminata hak kazanacağı, tarafların ekonomik ve sosyal durumları, eylemlerin vasıf ve niteliği, olayın oluş şekli, tarafların kusur durumları, davacının meydana gelen olaydaki etkisi dikkate alınarak; tarafların sebepsiz zenginleşmesine yol açmayacak manevi tazminatı arzu edici kılmayacak, bir miktar manevi tazminata hükmetmek gerekmiş, bu miktarın 9.000 TL olmasının hakkaniyete uygun olduğu yönünde Mahkememizde tam bir vicdani kanaat oluşmuş; ispatlanamayan maddi zarar ve diğer taleplerin reddi gerekmiş, aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur.

..."

9. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 23/6/2010 tarihli ve E.2009/12078, K.2010/7615 sayılı ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Davacı, asıl ve birleşen davada; kuru çay ve gıda ticareti yaptığını, rahatsızlığı nedeniyle tedavi gördüğü sırada işleri ile ilgilenemediğini, bunu fırsat bilen davalıların işyerini işgal ederek işyerindeki malzemeleri aldıklarını belirterek, uğradığı maddi ve manevi zararın ödetilmesini istemiştir.

Dosyada bulunan 2005/38-2005/366 sayılı ceza dosyası içeriğinden, davalılardan ....'in alacaklarını alabilmek amacıyla davacıya ait işyerine gelip davacıyı tehdit ederek ve zor kullanarak, niteliği ve değeri belirlenemeyen malzemeleri aldıkları sonucuna varılarak, kendiliğinden hak almak suçundan ayrı ayrı cezalandırıldıkları, davanın temyiz aşamasında zamanaşımına uğradığı; eldeki dosyada dinlenen tanık anlatımlarından, adı geçen davalıların davacının hastanede bulunduğu sırada işyerine gelerek tehdit ve zor kullanmak suretiyle işyerindeki çay ve gıda maddelerini alacaklarına karşılık aldıkları anlaşılmaktadır. Yerel mahkemece benimsenen bilirkişi raporunda, zarar tutarının belirlenemediği belirtildiğinden maddi tazminat istemi reddedilmiştir.

Borçlar Yasası'nın 42. maddesi gereğince, zararın varlığını ve tutarını kanıtlamak zorunda olan davacının, zararın gerçek tutarını kanıtlamakta zorlandığı veya kanıtlanmasının davacıdan beklenemeyeceği durumlarda yargıç, işlerin olağan gidişi ve zarar görenin aldığı önlemleri gözeterek zarar tutarını kendiliğinden belirler. Burada yargıca verilen bir yetkinin ötesinde bir görevin de bulunduğu gözden kaçırılmamalıdır.

Davacının hangi nitelik ve değerdeki malzemelerden ne kadarının alındığının tam olarak belirlenememiş olması maddi tazminat isteminin tümden reddini gerektirmez. Alınan malzemeleri sayısı ve değerinin toplanan kanıtlara göre saptanamaması durumunda, Borçlar Yasası’nın 42. maddesi uyarınca, haksız eylem gününe göre davacının yaptığı ticaretin niteliği ile benzer işyerlerinin ortalama kazancı, hak ve adalet ölçüsü gözetilerek, yargıç tarafından belirlenecek maddi tazminatın davalılardan alınmasına karar verilmelidir.

Yerel mahkemece açıklanan olgular gözetilerek, belirlenecek zarar tutarının ödetilmesine karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçeyle, maddi tazminat isteminin tümden reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.

..."

10. Bozma üzerine dosya E.2010/480 sırasına kaydedilmiş, bozma ilamına uyan Mahkeme 9/4/2013 tarihli ve E.2010/480, K.2013/289 sayılı kararı ile asıl ve birleşen dosyada davaları kısmen kabul etmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...

 Dava , hukuki niteliği itibarı ile haksız fiil sebebiyle uğranılan maddi ve manevi zararın tazmini istemine ilişkindir.

...

Bozma ilamına uyulmakla zararın tespiti bakımından teknik bilirkişiler Zıraat mühendisi H.K. ile SMMbilirkişi N.D. 7/9/2011 tarihli ve 14/11/2011 tarihli raporları ile davacının talep edebileceği alacak miktarını hesap etmişlerdir. SMMO.E. veHesap uzmanı Avukat S.N.Ç. mahkemeye sunmuş oldukları 25/7/2012 tarihli raporları ile davacının 6/10/1999 tarihli olay tarihi itibarı ile talep edebileceği maddi tazminat miktarının 178.477,73 TL olduğunu tesbit etmişlerdir.

