2014/18578

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GÜLCAN TEKİNDOR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/18578)

 

Karar Tarihi: 5/7/2017

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

Raportör

:

Mehmet Sadık YAMLI

Başvurucu

:

Gülcan TEKİNDOR

Vekili

:

Av. Ayşe Çiler GÖKÇAY

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, hatalı tıbbi müdahale iddiasıyla açılan tazminat davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi ve davanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 21/11/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş sunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. 1966 doğumlu olan başvurucu; "kalça çıkıklığı" teşhisi ile 1976 yılında kamuya ait bir üniversite hastanesinde ameliyat edilmiş, ilerleyen yaşında iyileşme olmayışı ve bunun yanında başka nedenlerle 24/8/2000 tarihinde aynı hastanede yeniden ameliyat olmuştur.

9. Başvurucu, ameliyatı yapacağını söyleyen profesörün ameliyata girmediği, ameliyatın asistanlar tarafından hatalı şekilde yapıldığı iddialarıyla ameliyattan yaklaşık beş yıl sonra 9/6/2005 tarihinde, Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesinde, hem 1976 yılındaki ameliyatı yapan hekimler aleyhine hem de 2000 yılındaki ameliyatı yapan hekimler aleyhine maddi ve manevi tazminat istemli dava açmıştır.

10. Mahkeme 24/5/2011 tarihli ve E.2005/229, K.2011/151 sayılı kararıyla davanın 1976 yılındaki ameliyata ilişkin kısmının zaman aşımı nedeniyle reddine, diğer kısmının ise Adli Tıp Kurumu raporuna göre ameliyatın tıp kurallarına uygun yapıldığı gerekçesiyle esastan reddine karar vermiştir.

11. Karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 20/12/2011 tarihli kararıyla, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken veya görevlerini yaparken kişilerin zarar görmesi hâlinde davanın ancak ilgili kamu idaresi aleyhine açılabileceği gerekçesiyle bozulmuştur. Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesi bozmaya uymuş ve 3/5/2012 tarihli ve E.2012/98, K.2012/148 sayılı kararıyla pasif husumet nedeniyle davanın reddine karar vermiştir. Karar, başvurucu vekilinin yüzüne karşı verilmiş ve 17/7/2012 tarihinde temyiz edilmeden kesinleşmiştir.

12. Başvurucu, 20/11/2012 tarihinde Ankara 14. İdare Mahkemesinde 24/8/2000 tarihindeki ameliyat nedeniyle uğradığı zararların tazmini istemiyle üniversite aleyhine tam yargı davası açmıştır.

13. Ankara 14. İdare Mahkemesi, 20/3/2012 tarihli ve E.2012/1677, K.2013/626 sayılı kararıyla davanın yukarıda belirtilen Asliye Hukuk Mahkemesi kararının kesinleştiği 17/7/2012 tarihinden itibaren otuz gün içinde açılmadığı gerekçesiyle 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 9. ve 15. maddeleri uyarınca davayı süre aşımı gerekçesiyle reddetmiştir.

14. Kararı temyizen inceleyen Danıştay Onbeşinci Dairesi ise 20/2/2014 tarihli ve E.2013/8756, K.2014/1025 sayılı kararıyla 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesine göre idari eylemler için öngörülen bir yılık süre içinde idareye başvuru yapılmadığı ve görevsiz yargı yerinde açılan davanın da bir yıllık süre içinde açılmadığı gerekçeleriyle anılan kararı onamıştır. Danıştay Dairesinin gerekçeli onama kararı 22/10/2014 tarihinde tebliğ edilmiş ve karar düzeltme yoluna gidilmeyerek karar kesinleşmiştir.

15. Başvurucu 21/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV.İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

16. Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrası şöyledir:

“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.”

17. 2577 sayılı Kanun’un "Görevli olmayan yerlere başvurma" kenar başlıklı 9. maddesi şöyledir:

"1. Çözümlenmesi Danıştayın, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girdiği halde, adli ve askeri yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabilir. Görevsiz yargı merciine başvurma tarihi, Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edilir.

