2014/1836

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİBÖLÜM

 

KARAR

 

MUSTAFA DOĞAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/1836)

 

Karar Tarihi: 28/9/2016

 

İKİNCİBÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Yakup MACİT

Başvurucu

:

Mustafa DOĞAN

Vekili

:

Av. Özcan OLCAY

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, inançlı temlik nedeniyle açılan tapu iptali ve tescil davasında, mahkeme ve Yargıtay kararlarında davanın sonucunu etkileyecek esaslı iddiaların karşılanmaması, duruşmasız temyiz incelemesi yapılması, Yargıtay onama ilamına karşı karar düzeltme yolu açık olduğu hâlde ilamda kanun yolunun gösterilmemesi, karar düzeltme incelemesi sonucu farklı gerekçe ile verilen yeni bozma kararına karşı karar düzeltme hakkının tanınmaması, mevzuat ve hakkaniyete aykırı değerlendirme yapılarak karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 12/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 25/3/2016 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi Bilişim Sistemi (UYAP)aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

6. Başvurucu ile A.V.ye vekaleten B.D. isimli şahıs arasında 22/6/1998 tarihli "Protokol" başlıklı bir belge imzalanmıştır. H.V. ve A.T. isimli şahıslar da belgeyi şahit sıfatıyla imzalamışlardır. Belgenin içeriği şöyledir:

"İş bu protokol 22/6/1998 tarihinde Mustafa Doğan ileA.V. (vekili) B.D. ile aralarında köy önündeki tarlanın tapusu Mustafa Doğan'a verilecektir. Konuya mevzu olan borç ödendiği zaman tapu Mustafa Doğan tarafından A.V.ye iade edilecektir. Tapu iade edilmediği takdirde Ankara mahkemeleri yetkilidir.

Konu olan 2 milyarlık (2.000 TL) borca karşılık 3 milyarlık (3.000 TL) senet verilmiştir."

7. A.V. protokole göre borç olarak aldığı bedelden başvurucunun kendisinden borç aldığı ve ödemediği 1.250 TL'yi mahsup ettikten sonra kalan 750 TL ve 2.000 TL alacak ve faizini, başvurucuya otomobil vermek suretiyle ödediğini, protokolden doğan borcu ödemesine rağmen başvurucunun taşınmazı tapuda iade etmediğini belirterek Kazan Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tapu iptali ve tescil davası açmıştır.

8. Yargılama sırasında yapılan keşif sonucunda bilirkişilerce 113.750 TL olarak belirlenen taşınmazın değeri üzerinden hesaplanan harcın eksik kalan kısmı 8/4/2010 tarihinde davacı tarafça Mahkeme veznesine yatırılmıştır.

9. Mahkeme 11/6/2010 tarihli ve E.2006/314, K.2010/164 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...

DELİLLER :

1- Kazan Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/207 esas sayılı dava dosyası,

2- Tapu kaydı,

3- Tapu satış senedi,

4- Protokol örneği,

5- Keşif tutanağı,

6- Bilirkişi raporu,

7- Kazan Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/489 hazırlık ve 2009/434 karar numaralı soruşturma dosyası

8- Taraf vekillerinin beyanları

GEREKÇE : Dava; Borçlar Kanunu'nun 81. maddesine göre inanç sözleşmesine dayalı olarak tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.

İnanç sözleşmesi bir yandan mülkiyetin nakil borcu doğması bakımından tarafları bağlayıcı diğer yandan mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi bakımından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmedir. İnançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı herhangi bir şekle bağlı olmayan yazılı bir delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bir belgenin sözleşmeye taraf olanlarca imzalanması ve en geç sözleşme konusu işlem tarihinde düzenlenmiş olması gerekli ve yeterlidir.

Davacının davasına dayanak olarak gösterdiği protokol davalı tarafından bizzat ve davalı adına da vekil olarak B.D. tarafından imzalanmıştır. Protokolde "İş bu protokol 22/6/1998 tarihinde Mustafa Doğan ve A.V. vekili B.D. aralarında köy önündeki tarlanın tapusu Mustafa Doğan'a verilecektir. Konuya mevzuu olan borcun ödendiği zaman tapu Mustafa Doğan tarafından tekrar A.V.'ye iade edilecektir......" belirtilmiştir. Protokoldeki imzanın davalı Mustafa Doğan'a ait olduğu bilirkişi raporunda da tespit edilmiştir. Davacı A.V.de bu protokolün doğru olduğunu ve protokol gereğince dava konusu taşınmazı devrettiğini beyan etmiştir. Bu durumda protokolün Borçlar Kanunu'nun 81. maddesine göre inanç sözleşmesi olarak değerlendirilmesi kaçınılmazdır.

İnanç sözleşmesi karşılıklı borçlanmayı içeren bir sözleşme olduğundan bu sözleşmenin yerine getirilmesini isteyen tarafın kendi borcunu ödemiş veya ödemeyi önermiş olması gerekir. Davacı taraf protokolde belirtilen borcunu ödediğine dair yazılı bir belge sunamamıştır. Mahkememizce yapılan keşif sonucu mahkememize verilen bilirkişi raporuna göre dava konusu taşınmazın dava tarihi itibariyle değerinin 113.750 TL. olduğu tespit edilmiştir. Bilirkişi raporu mahkememizce oluş, usul ve yasaya uygun bulunmuştur. Davacı taraf protokoldeki borcunu ödediğini ispatlayamadığı için dava tarihi itibariyle protokoldeki borcun protokolde belirtilen dava konusu taşınmazın değeri olan 113.750 TL.sının depo edilmesi için davacı tarafa kesin süre ve kesin süre verilmiştir. Ancak davacı taraf kendisine verilen sürelere rağmen ara kararlarının gereğini yerine getirmemiştir. Buna göre davanın reddine karar verilmesi gerektiği kanısına varılmıştır."

10. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 21/9/2011 tarihli ve E.2011/9608, K.2011/10169 sayılı ilamı ile bozulmuştur. İlam gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...

1-Davada “protokol” başlıklı 22/6/1998 tarihli sözleşmeye dayanılmıştır. Bu sözleşmede, davacının köy mevkiindeki (633 sayılı parsel) tarlanın tapusunu davalıya vereceği, davacıya verilen borcun ödenmesi halinde tapunun tekrar davacıya iade edileceği yazılıdır.

Türk Medeni Kanunu'nun 873. madde hükmü “Borç ödenmezse alacaklı, alacağını rehinli taşınmazın satış bedelinden elde etmek hakkına sahiptir. Borcun ödenmemesi halinde rehinli taşınmazın mülkiyetinin alacaklıya geçeceğine ilişkin sözleşme hükmü geçersizdir. Aynı alacak için birden çok taşınmazın rehnedilmiş olması halinde, rehnin paraya çevrilmesi istemi, taşınmazların tamamı hakkında yapılır. Bununla birlikte, icra dairesi onlardan ancak gerektiği kadarını paraya çevirir” şeklindedir. Görülüyor ki, yasanın ikinci fıkrasındaki hükmün amacı, alacaklının, borçlunun ödemezlik durumundan yararlanarak, taşınmazı elde etmesini önlemek, kısaca borçluyu korumaktır. Buna Roma Hukukundan gelen bir deyimle “Lex Comissoria Yasağı” denilmektedir.

Somut uyuşmazlıkta, çekişme konusu taşınmaz mülkiyeti alacağın teminatı olmak üzere davalıya geçirildiğine (rehin edildiğine), mülkiyet nakline ilişkin sözleşmenin anılan yasa kuralı uyarınca geçersiz olması nedeniyle davacı rehin konusu taşınmaz mülkiyetinin iadesini isteyebilir.

Mahkemece yapılan bu saptamaya göre, davanın kabulü gerekirken, bazı nedenlerle reddi doğru olmamıştır.

..."

11. Başvurucunun karar düzeltme talebi üzerine Daire, 12/1/2012 tarihli ve E.2011/15113, K.2012/143 sayılı ilamı ile 21/9/2011 tarihli bozma ilamını kaldırarak farklı bir gerekçe ile mahkeme kararını bozmuştur. İlamın gerekçesi şöyledir:

"...

Davadaki istemin dayanağı, 22/6/1998 tarihli “protokol” başlıklı belgedir. Burada, davacının köy önü mevkiindeki (633 sayılı parsel) mülkiyetini davalıya aldığı 2.000 TL borca karşılık devrettiği, borcun ödenmesi halinde tapunun tekrar davacıya iade edileceği yazılıdır.

Bir taşınmaz mülkiyetini devreden malikin devralanın bu taşınmazı belli bir amaç için kullandıktan sonra tekrar kendisine veya onun belirleyeceği üçüncü bir şahsa geri temlik edeceği inancıyla taşınmaz mülkiyetini devretmesine “inançlı temlik” denilmektedir. İnançlı temlikte, taşınmaz mülkiyetini devralan yeni malik belli koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetini tekrar geri temlik etmeye taahhüt etmektedir. Burada her iki tarafın başlangıçtaki amacı da mülkiyeti nakletmek olduğundan, mülkiyetin alıcıya geçişi muteberdir. İnançlı temlikler daha çok kredi temin amacıyla yapılmaktadır. İnançlı temlikte rehin verilecek yere işlemin başında taşınmaz mülkiyeti alacaklıya geçirilmekte, sözleşmede kararlaştırılan borcun ödenmesi halinde ise borçlu alacaklıdan mülkiyetin iadesini talep yetkisi kazanmaktadır.

Yapılan bu açıklamalara göre, taraflar arasındaki 22/6/1998 tarihli sözleşmenin nitelendirilmesinde Dairemizce yanılgıya düşüldüğü anlaşıldığından mahkemece yapılması gereken iş, bilirkişi incelemesi yaptırılarak 22/6/1998 tarihli sözleşmeyle davacı tarafından davalıya karz olarak verilen 2.000 TL’nin dava tarihindeki güncelleştirilmiş değerini saptamak, bulunacak miktarı davalıya ödenmek üzere davacıya depo ettirmek, bedelin depo edilmesi halinde birlikte ifa kuralları doğrultusunda davayı kabul etmek, aksi takdirde reddetmek olmalıdır.

Bu açıklamalar doğrultusunda, davalının yerinde olan karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin bozma ilamının kaldırılarak hükmün belirtilen gerekçe ile bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

..."

12. Başvurucu yeniden karar düzeltme talebinde bulunmuş, Daire 17/5/2012 tarihli ve E.2012/6021, K.2012/7087 sayılı ilamı ile mülga 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun yürürlükte olan 442. maddesi gereğince aynı ilam hakkında bir defadan fazla karar düzeltme yoluna başvurma imkanının bulunmadığını belirterek dilekçenin reddine karar vermiştir.

13. Bozma üzerine dosya Mahkemenin E.2012/267 sırasına kaydedilmiş, bozma ilamına uyularak yargılamaya devam edilmiştir.

14. Mahkeme, 25/6/2013 tarihli ve K.2013/209 sayılı kararı ile davayı kabul etmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...

Davadaki istemin dayanağı, 22/6/1998 tarihli “protokol” başlıklı belgedir. Burada, davacının köy önü mevkiindeki (633 sayılı parsel) mülkiyetini davalıya aldığı 2.000 TL borca karşılık devrettiği, borcun ödenmesi halinde tapunun tekrar davacıya iade edileceği yazılıdır.