Tüm bu toplanan deliler, raporlar sonucu davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Yargıtayın "Borçlar Yasası'nın 42. maddesi gereğince, zararın varlığını ve tutarını kanıtlamak zorunda olan davacının, zararın gerçek tutarını kanıtlamakta zorlandığı veya kanıtlanmasının davacıdan beklenemeyeceği durumlarda yargıç, işlerin olağan gidişi ve zarar görenin aldığı önlemleri gözeterek zarar tutarını kendiliğinden belirler." gerekçesi dikkate alınarak maddi zararın miktarı dosya kapsamına göre taktiren belirlenmiştir. Zararın tespitinde bilirkişi raporundan ayrılma nedeni, kabul oranı gerekçeleri ile olayların meydana geliş ve ileri sürülüş şekilleri şu şekilde özetlenebilir:

Davacı ilk olarakE.2000/152 sayılı dosya ile dava açmış, halihazırda görülen davadaki tazminat taleplerini aynı vakıalara dayanarak ileri sürmüştür. İş bu davamızdaki davalıların tüzel kişiliği olmayan firmalarına açtığı davada maddi tazminat olarak 105.000 TL değerinde kuruçay, 200.000 TL değerinde gıda maddesi, 5.000 TL değerinde demirbaş eşya, 2.000TL değerinde kamyonunun davalılar tarafından alınması nedeniyle oluşan zararı talep etmiş, ancak20.06.2002 tarihinde dava husumetten reddolmuştur. Husumetten reddolunan dava devam ederken 2001/51 E. Sayılı dosya ile davalılardan İ.T. ve N.Ç.ye ayrıca dava açmış, 50.000TL maddi 100.000TL manevi tazminat talep etmiştir. Bu davanın gerekçesi olarak ta davalıların işyerlerine el koymasından doğan zarar olduğunu ileri sürmüştür. Davacını ileri sürdüğü zararın vevakıalarınönceki açılan dosyadaki vakıalar ve zararlarla örtüştüğü anlaşılmaktadır.

Husumetten reddolunan 2000/152 E. Sayılı davadan sonra davacı, 1/7/2002 tarihinde, 2002/215 E. Sayılı dosya ilegerçek kişiler aleyhine tazminat talepli dava açmıştır. 2002/215 E. Sayılı dosya 28/1/2003 tarihinde yine mahkememizin 2001/51 E. Sayılı dosyasında birleştirilmiştir. 2002/215 E. Sayılı dosyadaki dava dilekçesinde davacı 105.000 TL değerinde kuruçay, 200.000 TL değerinde gıda maddesi, 5.000 TL değerinde demirbaş eşya, 2.000TL değerinde kamyonu, 6.000TL lik dövizinin davalılar tarafından alındığını iddia etmiştir.

Mahkememiz tarafından husumetten reddolunan 2000/152 E. sayılı dava incelendiğinde dosya içerisinde bulunan savcılık hazırlık soruşturması evraklarına göre davacı savcılığa mükerreren ifade vermiş, dilekçe sunmuştur. Davacı savcılığıa verdiği 1/10/1999 tarihli müşteki ifade tutanağında " ben bundan yaklaşık 1 yıl öncesi piyasadan çok miktarda kuruçay almıştım. İşlerimin iyi gitmemesi sebebiyle iflas ettim. Kendisine borçlu olduğum kişiler sürekli olarak tehdit ettiler, ben borçlarımı ödemek için elimden gelen gayreti gösteriyorum. Kendisinden şikayetçi olduğum İ.M.ye 46.000 TL civarında bir borcum vardı. Ben borcuma karşılık kendisine Rize de bulunan dükkanımı ve işyerimi devrettim ancak sanık ben kendisine hala borcum olduğunu iddia ederek, beni sürekli olarak tehdit etmekte ve hakaret etmektedir...." şeklinde ifade vermiştir. Davacı 6/10/1999 tarihinde savcılığa verdiği ifadede "...rahatsız olduğum dönem fırsat bilinerek benden alacaklı olan kuru çay sahipleri 14 kişi bir havuz kurarak dilekçemde belirttiğim 6 adet işyerimden bana ait daha doğrusu Ahmet Karaali ile kuruduğum ortaklığa ait işyerindeki kuru çaylardan ve gıda maddelerinden alacaklarına karşılık alarak benim rızam olmaksızın, yokluğumu fırsat bilerek işyerime el koymuşlardır...." şeklinde ifade vermiştir. 2/11/1999 tarihli savcılık ifadesinde davacı " A.K. benim ablam E.K.nın oğlu yani yeğenim olur. Kendisi ile 20 yıldan beri ortaktım. Ancak işler kötüleşince beni bıraktı. Ben tüm kayıtları üzerimde olduğundan onun durumu kötüleşmedi...." şeklinde beyanda bulunmuştur. Davacı Cumhuriyet başsavcılığına verdiği 6/10/1999 tarihli şikayet dilekçesinde 6 farklı yerde işyeri oluğunu ve buralardan mallarının alındığını bildirmiştir.

