2014/1724

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MAHMUT KOÇ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/1724)

 

Karar Tarihi: 1/2/2017

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucu

:

Mahmut KOÇ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kadastro çalışmalarıyla tespit ve tapuya tescil edilen taşınmazın tapu iptali ve tescil davası sonucu tapusunun iptal edilerek Hazine adına tescil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; bu davada bildirilen tanıkların yargılama sırasında dinlenilmemesi, ertelenen keşif gün ve saatinin başvurucuya bildirilmemesi ve bilirkişi raporlarına yapılan itirazların dikkate alınmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 10/2/2014 tarihinde Erdemli 3. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 24/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

5. Mersin ili Erdemli ilçesi Üçtepe köyünde 2008 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında 102 ada 118 parsel numarası altında 592,84 m2 yüzölçümlü olarak sınırlandırılan taşınmaz, iki katlı kargir bina ve arsası niteliğiyle başvurucu adına tespit edilmiştir. Kadastro tespitiyle bir belgeye dayalı olmayarak anılan taşınmazın zilyetlik yoluyla mülkiyeti kazandırıcı zamanaşımı koşullarının başvurucu lehine gerçekleştiği belirtilmiştir. Kesinleşen kadastro sınırlandırma ve tespiti doğrultusunda bu taşınmaz "kadastro" edinimli olarak başvurucu adına 25/4/2008 tarihinde tapuya tescil edilmiştir.

6. Maliye Hazinesince 13/10/2010 tarihinde Erdemli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) söz konusu taşınmaza ilişkin olarak tapu iptali ve tescil davası açılmıştır. Dava dilekçesinde, taşınmazın Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşlık, kayalık ve çalılık nitelikli yerlerden olup başvurucu yararına zilyetlikle iktisap koşullarının gerçekleşmediği ileri sürülerek taşınmazın başvurucu adına olan tapu kaydının iptali ile Hazine adına tapuya tescil edilmesi talep edilmiştir.

7. Mahkeme 25/1/2012 tarihli ve E.2010/758, K.2012/81 sayılı kararı ile davanın kabulüne ve dava konusu taşınmazın davalı adına olan tapusunun iptal edilerek davacı Hazine adına tapuya tesciline karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Dava, kadastro tespiti sırasında, davalı adına tespit edilen taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu altında kalan yerlerden olduğu iddiası ile tapu iptal ve tescil talebine ilişkindir.

...

3402 sayılı Kanunun imar-ihya yoluyla mülk edinme olanağı sağlayan 17. maddesine göre, bir yerin imar-ihya ve kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülk edinilebilmesi için bu yerin, orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki tarıma açılması mümkün yerlerden olması ve tarıma elverişli hale getirilmesi ve 14. maddedeki iktisapla ilgili şartlar yerine getirilmiş olmalıdır.

İmar-ihyanın arazi ile ilgili koşullarından olan, tarıma açılan ve tarıma elverişli hale getirilen araziden amaç; Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki tarıma açılması mümkün olan yerlerdir. Bu tür araziler henüz üzerinde kültür işlemi yapılmayan fakat doğal nitelikleri gereği tarıma elverişli olan yerlerdir. Taşınmazın ihyaya uygun yerlerden olduğunun anlaşılması -halinde, davacı (veya murisi veya bayii) tarafından emek ve para sarfıyla imar-ihya edilip ihyanın tamamlandığı tarihten dava tarihine kadar Yasada belirtilen 20 yıllık zilyedlik süresinin nizasız, fasılasız ve malik sıfatıyle geçmesi , 3402 sayılı Kanunun 17. maddesindeki sair koşullarla, 14. maddesindeki iktisapla ilgili koşulların da gerçekleşmesi halinde özel mülkiyete konu olabilir. Başka bir anlatımla ancak tarıma elverişli hale getirilebilen ve tarım arazisi olarak kazanılması mümkün olan yerler zor ve zahmetli bir emek ile tarım arazisi haline geçirilmesi durumunda kazanılması mümkündür. Tabii durumu, yapı ve niteliği itibariyle tarım arazisi olarak kullanılması mümkün olmayan yerlerin ihya yoluyla kazanılması mümkün değildir (HGK 19/2/1997 tarihli ve E.1996/8-728, K.1997/91).

Ormancı ve fen bilirkişi raporu incelendiğinde; dava konusu taşınmazın 1990 tarihli memleket haritasında çalılık simgeli yeşile boyalı alanda kaldığı bu haliyle imar ihyanın tam olarak tamamlandığı tarihten itibaren kadastro tespit tarihine kadar 20 yıl süre ile ekonomik amacına uygun olarak nizasız fasılasız ve malik sıfatıyla kullanılmadığı anlaşılmıştır.