Bir taşınmaz mülkiyetini devreden malikin devralanın bu taşınmazı belli bir amaç için kullandıktan sonra tekrar kendisine veya onun belirleyeceği üçüncü bir şahsa geri temlik edeceği inancıyla taşınmaz mülkiyetini devretmesine “inançlı temlik” denilmektedir. İnançlı temlikte, taşınmaz mülkiyetini devralan yeni malik belli koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetini tekrar geri temlik etmeye taahhüt etmektedir. Burada her iki tarafın başlangıçtaki amacı da mülkiyeti nakletmek olduğundan, mülkiyetin alıcıya geçişi muteberdir. İnançlı temlikler daha çok kredi temin amacıyla yapılmaktadır. İnançlı temlikte rehin verilecek yere işlemin başında taşınmaz mülkiyeti alacaklıya geçirilmekte, sözleşmede kararlaştırılan borcun ödenmesi halinde ise borçlu alacaklıdan mülkiyetin iadesini talep yetkisi kazanmaktadır.

Mahkememizce bilirkişi incelemesi yaptırılarak 22/6/1998 tarihli sözleşmeyle davacı tarafından davalıya karz olarak verilen 2.000 TL’nin dava tarihindeki güncelleştirilmiş değeri belirlenmiştir. Hesap uzmanı bilirkişi Şerife Bayar davalıya karz olarak verilen 2000 TL'nin dava tarihindeki değerini 9471,73 TL olarak tespit etmiştir. Bilirkişi raporunda belirtilen ilmi ve teknik veriler ile ulaşılan netice mahkememizce de benimsenmiştir. Bilirkişi tarafından belirlenen 9471,73 TL davacı tarafça mahkememiz veznesine depo edilmiştir. Bu itibarla davanın kabulüne karar vermek gerekmiştir."

15. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 2/12/2013 tarihli ve E.2013/13235, K.2013/14949 sayılı ilamı ile onanmıştır. İlamın ilgili kısmı şöyledir:

"...

Mahkemece, Dairemizin bozma ilamı doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılarak verilmiş olan karar usul ve yasaya uygun bulunduğundan yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edene yükletilmesine, 2/12/2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi."

16. Onama ilamı 14/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş 12/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

17.Başvuruya konu davadan önce başvurucu Kazan Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2004/586 sayılı dosyasında dava konusu yere ilişkin el atmanın önlenmesi ve ecrimisil davası açmış, yargılama sırasında alınan protokole ilişkin 12/7/2006 tarihli kriminal raporda belgedeki imzanın başvurucuya ait olduğu, belge üzerindeki "Konu olan 2 milyarlık (2.000 TL) borca karşılık 3 milyarlık (3.000 TL) senet verilmiştir." yazısının farklı bir mürekkepli kalemle söz konusu bölüme yazıldığı belirtilmiştir.

18.Bu arada başvurucu, yargılama sırasında protokolün sahte olduğunu iddia ederek Kazan Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucunun soruşturma sırasında düzenlenen 6/4/2009 tarihli ifade tutanağındaki beyanı şöyledir:

"Ben halen belirttiğim adreste ikamet ederim. İşçi emeklisiyim. Şuan için herhangi bir işle uğraşmam. Şikâyet dilekçemde belirttiğim hususlar doğrudur tekrar ederim. Şüpheli A.V.den tam tarihini hatırlayamıyorum ancak 9 yıl önce Dağyaka Köyü/Kazan da bulunan bir tarla aldım. Kendisi ile bu satış işlemi üzerine şikayet dilekçem ekinde bulunan bir protokol imzaladık. Daha sonra benim haberim olmadan bu protokolün altına kendisinin bana borcu olduğunu bu borcu ödeyince de tarlayı kendisine vereceğime dair kendi yazısı ile haberim olmadan eklemiştir. Bu protokolde şüpheli A.V.nin vekili sıfatı ile B.D.nin imzası vardır. B.D.nin de bu suça iştirak ettiğini düşünmekteyim. Halbuki böyle bir borç söz konusu değildir. Ben tarlayı 30,000 TL karşılığında şüpheli A.V.den aldım. Tapusu bendedir. Ben evrak üzerinde yanlış beyan bulunarak sahtecilik yapan şüphelilerden şikâyetçiyim."

19. Başvurucunun soruşturma kapsamında alınan 21/5/2009 tarihli beyanı ise şöyledir:

"Ben daha önce vermiş olduğum dilekçemde A.V.nin benim imzamı taşına boş bir belge ele geçirerek benim bilgim ve muvafakatım dışında doldurduğunu belirtmiş isem de bu doğru değildir. Boş belgenin imzalı olarak ele geçirilip geçirilmediğini hatırlamıyorum. Protokolün sonradan eklenen iki satırı dışında üstteki kısımlarını düzenleyip düzenlemediğimizi de hatırlamıyorum.

Soru: 06/04/2009 tarihli ifadenizde şüpheli A.V.den dokuz yıl önce tarla satın aldığınızı ve şikayet dilekçesi ekindeki protokolü imzaladığınızı belirttiğiniz halde bu protokolün nasıl düzenlendiğini hatırlamadığınızı beyan ediyorsunuz. Bu çelişkiyi açıklayınız.

Cevap: Ben savcılıkta 6/4/2009 tarihinde verdiğim ifadede bu protokolü imzaladığımızı söylemiş isem de yanlış söylemişim. Doğrusu ben A.V. ile böyle bir protokol imzalamadım. Buna karşılık kriminal incelemede protokolün altındaki imza bana ait çıktı. Bu imzayı ne zaman ve nasıl attığımı hatırlamıyorum. Benim önceki dilekçemde ve beyanımda şikayet ettiğim husus bu protokolün altına sonradan eklenen "konu olan 2 milyarlık borca karşılık 3 milyarlık senet verilmiştir" şeklindeki ilave yazıdır. Bu yazıyı sonradan protokole yazmışlar. Benim başkaca söyleyeceğim bir husus yoktur dedi"

20. Kazan Cumhuriyet Başsavcılığı 22/6/2009 tarihli ve E.2009/489, K.2009/434 sayılı kararı ile kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...