Davacının oğlu A.R.B. 2/11/1999 tarihinde savcılık ifadesinde " ben müşteki Ramazan Büyük'ün oğlu olurum. Babam, A.K. ile ortak idiler. Piyasadan çay almışlardı. Ancak işlerin iyi gitmememsi nedeniyle zor duruma düştürler. Alacaklıların sıkıştırması sonucu babam deprosyon geçirdi. Rize devlet hastanesi psikaytri bölümüne yatrrıldı. ... Babamın ortağı A.K. bana kardeş, Yunusla birlikte babamın Yeşilköydeki deposundan benim kullanacağım bedforta ve Y.K. kullanacağı misubusi kamyona çayları yükleyip yanında bulunan N.Ç. Nin Kokulukayadaki götürmemizi söyledi. Ben ve Y.K. Yeşilköye geldik. Depodaki çaylardan 13 ton çayı iki araca yükleyip bana söylendiği gibi N.Ç.nin deposuna götürdük. Yükü indirip işyerime döndüm. A.K. babamın ortağı olduğundan ticari ilişkileri nedeniyle götürdüm. ... Şeklinde beyanda bulunmuştur.

Savcılık hazırlık tahkikatında dinlenen ve iş bu davamızda davalılar beyanlarında , davacının kendilerine borçları olduğunu, ortağı A., çalışanı İ.T., oğlu A.R.ve vekili pozisyonunda İ.K., yeğeni M.A.K. ve N.Ç.nin borçları kapamak için malları alacaklılar arasında rıza ile paylaştırdıklarını ifade etmişlerdir.

Dava dosyasına ibraz edilen başka bir evrak ta davacının ortağı olduğu C. Çay San. Gıda. Ltd. Şti şirketi tarafından düzenlenmiş olan 18.01.1999 tarihli 10044 nolu faturadır. Bu fatura ile 19.430TL lik gıda maddesi Kokulçay Ltd. Şti ne fatura karşılığı satılmış ya da devredilmiştir. İş bu fatura da kapalı fatura olarak düzenlenmiştir. Bu faturanın düzenlendiği tarihte davacı Ramazan C. Çay şirketindeki ortaklığını devrederek şirketten ayrılmış, yani ortak değildir. Şunu hemen belirtmek gerekir ki davamızda Yargıtay bozma ilamına esas alınan Rize 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2005/38 Esas, 2005/366 Karar sayılı dosyasında suç tarihi 06.10.1999 olup bu tarihte davacı C. Çay şirketindeki ortaklığından ayrılmıştır.

Davaların ve soruşturmaların ilerleyen aşamalarında gerek davacının gerekse oğlunun zarara ilişkin beyanlarında artışlar olduğu anlaşılmaktadır. Davacının oğlu A.R.B.nin Güneysu Asliye Hukuk Mahkemesinde 11/9/2001 tarihinde alınan beyanında depolarında 400-500 ton çaylarının olduğunu, 250-300 milyarlık gıda maddelerinin olduğu ifade etmiştir. Oysa önceki alınan ifadelerde uğradıkları iddia olunan zarar miktarları daha azdır.

Davacı 0/12/1999 tarihinde vergi dentemeni S.D.ye verdiği beyanda (dosyaya celp edilmiştir) 1998 yılında aldıkları 169.000 kg çaylarından7.000-7.500 kg mının yasal olmayan yollardan kendilerinden alındığını, geri kalanı ise paketleyip sattıklarını ifade etmiştir.