Ayrıntıları Yüksek Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 29/1/2009 tarihli ve E.2008/15377, K.2009/1079 sayılı ilamında da nizasız fasılasız malik sıfatıyla kullanılmadığı anlaşılan taşlık ve kayalık bölümlerin taşınmaz içersinde blok halde bulunduğunun belirlenmesi halinde bu bölümün şayet dağınık halde bulunduğunun tespiti durumunda taşınmazın tamamının imar ihyasının tamamlanmadığı düşünülerek oluşacak sonuca göre bir hüküm verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Yine aynı doğrultuda Yüksek Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 10/2/2009 tarihli ve E.2008/16888, K.2009/2014 sayılı ilamı da bu yönde hükümler içermektedir. İncelenen dava konusu taşınmaza ilişkin 1990 tarihli memleket haritasında taşınmazın tamamının çalılık simgeli yeşile boyalı alanda kaldığı bu haliyle bu tarih itibariyle imar ihyasının tamamlanmadığı anlaşılmıştır.

Yukarıdaki tüm veriler, bilirkişi raporları Yüksek Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin emsal olarak verilen kararları bir bütün olarak göz önüne alındığında dava konusu taşınmazın 1990 tarihli memleket haritasında çalılık simgeli, yeşile boyalı alanda kaldığı, bu haliyle bu tarih itibariyle dava konusu taşınmazlar üzerindeki imar ihyanın tamamlanmadığı, çalılık ve taşlık kısımların taşınmazların bütününe yayıldığı, 2004 tarihli uydu fotoğraflarında dahi taşınmazın imar ihya edilmediği, makilik ve kayalık olarak göründüğü, taşınmazın imar ihyasının 4-5 yıl önce tamamlandığı,ayrıca taşınmaz üzerine ev yapılmasının Yargıtay uygulamalarına göre imar ihya sayılmadığı, dolayısı ile Yüksek Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin yukarıda örnek olarak verilen ilamlarının gerekçesi ayrıntılı olarak incelendiğinde taşınmazların 1990 tarihli memleket haritasında dahi çalılık simgeli yeşile boyalı Alanda kaldığı, bu yerin imar ihyasının en erken bu tarihte yapıldığı kabul edilse bile kadastro tespit tarihinin yapıldığı 2007 tarihi itibariyle belgesizden zilyetlik yoluyla kazandırıcı zaman aşımı ile taşınmaz edinilmesi için gerekli olan koşulların oluşmadığı, taşlık ve çalılık bölümlerin taşınmaz içinde blok halde bulunmadığı, bu durumda taşınmazların tamamının imar ihya edilmediği, hem 1990 tarihli memleket haritası hem de 2004 tarihli uydu fotoğrafları bir bütün olarak göz önüne alındığında dava konusu taşınmazla ilgili olarak zilyetlikle mülk edinilmesi için gerekli olan koşulların davalı yararına oluşmadığı anlaşılmakla davacı Hazinenin davasının kabulü ile dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptaline ve taşınmazın tamamının Hazine adına tapuya tesciline karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmış ve aşağıdaki şekilde hüküm tesisi yoluna gidilmiştir."

8. Başvurucu kararı temyiz etmiş ve Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 8/11/2013 tarihli ilamıyla hüküm, yargılama giderleri yönünden düzeltilmek suretiyle onanmıştır. İlamın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Dava, tapu kaydının iptali ve tescili istemine ilişkindir.

Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerde 5304 sayılı Kanun ile değişik 3402 sayılı Kanunun 4. maddesi hükmüne göre orman sınırlandırması yapılmış, taşınmaz orman sınırları dışında bırakılmıştır.

İncelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye ve 5304 sayılı Kanun ile değişik 3402 sayılı Kanun'un 4/3. maddesine göre yapılan orman tahdidi, eski ve yeni tarihli memleket haritaları, amenajman planı ve hava fotoğraflarının uygulanmasına dayalı araştırma inceleme ve keşif sonucu düzenlenen uzman bilirkişi raporuyla, çekişmeli parselin orman kadastrosu sınırları dışında orman sayılmayan yerlerden olduğu bildirilmiş ise de öncesinin makilik yerlerden olduğu, 1990 yılı memleket haritasında, çalılık göründüğü ve 3402 sayılı Kanun'un 14 ve 17. maddelerinde belirtilen zilyetlik koşullarının oluşmadığı belirlenerek Hazinenin davasının kabulüne karar verilmesinde ve yazılı biçimde hüküm kurulmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır."

9. Karar başvurucuya 10/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

10. Başvurucu 10/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

11. 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun "Tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz malların tespiti" kenar başlıklı 14. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir.”

