2014/19140

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

İRFAN ÖZTEKİN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/19140)

 

Karar Tarihi: 5/12/2017

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucu

:

İrfan ÖZTEKİN

Vekili

:

Av. Aladdin İRAZ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ilköğretim okulunun ek bina inşaatı sırasında konuta zarar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 27/11/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Başvuruya Konu Uyuşmazlığın Arka Planı

8. Batman ili Kozluk ilçesine bağlı Yukarı Güneşli Mahallesi'nde bulunan 216 ada 9 parsel sayılı taşınmaz tapuda "kârgir ev ve avlusu" vasfıyla başvurucu adına kayıtlıdır. Bu taşınmaz üzerinde başvurucu tarafından yaptırılmış tütün ambarı, tandır, hayvan barınağı ve konuttan oluşan bir yapı bulunmaktadır. Yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesi alınmadan kullanılan bu yapı için 1/1/1983 tarihinde elektrik aboneliği ihdas edilmiş olup Kozluk Belediyesi (Belediye) tarafından su aboneliği de tesis edilmiştir. Ayrıca taşınmaz üzerinde on beş yaşlarında otuz beş adet çeşitli meyve ağacı da bulunmaktadır.

9. Batman ili Kozluk ilçesi Yatılı Bölge İlköğretim Okulu ek bina inşaatının temel kazısı sırasında 1/7/2005 tarihinde heyelan (toprak kayması) meydana gelmiştir. Bu toprak kayması sonucu kara yolu, yolun üstünde yer alan konutlar ve içme suyu şebekesi olumsuz etkilenmiş; başvurucunun taşınmazı üzerindeki bina da ağır hasar görmüş ve bütünüyle kullanılamaz hâle gelmiştir.

10. Heyelanın meydana geldiği mahalde yapılan inceleme sonucu Bayındırlık ve İskân Müdürü, Devlet Su İşleri Şube Müdürü, Karayolları 9. Bölge Müdürü, Kozluk Belediye Başkanı, Millî Eğitim Müdürü ve jeoloji mühendisleri tarafından 4/7/2005 tarihli bir tutanak düzenlenmiştir. Bu tutanakta; okul inşaatının temeli açıldıktan sonra zeminde hareketlilik meydana geldiği, bu hareketlilik sonucu yol ve yolun üstündeki üç evde kayma ve çatlaklar oluştuğu ifade edilmiştir.

11. Karayolları Bölge Müdürlüğünce Belediye Başkanlığına gönderilen 18/7/2005 tarihli yazıda, Bayındırlık Batman İl Müdürlüğünce yaptırılan yatılı bölge okulu temel kazısının kontrolsüz olarak yapılması sonucu yolda göçmeler şeklinde heyelan olduğu ve yol üstünde bulunan evlerde büyük oranda çatlaklar meydana geldiğinin tespit edildiği belirtilmiştir.

12. Başvurucu, zararının tespiti istemiyle Kozluk Sulh Hukuk Mahkemesinden delil tespiti talebinde bulunmuştur. Mahkeme 1/8/2005 tarihinde taşınmazın başında inşaat, jeoloji ve ziraat mühendislerinden oluşturulan bir bilirkişi kurulu ile birlikte keşif yapmıştır. İnşaat ve jeoloji uzmanı teknik bilirkişilerin hazırladığı raporda; başvurucunun taşınmazındaki yapıda heyelan ve yamaç hareketleri nedeniyle çatlaklar oluştuğu ve yapının tamamen kullanılamaz durumda olduğu, heyelan ve yamaç hareketliliğine ise yatılı bölge okulu inşaatının sebep olduğu belirtilmiştir. Raporda, zarar gören binanın değerinin 44.000 TL olduğu açıklanmıştır. Ziraat uzmanı teknik bilirkişinin raporunda ise taşınmaz üzerindeki meyve ağaçlarının henüz zarar görmediği ancak heyelanın devam ettiği, heyelan tehlikesi altındaki meyve ağaçlarının değerinin ise 4.018 TL olduğu belirtilmiştir.

B. Ceza Davası Süreci

13. Olay ile ilgili olarak Kozluk Cumhuriyet Başsavcılığınca ceza soruşturması başlatılmış ve yürütülen soruşturma neticesinde taksirle bina çökmesine ve toprak kaymasına sebep olma suçundan Ç.K. ve S.İ.nin cezalandırılmaları istemiyle iddianame düzenlenmiştir. İddianamenin kabulüyle Kozluk Sulh Ceza Mahkemesinde görülen yargılama sırasında istinabe yoluyla inşaat, jeoloji ve hukuk alanlarında uzman üç kişilik bilirkişi heyetinden rapor alınmıştır. Bilirkişi Kurulunun 13/9/2007 tarihli raporunda; inşaatın zemin durumunun zemin etüt raporunda belirtilmesine rağmen yüklenici tarafından temel derin kazı hafriyatı yapılırken gerekli önlemlerin alınmadığı, bu hasardan yüklenici firma, Belediye ve idarenin sorumlu olduğu belirtilmiştir.