2. Adli veya askeri yargı yerlerine açılan ve görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra birinci fıkrada yazılı otuz günlük süre geçirilmiş olsa dahi, idari dava açılması için öngörülen süre henüz dolmamış ise bu süre içinde idari dava açılabilir."

18. Aynı Kanun'un "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"1. İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.

2. Görevli olmayan adli ve askeri yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz."

19. Aynı Kanun'un “Dilekçeler üzerine ilk inceleme” kenar başlıklı 14. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Dilekçeler, ...:

a) Görev ve yetki,

b) İdari merci tecavüzü,

c) Ehliyet,

d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir islem olup olmadığı,

e) Süre aşımı,

...

yönlerinden sırasıyla incelenir."

20. Aynı Kanun’un “İlk inceleme üzerine verilecek kararlar” kenar başlıklı 15. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

“Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;

a) ...

b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,

...

Karar verilir..”

B. Uluslararası Hukuk

21. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme/AİHS) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir...

22. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ifade edilen hakkın kurucu unsurlarından birinin mahkemeye erişim hakkı olduğunu belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36). Mahkemeye erişim hakkı, Sözleşme'nin 6. maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olup (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07, 16/6/2009, § 52) bu kapsamda (1) numaralı fıkra, herkesin kişisel hakları ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya bir yargı yeri önüne çıkarma hakkını güvence altına alır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).

23. Mahkemeye erişim hakkı, niteliği gereği devlet tarafından düzenleme yapılmayı gerektirdiğinden mutlak bir hak olmayıp sınırlamalara tabidir. AİHM'e göre bu hak, Sözleşme'nin tanımlamaksızın kabul ettiği bir hak olduğundan bir hakkın kapsamını belirleyen (çerçevesini çizen) sınırlardan başka sınırlamalara da tabi olabilir. Ancak hiçbir durumda bu sınırlamalar hakkın özünü zedelememelidir (Golder/Birleşik Krallık, § 38).

24. Ayrıca bu sınırlama, meşru bir amaç izlemeli ve kullanılan araçlarla gerçekleştirilmek istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunmalıdır; aksi takdirde sınırlama 6. maddenin (1) numaralı fıkrasıyla bağdaşmaz (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78,28/5/1985, § 57).

25. Temyize başvurma, dava açma gibi usul kurallarına ilişkin kanunlarda birtakım süreler öngörülmesi, hukuksal güvenlik ilkesi ve mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan ve eksik olan kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet etmektedir (Stubbings ve digerleri/Birleşik Kralık, B. No: 22083/93, 22/10/1996, § 51).

26. Süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları birden fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise mahkemeye erişim hakkı kapsamında o yorumlardan birinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek şekilde katı bir şekilde kullanılmaması veya söz konusu koşulların katı bir uygulamaya tabi olmaması gerekir (Beles/Çek Cumhuriyeti, B. No: 47273/99, 12/11/2002, § 51).

27. Dava açma hakkını kullanmak yasal birtakım şartlara bağlansa da mahkemelerin usul kurallarını uygularken hem yargılamanın adil olmasına halel getirecek aşırı şekilcilikten ve hem de yasalar tarafından konulan usul kurallarını ortadan kaldırma sonucunu doğuracak aşırı esneklikten kaçınmaları gerekir (Walchli/Fransa, No. 35787/03, 26/7/2007, § 29). Yapılan düzenlemeler, hukuk güvenliği ilkesi ve adaletin iyi bir şekilde tecelli etmesi amaçlarına hizmet etmediği ve dava açmak isteyen kişinin önünde davasının esasını yetkili ve görevli mahkeme önünde inceletmek bakımından bir engel oluşturduğu durumlarda mahkemeye erişim hakkı ihlâl edilmiş olur (Efstathiou ve diğerleri/Yunanistan, No. 36998/02, 27/7/2006,§ 24).