Müşteki tarafından şüphelilerden A.V.den 9 yıl önce Dağyaka köyünde bir tarla aldığı ve şikayet dilekçesi ekinde sunduğu protokolü imzaladığını, bu protokolün sonuna kendisinden habersiz şüpheliler tarafından “konu olan 2 milyarlık borca karşılık üç milyarlık senet verilmiştir” şeklinde ilave yapıldığı iddiasıyla şikayette bulunulduğu, müştekinin şikayet dilekçesi ile Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ifadeler arasında protokolün verilmesiyle ilgili olarak esaslı çelişkiler bulunduğu, yeniden alınan ifadesinde protokolü imzaladığını kabul etmediği, oysa Asliye Hukuk Mahkemesinde yürütülen davada alınan bilirkişi raporuna göre imzanın müştekiye ait olduğunun anlaşıldığı, protokolde imzası olan bütün kişilerin alınan ifadelerinde eklemenin sonradan yapıldığını doğrulamakla birlikte teminat olarak tapuda devri yapılacak taşınmazın devrinin verilmesinden önce yapılan ilavenin müşteki de dahil imzası bulunanların huzurunda yapıldığını beyan ettikleri, müştekinin sonradan eklenen kısım ile ilgili olarak, taşınmazın teminat olarak verildiği ve borcun ödenmesinden sonra iade edileceği hususları gösterilmiş ise de bu hususların ihtilaflı olmayan ve müşteki tarafından da ilk ifadesinde kabul edilen protokol metnine dahil olduğu, itiraz edilen ilavenin ise borcun miktarı ve verilen senede ilişkin olduğu, bununda onun bilgisi dışında sonradan ilave edilmeyip protokolde imzası bulunanlar huzurunda yapıldığı anlaşıldığından,

CMK'nın 172. maddesi gereğince kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA,

..."

21. Başvurucunun kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yaptığı itiraz, Sincan Ağır Ceza Mahkemesinin 16/11/2009 tarihli ve E.2009/1950 Değişik iş sayılı kararı reddedilmiş ve aynı tarihte kesinleşmiştir.

B. İlgili Hukuk

22. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 19. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır."

23. 6098 sayılı Kanun'un 97. maddesi şöyledir:

"Karşılıklı borç yükleyen bir sözleşmenin ifası isteminde bulunan tarafın, sözleşmenin koşullarına ve özelliklerine göre daha sonra ifa etme hakkı olmadıkça, kendi borcunu ifa etmiş ya da ifasını önermiş olması gerekir."

24. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 81. maddesi şöyledir:

“Mütekabil taahhütleri muhtevi olan bir akdin ifasını talep eden kimse, akdin şartlarına ve mahiyetine nazaran bir ecelden istifade hakkını haiz olmadıkça kendi borcunu ifa etmiş veya ifasını teklif eylemiş olmak lazımdır.”

25. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 199. maddesi şöyledir:

“Uyuşmazlık konusu vakıaları ispata elverişli yazılı veya basılı metin, senet, çizim, plan, kroki, fotoğraf, film, görüntü veya ses kaydı gibi veriler ile elektronik ortamdaki veriler ve bunlara benzer bilgi taşıyıcıları bu Kanuna göre belgedir.”

26. 6100 sayılı Kanun'un 200. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz."

27. 6100 sayılı Kanun'un 201. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler ikibinbeşyüz Türk Lirasından az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz."

28. 6100 sayılı Kanun'un 207. maddesi şöyledir:

“Senetteki çıkıntı, kazıntı veya silinti ayrıca onanmamışsa, inkâr hâlinde göz önünde tutulmaz. Bu tür çıkıntı, kazıntı veya silinti mahkemece senedin geçerliliğine ve anlamına etkili olacak nitelikte görülürse, senet kısmen veya tamamen hükümsüz sayılabilir."

29. 6100 sayılı Kanun'un 208. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Taraflardan biri, kendisi tarafından düzenlendiği iddia edilen bir belgedeki yazı veya imzayı inkâr etmek isterse, sahtelik iddiasında bulunmalıdır; aksi hâlde belge, aleyhine delil olarak kullanılır."

30. 6100 sayılı Kanun'un 209. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Resmî senetlerdeki yazı veya imza inkâr edildiğinde, senetteki yazı veya imzanın sahteliği, ancak mahkeme kararıyla sabit olursa, bu senet herhangi bir işleme esas alınamaz.”

31. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 5/2/1947 tarihli ve E.1945/20, K.1947/6 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“Gerek menkule gerekse gayrimenkule taalluk etsin namı müstear hadiselerinde mesele bir istihkak ve mülkiyet davası mahiyetini geçemeyeceğinden ne resmi senet ne de şekil meselesi bahis mevzuu olamaz .Nitekim; öteden beri mahkemeler vaki olan bu kabil ikrarlara müsteniden hüküm vermekte ve meselede bir şekil meselesi görmemektedirler. Bundan başka meseleyi zatı akitte ve isimlerde muvazaayı dahi şumulüne alan ve netice itibariyle namı müsteara müncer olan on sekizinci madde hükmü çerçevesi içinde mütalaa kanunun ruh ve maksadına muvafık olur.

Bu esasların müzakere ve münakaşasından sonra bir senede karşı dermeyan olunan iddiaların aynı kuvvette senetle ispatı gerekli olup olmaması meselesine de temas edilmiş ve Medeni Kanunun yedi ve yirmi dokuz ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 290. maddeleri sarahatından açıkça anlaşıldığı üzere kanunlarımız daha ziyade nazari olan bu düşünceyi kabul etmediğinden bunun üzerinde daha fazla durulmaya da lüzum görülmemiştir.

Sonuçta oylara başvurularak yukarıdaki sebeplere binaen namı müstear davalarının mesmu ve yazılı delil ile ispatı caiz olduğuna üçte ikiyi geçen çoklukla 5/2/1947 tarihinde karar verilmiştir.”