12. 3402 sayılı Kanun’un "Kamu malları" kenar başlıklı 16. maddesi şöyledir:

 “Kamunun ortak kullanılmasına veya bir kamu hizmetinin görülmesine ayrılan yerlerle Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan sahipsiz yerlerden:

A) Kamu hizmetinde kullanılan, bütçelerinden ayrılan ödenek veya yardımlarla yapılan resmi bina ve tesisler, (Hükümet, belediye, karakol, okul binaları, köy odası, hastane veya diğer sağlık tesisleri, kütüphane, kitaplık, namazgah, cami genel mezarlık, çeşme, kuyular, yunak ile kapanmış olan yollar, meydanlar, pazar yerleri, parklar ve bahçeler ve boşluklar ve benzeri hizmet malları) kayıt, belge veya özel kanunlarına göre Hazine, kamu kurum ve kuruluşları, il, belediye köy veya mahalli idare birlikleri tüzelkişiliği, adlarına tespit olunur.

B) Mera, yaylak, kışlak, otlak, harman ve panayır yerleri gibi paralı veya parasız kamunun yararlanmasına tahsis edildiği veya kamunun kadimden beri yararlandığı belgelerle veya bilirkişi veya tanık beyanı ile ispat edilen orta malı taşınmaz mallar sınırlandırılır, parsel numarası verilerek yüzölçümü hesaplanır ve bu gibi taşınmaz mallar özel siciline yazılır.

Bu sınırlandırma tescil mahiyetinde olmadığı gibi bu suretle belirlenen taşınmaz mallar, özel kanunlarında yazılı hükümler saklı kalmak kaydıyla özel mülkiyete konu teşkil etmezler.

Yol, meydan, köprü gibi orta malları ise haritasında gösterilmekle yetinilir.

C) Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kayalar, tepeler,dağlar (bunlardan çıkan kaynaklar) gibi, tarıma elverişli olmayan sahipsiz yerler ile deniz, göl, nehir gibi genel sular tescil ve sınırlandırmaya tabi değildir, istisnalar saklıdır.

D) Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ormanlar, bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde, özel kanunları hükümlerine tabidir.”

13. 3402 sayılı Kanun'un "İhya edilen taşınmaz mallar" kenar başlıklı 17. maddesi şöyledir:

"Orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz mallar 14 üncü maddedeki şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya halefleri adına, aksi takdirde hazine adına tespit edilir.

İl, ilçe ve kasabaların imar planının kapsadığı alanlarda kalan taşınmaz mallarda bu hüküm uygulanmaz."

14. 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenîsi'nin "Sahipsiz şeyler ve umuma ait mallar" kenar başlıklı 641. maddesi şöyledir:

 “Sahipsiz şeyler ile menfaati umuma ait olan mallar Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Hilafı sabit olmadıkça menfaatı umuma ait sular ile ziraate elverişli olmıyan yerler, kayalar, tepeler, dağlar ve onlardan çıkan kaynaklar kimsenin mülkü değildir. Sahipsiz şeylerin ihraz ve işgali, yollar ve meydanlar, akar sular ile yatakları gibi menfaati umuma ait malların işletilmesi ve kullanılması hakkında ahkamı mahsusa vazolunur.”

15. 3/12/2001 tarihli ve 4722 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 3. maddesi şöyledir:

"İçerikleri tarafların istek ve iradeleri gözetilmeksizin doğrudan doğruya kanunla belirlenmiş işlem ve ilişkilere, bunlar Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş olsalar bile, bu Kanun hükümleri uygulanır."

16. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "Sahipsiz yerler ve yararı kamuya ait mallar" 715. maddesi şöyledir:

"Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait mallar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.

Aksi ispatlanmadıkça, yararı kamuya ait sular ile kayalar, tepeler, dağlar, buzullar gibi tarıma elverişli olmayan yerler ve bunlardan çıkan kaynaklar, kimsenin mülkiyetinde değildir ve hiçbir şekilde özel mülkiyete konu olamaz.

Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait malların kazanılması, bakımı, korunması, işletilmesi ve kullanılması özel kanun hükümlerine tâbidir."

17. 4721 sayılı Kanun'un "Sorumluluk" kenar başlıklı 1007. maddesi şöyledir:

"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.

Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.

Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

18. Mahkemenin 1/2/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

19. Başvurucu, intikal suretiyle eklemeli zilyetlik yoluyla uyuşmazlık konusu taşınmazı 70-80 yıldan beri tarım arazisi olarak zilyetliğinde bulundurduğunu ve bu taşınmaz adına vergi kayıtlarının da olduğunu belirtmiştir. Başvurucu ayrıca, kadastro çalışmaları sırasında söz konusu taşınmazın zilyetlik yoluyla olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı koşullarının oluştuğu belirtilerek kendi adına tespit ve tapuya tescil edildiğini, taşınmaz tapuya tescil edildikten sonra da il özel idare müdürlüğünce yapı ruhsatı verildiğini ve ilgili kanun ile yönetmelikler çerçevesinde bu taşınmaz üzerinde 60.000 TL maliyetle bir konut inşa ettirdiğini ifade etmiştir.

20. Başvurucu, uzun süredir zilyetliğinde bulunan dava konusu taşınmaz üzerinde mülkiyet hakkı mevcut olduğu hâlde Hazine tarafından açılan tapu iptali ve tescil davası neticesinde yargı kararı ile tapusunun iptal edildiğini ancak bu yargılama sırasında ertelenen keşif gününün kendisine bildirilmediğini, tanıklarının dinlenilmediğini ve fen ile orman bilirkişi raporuna yaptığı itirazın esas alınmayarak taşınmazın vasfının hatalı belirlendiğini belirterek tapusunun iptal edilmesiyle kazanılmış hakların korunması ilkesi ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; tapu kaydının eski hâle getirilmesi veya taşınmazın üzerine inşa ettirdiği bina için ödediği kredi tutarı olan 83.389,29 TL'nin güncellenerek ödenmesi ve taşınmazın ihyası için yaptığı masraflar olan 4.480 TL ile 495,50 TL yargılama masrafları olmak üzere toplam 88.364,79 TL tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

21. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

22. Başvurucunun kadastro sonucu adına tespit ve tapuya tescil edilen taşınmazın tapusunun iptali için Hazine tarafından açılan davada Mahkemece; bildirdiği tanıkların dinlenilmediği, keşif gününün bildirilmediği ve fen ile orman bilirkişi raporuna yapılan itiraz dikkate alınmadan taşınmazın vasfının hatalı belirlendiği yönündeki şikâyetlerinin esas itibarıyla adil yargılanma hakkına ilişkin olduğu değerlendirilmiştir. Bu nedenle başvurucunun belirtilen şikâyetleri adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmiş olup başvurucunun kadastro sonucu adına oluşturulan tapu kaydının yargı kararıyla iptal edilmesine ilişkin şikâyeti ise mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiştir.

1. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

23. Başvurucu uyuşmazlık konusu taşınmazın evvelden beri miras bırakanlarının, sonrasında da miras yoluyla intikal suretiyle kendisinin zilyetliğinde bulunduğunu ve kadastro çalışmaları sırasında zilyetlik yoluyla olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı koşullarının lehine oluştuğunu belirterek taşınmazın adına tespit ve tapuya tescil edildiğini, bu durumun kendisi için bir kazanılmış hak oluşturduğunu, ancak Hazine tarafından açılan tapu iptali ve tescil davasında verilen yargı kararıyla tapusunun iptal edildiğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

24. Anayasa'nın 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

25. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."

26. Anayasa'nın 35. maddesinde herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu, bu hakkın ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği, mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Mülkiyet hakkı, kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (AYM, E.2011/58, K.2012/70, 17/5/2012).

27. Mülkiyet hakkı mutlak bir hak olmayıp kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilir ve bu sınırlandırmanın ölçülü ve orantılı olması gerekir. Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan malların korunması amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal külfetin tamamının mülk sahiplerine yüklenemeyeceği ve kanun koyucunun buna uygun çözüm yolları bulması gerekeceği açıktır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011).

28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mülkün gerçek değerine göre makul kabul edilebilecek bir tazminat ödemeden mülkiyetten yoksun bırakmanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.'lu Protokol'ün 1. Maddesi kapsamında aşırı zarar oluşturduğunu ve hiç tazminat ödenmeden mahrum bırakmanın ancak istisnai durumlarla haklı bulunabileceğini belirtmektedir (Nastou/Yunanistan (no:2), B. No: 16163/02, 15/7/2005, § 33; Jahn ve diğerleri/Almanya [BD], B. No: 46720/99, 72203/01, 72252/01, 30/6/2005, § 116). AİHM'e göre bir taşınmazın orman veya kıyı kenar çizgisi ya da başka bir kamu alanında olduğu gerekçesiyle tapusunun iptal edilmesi, hukuken öngörülebilir olup kamu alanlarının korunmasına yönelik kamu yararına dayalı meşru bir amaç da içermektedir. Ancak AİHM, kadastrodan kaynaklanan mülkiyet tespitine ilişkin hukuki hatalar nedeniyle tapuların iptal edilerek kişilerin mülkiyetlerinden yoksun bırakıldıkları başvurular bakımından istikrarlı olarak hiçbir tazminat ödenmemesini haklı gösterecek herhangi bir istisnai durum da bulunmadığı hâlde bir tazminat ödenmeksizin bireylerin tapu kayıtlarının iptal edilmesi şeklindeki mülkiyetten yoksun bırakmaya yol açan müdahalenin kamunun yararı ile bireylerin hakları arasında olması gereken adil dengeyi bozduğu ve bu müdahalelerin başvurucuları aşırı bir yük altına soktuğu kanaatine vararak başvurucuların mülkiyet haklarının ihlal edildiğine karar vermiştir (N.A. ve diğerleri/Türkiye, B. No: 37451/97, 11/1/2005, §§ 36-43; Turgut ve diğerleri/Türkiye, B. No: 1411/03, 8/7/2008, §§ 86-93; Rimer ve diğerleri/Türkiye, B. No: 18257/04, 10/3/2009, §§ 34-41).

29. AİHM'in ihlal kararlarında, belirtilen “adil denge” nin bozulmasının temelini başvuruculara hiç tazminat ödenmemesi oluşturmaktadır. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesiyle tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğu; devletin zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu edebileceği hüküm altına alınmıştır. Öncesinde Yargıtay, bu maddenin sadece tapu sicilinde yapılan hataları kapsadığı; ancak, tapu sicili oluşturulurken yani kadastro çalışmalarından kaynaklanan hataların bu madde kapsamında değerlendirilemeyeceği yönünde kararlar vermiştir. Bununla birlikte AİHM tarafından verilen çok sayıda ihlal kararından sonra Yargıtay içtihat değişikliğine giderek kadastro sırasında yapılan hataların da 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi kapsamında devletin sorumluluğu altında olduğuna ve tazminat ödenmesi gerektiğine dair kararlar vermiştir.

30. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ilk defa 18/11/2009 tarihli ve E.2009/4-383, K. 2009/517 sayılı ilamıyla içtihat değişikliğine gitmiştir. Bu ilamın ilgili kısımları şöyledir:

"Tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan bu kayıtlarda yapılan hatalardan 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine göre devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Burada devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür."

31. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16/6/2010 tarihli ve E.2010/4-349, K.2010/318 sayılı kararı da benzer yöndedir. Yargıtay'a göre kadastrodan kaynaklanan hatalar nedeniyle zarar görenler, 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi gereğince zararlarının tazmini için 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu'nun 146. maddesi gereğince on yıllık zamanaşımı süresi dolmadan Hazine aleyhine adli yargıda dava açabilirler (Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 18/12/2012 tarihli ve E.2012/7876, K.2012/14598 sayılı kararı).

32. Ayrıca Yargıtay, tapu kaydının iptali nedeniyle hükmedilecek tazminatın tapu sahibinin oluşan gerçek zararı neyse o miktarda olması gerektiğini ifade etmiştir. Gerçek zarar ise tapu kaydının iptali nedeniyle tapu malikinin mal varlığında meydana gelen azalmadır. Tazminat miktarı, zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı zarar görenin mal varlığı ne durumda olacak ise aynı durumun tesis edilebileceği miktarda olmalıdır. Tazminat miktarının belirlenmesinde öncelikli konu, tapusu iptal edilen gayrimenkulün niteliğinin ve değerinin belirlenmesi olup araştırma yöntemi taşınmazın arsa ya da arazi olmasına göre farklılık arz edecektir (Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 13/12/2011 tarihli ve E. 2011/8798, K. 2011/14624 sayılı kararı).

33. Belirtilen içtihat değişikliklerinden sonra AİHM, bireylerin tazminat ödenmeksizin taşınmazının elinden alınması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiaları bakımından Yargıtayın yeni içtihatlarına işaret etmiştir. AİHM, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun AİHM'in bu konudaki ihlal kararlarına dayanarak tapudaki yanlış kayıtlardan kaynaklanan ayni hak ya da menfaatleri kaybolmuş ya da kısıtlanmış olanların, tapu kayıtlarındaki düzensizliklerden dolayı devleti sorumlu tutabileceğine hükmettiğini, tazminat miktarının söz konusu arazinin kullanılma şekli, niteliği ve değeri temelinde muhtemel getirisi ve emsal değerlerin dikkate alınarak değerlendirme yapılması gerektiğine dikkat çektiğini, bu başvuru yolunun hâlen düzenli olarak kullanılmakta olduğunu, ulusal mahkemelerin AİHM'in içtihatlarını ve Sözleşme'ye ek (1) No.'lu Protokol'ün 1. maddesine dayanarak ilgili mevzuat hükümlerini uyguladıklarını, başvurucunun tapu belgesinin iptali yönündeki kararın kesinleşmesinden itibaren on yıl içinde tazminat talebinde bulunabileceğini belirterek, iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesiyle başvurunun kabul edilemez olduğuna hükmetmiştir (Mehmet Altunay/Türkiye [kk], B. No: 42936/07, 17/4/2012; Arıoğlu ve diğerleri/Türkiye [kk], B. No: 11166/05, 6/11/2012; Osman Yaşar Dişlioğlu ve diğerleri/Türkiye [kk], B. No: 39149/04, 11/12/2012).

34. Bununla birlikte her somut olayın kendine özgü koşulları mevcut olup bu nedenle her başvurunun başvuru tarihindeki duruma göre karara bağlanması gerektiği de kuşkusuzdur. Nitekim AİHM, söz konusu içtihat değişikliğinin orman ve kıyı alanlarında kalan taşınmazlar ile ilgili olup her somut olay bakımından kıyaslanabilecek bir durumda bulunan ve söz konusu başvuru yolunun başarıyla kullanıldığı emsal bir içtihadın gösterilmesi gerektiğini ifade etmiş; ayrıca başvuruya konu nihai karardan sonra söz konusu içtihat değişikliğinin meydana geldiği durumlarda kabul edilemezlik itirazlarını reddetmiştir (Dürrü Mazhar Çevik ve Asuman Münire Çevik Dağdelen/Türkiye, B. No: 2705/05, 14/4/2015, §§ 21-30).

35. Somut olayda kadastro çalışmaları neticesinde başvurucunun adına belgesizden zilyetlik yoluyla kazandırıcı zamanaşımı hükümlerine göre tespit ve tapuya tescil edilen taşınmazın tapusu Hazine tarafından açılan tapu iptali ve tescil davasında verilen yargısal bir karar ile iptal edilmiştir. İlk derece mahkemesi; yapılan keşif ve alınan bilirkişi raporlarına göre taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan "çalılık" niteliğinde olup 3402 sayılı Kanun'un 14. ve 17. maddelerinde öngörülen kazandırıcı zamanaşımı ile mülk edinme ve ihya koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle başvurucunun tapusunun iptaline ve Hazine adına tapuya tesciline karar vermiştir. Başvurucunun temyiz talebi ise Yargıtay 20. Hukuk Dairesince reddedilerek hüküm onanmıştır.

36. Yargıtay, kadastro tespiti sonucu oluşan tapuların devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazlardan olduğu gerekçesiyle iptal edilmesi durumunda da 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine göre devletin sorumluluğu çerçevesinde gerçek zarar miktarı üzerinden tazminat ödenmesi gerektiğine karar vermiştir (Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 7/2/2011 tarihli ve E.2011/9834, K.2011/12370 sayılı ile 11/10/2012 tarihli ve E.2012/9847, K.2012/11090 sayılı kararları). Ayrıca Yargıtayın devletin sorumluluğu kapsamında tazminat ödenmesine ilişkin söz konusu içtihat değişikliklerinin başvuruya konu nihai karar tarihinden önce olduğu da görülmektedir.

37. Yukarıda yer verilen Kanun hükümleri ve Yargıtay içtihatları gözönünde bulundurulduğunda başvurucular, tapuda murisleri adına kayıtlı taşınmazın kendileri tarafından kullanılması veya tasarrufuna engel olacak nitelikte bir şerh düşülmesi veya tapu kaydının iptali hâlinde söz konusu işlemin yapılması tarihinden itibaren on yıl içerisinde Hazine aleyhine adli yargıda tazminat davası açabileceklerdir. Yargıtay içtihatlarında tazminatın miktarının taşınmazın gerçek bedelinin esas alınarak belirleneceği kabul edilmektedir. Başvurucuların kamu yararı nedeniyle tapulu taşınmazlarına el konulması suretiyle mülkiyet hakkına yapılan sınırlama el konan taşınmazın gerçek bedeli esas alınarak ödenecek bir tazminatla başvurucular açısından dengelenebilecektir (Nazmiye Akman, § 27).

38. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir.

39. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde, olağan kanun yolları ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 17,18).

40. Başvurucuların, maliki olduğu taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiasıyla Maliye Bakanlığı tarafından açılan tapu iptali ve tescil davasının kabulü sonrasında, tazminat talebiyle herhangi bir başvurularının bulunmadığı görülmektedir. İdari ve yargısal başvuru yollarının tamamı tüketilmeksizin yapılan bir bireysel başvurunun kabul edilmesi mümkün değildir.

41. Açıklanan nedenlerle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının yetkili derece mahkemeleri önünde tanınan başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

42. Başvurucu, Hazine tarafından aleyhine açılan "tapu iptali ve tescil davasında" bildirdiği tanıkların mahkemece dinlenmediğini, ertelenen keşif gün ve saatinin kendisine bildirilmediğini ve fen ile orman bilirkişi raporuna yapılan itirazının dikkate alınmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

43. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

44. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

45. Anayasa’daki hakların etkili bir biçimde korunması için davaya bakan mahkemelerin Anayasa’nın 36. maddesine göre tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi vardır. AİHM içtihatlarına göre bir mahkemenin davaya yaklaşımının, anılan mahkemenin başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve başvurucuların temel şikâyetlerini incelemekten kaçınmasına neden olması hâlinde Sözleşme’nin 6. maddesi, davanın hakkaniyete uygun bir biçimde incelenmesi hakkı bakımından ihlal edilmiş olur (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/1/2007, §§ 84, 85).