28. Bir tazminat davasının kusur veya ihmale dayandırıldığı hâllerde, başvurucu söz konusu kusur veya ihmali oluşturan olaydan haberi olduğu ya da haberi olması gerektiği tarihten itibaren dava açma hakkına sahip olmaktadır (Miragall Escolano ve diğerleri/İspanya, No. 38366/97, 38688/97, 40777/98, 40843/98, 41015/98, 41400/98, 41446/98, 41484/98, 41487/98 ve 41509/98, § 37, AİHM 2000-I ve Canete de Goni/İspanya, No. 55782/00, § 40, AİHM 2002-VIII). Bu kapsamda tazminat davasının ileri sürülen bir kusur veya ihmale dayandığı durumlarda, başvurucunun yalnızca bu kusur veya ihmalin sonuçlarından haberdar olduğu veya haberdar olması gerektiği andan itibaren yani haklarının ihlal edildiğiyle ilgili belge ya da karardan haberdar olduğu tarihten itibaren dava açma süresi işleyebilecektir (Yeşilkaya/Türkiye (k.k.), B. No: 47157/10, 26/5/2015,§ 39).

29. AİHM; Eşim/Türkiye (B. No: 59601/09, 17/9/2013) kararında, süre aşımı nedeniyle davası reddedilen başvuranın mahkemeye erişim hakkının engellenip engellenmediği hususunu değerlendirmiştir. Söz konusu olayda başvurucu, askerlik hizmetini yerine getirirken 25/9/1990 tarihinde yaşanan bir çatışmada yaralanmış, tedavisi uzunca bir süre devam etmiş ve sonunda başvurucunun 1992 yılında askerlikle ilişiği kesilmiştir. Başvurucu sonraki yıllarda sürekli baş ağrısından ve baş dönmesinden yakınmış, 2004 yılında başında belirlenemeyen metal bir cismin olduğu tespit edilmiş, 2007 yılında GATA'daki muayenesinde başvurucunun başında mermi olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu 19/9/2007 tarihinde tazminat almak amacıyla idareye başvurmuş ancak bu talebi reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucunun idare aleyhine maddi ve manevi tazminat istemiyle açtığı davada AYİM söz konusu olayın yaşandığı tarihten itibaren beş yıl içinde dava açılmadığı gerekçesiyle davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir.

30. AİHM anılan kararında, davanın temelinde yer alan konunun aslen beş yıllık süre sınırını başvurucunun yaralandığı tarihten itibaren hesaplayan yerel Mahkeme kararındaki gerekçelendirme olduğunu ifade etmiş; başvurucunun 25/9/1995 tarihinde kafatasındaki mermiden haberdar olmaması tartışma konusu olmadığından kendisinden beş yıl içinde tazminat davası açmasının beklenmesinin makul olarak değerlendirilemeyeceğine, Mahkemenin nazarında şahsi yaralanmayla ilgili tazminat davalarında dava açma hakkının, tarafların uğradığı zararı gerçekte değerlendirebildiğinde kullanılması gerektiğine hükmetmiş ve AYİM’in süre sınırı hakkındaki katı yorumunun, davanın esasının tam olarak incelenmesine engel olması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Eşim/Türkiye, §§ 23, 25, 26).