32. 2/7/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 14/7/2004 tarihli ve 5219 sayılı Kanun'un 2. maddesiyle değiştirilen 427. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 "... Alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde, asıl isteminin kabul edilmeyen bölümü birmilyar lirayı geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur; şu kadar ki karşı tarafça temyiz yoluna başvurulması halinde, düzenleyeceği cevap dilekçesinde temyize ilişkin itirazlarını ileri sürmesi mümkündür.

438 inci maddenin birinci fıkrasındaki onmilyar liralık duruşma sınırı ile 440 ıncı maddenin üçüncü fıkrasının birinci bendindeki altımilyar liralık karar düzeltme sınırının belirlenmesinde yukarıdaki fıkra hükmü kıyasen uygulanır.

..."

33. 1086 sayılı mülga Kanun'un 438. maddesinin birinci ve dördüncü fıkrası şöyledir:

"Yargıtay temyiz incelemesini dosya üzerinde yapar. Ancak tüzelkişiliğin feshine veya genel kurul kararlarının iptaline, evlenmenin butlanına veya feshine, boşanma veya ayrılığa, velayete, nesebe ve kısıtlamaya ilişkin davalarla miktar veya değeri onmilyar lirayı aşan alacak ve ayın davalarında taraflardan biri temyiz dilekçesi veya cevap dilekçesinden duruşma yapılmasını istemiş ise, Yargıtayca bir gün belli edilerek taraflara usulen tebligat yapılır. Tebliğ tarihi ile duruşma günü arasında en az onbeş gün bulunması gerekir; taraflar gelmişlerse bu süreye bakılmaz. Tebligat gideri verilmemişse duruşma isteği dikkate alınmaz."

"Duruşma günü belli edilen hallerde Yargıtay, tarafları veya gelen tarafı dinledikten sonra ve taraflardan hiç biri gelmemiş ise dosya üzerinde inceleme yaparak kararını o gün tefhim eder."

34. 1086 sayılı mülga Kanun'un 440. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...

Yargıtayın aşağıdaki kararları hakkında karar düzeltmesi yoluna gidilemez

1– Miktar veya değeri altımilyar liradan az olan davalara ait hükümlerin onanması veya bozulmasına ilişkin kararlar

..."

35. 1086 sayılı mülga Kanun'un 442. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Aynı ilam aleyhine bir defadan ziyade tashihi karar talebi mesmu olmadığı gibi tashihi karar arzuhalinin reddine veya kabuliyle kararı sabıkın tadiline dair sudur eden hükümlere karşı dahi tashihi karar caiz değildir."

36. 1086 sayılı mülga Kanun'un ek 2. maddesi şöyledir:

"Görev, kesin hüküm, Yargıtayda duruşma, karar düzeltme ve senetle ispata ilişkin maddelerdeki parasal sınırlar, 1 Ocak 1990 tarihinden itibaren dört katı olarak uygulanır. Bu uygulama nedeniyle görevsizlik kararı verilemez."

37. 1086 sayılı mülga Kanun'un ek 3. maddesi şöyledir:

 "Görev, kesin hüküm, Yargıtayda duruşma, karar düzeltme, senetle ispata ve sulh mahkemelerindeki taksim davalarında muhakeme usulünün belirlenmesine ilişkin maddelerdeki parasal sınırlar, 1/1/1998 tarihinden itibaren iki, 1/1/2000 tarihinden itibaren dört katı olarak uygulanır. Bu uygulama nedeniyle mahkemelerce görevsizlik kararı verilemez."

38. 1086 sayılı mülga Kanun'un ek 4. maddesi şöyledir:

"Görev, kesin hüküm, istinaf, temyiz, Yargıtayda duruşma, senetle ispata ve sulh mahkemelerindeki taksim davalarında muhakeme usulünün belirlenmesine ilişkin maddelerdeki parasal sınırlar; her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, önceki yılda uygulanan parasal sınırların; o yıl için 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilân edilen yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle uygulanır. Bu şekilde belirlenen sınırların onmilyon lirayı aşmayan kısımları dikkate alınmaz. Bu uygulama nedeniyle mahkemelerce görevsizlik kararı verilemez.

 Yukarıdaki fıkra uyarınca her takvim yılı başından geçerli olmak üzere uygulanan parasal sınırların artışı, artışın yürürlüğe girdiği tarihten önce ilk derece mahkemelerince nihaî olarak karara bağlanmış davalar ile bölge adliye mahkemesi kararı üzerine yeniden bakılan davalarda ve Yargıtayın bozma kararı üzerine kararı bozulan mahkemece yeniden bakılan davalarda uygulanmaz."

39. 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun mükerrer 298. maddesi şöyledir:

 "...B) Yeniden değerleme oranı, yeniden değerleme yapılacak yılın Ekim ayında (Ekim ayı dahil) bir önceki yılın aynı dönemine göre Devlet İstatistik Enstitüsünün Toptan Eşya Fiyatları Genel Endeksinde meydana gelen ortalama fiyat artış oranıdır. Bu oran Maliye Bakanlığınca Resmî Gazete ile ilân edilir. ..."

40. 1086 sayılı mülga Kanun'un geçici 2. maddesi şöyledir:

 "Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur."

41. 6100 sayılı Kanun'un geçici 3. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.

Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

42. Mahkemenin 28/9/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

43. Başvurucu;

i. Aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davasında, davacının dosyaya sunduğu "Protokol" başlıklı belgede geçen "konu olan 2 milyarlık borca karşılık üç milyarlık senet verilmiştir" ibaresinin farklı bir mürekkepli kalemle yazıldığının tespit edildiğini, sonradan eklenen bu kısımda kendi imza veya parafının bulunmadığını, Kazan Cumhuriyet Başsavcılığının E.2009/489 sayılı hazırlık dosyasında belgeyi düzenleyenlerin ve tanıkların bu ibarenin belgeye sonradan eklendiğini kabul ettiklerini, bilgisi dışında eklenen kısmın yok hükmünde olduğunu, Mahkemece ilk kararda taşınmazın güncel değeri üzerinden değerlendirme yapılarak depo kararı verildiğini, para yatırılmadığı için de davanın reddedildiğini, gerekçeli kararda eklenen kısmın yok sayıldığı hususunun açıkça belirtilmediğini, Mahkemenin bozma ilamına uyarak belgeye sonradan ilave edilen imza ve paraf da atılmayan kısmı, Kanuna aykırı bir şekilde dikkate aldığını ve taşınmazın değerini buna göre belirlediğini, bu açıdan delillerin yanlış değerlendirildiğini, hukuk kurallarının hatalı yorumlandığını, savcılık soruşturma dosyası ve bilirkişi raporunun yeterli ölçüde incelenmediğini,

ii. Hakkaniyete uygun olarak verilen ilk kararın Yargıtay tarafından dava konusu taşınmazın rehin olarak verildiği belirtilerek bozulduğunu, karar düzeltme talebi üzerine Yargıtayın bozma ilamını kaldırarak olayda inançlı temlik olduğunu belirtmek suretiyle yeniden bozma kararı verdiğini, Yargıtayın farklı bir gerekçeyle bozma kararı vermesi üzerine bu karara karşı yeniden karar düzeltme başvurusu yapma hakkının doğduğunu ancak bu talebinin reddedildiğini,

iii. Mahkeme ve Yargıtayın davanın esasını etkileyecek nitelikteki itirazlarına cevap vermediğini, kararların bu yönden gerekçesiz olduğunu,

iv. Bozma sonrası verilen karara karşı duruşmalı temyiz talebinde bulunduğunu, gerekli giderleri yatırdığını, buna rağmen Yargıtay tarafından bu talebiyle ilgili karar verilmeksizin incelemenin duruşmasız yapıldığını,

v. Nihai karar olan 2/12/2013 tarihli onama ilamına karşı karar düzeltme yolunun açık olup olmadığının kararda gösterilmemesi nedeniyle bu yola da başvuramadığını, karar nedeniyle taşınmazının düşük bedelle elinden çıktığını,

belirterek Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yargılamanın yenilenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

B. Değerlendirme

44. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamında korunmaya değer bir menfaatinin var olup olmadığı, varsa kamunun müdahalesinin bulunup bulunmadığına yönelik iddiaları yargılamanın sonucuna bağlı olduğundan başvurucunun bu yöndeki şikâyetleri adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmiş, mülkiyet hakkı yönünden ayrıca bir inceleme yapılmamıştır.

45. Başvurucunun, ilk derece mahkemesi ve Yargıtay kararlarında davanın esasını etkileyecek nitelikteki itirazlarına cevap verilmediğine yönelik şikâyetinin ise gerekçeli karar hakkının ihlali iddiası kapsamında; yargılamada dava konusu "Protokol" başlıklı belgeye sonradan ilave edilen, imza ve paraf da atılmayan kısmın dikkate alındığı, taşınmazın değerinin buna göre belirlendiği, bu açıdan delillerin yanlış değerlendirildiği, hukuk kurallarının hatalı yorumlandığı, savcılık soruşturma dosyası ve bilirkişi raporunun yeterli ölçüde incelenmediği ve dikkate alınmadığı yönündeki şikâyetlerinin yargılamanın sonucunun adil olmadığı iddiası kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.

46. Bunun yanında temyiz aşamasında duruşma talebi olmasına rağmen bu talebine ilişkin hiçbir değerlendirme yapılmadan temyiz incelemesinin yapılması, onama ilamında karar düzeltme yolunun gösterilmemesi nedeniyle kanun yoluna başvurma hakkından yoksun bırakılması ve 12/1/2012 tarihli bozma ilamına karşı karar düzeltme incelemesinin yapılmamasına ilişkin şikâyetleri ayrı başlıklar altında değerlendirilmiştir.

1. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

47. Başvurucu, "Protokol" başlıklı belgenin son kısmına bilgisi olmadan yapılan ilavede imza ya da parafının bulunmadığını, bu durumun bilirkişi raporu ile tespit edildiğini ve davacı tarafından ikrar edildiğini, buna rağmen belgeye ilave edilen kısmın hangi nedenle davada esas alındığı hususuna yönelik itirazlarının Mahkeme ve Yargıtay ilamında cevaplandırılmadığını belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

48. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması, kanun yoluna başvurma olanağını etkili kullanabilmek ve mahkemelere güveni sağlamak açısından hem tarafların hem kamunun menfaatini ilgilendirmekte olup kararın gerekçesi hakkında bilgi sahibi olunmaması, kanun yoluna müracaat imkânını da işlevsiz hâle getirecektir. Bu nedenle mahkeme kararlarının dayanaklarının yeteri kadar açık bir biçimde gösterilmesi zorunludur (Tahir Gökatalay, B. No. 2013/1780, 20/3/2014, § 66).

49. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olmakla beraber, bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun yanı sıra kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması da her zaman bu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu mahkemelerince verilen bu tür kararların, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması uygun olup bu durumda, üst dereceli mahkeme tarafından önceki mahkeme kararının gerekçesinin benimsendiği kabul edilmelidir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No. 2013/1213, 4/12/2013, § 26).