14. Mahkeme 3/5/2011 tarihinde sanıkların beraatine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; sanık Ç.K. yönünden suçun işlendiğinin sabit olmaması, sanık S.İ. yönünden ise taksire dayanan bir kusurun bulunmadığı belirtilmiştir.

15. Başvurucunun da aralarında olduğu katılan vekili tarafından hüküm temyiz edilmiştir. Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 19/11/2012 tarihli ilamıyla, eksik araştırmaya dayalı olarak verildiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

16. Bozma ilamına uyan Mahkeme, yeniden bilirkişi raporu almış ve bu raporu hükme esas alarak sanıkların atılı suçu işledikleri sonucuna varmış, 16/4/2013 tarihinde sanıklar hakkında verilen mahkûmiyet hükümlerinin açıklanmalarının geri bırakılmasına karar vermiştir. Karar, itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir.

C. Tam Yargı Davası Süreci

17. Başvurucu, 17/10/2005 tarihinde Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı aleyhine Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde, okul inşaatı sırasında taşınmaz üzerindeki konut ve bahçeye zarar verildiği belirtilerek 49.018 TL tutarındaki maddi zararın tazmin edilmesi talep edilmiştir. Başvurucu ayrıca evin oturulamaz durumda olması nedeniyle 1.000 TL kira bedelinin tazmini talebinde de bulunmuştur.

18. Mahkemenin husumette yanılgı olduğu yönündeki ara kararı sonrası Batman Valiliği ve Belediye davaya dâhil edilerek yargılamaya devam olunmuştur.

19. Mahkeme 29/6/2009 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüyle delil tespiti dosyasında ziraî zarar (Taşınmaz üzerindeki ağaç ve ziraî ürünler yönünden) olarak tespit edilen 4.018,32 TL tutarındaki tazminatın idareye başvuru tarihi olan 16/9/2005 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalı Batman Valiliğinden alınarak davacıya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme, diğer tazminat istemleri ile Belediye aleyhine açılan davanın ise reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, zarar gören konuta ait yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesinin bulunmadığı tespitine yer verilmiştir. Mahkemeye göre kanuna aykırı olan inşa edilen ve yıktırılması gereken başvurucuya ait evde okul inşaatı çalışmaları sırasında meydana gelen toprak kayması sonucu doğan zararın tazminine olanak bulunmamaktadır. Mahkeme, olay nedeniyle başvurucunun zirai ürünlerindeki zararın ise okul yapım faaliyetini yürüten Valilikçe karşılanması gerektiğini belirtmiş, bu kısım yönünden davanın kabulü gerektiği sonucuna varmıştır. Kararın karşı oy yazısında; zarara uğrayan yapının başvurucuya ait olduğu, elektrik ve su aboneliklerinin bulunduğu ve senelerce başvurucu ile ailesi tarafından kullanıldığı belirtilmiştir. Bu yazıda ayrıca yapının her zaman ruhsata bağlanabilmesinin mümkün olduğuna dikkat çekilmiş, zararın bütünüyle başvurucuya yükletilmesinin hakkaniyetli olmadığı ifade edilmiştir.

20. Başvurucu kararı temyiz etmiş, Danıştay Onuncu Dairesinin 4/4/2013 tarihli ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Karşıoy yazısında, başvurucunun maliki olduğu taşınmazda yapı ruhsatı ile yapı kullanma izin belgesi bulunmamakla birlikte her türlü belediye hizmetlerinden faydalandığı belirtilmiş; ayrıca davalı idarenin hizmet kusuru ve başvurucunun iskân ruhsatı bulunmayan binada oturması nedeniyle oluşan kusur durumunun birlikte değerlendirilmek suretiyle karar verilmesi gerektiği görüşü açıklanmıştır.

21. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 26/6/2014 tarihli ilamıyla yine oyçokluğuyla reddedilmiştir.

22. Nihai karar başvurucu vekiline 1/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

23. Başvurucu 27/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

24. 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun "Yapı ruhsatiyesi" kenar başlıklı 21. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Bu Kanunun kapsamına giren bütün yapılar için 26 ncı maddede belirtilen istisna dışında belediye veya valiliklerden yapı ruhsatiyesi alınması mecburidir.”

25. 3194 sayılı Kanun’un "Ruhsat alma şartları" kenar başlıklı 22. maddesi şöyledir:

“Yapı ruhsatiyesi almak için belediye, valilik bürolarına yapı sahipleri veya kanuni vekillerince dilekçe ile müracaat edilir. Dilekçeye sadece tapu (istisnai hallerde tapu senedi yerine geçecek belge), mimari proje, statik proje, elektrik ve tesisat projeleri, resim ve hesapları, röperli veya yoksa, ebatlı kroki eklenmesi gereklidir.

Belediyeler veya valiliklerce ruhsat ve ekleri incelenerek eksik ve yanlış bulunmuyorsa müracaat tarihinden itibaren en geç otuz gün içinde yapı ruhsatiyesi verilir.