Dosya içine celbedilen ticaret odası kayıtları ve vergi dairesi müdürlüğü kayıtlarından davacının C. Çay şirketindeki hisselerini 4/1/1999 tarihinde diğer ortağı A.K. ile beraber devrettiği, C. Çay şirketinin 1997 yılı kurumlar vergisi matrahı 2.871TL ,1998 yılı kurumlar vergisi matrahınında 2.578Tl olduğu anlaşılmaktadır.

Davacı ve oğlu A.R.B.nin ilk dava dilekçesi ve ifadelerinden sonra alınan beyanlarda ve dilekçelerde kendilerinden zorla alındığını ifade ettikleri malların miktarlarında sürekli artış olmuştur. Davacının ilk dava dilekçesinde talep ettiği fiyat ve tazminat mikatrından 131 (bedelin kilgram fiyatına bölünmesi ile bulunmuştur) ton kuru çay talebi varken bu rakam sonraki beyanlarda 400,500, 600 tonlara çıkmıştır. Vergi beyanları ise iddia edilen rakamlara ışık tutmaktan çok uzaktır.

Teknik bilirkişiler Zıraat mühendisi H.K. ile SMMbilirkişi N.D. 7/9/2011 tarihli raporları ve 14/11/2011 tarihli raporları ile davacının talep edebileceği alacak miktarını hesap etmişlerdir. Bilirkişilerce davacının 7 farklı yerdeki işyeri metrekareleri ile bu dükkanların alabileceği çay miktarı üzerinden bir hesaplamaya gidilmeye çalışılmıştır. Ancak davacı savcılık soruşturmasında 6 yerde işyeri olduğunu belirtmiştir. Sonuçta dükkanların toplam kapasite ile 233.539 kg çay alabileceği, parasal değerinin de 163.477,73TL olacağı ifade edilmiştir. Davacının ilk soruşturma aşamalarında iflas ettiği yönündeki beyanları karşısında davacının dükkanlarının tamamen çay ile dolu olarak hesaplanması da düşünülmesi gereken bir durumdur. Bilirkişilerin dükkanların kuru çay paketlerinin istiap hacminin hesaplanması konusunda hesap ve yöntem hataları olmakla beraber raporun fikir vermesi açısından geçerliliği bulunmaktadır. SMMO.E. ve hesap uzmanı Avukat S.N.Ç. mahkemeye sunmuş oldukları 25/7/2012 tarihli raporları ile davacının 6/10/199tarihliolay tarihi itibarı ile talep edebileceği maddi tazminat miktarının 163.477,73TL na 15.000 TL bakkaliye bedeli hesaplayarak 178.477,73 TL olduğunu tesbit etmişlerdir.

Davacının tazminat kalemi olarak talep ettiği 53 A..5.. plakalı kamyonun trafik tescil kayıtları talep edilmiş aracın hurdaya çıkarılmış olduğu belirtilmiştir. Davacı da 28/3/2013 tarihli duruşmada alınan beyanında şirket ortağının imza yetkisi olmakla kamyonu devrettiğini ifade etmiştir. Ayrıca davacı 26/2/2013 tarihli duruşmada demirbaş eşyalarına ait belgesi olmadığını, ancak 4 yazar kasa, 4 çelik kasa ve 4 masası olduğunu beyan etmiştir. Davacının ortağı olduğu C. Çay San. Gıda. Ltd. Şti şirketi tarafından düzenlenmiş olan 18/1/1999 tarihli 10044 nolu fatura ile 19.430TL lik gıda maddesi K. Ltd. Şti fatura karşılığı satılımış ya da devredilmiştir. İş bu fatura da kapalı fatura olarak düzenlenmiştir. Bu faturanın düzenlendiği tarihte davacı R.C. C. çay şirketindeki ortaklığını devrederek şirketten ayrılmış, yani ortak değildir. Teknik bilirkişiler Zıraat mühendisi H.K. ile SMM bilirkişi N.D. 7/9/2011 tarihli raporlarında gıda maddesini 15.000TL olarak belirlemişlerdir.18/1/1999 tarihli 10044 nolu fatura ile 19.430TL lik gıd a maddesi kapalı fatura ile devredildiği, kamyonun usulüne uygun olarak satışı yapıldığı, şirket demirbaşlarının hisse devri ile yeni ortaklara devredilmiş olacağı kanaatiyle ve ispata yarar belge ibraz edilmemiş olmakla gıda maddesi, demirbaş ve kamyona ilişkin maddi tazminat talepleri dikkate alınmamış ve ret edilmiştir.