50. Somut başvuru açısından; Savcılık soruşturma dosyası ve kriminal raporun dava dosyasına celp edildiği, Mahkemenin soruşturma kapsamında yer alan başvurucunun şikâyet dilekçesi, 6/4/2009 ve 21/5/2009 tarihli beyanları ve tüm delilleri gözönüne alarak belgeye sonradan eklendiği belirtilen ibareyi davada esas alarak hüküm kurduğu, bu açıdan belgeye eklendiği iddia edilen kısmın davada esas alınamayacağına ilişkin iddialarının esasa yönelik yapılan değerlendirme çerçevesinde zımnen reddedildiği, başka bir ifadeyle kararın ve bu karara atıf yapan Yargıtay ilamının gerekçesi ile belgeye sonradan eklendiği iddia edilen ibarenin taşınmazın değer tespitinde esas alınması olgusu arasında neden sonuç ilişkisinin kurulabildiği, dolayısıyla bu hususta Mahkemenin ayrı bir açıklamada bulunmamasının, kararın gerekçeden yoksun olduğu sonucunu doğurmayacağı anlaşılmıştır. Yine Mahkemenin gerekçesi ve dosya kapsamındaki delillere açıkça atıf yapan Yargıtay onama ilamının gerekçesiz olduğundan da bahsedilemeyeceği açıktır. Bu açıdan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine yönelik iddianın yerinde olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

51. Başvurucuların gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşılmakla birlikte başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Temyiz Aşamasında Duruşma Yapılmamasına İlişkin İddia

52. Başvurucu temyiz aşamasında duruşma talebi olmasına rağmen bu talebine ilişkin hiçbir değerlendirme yapılmadan duruşmasız inceleme yapıldığını ileri sürmüştür.

53. Başvurucunun söz konusu iddiası, yargılama sürecinde temyiz aşamasında sözlü beyanda bulunmasına imkân tanınmamış olmasına yönelik olduğundan ilgili iddianın aleni yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

54. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

 "Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."

55. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesince açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir.

56. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının temel unsurlarından biri de Anayasa'nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı yapılması ilkesidir. Ancak “duruşmalı yargılama hakkı”, her türlü yargılamanın mutlaka duruşmalı yapılması zorunluluğu anlamına gelmez. Adil yargılama ilkelerine uyulmak şartıyla usul ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi amaçlarla bazı yargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve duruşma yapılmaksızın karara bağlanması anayasal hakların ihlalini oluşturmaz. Özellikle ilk derece mahkemeleri önünde duruşmalı yargılama yapılıp karar verildikten sonra kanun yolu incelemesinin, tarafların iddia veya savunmaları yazılı olarak alındıktan sonra dosya üzerinden yapılması hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (Nevruz Bozkurt, B. No: 2013/664, 17/9/2013, § 32).

57. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında “aleni yargılama” hakkının tanınması, zorunlu olarak “sözlü yargılama” hakkını da içerir. Bununla birlikte Sözleşme’nin bu maddesinde yer alan söz konusu yükümlülük mutlak değildir (Adnan Altın, B. No: 2013/9748, 7/1/2016, § 44).

58. Yargılamada, tarafların şüpheye yer vermeyecek şekilde bu haklarından vazgeçmesi ve kamu yararının sözlü yargılama yapılmasını gerekli kıldığı bir durumun bulunmaması hâlinde duruşma yapılmayabilir. Vazgeçmenin, açıkça veya zımnen yapılması mümkündür. Duruşma yapılmasına ilişkin talebin sürdürülmemesi ya da hiç ileri sürülmemesi, zımnen vazgeçmeye örnek gösterilebilir. Bunun yanında dava dosyası ve tarafların yazılı görüşleri temelinde yeterince çözülemeyen hukuki ve olgusal herhangi bir sorunla karşılaşılmaması örneğinde olduğu gibi yargılamanın istisnai koşulları da duruşma yapılmasını gerektirmeyebilir (Adnan Altın, § 46).

59. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), özellikle inandırıcılık sorunu taşımayan, karmaşık olmayan veya olaylarla ilgili hiçbir tartışmanın bulunmadığı, oldukça teknik davalar ile mahkemelerin tarafların sunduğu görüşlere ve diğer belgelere dayanarak adil ve makul bir biçimde karar verebilecekleri davalar için duruşma yapılmasının gerekli olmayabileceğini belirtmiştir (Jussila/Finlandiya, B. No:73053/01, 23/11/2006 § 41, Döry/İsveç, B. No:28394/95, 12/11/2002, § 37, Mehmet Emin Şimşek/Türkiye, B. No: 5488/05, 28/2/2012, § 30).

60. Yargılamaya taraf olan kişilerin hakkaniyetli yargılama temelinde beyanlarını sözlü vermesinin gerektiği durumlarda sözlü yargılama yapılmaması yargılamanın bir bütün olarak adil olmasını engelleyebilir. Dolayısıyla sadece dosyaya dayanılarak tatmin edici bir çözümün sağlanamayacağı olaylarda sözlü yargılamanın yapılması gerekebilir. Sözlü yargılamaya karar vermede davaya konu meselelerin çokluğu değil niteliği önem kazanacaktır (Adnan Altın, § 48).

61. 1086 sayılı mülga Kanun'un hâlen yürürlükte olan ve 5219 sayılı Kanun'un 2. maddesiyle değiştirilen 438. maddesinde, temyiz incelemesinin kural olarak dosya üzerinden yapılacağı hüküm altına alınmakla birlikte sınırlı olarak sayılan bazı istisnai durumlarda temyiz incelemesi için duruşma açılacağı belirtilmiştir. Yine aynı maddede bu istisnalardan biri olarak uyuşmazlık miktarı on milyar lirayı aşan alacak davalarına ilişkin temyiz incelemesinin, taraflardan birinin talebi üzerine duruşmalı olarak yapılması düzenlenmiştir.

62. Anılan Kanun maddesinde yer verilen on milyar liralık sınır 1086 sayılı Kanun'un ek 4. maddesi uyarınca her yıl güncellenmektedir. Bu bağlamda başvurucunun duruşmalı olarak temyiz talebinde bulunduğu 2013 senesinde duruşma sınırının güncellenmiş değeri 18.560 TL'dir.