31. Öte yandan AİHM Rodoplu/Türkiye (B. No: 41665/02, 23/1/2007) kararında, hastanede yapılan ameliyat sonrasında bir gözünü kaybeden başvurucunun açtığı tam yargı davasının süre aşımı yönünden reddedilmesine ilişkin başvuruyu mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelemiştir. Olayda 24/4/1994 ve 28/4/1994 tarihlerinde başvurucu kamu üniversitesi hastanesinde iki göz ameliyatı olmuş ve bunların sonucunda başvurucunun bir gözü işlevini kaybetmiştir. Ameliyatı gerçekleştiren doktorlar 9/6/1994 tarihinde başvurucunun bir gözünün bir daha eski hâline dönmeyeceğini bildirmişlerdir. Başvurucu, dikkatsizlik ve görevi ihmal iddiasıyla 22/6/1994 tarihinde söz konusu cerrahi müdahaleleri gerçekleştiren doktorlar hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Savcılık soruşturma izni için üniversiteye başvurmuş ve üniversite yönetimince yaptırılan idari soruşturma sonucunda 10/1/1995 tarihinde düzenlenen raporla; tartışmalı cerrahi müdahalelerden sorumlu doktorların mesleki sorumlulukları itibarıyla herhangi bir kusur işlemedikleri ve söz konusu olaylar sebebiyle soruşturma açılmasına gerek bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Başvurucu,10/9/1995 tarihinde uğradığı zararın tazmini talebiyle üniversiteye müracaatta bulunmuştur. Tazminat talebinin 18/9/1995 tarihinde reddi üzerine başvurucu 13/10/1995 tarihinde İdari Mahkemede tam yargı davası açmıştır. İdare Mahkemesi başvurucunun görme kaybının kalıcı nitelikte olduğunun kendisine bildirildiği tarih olan 9/6/1994 tarihinden itibaren bir yıl içinde başvuruda bulunmuş olması gerektiği gerekçesiyle davayı reddetmiş ve karar Danıştay tarafından onanmıştır.

32. AİHM, olayda başvurucunun öngörülen usul kurallarına uygun hareket etmesine mani olacak herhangi bir durum tespit edemediğini, başvurucunun her durumda belirtilen kanuni süreler içinde başvuruda bulunabilme imkânına sahip olduğunu belirterek başvurunun bu kısmının mahkemeye erişim hakkını ihlal etmediğinden kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

33. Mahkemenin 5/7/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

34. Başvurucu adli yardım talebinde bulunmuş ve buna ilişkin belgelerini eklemiştir.

35. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

36. Başvurucu; kamunun kendisine verdiği zararla yaşamaya mahkûm edildiğini, açtığı tazminat davasının görev, husumet, süre gibi usul gerekçeleriyle reddedilip kendi kaderine terkedildiğini belirterek Anayasa'nın 17., 30. ve 40. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca idari yargıda otuz gün içinde dava açması gerektiğine dair adli yargı kararında bir bilginin bulunmadığını, görevli yargı yeri konusundaki belirsizliğin ve bu konudaki katı yorumun mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüş, yargılamanın yenilenmesine, maddi ve manevi tazminata hükmedilmesine karar verilmesini istemiştir.

2. Değerlendirme

37. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.

38. Başvurucunun şikâyetlerinin özünün, tam yargı davasının esasının derece mahkemelerince incelenmemesine ilişkin olmasından dolayı iddia, adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer alan mahkemeye erişim hakkı yönünden incelenmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı ve Hakkın Kapsamı

40. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.

41. Anayasa'nın 36. maddesine 2001 yılı değişiklikleriyle eklenen "adil yargılanma" ibaresine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Bu sözleşmelerden AİHS ile AİHS'i yorumlayan AİHM içtihadındaki adil yargılanma hakkı güvencelerinden birini mahkemeye erişim hakkı oluşturmaktadır (bkz. § 22).

42. Anayasa Mahkemesi içtihadına göre de bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelen mahkemeye erişim hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biridir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

43. Başvurucunun açtığı davada İdare Mahkemesi, davanın adli yargı kararının kesinleşmesinden sonra otuz gün içinde açılmadığı gerekçesiyle 2577 sayılı Kanun'un 9. maddesine göre davayı reddetmiş iken kararı temyizen inceleyen Danıştay Dairesi ise davanın idari eylemler için öngörülen bir yılık süre içinde açılmadığı gerekçesiyle 2577sayılı Kanun'un 13. maddesine göre davanın reddi gerektiği nedeniyle anılan ret kararını onamıştır. Başvurucu her ne kadar bireysel başvurusunda İdare Mahkemesinin gerekçesinde yer alan otuz günlük süreye ilişkin iddialar ileri sürmüş ise de olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına müdahale oluşturan karar nihai nitelikteki Danıştay Onbeşinci Dairesinin gerekçeli onama kararıdır. Dolayısıyla başvuruda incelenecek karar da Daire kararı ve gerekçesi olacaktır.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

44. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

45. Adil yargılanma hakkının görünümlerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı, mutlak bir hak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması mümkündür. Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekmektedir (Murat Kara ve diğerleri, B. No: 2014/6042, 9/3/2017, § 59).

46. Müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma (meşru amaç), ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

47. Aksi takdirde yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 36. maddesini ihlal eder.

(1)Kanunilik

48. Başvuruya konu olayda, Danıştay Onbeşinci Dairesinin, 2577 sayılı Kanun’un 13. ve 15. maddelerine göre süre aşımı gerekçesiyle davanın reddine karar verdiği anlaşılmaktadır. Danıştay Dairesinin bu hükümlere göre verdiği kararla yapılan müdahalenin kanun tarafından öngörülme ölçütünü karşıladığı açıktır.

(2) Meşru Amaç

49. Anayasa'nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (AYM, E.2014/112, K.2014/203, 25/12/2014).

50. Diğer taraftan hukuki güvenlik ve hukuki istikrar ilkeleri Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerindendir. Bu ilkelerin sağlanması amacıyla adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan mahkemeye erişim hakkına sınırlama getirilebilir. Bu çerçevede idari işlem ve eylemlerin sürekli bir biçimde dava açılma tehdidi altında kalmasını engellemek, kamu hizmetinin hızlı ve etkin biçimde yürütülmesini sağlamak amacıylahukuki istikrar ve hukuki güvenlik ilkeleri gereği idari davaların açılmasının belli sürelerle sınırlandırıldığını söylemek mümkündür.

51. Bunun yanında dava ya da hukuki işlemler için tanınan süreler, mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet eder (AYM, E.2014/92, K.2016/6, 28/1/2016, § 17).

52. Bir başka ifadeyle süre gibi usul kuralları, adaletin iyi yönetimini ve bilhassa hukuki güvenlik ve istikrara saygının temin edilmesini amaçlar.

53. Bu açıklamalar çerçevesinde idari işlem ve eylemlere karşı başvurularda süre koşulunun öngörülmesi meşru amaçlara sahiptir.

(3) Ölçülülük

54. Danıştay Dairesinin, kusurlu tıbbi müdahale iddiasıyla açılan tam yargı davasında dava açma süresini "tıbbi müdahalenin yapıldığı" tarihten başlatarak davayı süre aşımı gerekçesiyle reddetmesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişimine getirilen sınırlamanın ölçülü olup olmadığı hususunun değerlendirilmesi gerekir.

(a) Genel İlkeler

55. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin, somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).

56. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi uyarınca anılan sınırlamaların mahkemeye erişimi imkânsız hâle getirmemesi ya da aşırı derecede zorlaştırmaması gerekir.

57. Mahkemelerin usul kurallarını uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine zarar verecek kadar katı şekilcilikten öte yandan kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı esneklikten kaçınmaları gerekir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65).

58. Bu bağlamda kişilerin idari eyleme ilişkin tam yargı davası açma hakkını, idari eylem nedeniyle bir zarara uğramış olduğunu ve uğradığı zararın hangi sebep veya sebeplerden kaynaklandığını gerçekte değerlendirebildiğinde kullanabilmesi gerekir.

59. Öte yandan bireysel başvuru yolunun ikincillik niteliği gereği ilgili mevzuatı yorumlamak derece mahkemelerinin görevi olup Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda incelediği husus derece mahkemelerinin gerekçelerine esas yorumun ölçülü olup olmadığı ve buna göre Anayasa'da güvence altına temel hak ve özgürlükleri ihlal edip etmediğidir. Bu kapsamda dava açma sürelerinin hangi tarihte başlayacağını belirlemek Anayasa Mahkemesinin görevi olmayıp Anayasa Mahkemesi, dava açma sürelerinin başlatıldığı tarihle ilgili derece mahkemelerinin yorumlarının Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkını ihlal edip etmediğini incelemektedir.

(b)İlkelerin Olaya Uygulanması

60. Başvuruya konu olayda, başvurucu 24/8/2000 tarihinde yapılan tıbbi müdahalenin hatalı olduğu iddiasıyla zarara uğradığından bahisle tazminata karar verilmesi istemiyle ameliyatı yapan doktorlar aleyhine 9/6/2005 tarihinde yargı mercilerine başvuruda bulunmuştur. Danıştay kararında ise idari eylemler için öngörülen bir yılık süre içinde idareye başvuru yapılmadığı ve görevsiz yargı yerinde açılan davanın da bir yıllık süre içinde açılmadığı gerekçesine yer verilmiştir. Açılan tam yargı davasında Danıştay idari eylemlere ilişkin 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesindeki bir yıllık süreyi başvurucunun ameliyat edildiği tarihten başlatmıştır.

61. Başvurucu, anılan ameliyat nedeniyle zarara uğradığını ileri sürmekle birlikte bu zararın bir yıllık dava açma süresinden sonra ortaya çıktığına veya bu zararı yeni öğrendiğine, dolayısıyla davasının süresinde olduğuna dair gerek Derece Mahkemelerindeki yargılama aşamalarında gerekse bireysel başvuru aşamasında herhangi bir hususu ileri sürmemiştir. Başvurucu, anılan ameliyat nedeniyle zarara uğrayıp uğramadığını değerlendirebilmesi için bir yıllık sürenin yeterli olmadığını da iddia etmemiştir.

62. Olayda, öngörülen kanuni süreler içinde başvuruda bulunabilme imkânına sahip olan başvurucu söz konusu kurallara uygun hareket etmesine engel olacak herhangi bir durum ileri sürmediği gibi Anayasa Mahkemesi tarafından da resen böyle bir durum tespit edilememiştir. Tüm bu açıklamalar ışığında Danıştay Dairesinin tıbbi müdahale tarihini dava açma süresinin başlangıcı olarak değerlendirip bu gerekçeyle davanın süre aşımı yönünden reddine dair kararı onamasının, başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik katı bir yorum olmadığı ve bu yorumun başvurucunun mahkemeye erişim hakkını aşırı derecede güçleştirmediği sonucuna varılmıştır.

63. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

C. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

64. Başvurucu, davasının dokuz yıl sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

65. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

66. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih, sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).

67. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

68. Başvurucunun adli yargı kolunda açtığı davada Asliye Hukuk Mahkemesinin ilk anda davanın reddine karar vermeyip altı yıl sonra davanın esastan reddine karar verdiği dikkate alındığında adli yargı kolunda geçen -Yargıtay ve bozma sonrası aşamalarıyla birlikte- yaklaşık yedi yıllık sürenin tek başına başvurucunun hatalı tutumundan kaynaklanmadığı ve her iki yargı kolunda 24/8/2000 tarihinde yapılan ameliyata ilişkin tazminat talep edildiğinden sürenin bir bütün olarak dikkate alınması gerektiği değerlendirilmiştir.

69. Başvurunun değerlendirilmesi sonucunda başvuruya konu davanın; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler özellikle adli yargı mercilerince Adli Tıp Kurumuna yaptırılan bilirkişi incelemeleri dikkate alındığında davanın çözümünün belli bir süreyi gerektirdiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte adli yargıda geçen yaklaşık yedi yıllık sürenin somut olayın koşullarında makul olduğuda söylenemez. Dolayısıyla somut başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektirecek bir durum bulunmadığı ve 9/6/2005 tarihinde davanın açılmasıyla başlayan ve 20/2/2014 tarihinde onama kararıyla sona eren 8 yıl 7 ay 11 günlük yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varılmıştır.

70. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

71. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

72. Başvurucu, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuş ve yargılamanın yenilenmesine karar verilmesini istemiştir.

73. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

74. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmesi nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 9.600 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

75. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığından başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. 1. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Adil yargılanma hakkı kapsamında makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. 1. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Başvurucuya net 9.600 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Danıştay Onbeşinci Daire Başkanlığına gönderilmesine,

H. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara 14. İdare Mahkemesine gönderilmesine,

İ. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,

J. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca, tahsil edilmesi mağduriyetine neden olacağından başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA 5/7/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.