Eksik veya yanlış olduğu takdirde; müracaat tarihinden itibaren onbeş gün içinde müracaatçıya ilgili bütün eksik ve yanlışları yazı ile bildirilir. Eksik ve yanlışlar giderildikten sonra yapılacak müracaattan itibaren en geç onbeş gün içinde yapı ruhsatiyesi verilir.”

26. 3194 sayılı Kanun’un "Yapı kullanma izni" kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:

“Yapı tamamen bittiği takdirde tamamının, kısmen kullanılması mümkün kısımları tamamlandığı takdirde bu kısımlarının kullanılabilmesi için inşaat ruhsatını veren belediye, valilik bürolarından; 27 nci maddeye göre ruhsata tabi olmayan yapıların tamamen veya kısmen kullanılabilmesi için ise ilgili belediye ve valilikten izin alınması mecburidir. Mal sahibinin müracaatı üzerine, yapının ruhsat ve eklerine uygun olduğu ve kullanılmasında fen bakımından mahzur görülmediğinin tespiti gerekir.

Belediyeler, valilikler mal sahiplerinin müracaatlarını en geç otuz gün içinde neticelendirmek mecburiyetindedir. Aksi halde bu müddetin sonunda yapının tamamının veya biten kısmının kullanılmasına izin verilmiş sayılır.

Bu maddeye göre verilen izin yapı sahibini kanuna, ruhsat ve eklerine riayetsizlikten doğacak mesuliyetten kurtarmayacağı gibi her türlü vergi, resim ve harç ödeme mükellefiyetinden de kurtarmaz.”

27. 3194 sayılı Kanun’un "Kullanma izni alınmamış yapılar" kenar başlıklı 31. maddesi şöyledir:

“İnşaatın bitme günü, kullanma izninin verildiği tarihtir. Kullanma izni verilmeyen ve alınmayan yapılarda izin alınıncaya kadar elektrik, su ve kanalizasyon hizmetlerinden ve tesislerinden faydalandırılmazlar. Ancak, kullanma izni alan bağımsız bölümler bu hizmetlerden istifade ettirilir.”

28. 3194 sayılı Kanun’un "Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapılar" kenar başlıklı 32. maddesi şöyledir:

“Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.

Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshasıda muhtara bırakılır.

Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.

Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.

Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.”

B. Uluslararası Hukuk

29. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda, mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak “özerk bir yorum” esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010, § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129).

30. AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin anlamı kapsamında bir "mülk" ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir "meşru beklenti" de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004,§ 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için bkz. Pine Valley Developments Ltd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31).

31. Öneryıldız/Türkiye kararına konu olayda, Ümraniye çöplüğünde meydana gelen metan gazı patlaması sonucu gerçekleşen toprak kayması dolayısıyla başvurucuya ait gecekondu zarar görmüştür. AİHM, başvurucunun konutunun bulunduğu taşınmazın Hazineye ait olduğunu ve bir gün bu taşınmazı devralma beklentisinin mülk teşkil etmediğini kabul etmiştir. Ancak AİHM, 1988 yılında ruhsatsız olarak inşa edilmesinden 1993 yılında meydana gelen kazaya kadar belediye makamlarınca anılan taşınmazda bulunan gecekondunun yıktırılmadığına dikkat çekmiştir. Kararda, yetkili makamların başvurucu ve yakın akrabalarının bu evde, oluşturdukları toplum ve aile çevresinde hiç rahatsız edilmeden yaşamasına izin verildiği, üstelik başvurucudan emlak vergisi alındığı ve ücret karşılığında kamu hizmetlerinden yararlanmalarının sağlandığı belirtilmiştir. AİHM bu sebeple yetkili makamların başvurucu ve akrabalarının, meskenleri ve taşınır mallarında mülkiyet hakkına ilişkin bir menfaate (proprietary interest) sahip olduğunun fiilî (de facto) olarak kabul edildiği tespitinde bulunmuştur. AİHM, imar uygulamaları bakımından belirli bir takdir yetkisi olduğunu, ancak bu takdir hakkının zamanında, uygun ve hepsinden önemlisi tutarlı bir şekilde harekete geçme yükümlülüğünü sona erdirmeyeceğini belirtmiştir. AİHM'e göre somut olayda bu yükümlülüğe uyulmadığı gibi kaçak yapıları engellemeye yönelik kanunların uygulanmasında oluşturulan belirsizliğin, başvurucunun meskenine ilişkin durumun bir gece içerisinde değişebileceğini sanmasına neden olması mümkün değildir. AİHM, başvurucunun meskenine yönelik mülkiyet hakkına ilişkin menfaatinin, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin ilk cümlesi çerçevesinde önemli bir menfaat ve dolayısıyla bir "mülk" oluşturduğu sonucuna varmıştır (Öneryıldız/Türkiye, §§ 124-129).

32. Öneryıldız/Türkiye kararında başvuru, mülkiyetten barışçıl yararlanmaya ilişkin birinci kural ve mülkiyet hakkına ilişkin devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde incelenmiştir. AİHM, somut olayda olguların ve ilgili mevzuatın karmaşık olduğunu tespit etmiş ve başvurucunun da devletin yaptığı bir şey nedeniyle değil hiçbir şey yapmaması nedeniyle şikâyetçi olduğunu vurgulamıştır (Öneryıldız/Türkiye, §§ 133, 134). AİHM bu sebeple somut olayda bir müdahalenin söz konusu olmadığı ancak devletin başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki menfaatini korumak için üzerine düşen pozitif yükümlülükleri yerine getirmesi gerektiğini belirtmiştir. AİHM netice olarak başvurucunun konutunun yıkılmasının önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınmadığı kanaatiyle mülkiyet hakkının ihlaline karar verilmiştir(Öneryıldız/Türkiye, §§ 133-138).

33. Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye (B. No: 22035/10, 15/11/2016) kararına konu olay, 1997 yılında yaptırılan başvuruculara ait konutun bir okul inşaatı sırasında zarar görmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bu olayda derece mahkemeleri konutun ruhsatsız olduğu gerekçesiyle tazminat taleplerini reddetmişlerdir.Öneryıldız/Türkiye kararına atıfla, ruhsatsız olarak yapılmış olsa da kamu makamlarınca bu yapının yıktırılmadığı veya yıkımı yönünde bir işleme de girişilmediğine dikkat çekilerek, tapuya tescil edilen konut yönünden başvurucuların Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin birinci paragrafında ifade edilen anlamda mülk teşkil edebilecek menfaatlerinin olduğu belirtilmiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 40-47). AİHM başvuruyu genel ilke niteliğindeki mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına ilişkin birinci kural çerçevesinde incelemiş (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 52, 55), müdahalenin kanuni dayanağının çevreyi korumak yönünde bir meşru amacı içerdiğini kabul etmiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 68-69). Ancak AİHM'e göre somut olayın koşullarında oluşan maddi zarara rağmen başvurucuların tazminat taleplerinin reddedilmesi, başvurucuların mülkiyet hakkı kapsamındaki menfaatleri ile kamunun yararı arasındaki adil dengeyi bozmuş ve başvuruculara aşırı ve olağandışı bir külfet yüklenmesine yol açmıştır. AİHM bu gerekçelerle başvurucuların mülkiyet haklarının ihlaline karar vermiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 70-71).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

34. Mahkemenin 5/12/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

35. Başvurucu mülkiyeti kendisine ait olan taşınmazın tapu kaydında konutunun da tescil edilmiş olduğunu, ayrıca imar planında öncesinde bu taşınmazın konut alanında kaldığını, dolayısıyla konutunun ruhsata bağlanabilecek yapılardan olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, Kozluk ilçesinde imar ve şehircilik açısından kamusal hiçbir uygulama yapılmadığını ve bu ilçedeki yapıların %99'unun yapı ruhsatının mevcut olmadığını ifade etmiştir. Başvurucu, yapının zarar görmesi durumunda ruhsatsız dahi olsa oluşan zararın kusuru olan idare tarafından tazmin edilmemesinin AİHM kararlarına aykırılık teşkil ettiğini vurgulamıştır. Başvurucu, ruhsatsız olsa da taşınmazı üzerindeki yapıya elektrik ve su bağlandığını, belediye hizmetlerinden yararlandığını ve idare tarafından yürütülen kontrolsüz temel kazı faaliyeti nedeniyle evinin zarar gördüğüne dikkat çekmiştir. Başvurucu bütün bunlara rağmen meydana gelen zararın tamamına katlanmasının beklenilmesinin idarenin yürüttüğü hizmetlerden sorumlu olması gerektiği kuralına aykırılık teşkil ettiğini belirtmiş ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

36. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

i. Genel İlkeler

38. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, §§ 49-54). Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda, mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikri hakların yanı sıra, icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

39. Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı; mevcut mal, mülk ve ekonomik değerleri koruyan bir temel haktır. Kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun mülkiyet kavramı içinde değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, § 36).

40. Kamu malı niteliğindeki taşınmazlar (arazi) üzerinde şehir planlaması ile ilgili düzenlemelere aykırı olarak inşa edilen yapıların kullanılmasından kaynaklanan ekonomik menfaatin bazı durumlarda Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında mülk teşkil etmesi mümkündür. Bu bakımdan şehir planlaması ile ilgili düzenlemelere aykırı şekilde inşa edilmiş olması sebebiyle idari makamlarca her an yıkımı mümkün bulunmasına rağmen bu yönde bir girişimde bulunulmaması ve önlem alınmaması, uzunca bir süre bu duruma sessiz kalınması ve esasen yapı sebebiyle vergi tahsil etmek veya yapının kamu hizmetlerinden yararlandırılması suretiyle bu alanlarda sosyal ortam ve aile ortamının oluşturulmasına izin verilmesi hâlinde inşa edilen yapının kullanılmasından kaynaklanan ekonomik değerin Anayasa'nın 35. maddesi çerçevesinde önemli bir mal varlığı değeri dolayısıyla bir "mülk" oluşturduğunun kabul edilmesi gerekir (Nazif Kılıç, B. No: 2014/5162, 15/6/2016, § 35).