Davacının tazminata esas çay miktarının belirlenmesinde ise davacının oğlu A.R.B. 2/11/1999 tarihinde savcılık ifadesinde " ben müşteki Ramazan Büyük ün oğlu olurum. Babam, A.K. ile ortak idiler. Piyasadan çay almışlardı. Ancak işlerin iyi gitmememsi nedeniyle zor duruma düştürler. Alacaklıların sıkıştırması sonucu babam deprosyon geçirdi. Rize devlet hastanesi psikaytri bölümüne yatırıldı. ... Babamın ortağı A.K. bana kardeş, Yunusla birlikte babamın Yeşilköydeki deposundan benim kullanacağım bedforta ve Yunus Karaalinin kullanacağı misubusi kamyona çayları yükleyip yanınd a bulunan N.Ç.nin Kokulukayadaki götürmemizi söyledi. Ben ve Y.K. Yeşilköye geldik. Depodaki çaylardan 13 ton çayı iki araca yükleyip bana söylendiği gibi N.Ç.nin deposuna götürdük. Yükü indirip işyerime döndüm. A.K. babamın ortağı olduğundan ticari ilişkileri nedeniyle götürdüm. ... Şeklindeki beyanı, Davacının 0/12/1999 tarihjinde vergi dentemeni S.D.ye verdiği beyanda 1998 yılında aldıkları 169.000 kg çayların 7.000-7.500 kg mının kendilerinden yasal olmayan yollardan alındığı beyanı, davacının ilk dava dilekçesinde çay zararının kg fiyatı 0.8TL dan105.000TL olduğu, davacını şirketin % 50 hissedarı olduğu düşüldüğünde yarısı olan 52.500TLolduğu, davada kabul edilen 50.000TL nin hem davacının kendi beyan ettiği zarar miktarla örtüşmesi, davacının vergi denetmenine verdiği 7.000 kg ile oğlunun beyan ettiği 13.000 kgmın yarısı olan 6.500 kg örtüşmektedir. Bu miktarların bugünkü kuruçay fiyatları ve kabul edilen tazminat miktarı ile örtüştüğü görülmektedir. Tüm bu gerekçelerle 50.000TL maddi tazminatın davalılardan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.

Davalılardan Y.K. (eşi E.K.da ölmekle mirasçıları ) dava devam ederken ölmekle mirasçıları ..... davaya dahil edilmiştir. Ancak kararda sehven tazminatın Y.K.dan alınarak davacıya ödenmesine karar verilmiştir. Y.K. irasçılarının davaya dahil edilmiş olmakla tazminattan mirasçılarının sorumlu oldukları gerekçesiyle kısa karar ters düşmeyecek şekilde mirasçıların ismi gerekçeli karara eklenmiştir. Y.K. mirasçılarının davada kendini avukatla temsil ettirmediklerinden dolayı ret edilen kısım üzerinden lehlerine vekalet ücreti hükmedilmeyerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

..."

11. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 16/1/2014 tarihli ve E.2013/17069, K.2014/455 sayılı ilamı ile onanmıştır.

12. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 21/5/2014 tarihli ve E.2014/5922, K.2014/8234 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.

13. Ret kararı 30/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 31/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

B. İlgili Hukuk

14. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun 41. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur."

15. 818 sayılı mülga Kanun'un 42. maddesi şöyledir:

"Zararı ispat etmek müddeiye düşer, zararın hakiki miktarını ispat etmek mümkün olmadığı takdirde hakim, halin mutat cereyanını ve mutazarrır olan tarafın yaptığı tedbirleri nazara alarak onu adalete tevfikan tayin eder."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

16. Mahkemenin 16/11/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

17. Başvurucu; davada farklı bilirkişilerce aynı doğrultuda tespit edilen zarar miktarına ilişkin raporların hükme esas alınmadığını, çözümü teknik bilgi gerektiren hususlarda hâkimin bilirkişi raporuna itibar etmesi gerektiğini, davalıların soruşturma esnasında zarar miktarına ilişkin beyanlarına da itibar edilmediğini, kararda bilirkişi raporunun nazara alındığı belirtilirken rapordan farklı bir sonuca varılmasının gerekçesinin açıklanmadığını, davalıların ihkak-ı hak yoluyla mal varlığına el koymasının Mahkemece meşru kabul edilmesinin hukuk devleti ilkesine aykırı olduğunu, tedbir taleplerinin haksız ve gerekçesiz olarak reddedildiğini, 2001 yılında açtığı davanın 2014 yılında sonuçlandığını ve bu sürenin makul olmadığını, bu nedenlerle maddi ve manevi zararlarının oluştuğunu belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve ihlalin tespiti isteminde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1.Kabul Edilebilirlik Yönünden

i. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkinİddia

18. Başvurucu; çözümü teknik bilgi gerektiren durumlarda Mahkemenin rapora itibar etmesi gerektiğini, gerekçeli kararda bilirkişi raporlarına itibar edildiği belirtilirken rapordaki zarar miktarının neden hükme esas alınmadığının açıklanmadığını belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

19. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması, kanun yoluna başvurma olanağını etkili kullanabilmek ve mahkemelere güveni sağlamak açısından hem tarafların hem kamunun menfaatini ilgilendirmekte olup kararın gerekçesi hakkında bilgi sahibi olunmaması, kanun yoluna müracaat imkânını da işlevsiz hâle getirecektir. Bu nedenle mahkeme kararlarının dayanaklarının yeteri kadar açık bir biçimde gösterilmesi zorunludur (Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 66).

20. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmeyi gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun yanı sıra kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması da her zaman bu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu mahkemelerince verilen bu tür kararların, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması uygun olup bu durumda üst dereceli mahkeme tarafından önceki mahkeme kararının gerekçesinin benimsendiği kabul edilmelidir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26).

21. Somut başvuru açısından İlk Derece Mahkemesinin; zarar tespiti ile ilgili olarak neden bilirkişi raporlarındaki miktarlara itibar etmediği hususunda Savcılık ifade tutanakları, davalı ve tanık beyanları, faturalar, davacı ve oğlunun yargılama aşamasında zarar miktarına yönelik verdikleri farklı beyanlar, Ticaret Odası ve Vergi Dairesi kayıtlarını dikkate alarak ayrıntılı değerlendirme (bkz. § 10) yaptığı, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin ise Mahkemece verilen kararın gerekçesine atıf yaparak hükmü onadığı ve karar düzeltme talebini reddettiği anlaşılmıştır. Başvurucunun yargılama sırasında ileri sürdüğü ve davanın sonucunu etkilediğini iddia ettiği taleplerin Mahkeme kararında değerlendirildiği, bu açıdan kararın gerekçesiz olduğuna yönelik iddianın yerinde olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

22. Başvurucunun gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığına İlişkin İddia

23. Başvurucu, davada farklı bilirkişilerden alınan aynı nitelikteki raporlara itibar edilmediğini, zarar miktarı ile ilgili lehine olan davalı beyanlarının da dikkate alınmadığını, bu yönüyle kararın usul ve kanuna aykırı olduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

24. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 24).

25. Bir anayasal hakkın ihlali iddiasını içermeyen, yalnızca derece mahkemelerinin kararlarının yeniden incelenmesi talebini içeren başvuruların açıkça dayanaktan yoksun ve Anayasa ile Kanun tarafından Mahkemenin yetkisi dışında bırakılan hususlara ilişkin olduğu açıktır. Bu kapsamda bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasa'da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve bariz takdir hatası içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede derece mahkemelerinin delilleri takdirinde bariz takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, §§ 25, 26).

26. Başvurucunun iddiasının özünün Derece Mahkemelerince delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet bulunmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. İlk Derece Mahkemesince iddia, savunma, tanık anlatımları, keşif, bilirkişi raporları, Asliye Ceza Mahkemesi dosyası ve toplanan deliller çerçevesinde değerlendirme yapılarak dava konusu olay nedeniyle davacının uğradığı zararın tespit edildiği, buna göre asıl ve birleşen davalarda kısmen kabul kararı verildiği, kararda bariz takdir hatası yapıldığı yönünde bir bulguya rastlanmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

27. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

iii. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığına İlişkin İddia

28. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

29. Başvurucu, yargılamanın yaklaşık on üç yıl sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

30. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamaların makul sürede sonuçlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesince makul sürede yargılanma hakkının adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olduğu kabul edilerek bir davadaki yargılama süresinin makul olup olmadığının tespitinde davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususların dikkate alınacağı belirtilmiş (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 34-59) ve bu kapsamda yapılan incelemeler sonucu makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik kararlar verilmiştir (Gülseren Gürdal ve diğerleri, B. No: 2013/1115, 5/12/2013; Semira Babayiğit ve diğerleri, B. No: 2013/3283, 19/12/2013; Haydar İzgi, B. No: 2012/673, 19/12/2013).

31. Başvuru konusu olay, Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açılan haksız fiilden kaynaklanan tazminat talebine ilişkindir. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda yer alan usul hükümlerine göre yürütülen, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan somut yargılama faaliyetinin makul süre değerlendirmesi için başlangıcı, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı tarih olup (Güher Ergun ve diğerleri, § 50)bu tarih somut başvuruda esas davanın açıldığı 6/4/2001'dir.

32. Sürenin bitiş tarihi ise yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52). Somut başvuru açısından bu tarih, Yargıtay 4. Hukuk Dairesince karar düzeltme talebinin reddedildiği 21/5/2014'tür.

33. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde başvurucu tarafından 6/4/2001 tarihinde açılan davada, Mahkemece 12/2/2009 tarihinde asıl ve birleşen davaların kısmen kabulüne karar verildiği, temyiz üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince 23/6/2010 tarihinde hükmün bozulduğu, Mahkemenin yeniden yaptığı yargılama sonucu 9/4/2013 tarihinde verdiği kararın Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 16/1/2014 tarihli kararı ile onandığı, karar düzeltme talebinin ise 21/5/2014 tarihinde reddedilerek aynı tarihte hükmünkesinleştiği anlaşılmıştır. Dolayısıyla yargılama yaklaşık 13 yıl 1 ayda tamamlanmıştır.

34. Başvurunun değerlendirilmesi sonucunda başvuruya konu davadaki hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler de dikkate alınarak başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ve usule ilişkin haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın bu derece uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu söylenemez. Dolayısıyla somut başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve yaklaşık 13 yıl 1 ayda sonuçlanan yargılamada makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

35. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

36. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 "(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir ...

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

37. Başvurucu, ihlalin tespitine karar verilmesini talep etmiştir.

38. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

39. Başvuruda her ne kadar uzun süren yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmiş ise de başvuru formu ve eklerinden başvurucunun tazminat talebinde bulunmadığı anlaşıldığından başvurucu lehine tazminata hükmedilmesi mümkün değildir. Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşe katılmamıştır.

40. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,

2. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,

3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, OYBİRLİĞİYLE,

C. Talep olmadığından başvurucu lehine tazminata hükmedilmesine YER OLMADIĞINA Osman Alifeyyaz PAKSÜT'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE OYBİRLİĞİYLE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA OYBİRLİĞİYLE,

F. Kararın bir örneğinin Rize 2. Asliye Hukuk Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE OYBİRLİĞİYLE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE OYBİRLİĞİYLE 16/11/2016 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. Başvurucunun, Anayasanın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE karar verilmesine rağmen, başvuru formu ve eklerinde tazminat talebinde bulunmadığı gerekçesiyle lehine tazminata hükmedilmemiştir.

2. Başvurucu Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmakla bir bütün halinde ihlalin tespiti ve giderim istemiş olup, başvuru formunun “B)AÇIKLAMALAR” bölümünün (3) numaralı bendinde şöyle denilmiştir:

 “Söz konusu davanın niteliğinde uğranılan maddi kayıp, uygulanmayan ve haksız ve gerekçesiz olarak verilmeyen tedbir kararları yüzünden bu zararın büyümesi ve geçen bu koca zaman dilimi sebebiyle ayrıca uğranılan manevi zarar başvurucunun en güncel zararıdır”

3. Başvurucunun bu ifadelerinden, giderim olarak manevi bir tazminat talep ettiği açıktır. Öte yandan, formun sonuç talep bölümünde de bunun tekrarlanmış olmaması nedeniyle tazminat verilmesinin mümkün olmadığına hükmedilmesi, katı bir şekilciliktir.

4. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında da usul kurallarının aşırı şekilci uygulanması, şayet başvurucunun hakkını fiilen elde etmesini engelliyorsa “mahkemeye erişim hakkı”nın ihlali olarak değerlendirilmektedir.

5. Bu nedenlerle ve Birsen Gülünay 2013/2640 başvurusundaki karşıoyumuzda da açıklanan gerekçelerle, Bölüm kararının tazminat verilmemesine ilişkin kısmına katılmamaktayım.

 

Üye

Osman Alifeyyaz PAKSÜT