63. Bireysel başvuruya konu edilen tapu iptali ve tescil davasının yargılaması sırasında Mahkeme, taşınmazın keşifte tespit edilen 113.750 TL'lik değer üzerinden eksik kalan harcın yatırılması için ara karar tesis etmiş, belirlenen harç 8/4/2010 tarihinde davacı tarafça Mahkeme veznesine yatırılmıştır. Mahkeme davayı tümden kabul etmiştir. Bu doğrultuda temyizde duruşma talep edebilme sınırının hesaplanmasına yönelik uyuşmazlık miktarının yasal sınırın üzerinde olduğu ve ilk derece mahkemesi kararına yönelik temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması gerektiği söylenebilir. Başvurucu temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasını istemiş ise de Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin dosya üzerinden değerlendirme yaptığı anlaşılmıştır.

64. Temyiz yolu ilk derece mahkemesi kararlarına karşı başvurulabilen, ilk derece mahkemeleri önüne taşınmış vakaların, bu mahkemelerce usulüne uygun olarak incelenip incelenmediğinin ve özellikle ilgili vakalara kanunların doğru uygulanıp uygulanmadığının kontrol edildiği olağan kanun yoludur. 1086 sayılı Kanun'un ilgili hükümleri de temyiz yoluna müracaatlarda kural olarak incelemenin dosya üzerinden yapılacağını, istisnai durumlarda ise duruşmalı olarak incelemenin zorunlu bir usul olduğunu kurala bağlamıştır (Cengiz Topel Çelikoğlu, B. No: 2013/8049, 18/2/2016, § 88).

65. 1086 sayılı mülga Kanun'un temyiz ile ilgili hükümlerinde, taraflarca sınırlı durumlarda temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasının talep edebileceği, duruşma için belirlenen günde Yargıtayın gelenleri dinleyeceği, taraflardan hiçbiri gelmemiş ise dosya üzerinden inceleme yaparak karar vereceği düzenlenmiştir (Cengiz Topel Çelikoğlu, § 89)

66. Somut olayda, temyize konu edilen uyuşmazlık miktarının duruşmalı inceleme yapılabilmesi için Kanun'da öngörülen sınırın üzerinde olduğu ve başvurucunun da duruşma yapılması talebine karşın incelemenin dosya üzerinden yapıldığı anlaşılmış ise de yazılı yargılama usulünün uygulandığı başvuru konusu davanın niteliği dikkate alındığında başvurucunun kişisel özellikleri, davranışları gibi sözlü yargılamayı zorunlu kılan olguların Yargıtayın kararını doğrudan etkileme potansiyeline sahip olmadığı, Yargıtayın dava dosyasının içeriği, yazılı belgeler ve beyanlara istinaden uyuşmazlığı hakkaniyete uygun bir şekilde sonlandırma imkânına sahip olduğu, başka bir ifadeyle şikâyet konusu temyiz incelemesinin yazılı sunumlar temelinde hüküm vermeye elverişli bir yapıda olduğu, nitekim Kanun'da tarafların duruşmaya gelmemeleri hâlinde incelemenin dosya üzerinden yapılmasına imkân tanındığı anlaşılmıştır.

67. Bunların yanında, Kanun'da tanınmış usule ilişkin bir hakkın mahkeme tarafından resen kullandırılmamasının, yargılamayı her durumda adil olmaktan uzaklaştırmayacağı hususu ile birlikte başvurucunun da Anayasa Mahkemesine, sözlü yargılama yapılması hâlinde daha önce sunduğu belge ve delillerin dışında yargılamanın sonucunu etkileyebilecek nitelikte, esasa yönelik hangi beyan veya delilleri sunacağına ilişkin bir açıklamada bulunmadığı anlaşılmıştır.

68. Açıklanan nedenlerle yargılamanın bütünü gözönüne alındığında aleni yargılanma hakkına yönelik açık ve görünür bir ihlal bulunmadığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Yargıtay Onama İlamında Karar Düzeltme Yolunun Gösterilmemesi ve 12/1/2012 Tarihli İlama Karşı Karar Düzeltme İncelemesinin Yapılmamasına İlişkin İddia

69. Başvurucu, uyuşmazlık konusu miktar itibarıyla karar düzeltme yolunun açık olduğu derece mahkemesi kararıyla ilgili olarak, Yargıtay onama ilamında kanun yolunun gösterilmediğini, karar düzeltme yoluna gidilmesi hâlinde Anayasa Mahkemesine yapılacak bireysel başvuruda süre aşımı sonucunun doğmaması için bu yola başvurulmadığını, yine Yargıtayın 12/1/2012 tarihli ilamında, bozma ilamını kaldırarak olayda inançlı temlik olduğunu belirtmek suretiyle yeniden bozma kararı verdiğini, Yargıtayın farklı bir gerekçeyle bozma kararı vermesi üzerine bu karara karşı karar düzeltme başvurusu yapma hakkının doğduğunu; ancak, bu talebinin de reddedildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

70. Başvurucunun iddiaları, Yargıtay ilamında karar düzeltme kanun yolunun usulünce gösterilmemesi ve karar düzeltme incelemesinde farklı gerekçeyle verilen yeni bozma kararına karşı karar düzeltme hakkının kullandırılmamasına yönelik olması nedeniyle iddialar mahkemeye erişim hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.

71. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

72. Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:

" Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.

73. Sözleşme'nin6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

74. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir (AYM, E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013). Bu bağlamda Anayasa’nın, devletin işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmesi gerektiğini ifade eden 40. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır. Bunun yanında Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin Sözleşme'nin 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).

75. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

76. Anılan hak, kural olarak mutlak bir hak olmayıp sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlamaların; hakkın özünü zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38).

77. AİHM, mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa (k.k.), B. No: 51307/99, 23/1/2003).

78. Bir mahkemeye başvuru hakkının yasal birtakım şartlara tabi tutulması kabul edilebilir olsa da mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan âdil yargılanma hakkını ihlâl edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı esneklikten kaçınmalıdırlar (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29).

79. Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıra