2014/1734

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ZÜLİYE ÖZTÜRK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/1734)

 

Karar Tarihi: 14/9/2017

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucu

:

Züliye ÖZTÜRK

Vekili

:

Av. Ahmet Ercan SAVAŞ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, karşılıksız çek keşide etme suçundan verilen adli para cezasının usulüne uygun olarak tebliğ edilmemesine rağmen kesinleştirilerek infaz edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yine bu gerekçeyle yakalama emri çıkarılması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 6/2/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu adına vekâleten K.Ö. tarafından başvurucunun ..Bank A.Ş. P. şubesindeki hesabından 3/12/2004 tarihinde alacaklı M.M. Kalıp San. ve Tic. Ltd. Şti. lehine 11.000 TL bedelli bir adet çek keşide edilmiştir. Alacaklı şirketin, keşide edilen söz konusu çekin karşılıksız çıktığı iddiasıyla şikâyetçi olması üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 19/7/2007 tarihli iddianamesi ile başvurucunun ve K.Ö.nün 19/3/1985 tarihli ve 3167 sayılı mülga Kanun'un 17. maddesinin birinci fıkrası uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmaları talep olunmuştur.

9. İstanbul 8. Asliye Ceza Mahkemesince 30/7/2007 tarihinde iddianamenin kabulü ile kamu davasının görülmesine başlanmıştır. Mahkeme 13/12/2007 tarihli duruşmada başvurucunun iddianamede belirtilen adresine gönderilen çağrı kağıdının tebliğ edilemediğini tespit etmiştir. Bunun üzerine aynı oturumda başvurucunun muhatap banka şubesine daha önce bildirmiş olduğu "Darülaceze Cad. Perpa Ticaret Merkezi B Blok No: 64 Okmeydanı/İstanbul" adresine 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 35. maddesine göre tebligat yapılmasına karar verilmiştir.

10. Yapılan yargılama neticesinde Mahkeme 17/3/2008 tarihinde başvurucunun ve K.Ö.nün 3167 sayılı mülga Kanun'un 16. maddesinin birinci fıkrasına göre ayrı ayrı 11.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına karar vermiştir. Mahkeme ayrıca bu Kanun'un 16. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca sanıkların bir yıl süre ile bankalarda çek hesabı açmalarının yasaklanmasına karar vermiştir. Karar yine başvurucunun banka şubesine bildirdiği adresine 7201 sayılı Kanun'un 35. maddesine göre 4/6/2008 tarihinde tebliğ edilmiştir. Karar, posta dağıtıcısı tarafından anılan kanun maddesi uygulanarak tebliğ edilmiştir. Tebligat mazbatasında başvurucunun adresi terk etmesi nedeniyle evrakın en yakın komşusunun imzası alınarak tebliğ edildiği belirtilmiştir.

11. Mahkemenin düzenlediği 9/7/2008 tarihli kesinleşme şerhinde hükmün temyiz edilmeksizin 12/6/2008 tarihinde kesinleştiği belirtilmiştir. Kesinleştirme işlemi sonrası karar infaz edilmek üzere ceza fişi düzenlenerek aynı tarihte İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

12. Başvurucu, mahkûmiyet kararının usulüne uygun tebliğ edilmeden kesinleştirilerek infaza verildiği iddiasıyla ve infazın durdurulması talebiyle 30/6/2010 tarihinde Mahkemeye başvurmuştur. Başvurucu, bu dilekçesinde ayrıca çek üzerindeki imzanın kendisine ait olmadığını belirterek mahkûmiyet hükmünün yeniden incelenmesini de talep etmiştir. Mahkeme 29/7/2010 tarihinde talepleri incelemek görev ve yetkisinin Yargıtaya ait olduğu kanaatiyle görevsizlik kararı vermiştir. Mahkemeye göre başvurucu eski hâle iade talebinde bulunmuştur. Ayrıca temyiz talebinde de bulunduğundan bu talepleri inceleme görevi Yargıtaya aittir.

13. Temyiz incelemesi devam ederken başvurucu hakkında yakalama emri çıkarılmış olması nedeniyle mahkûmiyet hükmünde belirtilen adli para cezası, başvurucu tarafından 25/11/2010 tarihinde ödenmek suretiyle infaz edilmiştir.

14. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 13/3/2012 tarihli yazısı ile hükümden sonra 31/1/2012 tarihli ve 6273 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonucu eylemin yaptırımının idari yaptırıma dönüştüğü gerekçesiyle dava dosyası İlk Derece Mahkemesine iade edilmiştir.

15. Dosyayı yeniden ele alan Mahkeme 11/6/2012 tarihinde kanun değişikliği nedeniyle karşılıksız çek keşide etme eylemi suç olmaktan çıkarıldığı için başvurucu hakkında çek düzenleme ve çek hesabı açmaktan yasaklanması idari yaptırımının uygulanmasına karar vermiştir.

16. Bunun üzerine başvurucu, infaz ettiği adli para cezasının iadesi için talepte bulunmuş; Mahkeme 25/10/2013 tarihli ek kararı ile infaz edilmiş bulunan para cezalarının sonradan çıkan yasa değişikliği nedeniyle iadesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir.

17. Başvurucu bu karara 6/11/2013 tarihinde itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde ortada kesinleşmiş bir Mahkeme kararının bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, ayrıca eski hâle iade ve temyiz istemlerinin de Yargıtay tarafından değerlendirilmediğini, bu yüzden ikinci bir ceza anlamına gelecek yeni bir karar verilemeyeceğini ileri sürmüştür. İstanbul 21. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/12/2013 tarihli ilamıyla itiraza konu ek kararda usul ve kanuna aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiştir.

18. Nihai karar, başvurucu vekiline 7/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

19. Başvurucu 6/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Mevzuat Hükümleri

20. 3167 sayılı mülga Kanun’un 16. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

“Üzerinde yazılı keşide tarihinden önce veya ibraz süresi içinde 4 üncü madde uyarınca ibraz edildiğinde, yeterli karşılığı bulunmaması nedeniyle kısmen de olsa ödenmeyen çeki keşide eden hesap sahipleri veya yetkili temsilcileri, kanunların ayrıca suç saydığı haller saklı kalmak üzere, çek bedeli tutarı kadar ağır para cezasıyla cezalandırılırlar. Ancak verilecek para cezası seksenmilyar liradan fazla olamaz. Bu miktar, 01/03/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanununun ek 2 nci maddesine göre her yıl artırılır. Bu suçtan mükerrirlere, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.

Mahkeme, ayrıca işlenen suçun niteliğine göre bir yıl ile beş yıl arasında belirleyeceği bir süre için hesap sahiplerinin ve yetkili temsilcilerinin çek hesabı açtırmalarının yasaklanmasına karar verir. Yasaklanma kararı bütün bankalara duyurulmak üzere Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına bildirilir.”

21. 14/12/2009 tarihli ve 5941 sayılı Çek Kanunu'nun 6273 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önceki 5. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"(1) Üzerinde yazılı bulunan düzenleme tarihine göre kanunî ibraz süresi içinde ibrazında, çekle ilgili olarak karşılıksızdır işlemi yapılmasına sebebiyet veren kişi hakkında, hamilin şikâyeti üzerine, her bir çekle ilgili olarak, binbeşyüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. Ancak, hükmedilecek adlî para cezası, çek bedelinin karşılıksız kalan miktarından az olamaz. Mahkeme ayrıca, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağına; bu yasağın bulunması hâlinde, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağının devamına hükmeder. Bu davalar, çekin tahsil için bankaya ibraz edildiği veya çek hesabının açıldığı banka şubesinin bulunduğu yer ya da hesap sahibinin yahut şikâyetçinin yerleşim yeri mahkemesinde görülür.

(2) Birinci fıkra hükmüne göre çek karşılığını ilgili banka hesabında bulundurmakla yükümlü olan kişi, çek hesabı sahibidir. Çek hesabı sahibinin tüzel kişi olması hâlinde, bu tüzel kişinin malî işlerini yürütmekle görevlendirilen yönetim organının üyesi, böyle bir belirleme yapılmamışsa yönetim organını oluşturan gerçek kişi veya kişiler, çek karşılığını ilgili banka hesabında bulundurmakla yükümlüdür.

 (3) Çek hesabı sahibi gerçek kişi, kendisi adına çek düzenlemek üzere bir başkasını temsilci veya vekil olarak tayin edemez. Gerçek kişinin temsilcisi veya vekili olarak çek düzenlenmesi hâlinde, bu çekten dolayı hukukî ve cezaî sorumluluk çek hesabı sahibine aittir.

 (4) Karşılıksız çek düzenleyen, adına karşılıksız çek düzenlenen ve ileri düzenleme tarihli çek üzerinde yazılı tarihe göre kanunî ibraz süresi içinde ibrazında, karşılığını ilgili banka hesabında bulundurmayan gerçek ve tüzel kişi hakkında, soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısının talebi üzerine, sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde resen mahkeme tarafından, karşılıksız çıkan her bir çekle ilgili olarak, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı verilir.

 (5) Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı ile ilgili olarak, herhangi bir adres değişikliği bildiriminde bulunulmadığı sürece ilgilinin çek hesabı açtırırken bildirdiği adrese 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanununun 35 inci maddesine göre derhal tebligat çıkarılır. Adresin bankaya yanlış bildirilmesi veya fiilen terkedilmiş olması hâlinde de, tebligat yapılmış sayılır.

..."

22. 5941 sayılı Kanun'un 5. maddesinin 1/3/2012 tarihli ve 6283 sayılı Kanun'un 3. maddesi ile değiştirildikten sonraki hâliyle ilgili kısımları şöyledir:

“(1) Üzerinde yazılı bulunan düzenleme tarihine göre kanunî ibraz süresi içinde ibrazında, çekle ilgili olarak karşılıksızdır işlemi yapılması hâlinde, altı ay içinde hamilin talepte bulunması üzerine, çek hesabı sahibi gerçek veya tüzel kişi hakkında, çekin tahsil için bankaya ibraz edildiği veya çek hesabının açıldığı banka şubesinin bulunduğu yer ya da çek hesabı sahibinin yahut talepte bulunanın yerleşim yeri Cumhuriyet savcısı tarafından, her bir çekle ilgili olarak çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı verilir. Bu fıkra hükmüne göre çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı, karşılıksızdır işlemine tabi tutulan çekin düzenlenmesi suretiyle dolandırıcılık, belgede sahtecilik veya başka bir suçun işlenmesi hâlinde de verilir.”

“(10) Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararına karşı yapılacak başvuru ve itirazlar hakkında, 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun kanun yoluna ilişkin hükümleri uygulanır. Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararına karşı yapılan başvurunun kabulü hâlinde, bu kararla ilgili olarak da sekizinci fıkradaki bildirim ve yayımlanma usulü izlenir.”

23. 5941 sayılı Kanun'a 6283 sayılı Kanun'un 6. maddesi ile eklenen geçici 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“(7) Bu Kanun hükümlerine göre suç karşılığı uygulanan yaptırımı, idarî yaptırıma dönüştürülen fiiller nedeniyle,

a) Soruşturma evresinde bulunan dosyalar hakkında Cumhuriyet başsavcılığınca,

b) Kovuşturma evresinde bulunan dosyalar hakkında mahkemece,

idarî yaptırım kararı verilir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunan dosyalar hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, Yargıtayın ilgili dairesinde bulunan dosyalar hakkında ise ilgili dairece, bu Kanuna göre işlem yapılmak üzere dava dosyası hükmü veren mahkemeye gönderilir ve bu mahkeme tarafından duruşma yapılmaksızın karar verilir.”

24. 7201 sayılı Kanun'un 10. maddesi şöyledir:

"Tebligat, tebliğ yapılacak şahsa bilinen en son adresinde yapılır.

(Ek fıkra: 11/1/2011-6099/3 md.) Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır.

Şu kadar ki; kendisine tebliğ yapılacak şahsın müracaatı veya kabulü şartiyle her yerde tebligat yapılması caizdir."

25. 7201 sayılı Kanun'un 11/1/2011 tarihli ve 6099 sayılı Kanun'un 9. maddesi ile değiştirilmeden önceki hâlinin 35. maddesi şöyledir:

"Kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olan kimse, adresini değiştirirse, yenisini hemen tebliği yaptırmış olan kaza merciine bildirmeye mecburdur. Bu takdirde bundan sonraki tebliğler bildirilen yeni adrese yapılır.

 (Değişik: 19/3/2003-4829/11 md.) Adresini değiştiren kimse yenisini bildirmediği ve yeni adres tebliğ memurunca da tespit edilemediği takdirde tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına asılır ve asılma tarihi, tebliğ tarihi sayılır.

 (Değişik: 19/3/2003-4829/11 md.) Bundan sonra eski adrese çıkarılan tebliğler muhataba yapılmış sayılır.

 (Ek : 6/6/1985 - 3220/12 md.) Daha önce tebligat yapılmamış olsa bile, taraflar arasında yapılan, imzası resmi merciler önünde ikrar olunmuş sözleşmelerde belirtilen adresler ile kamu kurum ve kuruluşları ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına, ticaret sicillerine ve esnaf ve sanatkarlar sicillerine verilen en son adreslerdeki değişiklikler hakkında da bu madde hükümleri uygulanır."

26. 7201 sayılı Kanun'un 6099 sayılı Kanun'un 9. maddesi ile değiştirildikten sonraki hâlinin 35. maddesi şöyledir:

"Kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olan kimse, adresini değiştirirse, yenisini hemen tebliği yaptırmış olan kaza merciine bildirmeye mecburdur. Bu takdirde bundan sonraki tebliğler bildirilen yeni adrese yapılır.

 (Değişik: 11/1/2011 - 6099/9 md.) Adresini değiştiren kimse yenisini bildirmediği ve adres kayıt sisteminde yerleşim yeri adresi de tespit edilemediği takdirde, tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına asılır ve asılma tarihi tebliğ tarihi sayılır.

 (Değişik: 19/3/2003-4829/11 md.) Bundan sonra eski adrese çıkarılan tebliğler muhataba yapılmış sayılır.

 (Değişik: 11/1/2011 - 6099/9 md.) Daha önce tebligat yapılmamış olsa bile, tüzel kişiler bakımından resmî kayıtlardaki adresleri esas alınır ve bu madde hükümleri uygulanır.

 (Ek: 11/1/2011 - 6099/9 md.) Daha önce yurt dışındaki adresine tebligat yapılmış Türk vatandaşı, yurt dışı adresini değiştirir ve bunu tebliğ çıkaran mercie bildirmez, adres kayıt sisteminden de yerleşim yeri adresi tespit edilemezse, bu kişinin yurt dışında daha önce tebligat yapılan adresine Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğunca 25/a maddesine göre gönderilen bildirimin adrese ulaştığının belgelendiği tarihten itibaren otuz gün sonra tebligat yapılmış sayılır."

27. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 40. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişi, eski hale getirme isteminde bulunabilir."

28. 5271 sayılı Kanun'un 42. maddesi şöyledir:

"(1) Süresi içinde usul işlemi yapılsaydı, esasa hangi mahkeme hükmedecek idiyse, eski hâle getirme dilekçesi hakkında da o mahkeme karar verir.

(2) Eski hâle getirme isteminin kabulüne ilişkin karar kesindir; reddine ilişkin karara karşı itiraz yoluna gidilebilir.

(3) Eski hâle getirme dilekçesi, kararın yerine getirilmesini durdurmaz; ancak, mahkeme yerine getirmeyi erteleyebilir. "

2. Yargı İçtihatları

29. Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 13/11/2006 tarihli ve E.2005/5567, K.2006/12496 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"..Tebligat Kanunu’nun 'kazai tebligat' faslının, 'adres değiştirmenin bildirilmesi mecburiyeti' konu başlıklı 35. maddesi uyarınca, adli mercilerce, tebligat yapılabilmesi için iki ihtimal kabul edilmiştir.

Birinci ihtimal; ilgili kişiye daha önce adli mercilerce anılan yasa hükümlerine uygun olarak bir tebligatın yapılmış olması ve tebligat yapılan bu kişinin, yeni adresini adli mercie bildirmemesi durumudur:

Bu durumda, daha önce tebligat yapılan ve adli mercice en son bilinen adrese Tebligat Kanununun 35. maddesi dışındaki maddeler uyarınca yeniden tebligat çıkarılması, ilgilinin adresten ayrıldığının anlaşılması durumunda Tebligat Tüzüğünün 28. maddesi uyarınca, tebliğ memurunun adreste bulunmama nedenini bilmesi muhtemel komşu, yönetici, kapıcı, muhtar, ihtiyar heyeti kurulu veya meclis üyeleri, zabıta amir ve memurlarından araştırarak, beyanlarını tebliğ tutanağına yazıp altını imzalatması, imzadan çekinmeleri halinde de bu durumu yazarak imzalaması gerekmektedir. Adres araştırmasına ilişkin söz konusu imzalı açıklamanın tebliğ tutanağında yer alması, zorunlu şekil şartı olup; belirtilen usule uygun olarak araştırma yapılmaması ve bu nedenle mahkemece, en son bilinen bu adresten sanığın ayrıldığının ve yeni adresinin tespit edilemediğinin kolluk görevlileri aracılığı ile de belirlenmemesi durumunda, Tebligat Kanunu’nun 35. maddesinde belirtilen şekilde tebliğ evrakının kapıya asılması suretiyle tebligat yapılması mümkün değildir.

Tebligat memurunca Tebligat Tüzüğü’nün 28. maddesinde öngörülen zorunlu araştırma belirtilen şekilde yapılıp tevsik edildikten sonra, ilgilinin yeni adresi belirlenemez ise, tebliğ evrakı mercie iade edilir ve ilgili kişilerce yeni bir adres de bildirilmez ise, herhangi bir adres araştırması yapılmaksızın bundan sonraki tüm tebligatlar 6 örnek numaralı tebligat evrakının eski adrese ait binanın kapısına asılması usulüyle yapılır.

İkincisi ihtimal ise; daha önce adli mercilerce ve usulüne uygun olarak tebligat yapılmamış olsa bile, anılan yasanın35/son maddesinde belirtilen kurum, kuruluş, mercilere ilgili tarafından bildirilen veya imzası resmi merciler önünde ikrar edilmiş sözleşmelerdeki (sadece taraflar yönünden) adreslere de bu madde uyarınca tebligat yapılabilmesidir:

Bu durumda, daha önce adli mercilerce usulüne uygun olarak yapılmış bir tebligat bulunmasa bile, belirtilen nitelikteki sözleşmelerde yer alan veya söz konusu kurum ve kuruluşlar tarafından bildirilen adrese veya bir kamu kurumu olan adli mercilere, tebligatın ilişkin olduğu soruşturma veya davaya ilişkin olarak tebligat yapılacak kişinin kendisinin bildirdiği en son adrese, önce, bu adresin değişip değişmediğinin bilinememesi nedeniyle anılan yasanın 35. maddesi dışındaki maddeler uyarınca tebligat çıkarılması ve tebligatın yapılamayarak, tebligat memurunca, ilgilinin adresinin değiştiğinin belirlenmesi ve yine Tebligat Tüzüğü’nün 55/2. maddesi yollamasıyla 28. maddesinde belirtilen usule uygun olarak yapacağı araştırma sonucunda yeni adresinin de tespit edilememesi durumunda, bu araştırma yukarıdaki açıklanan şekil koşuluna uyularak imza ile de tevsik edildikten sonra, evrak yine mercie iade edilir, ilgili kişilerce yeni bir adres de bildirilmez ise, herhangi bir adres araştırması yapılmaksızın bundan sonraki tüm tebligatlar 6 örnek numaralı tebligat evrakının eski adrese ait binanın kapısına asılması usulüyle yapılır. Bu tebligattan sonraki tebligatlar da, sanığın yeni adresinin hala bilinmemesi durumunda, kapıya asma usulüyle yapılır.

3167 sayılı Kanuna aykırılık suçlarında; adli mercilerce daha önce tebligat yapılmamış olması ve dosya içerisinde, muhatap banka şubesi tarafından gönderilen ve tebligat yapılacak kişinin adresini içeren Ticaret Sicili Gazetesi nüshası, noterlikçe düzenlenen resmi senetler, vergi levhası örneği ve bu gibi kamu kurum ve kuruluşları ve kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları, ticaret sicilleri veya esnaf ve sanatkarlar odalarınca düzenlenmiş belgelerin yer alması durumunda, bu belgelerde yer alan adreslere öncelikle Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi dışındaki maddelere göre tebligat çıkarılması ve tebligatın yapılamaması halinde, Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi uyarınca yukarıda açıklanan usullere uyularak tebligat yapılması gerekmektedir.

Dosya kapsamına göre; gerekçeli kararın sanığın savunmasının alındığı oturumda bildirmiş olduğu en son bilinen adrese öncelikle Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi dışındaki maddelere göre tebliğe çıkarılıp, yukarıda açıklanan işlemler yerine getirilmeksizin, doğrudan 6 örnek numaralı tebligat evrakının adrese ait binanın kapısına yapıştırılması suretiyle yasaya aykırı olarak tebliğ edilmiş olduğunun anlaşılması ve usulsüz bu tebligattan sanığın ne zaman haberdar olduğuna ilişkin olarak dosya içerisinde herhangi bir bilgi ve belgenin de yer almaması nedeniyle, sanık vekilinin temyiz dilekçesinde sanığın yakalandığı tarih olarak belirttiği 21.08.2004 tarihinin Tebligat Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca, usulsüz tebligatın muhatap tarafından öğrenilmesi suretiyle geçerlilik kazandığı tarih olması ve böylelikle 23.08.2003 tarihinde yapılan temyiz inceleme isteğinin de süresinde yapılmış olması karşısında, yasaya aykırı olan anılan mahkemenin temyiz isteğinin reddine ilişkin kararının kaldırılması [gerekmiştir]..."

30. Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 30/10/2006 tarihli ve E.2006/5164, K.2006/11894 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Sanığın yokluğunda verilen mahkumiyet hükmünün sanığın ... tarihli oturumda mahkemeye bildirdiği adrese Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi dışındaki maddeler uyarınca tebliğe çıkarılması ve tebligatın yapılamayarak, tebligat memurunca ilgilinin adresinin değiştiğinin belirlenmesi ve yine, Tebligat Tüzüğü’nün 55/2. maddesi yollamasıyla 28. maddesinde belirtilen usule uygun olarak yapacağı araştırma sonucunda yeni adresinin de tespit edilmemesi nedeniyle iade edilmesi halinde, artık herhangi bir adres araştırması yapılmaksızın Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi gereğince tebligat yapılması gerekirken, gerekçeli kararın doğrudan 35. madde uyarınca tebliği usulsüz olup, aynı Kanun’un 32. maddesi uyarınca sanık tarafından sunulan 05.03.2004 tarihli temyiz dilekçesinin yasal süresinde olduğu kabul edil[miştir]..."

31. Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 19/11/2007 tarihli ve E.2006/6566, K.2007/13312 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Sanık için CMUK’nın 225. (CMK’nın 195.) maddesi gereğince düzenlenecek uyarılı davetiyenin; öncelikle bilinen son adresine (sanığın Mahkemeye bildirdiği veya daha önce kendisine geçerli bir tebligat yapılmış olan ya da Tebligat Kanunu’nun 35/son maddesinde sayılan kurum ve kuruluşlara sanık tarafından bildirilmiş bulunan adrese) gönderilmesi; tebligat memurunca, sanığın adresini değiştirmesi ve yeni adresinin belirlenememesi nedeniyle davetiyenin tebliğ edilemeyerek iade edilmesi durumunda, bu kez Tebligat Kanunu’nun 35. maddesine göre tebliğ edilmesi gerektiği gözetilmeden; sanık adına Tebligat Yasası’nın 35. madde hükmüne gore tebligat çıkarılmadan ve bu nedenle sanığın savunma hakkı kısıtlanarak yazılı biçimde hüküm kurulması.. Yasaya aykırı[dır]."

32. Yargıtay 15. Ceza Dairesinin 20/12/2011 tarihli ve E.2011/26288, K.2011/19498 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi gereğince tebliğ edilerek hükmün kesinleştirildiği anlaşılmakta ise de, 7201 sayılı Kanun’un 35. maddesinin uygulanabilmesi için gerekli ön koşul olan kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre, daha önce yapılmış bir tebliğ işleminin bulunması veya tebliğ yapılmamış ise 35. maddenin son fıkrasında gösterilen ayrıksı durumlardan birinin oluşmasının gerekli olması karşısında, Tebligat Kanunu’nun 35/son ve Tebligat Tüzüğünün 55/son maddeleri[ndeki]... düzenlemeye nazaran, söz konusu yasa hükmü uyarınca, daha önce adli mercilerce ve usulüne uygun olarak yapılmış bir tebligat bulunmasa bile, imzası resmi merciler önünde ikrar olunmuş sözleşmelerde belirtilen ya da anılan kurum ve kuruluşlara bildirilen adreslerdeki değişikliklerin bildirilmesi durumunda da, Tebligat Kanunu’nun 35. maddesindeki hükümlerin uygulanacağı dolayısıyla, daha önce adli mercilerce usulüne uygun olarak yapılmış tebligat bulunmasa bile, belirtilen nitelikteki sözleşmelerde yer alan veya söz konusu kurum ve kuruluşlar tarafından bildirilen adrese, mahkemece önce bu adresin değişip değişmediğinin bilinmemesi nedeniyle anılan Kanun’un 35. maddesi dışındaki maddeler uyarınca tebligat çıkarılması ve tebligatın yapılamayarak, tebligat memurunca sanığın adresinin değiştiğinin belirlenmesi ve Tebligat Tüzüğünün 55/2. maddesi yollamasıyla 28. maddesinde belirtilen usule uygun olarak yapacağı araştırma sonucunda yeni adresinin de tespit edilememesi durumunda, tebliğ olunacak evrakının bir nüshasının eski adrese (bilinen en son adrese) ait binanın kapısına asılması gerekeceği ve kapıya asma tarihinin tebliği tarihi sayılacağı, bu tebligattan sonraki tebligatlarında; sanığın adresinin hâlâ bilinememesi durumunda, kapıya asma usulüyle yapılacağı cihetle yargılama aşamasında sanığın Jandarma Karakol Komutanlığı aracılığıyla alınan ifadesi sırasında bildirdiği adres olan .... adresine çıkarılan açıklamalı davetiyenin muhatabın adresten ayrılmış olması nedeniyle bila tebliğ iadesi üzerine Tebligat Tüzüğünün 55/2. maddesi yollamasıyla 28. maddesinde belirtilen usule uygun olarak yapılacak araştırma sonucunda yeni adresinin de tespit edilememesi durumunda anılan Yasanın 35. maddesine göre tebliğ edilmesi gerekirken söz konusu araştırma yapılmadan doğrudan 35. madde uyarınca tebliğ edildiği ve bu nedenle hükmün kesinleşmediği anlaşıl[maktadır]..."

B. Uluslararası Hukuk

33. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), ister suç gelirlerinin elde edilmesinin önüne geçilmesi için müsadere olarak uygulansın isterse de doğrudan uygulansın para cezalarının veya parasal müsaderenin (kazanç müsaderesi) mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmektedir. Mahkeme, bu suretle yapılan müdahalenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin ikinci paragrafı kapsamında mülkiyetin kullanılmasının kontrolüne ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerektiği görüşündedir (Butler/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 41661/98, 27/6/2002; Phillips/Birleşik Krallık, B. No: 41087/98, 5/7/2001, §§ 50-51; Konstantin Stefanov/Bulgaristan, B. No: 35399/05, 27/6/2015, §§ 57, 58).

34. Konstantin Stefanov/Bulgaristan kararına konu olayda başvurucu avukatın ücreti yetersiz bulması nedeniyle zorunlu müdafii olmayı reddederek duruşmadan ayrılması üzerine ceza mahkemesince başvurucu avukata yaklaşık 260 euro tutarında para cezası verilmiştir. AİHM, şikâyet edilen cezaya konu paranın mülk teşkil ettiğini ve bu para cezasının uygulanmasının da mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini belirtmiştir (Konstantin Stefanov/Bulgaristan, § 57). AİHM'e göre uygulanan para cezası Sözleşme'nin anlamında bir "yaptırım" teşkil etmektedir. Bu sebeple müdahale, taraf devletlere yaptırımların ödenmesini sağlamak için mülkiyetin kullanımını kontrol yetkisi tanıyan Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin ikinci paragrafı çerçevesinde değerlendirilmiştir (Konstantin Stefanov/Bulgaristan, § 58). AİHM para cezasının açık, öngörülebilir ve ulaşılabilir mahiyette bir kanuna dayandığını ve yargılamanın etkin ve gecikmeden sürdürülmesi yönünde kamu yararına dayalı meşru bir amacının da bulunduğunu tespit etmiştir (Konstantin Stefanov/Bulgaristan, §§ 63-64). AİHM, ölçülülük yönünden yaptığı değerlendirmede ise farklı unsurları değerlendirmiştir. Öncelikle duruşmanın ertelenmesini önlemek amacı vurgulanmıştır. AİHM, caydırıcı bir etkinin sağlanması için parasal bir cezanın uygulanabileceğini belirtmiş ve bu alanda devletlerin geniş bir takdir yetkisi olduğuna dikkat çekmiştir. AİHM bu bağlamda en önemli güvencenin ise başvurucuya uygulanan cezaya karşı itiraz edebilme hakkının tanınması olduğunu ve somut başvuruda ise başvurucuya uygulanan cezaya ilişkin karar verme usulünün keyfî olduğunun ortaya konulamadığını belirtmiştir. Mahkeme son olarak başvurucuya verilen para cezasının üst sınırdan uygulanmakla beraber aşırı veya orantısız olmadığını değerlendirmiş, başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında olması gereken adil dengenin bozulmadığı sonucuna varmıştır (Stefanov/Bulgaristan, §§ 65-70).

35. AİHM, ceza olarak değerlendirdiği suç gelirlerinin müsaderesine ilişkin Phillips/Birleşik Krallık kararında da benzer değerlendirmeler yapmıştır. Bu olayda ceza mahkemesince başvurucunun uyuşturucu kaçakçılığı suçundan elde ettiği düşünülen gelirlerinin toplamı olan 91.400 sterlin tutarındaki paranın müsaderesine, bu paranın ödenmediği durumda ise iki yıl süreli hapis cezasının infazına karar verilmiştir. AİHM, bu cezanın başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini, bu sebeple Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin olayda uygulanabilir olduğunu belirtmiştir (Phillips/Birleşik Krallık, § 50). Mahkeme, ceza mahkemesinin kazanç müsaderesine ilişkin kararının Sözleşme anlamında bir "yaptırım/ceza" olduğunu vurgulamıştır (Phillips/Birleşik Krallık, § 51). Mahkemeye göre Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin ikinci paragrafı, taraf devletlere bu alanda geniş bir takdir yetkisi tanımakta olup uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadele anlamında böyle bir tedbirin uygulanmasının caydırıcı etkisine dikkat çekilmiştir (Phillips/Birleşik Krallık, § 52). AİHM, tedbirin yalnızca suçtan elde edilen gelirler ile sınırlı olduğunu ve yargılamada başvurucuya etkin bir itiraz hakkının tanındığını gözeterek karşılaştırılan meşru amaca göre müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna varmıştır (Phillips/Birleşik Krallık, § 53-54).

36. AİHM'e göre mülkün kamu yararına kullanılmasının kontrolü kapsamında mülke el konulması hususunda devletlerin geniş bir takdir yetkisi bulunmakla birlikte bu yetkinin tanınması kişilerin mülkünden yoksun bırakılması gibi ağır bir sonuca da yol açmaktadır. Bu nedenle başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin keyfî veya öngörülemez olmaması için bazı usule ilişkin güvenceler öngörülmelidir. AİHM kişilere, keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesinin sağlanması gerektiğini belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/1/1986, § 60; Saccocia/Avusturya, B. No: 69917/01, 18/12/2008, § 89; Dzinic/Hırvatistan, B. No: 38359/13, 17/5/2016, § 68).

37. Bu bağlamda AİHM'in Denisova ve Moiseyeva/Rusya (B. No: 16903/03, 1/4/2010, §§55-65) ile Ünsped Paket Servisi/Bulgaristan (B. No: 3503/08, 13/10/2015, §§ 41-47) kararlarında yargılama sürecine etkin bir biçimde katılmaları imkânı tanınmadığı tespit edildiğinden başvurucuların mülkiyet haklarına yapılan müdahalelerin ölçülü olmadığına karar verilmiştir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

38. Mahkemenin 14/9/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

39. Başvurucu, karşılıksız çek keşide etme suçunu işlediği gerekçesiyle adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiğini belirtmiştir. Başvurucu; bu mahkûmiyet hükmünün kendisine usulüne uygun olarak tebliğ edilmediğini, buna rağmen hükmün kesinleştirilerek infaz için gönderildiğini iddia etmiştir. Başvurucu bu hususu dile getirerek infazın durdurulması ve kesinleştirme işleminin iptal edilerek itirazlarının incelenmesini Mahkemeden talep ettiğini ancak Mahkemece bu talepler ile ilgili bir karar verilmediğini ve yakalama emri çıkarıldığı için söz konusu adli para cezasını ödediğini ifade etmiştir. Başvurucu, bu adli para cezasını ödemek durumunda kalması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

40. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

41. Başvurunun öncelikle zaman bakımından yetki yönünden değerlendirilmesi gerekmektedir. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurular incelenebilir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 17).

42. Anayasa ve 6216 sayılı Kanun’un anılan hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Anayasa Mahkemesi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Bu açık düzenlemeler karşısında anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir. Mahkemenin zaman bakımından yetkisine ilişkin bu düzenlemelerin kamu düzenine ilişkin olmaları nedeniyle bireysel başvurunun tüm aşamalarında resen dikkate alınması gerekir (Ahmet Melih Acar, B. No: 2012/329, 12/2/2013, § 15; G.S., B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).

43. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisini doğru olarak belirleyebilmek için kesinleşen nihai işlem ve kararın tarihinin yanı sıra gerçekleştiği iddia olunan müdahalenin zamanını da doğru tespit etmek gerekir. Bu tespit yapılırken müdahaleyi oluşturan olaylar ve ihlal edildiği iddia olunan hakkın kapsamı birlikte değerlendirilmelidir (Zeycan Yedigöl [GK], B. No: 2013/1566, 10/12/2015, § 31).

44. Anayasa Mahkemesi içtihatlarına göre mülkiyetten yoksun bırakma şeklindeki mülkiyet hakkına yapılan müdahaleler kural olarak anlık eylemler olup sürekli bir müdahale oluşturmaz. Ancak bunun bir istisnası, mülkiyet hakkına ilişkin bir tazminat yolunun tanınması ve bu tazminat yolunun zaman bakımından yetki alanında devam etmesi durumudur (Agavni Mari Hazaryan ve diğerleri, B. No: 2014/4715, 15/6/2016, §§ 114, 116).

45. Başvuru konusu olayda Mahkemece 17/3/2008 tarihinde, karşılıksız çek keşide etme suçundan başvurucuya 11.000 TL adli para cezası verilmiştir. Mahkeme, başvurucuya kararı 7201 sayılı Kanun'un 35. maddesine göre tebliğ etmiş olup hükmün 12/6/2008 tarihinde kesinleştiği sonucuna vararak infaz için kararı 9/7/2008 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Ancak başvurucu, kararın kendisine usulüne uygun olarak tebliğ edilmediği iddiasıyla kesinleştirme işleminin iptali ve temyiz taleplerinde bulunmuştur. Mahkeme başvurucunun bu istemini "eski hâle iade" talebi olarak nitelendirmiş ve dosyayı Yargıtaya göndermiştir. Bununla birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı kanun değişikliği sebebiyle dosyayı iade etmiş, Mahkeme ise sonrasında yalnızca uyarlama yönünden değerlendirme yapmıştır. Dolayısıyla başvurucunun kendisine usulüne uygun tebligat yapılmadan kararın kesinleşmediği yönündeki iddiası Derece Mahkemelerince değerlendirilmemiştir.

46. Öte yandan Mahkemece yapılan uyarlama neticesinde 11/6/2012 tarihinde kanun değişikliği nedeniyle karşılıksız çek keşide etme eylemi suç olmaktan çıkarıldığı için başvurucu hakkında çek düzenleme ve çek hesabı açmaktan yasaklanması idari yaptırımının uygulanmasına karar verilmiştir. Başvurucu, kararın infazı aşamasında 25/11/2010 tarihinde adli para cezasını ödemiş ancak gerek eski hâle iade talebi gerekse de uyarlama yargılaması neticesinde verilen karar gereği bu para cezasının ödenmesi talebinde bulunmuştur. Mahkeme ise 25/10/2013 tarihinde başvurucunun bu talebini reddetmiştir. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz ise İstanbul 21. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/12/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiştir.

47. Buna göre öncelikle başvurucunun mülkiyet hakkının ihlali iddiasına konu kararın usulüne uygun olarak tebliğ edilmediği yönündeki şikâyetinin haklı bulunması durumunda Yargıtayın konuya ilişkin içtihatları gereği öğrenme tarihinin esas alınarak sürecin henüz kesinleşmemiş olacağı dikkate alınmalıdır (bkz. §§ 29-32). Somut olayda başvurucunun buna ilişkin talebinin karşılanmadığı ayrıca Mahkemece kanun değişikliği sebebiyle yapılan uyarlama sonrası başvurucu tarafından yapılan adli para cezasının iadesi talebinin reddine ilişkin nihai karar tarihi gözetildiğinde ve esas yönünden aşağıda yapılan açıklamalara göre (bkz. §§ 61-75) başvurucunun belirtilen iddialarıyla ilgili sürecin zaman bakımından yetki dâhilinde sonuçlandığı anlaşılmaktadır.

48. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı

49. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

50. Somut olayda Mahkemece 17/3/2008 tarihinde başvurucunun karşılıksız çek keşide etme suçundan 11.000 TL tutarında adli para cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiş olup başvurucu bu parayı 25/11/2010 tarihinde ödemiştir. Mahkûmiyet hükmü neticesinde başvurucudan tahsil edilen belirtilen tutardaki paranın başvurucunun malvarlığına dâhil olduğu kuşkusuz olduğuna göre bu paranın başvurucu açısından "mülk" teşkil ettiği açıktır.

ii. Müdahalenin Varlığı

51. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, semerelerinden yararlanma ve tasarruf etme olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

52. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle "mülkten barışçıl yararlanma hakkı"na yer verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenmekle aynı zamanda "mülkten yoksun bırakma"nın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

53. Başvuru konusu olayda başvurucunun karşılıksız çek keşide etme suçundan adli para cezası ile cezalandırılması yoluyla yapılan müdahalenin amacı ve sonuçları dikkate alındığında mülkün kamu yararına kullanılmasının kontrol edilmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

54. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

55. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin, kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

(1) Kanunilik

56. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt hukuka dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin hukuka dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).

57. Somut olayda başvuruya konu adli para cezası, dava ve kararın verildiği tarih itibarıyla yürürlükte olan 3167 sayılı mülga Kanun'un 16. maddesinin birinci fıkrasına göre verilmiştir. Söz konusu kanun hükmünün açık, ulaşılabilir ve öngörülebilir mahiyette olduğu dikkate alındığında, başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuna dayandığı kuşkusuzdur.

(2) Meşru Amaç

58. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, § 53).

59. Kambiyo senetleri arasında düzenlenen çek, temel ilişkide bir sözleşmenin bulunup bulunmamasından bağımsız olarak kambiyo hukukuna özgü borç doğuran özel bir havaledir. Çeki elinde bulunduran hamil, keşideci ile lehdar arasındaki temel ilişkiden kaynaklanan bir alacağı değil doğrudan doğruya çekten doğan bir hakkı iktisap etmektedir. Temelde bir sözleşme ilişkisinin bulunduğu durumlarda ise çekte bu ilişkiden bağımsız ve sözleşme olarak nitelendirilemeyecek bir kambiyo taahhüdü söz konusudur. Borçlu, temel ilişki ne olursa olsun borcunu ödemek için çek kullandığında asıl borç ilişkisi dışında kambiyo ilişkisi doğmaktadır. Dolayısıyla borçlu ile alacaklı arasında önceden var olan sözleşme ilişkisinden doğan yükümlülüğün yerine getirilmemesinden dolayı ceza verilmesi söz konusu olmayıp belirtilen yükümlülüklere aykırı davranılması eyleminin cezalandırılması amaçlanmaktadır. Kaldı ki hukuk devletinde ceza hukukuna ilişkin düzenlemelerde Anayasa'ya ve ceza hukukunun temel ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla hangi eylemlerin suç sayılacağı, bunlara uygulanacak yaptırımın türü ve ölçüsü, cezayı ağırlaştırıcı ve hafifleştirici nedenlerin belirlenmesi gibi konularda kanun koyucunun takdir yetkisi bulunmaktadır (AYM, E.2010/6, K.2011/54, 17/3/2011).

60. Kambiyo senetlerinden olan çekin güvenilir bir ödeme aracı olmasının ticaret hayatı ve ekonomi sistemi bakımından önemi dikkate alındığında kambiyo taahhüdüne uyulmamasının cezalandırılmasını amaçlayan başvuruya konu müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı içerdiği değerlendirilmiştir.

(3) Ölçülülük

(a) Genel İlkeler

61. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenilen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.

62. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet haklarına getirilen sınırlamanın hakkın özüne dokunmaması ve ulaşılmak istenen kamu yararı ile bireyin sınırlandırılan hakkı arasında adil bir dengenin kurulması gerekir. Bu adil denge, mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle bireye, şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmesi durumunda bozulmuş olur (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, § 58). Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi, bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer taraftan müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, § 60; Lavrechov/Çek Cumhuriyeti, B. No: 57404/08, 20/6/2013, § 44).

63. Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, “gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

64. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkına yapılan bu müdahale ve sınırlamanın, belirlenen meşru amaç doğrultusunda kanuna dayalı olarak ölçülülük ilkesi ve kamu yararı ile bireyin hakları arasında olması gereken adil denge de gözetilerek yapılması zorunludur. Bunun için de öncelikle malike, uygulanan tedbirlere karşı savunma ve itirazlarını etkin biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması, söz konusu iddia ve savunmaların makul biçimde karşılanması, ayrıca malikin iyi niyetli olduğunun tespit edilmesi durumunda zararının tazmini gerekmektedir. Bu gerekliliklere uyulduğu takdirde mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçülü olacaktır (Başvurucuya diğer unsurlar yanında ayrıca etkin bir savunma hakkı tanındığı için müdahalenin ölçülü görüldüğü kararlar için bkz. Eyyüp Baran, B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§ 75-95; Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, B. No: 2014/5167, 28/9/2016, §§ 74-89; buna karşılık aynı koşulun yargılama sürecinde sağlanmaması nedeniyle müdahalenin ölçüsüz görüldüğü karar için bkz. Mahmut Üçüncü, B. No: 2014/1017, 13/7/2016, §§ 79-102; Arif Güven, §§ 57-72).

65. Öte yandan tebligat, yetkili makamlarca birtakım hukuki işlemlerin bu işlemin hukuki sonuçlarından etkilenmeleri amaçlanan kişilere kanuna uygun şekilde bildirimi ve bu bildirimin usulüne uygun olarak yapıldığının belgelendirilmesi işlemidir. Usulüne uygun işlemlerin kendilerine bağlanan hukuki sonuçları doğurabilmesi için muhatabına bildirilmesi gerekir. Usulüne uygun olarak yapılan tebligat, Anayasa'da güvence altına alınmış olan iddia ve savunma hakkının tam olarak kullanılabilmesinin ve bireylere tanınan hak arama hürriyetinin önemli güvencelerinden biridir (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).

(b) İlkelerin Olaya Uygulanması

66. Başvuru konusu olayda Mahkeme 17/3/2008 tarihinde, karşılıksız çek keşide etme suçundan başvurucunun 11.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir.Yargılama sırasında çağrı kâğıdı başvurucunun banka şubesine bildirdiği adresine 7201 sayılı Kanun'un 35. maddesine göre Mahkemece tebliğ edilmiş, karar da aynı adrese aynı yöntemle tebliğ edilmiştir. Mahkeme bu tebligatı esas alarak hükmün 12/6/2008 tarihinde kesinleştiği gerekçesiyle kararı 9/7/2008 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başvurucu da çıkarılan yakalama emri üzerine 25/11/2010 tarihinde adli para cezasını ödemiştir.

67. Başvurucu bu adli para cezasını ödemeden önce 30/6/2010 tarihinde Mahkemeye başvurmuş ve infazın durdurulmasını talep etmiştir. Bu dilekçede kararın usulüne uygun olarak tebliğ edilmediği belirtilerek temyiz talebinde bulunulmuştur. Mahkeme ise 29/7/2010 tarihinde, başvurucunun talebinin 5271 sayılı Kanun'un 40. ve 42. maddelerine göre "eski hâle iade" kapsamında olduğu nitelendirmesiyle dosyayı Yargıtaya göndermiştir. Ancak bu sırada 5941 sayılı Kanun'da ve 6273 sayılı Kanun ile değişiklik yapılarak karşılıksız çek keşide etme fiili suç olmaktan çıkarılmış ve kabahat olarak nitelendirilerek yalnızca "çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı" idari yaptırımının uygulanması öngörülmüştür. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da bu sebeple dosyayı uyarlama yapmak üzere 13/3/2012 tarihinde İlk Derece Mahkemesine iade etmiştir. Mahkeme de bunun üzerine 11/6/2012 tarihinde başvurucu hakkında çek düzenleme ve çek hesabı açmaktan yasaklanması idari yaptırımının uygulanmasına karar vermiştir.

68. Bu durumda gerek dosyanın gönderildiği Yargıtayca gerekse de İlk Derece Mahkemesince başvurucunun kararın kendisine usulüne uygun olarak tebliğ edilmediği, yapılan kesinleştirme ve infaza gönderme işleminin kanuna uygun olmadığı yönündeki iddiaları karşılanmamıştır.

69. Her ne kadar başvurucu aynı iddiaları yineleyerek