41. Anayasa Mahkemesi Nazif Kılıç kararında, gecekondunun başvurucu tarafından yaptırıldığı ve uzun bir zamandan bu yana kullanıldığına dikkat çekmiştir. Kararda, kaçak olarak inşa edildiği anlaşılan gecekondunun yıkımı ve izinsiz dikilen ağaçların sökülmesi için gerekli imkânlara sahip olan idarenin uzun bir süre girişimde bulunulmadığı gibi belediyecilik hizmetleri sunulması suretiyle bu alanda sosyal ortam ve aile çevresinin kurulmasına müsaade edilmesi karşısında yıkılan gecekondu ve sökülen ağaçların kullanımının başvurucu yönünden önemli bir ekonomik menfaat teşkil ettiği, bu yönden başvurucunun mülkiyet hakkının bulunduğu kabul edilmiştir (Nazif Kılıç,§ 40).

42. Ayşe Öztürk (B. No: 2013/6670, 10/6/2015, § 85) kararında ise tapu tahsis belgesi bulunan taşınmaz üzerindeki konutun tazminat ödenmeksizin yıktırılmasına ilişkindir. Bu kararda da tapu tahsis belgesi ile başvurucuya tahsis edilen arazi üzerinde başvurucu tarafından bina yapıldığı ve uzun süredir kullanıldığı, Maliye Hazinesi tarafından bina yapılmasına veya kullanılmasına engel olunmadığı gibi binaya ilişkin emlak vergilerinin de tahsil edildiğini vurgulamıştır. Anayasa Mahkemesi, arazi üzerindeki binanın başvurucu tarafından yapılarak kullanıldığı ve Maliye Hazinesinin herhangi bir itirazının olmadığı dikkate alındığında bina üzerinde başvurucunun mülkiyet hakkının bulunduğunu kabul etmiştir.

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

43. Başvuru konusu olayda, uyuşmazlık konusu binanın bulunduğu taşınmaz tapuda başvurucu adına kayıtlıdır. Yatılı Bölge İlköğretim Okulu ek bina inşaatının yapılan temel kazısı sırasında 1/7/2005 tarihinde bir toprak kayması meydana gelmiş olup toprak kayması nedeniyle başvurucunun taşınmazı üzerindeki meyve ağaçları ve başvurucu tarafından yaptırılan bina zarar görmüştür. Başvurucunun zarar gördüğü belirtilen meyve ağaçlarına yönelik tazminat istemi derece mahkemelerince kabul edilmiş olup başvurucunun bu yönden bir şikâyeti bulunmamaktadır. Başvurucunun yaptırdığı bina da toprak kayması sonucu kullanılamaz hâle gelmiş ancak başvurucunun zarar gören binası için tazminat istemi reddedilmiştir. Derece mahkemelerinin davanın reddine ilişkin temel gerekçeleri, binanın yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesinin bulunmamasına dayanmaktadır. Gerçekten de başvurucunun da kabul ettiği üzere zarar gören söz konusu binanın yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesi bulunmamaktadır. Başvurucu da bu hususu kabul etmektedir.

44. Bununla birlikte başvurucu, bu yapıyı kendisinin yaptırdığını ve 1982 yılında elektrik bağlanan, su aboneliği yaptırılan bu binada toprak kaymasının olduğu 2005 yılına kadar hiçbir engelleme ile karşılaşmadan ailesi ile birlikte burada yaşadığını, tüm belediye hizmetlerinden yararlandığını iddia etmiştir. Başvuru formu ekinde sunulan bilgi ve belgeler incelendiğinde başvurucu ile Belediye arasında akdedilen "2524" sayılı su abonman kaydının mevcut olduğu ve bu binaya 1/1/1983 tarihinde elektrik aboneliği bağlanmış olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim taşınmazda 2005 yılı itibarıyla on beş yaşlarında çok sayıda meyve ağacı da bulunmaktadır. Ayrıca taşınmazın tapu kaydındaki vasfı da "kargir ev ve avlusu" olarak tescillidir. Yine başvurucu tarafından sunulan imar durum haritasında da taşınmaz üzerinde mevcut yapının gösterilmiş olduğu görülmektedir. Bu bakımdan söz konusu yapının başvurucu tarafından yaptırıldığı ve uzun bir zamandan bu yana kullanıldığı tartışmasızdır.