46. Bununla birlikte belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin görevi, başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını değerlendirmektir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).

47. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında kabul edilmekte olup bu hak ve gerekçeli karar hakkı da makul sürede yargılanma hakkı gibi adil yargılanma hakkının somut görünümleridir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).

48. Silahların eşitliği ilkesi davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32).

49. Silahların eşitliği ilkesinin tamamlayıcısı olan çelişmeli yargılama ilkesi, kural olarak bir hukuk ya da ceza davasında tüm taraflara, gösterilen kanıtlar ve sunulan görüşler hakkında bilgi sahibi olma ve bunlarla ilgili görüş bildirebilme imkânı vermektedir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. J.J./Hollanda, B. No: 9/1997/793/994, 27/3/1998, § 43; Vermeulen/Belçika, B. No: 19075/91, 20/2/1996, § 33).

50. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri ışığında taraflara iddialarını sunma hususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında uygun imkânların tanınması gerekir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., § 27).

51. Öte yandan Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurular için benimsediği temel yaklaşım doğrultusunda kural olarak bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve derece mahkemelerinin kararları açık keyfîlik içermedikçe kararlardaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede derece mahkemelerinin delilleri değerlendirmesinde ve hukuk kuralını yorumlamasında bariz takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (Kenan Özteriş, B. No: 2012/989, 19/12/2013, § 48).

52. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi, mevcut başvuruda adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerden başvurucunun şikâyetleriyle bağlantılı görülen silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin gereklerinin yerine getirilip getirilmediğini, bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülüp yürütülmediğini inceleyecektir.

53. Başvuru konusu davaya ilişkin olarak başvurucunun aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davasında bildirdiği tanıklarının yargılama sırasında Mahkemece dinlenilmemesinden yakındığı anlaşılmaktadır.

54. Başvuruya konu yargılama süreci incelendiğinde dava dilekçesinin davalı sıfatıyla 22/1/2011 tarihinde başvurucuya tebliğ edildiği görülmektedir. Mahkemece dava dilekçesi başvurucuya tebliğ edildiği hâlde başvurucu tarafından cevap dilekçesi verilmemiş ve bu aşamada herhangi bir delil de bildirilmemiştir. Taraflar ayrıca duruşmaya da çağrılmış, kendisini vekil ile temsil ettiren davalı başvurucu duruşma sırasında da bir delil bildirmemiştir. 15/11/2011 tarihli dördüncü oturumda başvurucu, avukatının görevi bıraktığını belirterek bilirkişi raporundaki aleyhe olan hususları kabul etmediğini beyan etmiştir. Mahkemece tahkikata son verilerek tarafların talebi üzerine "sözlü yargılama ve hüküm" için ayrı bir duruşma günü belirlenmiştir. Başvurucu ise "sözlü yargılama ve hüküm" duruşması için belirlenen günden önce verdiği 11/1/2012 tarihli dilekçesiyle delil listesi sunarak bildirdiği iki tanığının dinlenilmesini talep etmiştir. 25/1/2012 tarihinde yapılan son oturumda ise Mahkeme, önceki oturumda "sözlü yargılama ve hüküm" için gün verildiğini hatırlatarak taraflardan son sözlerini sormuş ve "araştırılacak başka bir hususun da kalmadığını" bildirerek davanın kabulüne karar vermiştir.

55. Her ne kadar başvurucu, tanıklarının mahkemece yargılama sırasında dinlenilmediğinden yakınmakta ise de başvurucunun tahkikat sona erdikten sonra bu tanıkları bildirdiği görülmektedir. Başvurucunun dilekçeler aşamasında ve tahkikat sonuçlanıncaya kadar "tanık dinlenilmesi" yönünde herhangi bir talebi olmamıştır. Bu durumda tahkikat sonuçlanıp "sözlü yargılama ve hüküm" duruşması için gün verildikten sonra bildirilen tanıkların dinlenilmemesi başvurucunun yargılama usulleri çerçevesinde tanıklarının dinlenilmesi için gerekli özeni göstermediğini ortaya koymaktadır. Kaldı ki başvuru formu incelendiğinde, başvurucunun tanık dinletme talebinin reddedilmesinden şikâyet ettiği; ancak, tanıkların hangi olgular hakkında bilgi sahibi oldukları ve dinlenmelerinin niçin önemli olduğu konusunda somut bir açıklamaya ise yer verilmediği anlaşılmaktadır.

56. Başvurucu ayrıca Mahkemece keşif günü ertelendiği hâlde yeni keşif gün ve saatinin kendisine bildirilmediğini ileri sürmektedir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP) erişilen bilgilere göre Mahkemece 8/6/2011 tarihinde yapılan ikinci oturumda, dava konusu taşınmazın başında 23/9/2011 tarihinde keşif yapılmasına karar verilmiştir. Bu oturuma başvurucu adına vekili de katılmış, belirlenen keşif gün ve saati ile sonraki duruşma gün ve saati hazır bulunan taraf vekillerine tefhim edilmiştir. Mahkemece daha önce belirlenen 23/9/2011 tarihinde dava konusu taşınmazın bulunduğu mahalde keşif yapılmış, başvurucu ve vekili ise keşfe katılmamışlardır. Bununla birlikte başvurucunun da katıldığı 10/10/2011 tarihinde yapılan üçüncü oturuma ilişkin duruşma tutanağında, keşif zaptı ve bilirkişi raporlarının okunduğu ve raporlardan birer suretin elden taraflara verildiği belirtilmiş, başvurucu da bu oturumda, bilirkişi raporlarını inceleyip beyanda bulunmak üzere süre talep etmiştir.

57. Somut olayda başvurucunun iddia ettiğinin aksine keşif günü ertelenmediği gibi Mahkemece başvurucunun vekiline duruşma sırasında bildirilen keşif gün ve saatinde keşfin icra edildiği anlaşılmaktadır. Başvurucu ise keşif yapılıp bilirkişi raporları da tebliğ edildikten sonra, 15/11/2011 tarihinde yapılan dördüncü oturumda avukatının görevinden ayrıldığını bildirmiştir. 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 11. maddesi, 19/3/1969 tarihli ve Avukatlık Kanunu'nun 41. maddesi ile 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 73., 81., 82. ve 83. maddeleri gereğince istifa ve/veya azil bulunmadıkça vekil ile takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılması öngörülmüştür. Dolayısıyla ilk derece mahkemesince anılan yasal düzenlemeler gözetilerek başvurucunun kendisini vekil ile temsil ettirdiği bir dönemde keşif gününün başvurucu yerine vekiline tefhim edilmiş olması adil yargılanma hakkı bakımından bir sorun teşkil etmez. Üstelik başvurucu yargılama sürecinde keşif yapılıp bilirkişi raporları kendisine tebliğ edildikten sonra keşif gününün bildirilmediği yönünde bir itirazda bulunmadığı gibi tahkikat ile sözlü yargılama ve hüküm duruşmalarında da bu yönde bir itirazda bulunmamıştır. Ayrıca başvurucunun bunun ötesinde yargılama süresince yeni bir keşif yapılması talebi de olmamıştır.

58. Başvurucu son olarak fen ile orman bilirkişi raporlarına yaptığı itirazları esas alınmadan taşınmazın vasfının hatalı olarak belirlendiğini, bunun da davanın esasını etkileyen önemli bir yanlışlık olduğunu ileri sürmektedir.

59. Başvurucunun, fen ile orman bilirkişilerinin raporlarına ilişkin itirazlarının Mahkemece değerlendirildiği ve “dava konusu taşınmazın 1990 tarihli memleket haritasında çalılık simgeli, yeşile boyalı alanda kaldığı, bu haliyle bu tarih itibariyle dava konusu taşınmazlar üzerindeki imar ihyanın tamamlanmadığı, çalılık ve taşlık kısımların taşınmazların bütününe yayıldığı, 2004 tarihli uydu fotoğraflarında dahi taşınmazın imar ihya edilmediği, makilik ve kayalık olarak göründüğü, taşınmazın imar ihyasının 4-5 yıl önce tamamlandığı, ayrıca taşınmaz üzerine ev yapılmasının Yargıtay uygulamalarına göre imar ihya sayılmadığı” gerekçeleriyle başvurucunun itirazlarının yerinde görülmediği anlaşılmaktadır (bkz. § 7). Mahkemenin, başvurucunun itirazları konusunda ilgili hukuk kurallarını yorumlayarak ulaştığı sonuçta açık keyfîlik veya bariz takdir hatası tespit edilmemiştir.

60. Öte yandan başvurucunun değerlendirmeleri ile ilk derece mahkemesinin ulaştığı sonuçların farklı olması, başvurucunun delillerini sunma imkânı bulamadığı ve “silahların eşitliği” ilkesine uyulmadığı anlamına gelmez.

61. Yapılan bu tespitlere göre başvurucunun yargılama sürecinde talep ve delillerini sunma olanağı bulduğu, bilirkişilerce hazırlanan raporlara yönelik itirazlarının dikkate alınarak gerekçesi gösterilmek suretiyle reddedildiği, yargılamanın bir bütün olarak adil olmadığına ilişkin bir bulguya da rastlanmadığı dikkate alındığında yargılama sürecinde silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri bakımından bir ihlalin olmadığının açık olduğu sonucuna varılmıştır.

62. Açıklanan nedenlerle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine yönelik iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 1/2/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.