45. Çağdaş şehircilik ilkeleri çerçevesinde plânlama ve imar uygulamaları yapma bakımından kamu makamlarının geniş takdir yetkileri mevcut olmakla birlikte, kamu makamlarının bu takdir yetkilerini zamanında, makul ve tutarlı bir biçimde kullanmaları gerekmektedir. Somut olayda ise kaçak olarak inşa edildiği anlaşılan bu yapının yıkımı için gerekli imkânlara sahip bulunan idarece uzun bir süre girişimde bulunulmadığı gibi belediyecilik hizmetleri sunulması suretiyle en azından 1983 yılından toprak kaymasının yaşandığı 2005 yılına kadar yaklaşık yirmi iki yıl boyunca bu binada sosyal ortam ve aile çevresinin kurulmasına müsaade edildiği anlaşılmaktadır. Bu kadar uzun bir süre boyunca söz konusu binada yaşayan başvurucu ve ailesi yönünden, binanın kullanımının önemli bir ekonomik menfaat teşkil ettiği kuşkusuzdur. Kamu makamlarının belirsizliğe yol açan edilgen tutumu karşısında başvurucunun, bu durumun bir anda değişebileceğini öngörmesi de beklenemez. Üstelik 3194 sayılı Kanun'un 32. maddesine göre belediyenin ihtarı üzerine yapının imara uygun hâle getirilmesi de söz konusu olabilmektedir. Dolayısıyla bu kadar uzun bir süre boyunca söz konusu binanın kullanımının başvurucu bakımından önemli bir ekonomik menfaat teşkil ettiği ve bu yönden başvurucunun mülkiyet hakkının bulunduğu kabul edilmiştir.

b. Müdahalenin Varlığı

46. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde, Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle "mülkten barışçıl yararlanma hakkı"na yer verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenmekle, aynı zamanda "mülkten yoksun bırakma"nın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§ 55-58).

47. Başvurucuya ait yapı, Valilik tarafından yürütülen bir okul inşaatı sırasında meydana gelen toprak kayması sonucu zarar görmüştür. Dolayısıyla kamu makamlarının doğrudan yürütmekte olduğu bir faaliyet sırasında verildiği anlaşılan bir zarar söz konusu olduğuna göre somut olay bağlamında başvurucunun mülkiyet hakkına bir müdahalenin söz konusu olduğu açıktır. Başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan bu müdahale mülkiyetten yoksun bırakma niteliği taşımadığı gibi mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolü veya düzenlenmesi gibi bir amacı da içermemektedir. Dolayısıyla müdahalenin "mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına saygı"ya ilişkin birinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

48. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

49. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

(1) Kanunilik

50. Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında mülkiyet hakkının ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği belirtilmek suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda öngörülmesi gereği ifade edilmiştir. Öte yandan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesi de "hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğini" temel bir ilke olarak benimsemiştir (Ali Ekber Akyol ve diğerleri, B. No: 2015/17451, 16/2/2017, § 51).

51. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt hukuka dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44). Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebilecekleri kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

52. Somut olayda derece mahkemeleri, başvurucunun zarar gören binaya ilişkin tazminat talebini 3194 sayılı Kanun'un 21. ve 30. maddelerine aykırı olarak yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesi bulunmadığı gerekçesiyle reddetmişlerdir. Derece mahkemelerine göre 3194 sayılı Kanun'un 32. maddesine göre ruhsatsız yapıların yıkılması kanunî bir zorunluluk olup bu sebeple idarenin başvurucunun zararını tazmin etmesine olanak bulunmamaktadır. Ancak anılan madde incelendiğinde, ruhsata aykırı yapılara ilişkin bir idari usulün öngörüldüğü görülmektedir. Buna göre ruhsata aykırılığın öncelikle idare tarafından tespit edilmesi ve ilgiliye bildirilmesi gerekmektedir. Bunun ardından ise yapı sahibinin en çok bir ay içinde yapısını ruhsata uygun hâle getirmesi veya ruhsat alabilmesi mümkün kılınmıştır. Başvuru konusu olayda ise Belediye, böyle bir imara aykırılık tespiti yapmadığı gibi başvurucuya bu yönde bir bildirimde de bulunmamıştır. Üstelik tapuda bu taşınmaz üzerinde bir konutun mevcut olduğu tescilli olup imar durum haritasında dahi bu yapının gösterildiği görülmektedir. Dolayısıyla Belediyenin bu binanın varlığından haberdar olmaması söz konusu değildir. Ancak buna rağmen Belediye, yaklaşık yirmi iki yıl boyunca söz konusu binanın ruhsata uygun hâle getirilmesi ve bunun yapılmaması hâlinde ise yıktırılması için herhangi bir girişimde bulunmamıştır. Bu durumda ruhsatsız binanın durumu değerlendirilirken gerek kamu makamlarının söz konusu edilgen tutumu ve gerekse de kanunda öngörülen yapı sahibine binayı ruhsata tabi tutma olanağı tanıyan idari prosedür gözönünde tutulmalıdır.

53. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin hukuk kurallarının uygulanmasına yönelik şikâyetleri bakımından görevi, bireysel başvurunun ikincillik doğası gereği sınırlı olup bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içeren durumlar dışında derece mahkemelerinin hukuk kurallarını uygulama ve yorumlama bakımından takdir yetkisine karışamayacağı daha önceki kararlarda da açıklanmıştır (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42). Somut olayda da müdahalenin niteliğini dikkate alan Anayasa Mahkemesi, hukukun uygulanmasına dair kamusal makamların yaklaşımının Anayasa'nın 35. maddesindeki gereklilikleri karşılayıp karşılamadığı konusunda müdahalenin takip edilen meşru amacı gerçekleştirmede başarılı olup olmadığını ve ölçülü olup olmadığını sorgulayarak sonuca varacaktır.

(2) Meşru Amaç

54. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle, bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, § 53).

55. Kamu yararı, doğası gereği geniş bir kavramdır. Yasama ve yürütme organları toplumun ihtiyaçlarını dikkate alarak neyin kamu yararına olduğunu belirlemede geniş bir takdir yetkisine sahiptir. Kamu yararı konusunda bir uyuşmazlığın çıkması hâlinde ise uzmanlaşmış ilk derece ve temyiz yargılaması yapan mahkemelerin uyuşmazlığı çözmek konusunda daha iyi konumda oldukları açıktır. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru incelemesinde kararların açıkça dayanaktan yoksun veya keyfî olduğu anlaşılmadıkça yetkili kamu organlarının kamu yararı tespiti konusundaki takdirine müdahalesi söz konusu olamaz. Müdahalenin kamu yararına uygun olmadığını ispat yükümlülüğü, bunu iddia edene aittir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 34-36).

56. Anayasa'nın 56. maddesinde, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu düzenlenmiş; çevreyi geliştirmenin, çevre sağlığını korumanın ve çevre kirlenmesini önlemenin devlet ve vatandaşların ödevi olduğu belirtilmiştir. İnşa edilecek yapıların imar mevzuatına uygun olarak yapılmasının sağlanması ve bu kapsamda ilgili mevzuat hükümleri uyarınca ruhsat alınmadan yapılabileceği açıkça düzenlenen yapılar hariç diğer yapıların ruhsata bağlanması suretiyle yapılaşmanın fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun olarak teşekkülü, sağlıklı, güvenli, kaliteli ve ekonomik yaşam çevrelerinin oluşturulması bakımından önem teşkil etmektedir. Bu bakımdan yapılaşmanın fen, sağlık ve çevre şartlarına uygunluğunun sağlanmasında ve buna ilişkin düzenlemelerde kamu yararı bulunduğu kabul edilmelidir (Osman Yücel, B. No: 2014/4874, 15/6/2016, §§ 82-84). Somut olay bakımından da derece mahkemelerince yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesi bulunmadığı gerekçesiyle tazminat isteminin reddedilmesinin kamu yararına dayalı meşru bir amacı içerdiği değerlendirilmektedir.

(3) Ölçülülük

(a) Genel İlkeler

57. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenilen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.

58. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki, ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin, somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).

59. Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, “gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

60. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, § 58). Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi, bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer taraftan müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, § 60).

(b) İlkelerin Olaya Uygulanması

61. Başvurucuya ait taşınmaz üzerinde inşa edilen bina, uzun yıllar başvurucu tarafından yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesi alınmaksızın konut olarak kullanılmıştır. 1/7/2005 tarihinde Valilik tarafından yaptırılan Yatılı Bölge İlköğretim Okulunun temel kazı faaliyetleri sırasında alanda toprak kayması yaşanmıştır. Başvurucu, konutunun bu inşaat çalışması nedeniyle zarar gördüğünü ileri sürmüştür. Kamu makamlarınca düzenlenen rapor ve tutanaklarda, başvurucunun iddiasını doğrular biçimde, binanın belirtilen inşaat faaliyetinin neden olduğu toprak kayması sonucu zarar gördüğü belirtilmiştir (bkz. §§ 10-11). Başvurucu olay ile ilgili olarak delil tespiti isteminde bulunmuş ve bilirkişi kurulu raporunda da başvurucuya ait binanın kullanılamaz hâle geldiği ve bu zarara ise Valilikçe yürütülen inşaat faaliyetinin sebep olduğu belirtilmiştir (bkz. § 12). Nihayet derece mahkemeleri de başvurucunun konutunda zararın meydana geldiği ve bu zarara ise idarenin gözetimindeki inşaat faaliyeti yüzünden oluşan toprak kaymasının yol açtığını kabul etmişlerdir (bkz. §§ 19-20). Nitekim derece mahkemeleri, başvurucunun aynı taşınmaz üzerindeki meyve ağaçlarında meydana gelen zarar nedeniyle maddi tazminat istemini kabul etmişlerdir. Dolayısıyla belirtilen olgulara göre başvurucunun taşınmazının esas itibarıyla idarenin inşaat faaliyeti yüzünden oluşan toprak kayması sonucu zarar gördüğü açıkça belirlidir.

62. Başvurucu uğradığı zararın tazmini istemiyle başvurduğu idari ve yargısal yollardan olumlu bir sonuç alamamıştır. Başvurucunun açtığı tam yargı davasında ilk derece mahkemesi, kanuna aykırı olarak inşa edilen ve yıktırılması gereken yapı sebebiyle başvurucunun tazminat talep edemeyeceği sonucuna varmıştır. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı temyiz ve karar düzeltme talepleri de Danıştay tarafından reddedilerek hüküm kesinleşmiştir. Bununla birlikte, kamusal makamların tutum ve davranışlarının hiç irdelenmediği ve dikkate alınmadığı görülmektedir.

63. Kamu makamlarının şehir planlama ve imar uygulamaları çerçevesinde geniş takdir yetkileri bulunmaktadır. Ancak, kamu makamlarının bu takdir yetkilerini kullanırken bireylerin mülkiyet haklarının korunması için zamanında, makul ve tutarlı bir biçimde hareket etmeleri beklenmektedir. Somut olayda ise kamu makamları ruhsatı bulunmayan binanın bu durumu tespit ve gerekli idari işlemleri başlatma konusunda edilgen bir tutum takınmışlardır. Bunun aksine, 3194 sayılı Kanun'un 31. maddesine aykırı olarak binanın belediyecilik hizmetlerinden yararlanmasına izin verilmiş, başvurucu ve ailesi en az yirmi iki yıldan beri bu binayı konut olarak kullanmışlardır. Bunun yanında, taşınmazın tapu kaydındaki vasfının bu yapı dikkate alınarak tescil edilmiş olduğu da görülmektedir. Yukarıda da değinildiği üzere başvurucu ve ailesinin, sosyal bir çevre oluşturdukları bu bina yönünden mülkiyet hakkı kapsamında ekonomik menfaatleri oluşmuş olup kamu makamlarının belirtilen binanın yıkımına ilişkin bu kadar uzun süre boyunca devam eden edilgen tutumlarının bir anda değişmesini öngörmeleri de beklenemez (bkz. § 45).

64. Ayrıca, Belediye tarafından 3194 sayılı Kanun'un 32. maddesinde öngörülen idari usulün uygulanmadığına özellikle dikkat çekmek gerekir. Buna göre her ne kadar derece mahkemeleri binanın zaten kanuna aykırı olduğu için yıkılması gerektiğini kabul etmişlerse de anılan kanun maddesine göre böyle bir yıkım zorunluluğunun mevcut olmayabileceği anlaşılmaktadır. Nitekim bu hüküm ile yapı sahibine tebliğden itibaren en geç bir ay içinde yapı ruhsatı alabilme imkânı tanınmaktadır. Belirtilen süre içinde yapının ruhsata uygun hâle gelmemesi veya yapı ruhsatı alınamaması durumunda ancak yıkım mümkün olabilmektedir.

65. Bunun da ötesinde binanın yapı kullanma izin belgesi veya yapı ruhsatının bulunup bulunmaması, başvurucunun konutunda idarenin kusuruyla zarara yol açıldığı olgusunu değiştirmemektedir. İdarenin ve derece mahkemelerinin de kabul ettiği üzere kamu makamlarının gözetimi ve denetimi altında yürütülen bir inşaat faaliyeti sırasında yaşanan toprak kayması sonucu başvurucunun konutunda zarar meydana gelmiştir. Konuya ilişkin bilirkişi kurulu raporunda, inşaat faaliyeti sırasında gerekli jeolojik inceleme ve etütlerin yapılarak buna uygun tedbirlerin alınmaması sonucu toprak kaymasının yaşandığı belirtilmiştir (bkz. § 13). Buna karşın somut olayda öncesinde binanın ruhsata uygun hâle getirilmesine ilişkin usul de uygulanmadığına göre binanın her durumda zaten yıkılacağı gerekçesiyle tazminat talebinin reddedilmesi, idarenin de kusuruna rağmen bütün zarara tek başına başvurucunun katlanması sonucuna yol açmaktadır.

66. Başvuru konusu olayda idarenin yürüttüğü inşaat faaliyeti nedeniyle oluşan toprak kayması sonucu başvurucunun konutunda meydana gelen zararın tazmin edilmesi yönündeki başvurucunun talebi, binanın ruhsatının bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Dolayısıyla, idarenin kusuru nedeniyle başvurucunun konutu zarar görmüş, ancak buna rağmen başvurucuya hiçbir tazminat ödenmemiştir. Buna göre derece mahkemelerinin olayın gelişiminde kamu makamlarının tutum ve yaklaşımlarını gözetmeyen bu katı yaklaşımının, başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağandışı bir külfet yüklediği anlaşılmaktadır. Bu durumda, başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu ve müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır.

67. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

68. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

69. Başvurucu maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

70. Başvuruda mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

71. Mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 1. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

72. Başvurucunun mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesinin yeterli giderimi sağladığı değerlendirildiğinden tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

73. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 1. İdare Mahkemesine (E.2005/1047, K.2009/1283) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 5/12/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.