2014/1989

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AK DEMİRTAŞ MADENCİLİK NAKLİYAT SANAYİ VE TİCARET LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/1989)

 

Karar Tarihi: 15/6/2016

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Selami ER

Başvurucu

:

Ak Demirtaş Madencilik Nakliyat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.

Temsilcisi

:

Erkut OLGUNOĞLU

Vekili

:

Av. Emine UFUKTEPE

 

 

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kalker ocağı ile kırma tesisi için verilen maden işletme ruhsatı ve izninin ocağın yakınında bulunan köye ve çevrede bulunan tarım arazilerine zarar verdiği gerekçesiyle yargı kararı sonucu iptal edilmesi, hakkaniyete uygun yargılama yapılmaması ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 10/2/2014 tarihinde Adana 2. İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 25/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık)gönderilmiştir. Bakanlığın 19/1/2016 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucunun İzmir ili Kemalpaşa ilçesi Yenmiş köyü mevkiinde L18 B2 paftada 100 hektarlık saha için kalker işletme projesi ile işletme ruhsatı ve işletme izni talebinde bulunulması üzerine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığınca (İdare) yapılan inceleme sonucu ruhsat alanı içinde ekonomik olarak işletilebilir kalker rezervinin mevcut olduğu, işletme projesi ve eklerinin arza uygun olduğu belirlenerek Bakanlık tarafından 1/5/2007 tarihinden geçerli olmak üzere IR - 20063205 sayılı 10 yıl süreli II. grup işletme ruhsatı düzenlenmiş, diğer kurum ve kuruluşlardan alınması gereken izin ve belgelerin alınmasından sonra 2/12/2008 tarihinden geçerli olmak üzere kalker işletme izni düzenlenmiştir.

8. Kalker ocağı yakınında yer alan Yenmiş köyü tüzel kişiliği ve B.Ö. tarafından 28/1/2009 tarihinde kalker ocağının tarım alanlarına ve zeytinliklere çok yakın mesafede bulunduğu, maden sahasına giden yolun mera yolu olduğu, ocağın büyük bir çevre zararına yol açacağı, bu koşullarda maden işletmesi açılmasının kamu yararına ve bir zorunluluğa dayanmadığı, 35.329,52 m2lik işletme sahasının 24,31 hektarlık kısmında Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) gerekli değildir raporu verilerek Kanun'a karşı hile yapıldığı, verilen iznin 26/1/1939 tarihli ve 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun'a aykırı olduğu; çevreye, yaşama ve doğaya verilen zararın maden işletmeciliğinin getirdiği ekonomik yarardan çok daha fazla olduğu iddialarıyla İdare aleyhine ruhsatın iptali istemiyle yürütmenin durdurulması talepli İzmir 1. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır.

9. Başvurucu 23/12/2009 tarihli dilekçesiyle davalı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yanında katılan olarak davada yer almak istemiş, Mahkemenin 10/2/2010 tarihli ara kararıyla talebi kabul edilmiştir.

10. Mahkemece keşif yapılmasına ve bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiş; 2/3/2010 tarihinde naip üye eşliğinde maden, çevre ve ziraat mühendisliği öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi heyetiyle keşif yapılmıştır.

11. 13/4/2010 tarihli bilirkişi raporunda projenin 110.000 ton/yıl üretim kapasitesine göre yapıldığı daha sonra üretim kapasitesinin 150.000 ton/yıl olarak değiştirildiğinin bildirildiği ancak yeni kapasiteye göre yapılacak üretimin aynı proje ile değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, işletme projesinde detayları verilen patlatma planında 89 mm çapta 11.5 m delikler delinip ANFO karışımı ile doldurulacağının belirtildiği, 1999 yılında açık ocaklarda bu karışımın yasaklandığı, projede gösterilen değerlerle kalkerin parçalanma olasılığının bulunmadığı dolayısıyla yük miktarlarının artması dolayısıyla yer sarsıntısı etkisinin çokyüksek olacağı, işletme izni alınan sahaya yaklaşık 1.000 m mesafede bulunan Yenmiş köyünde bulunan evlerin bu patlatma dizaynından olumsuz etkilenmesinin kaçınılmaz olduğu, projede elde edilen kalkerin kırma eleme işlemine tabi tutulmadan dolgu malzemesi olarak kullanılacağının ve bu şekilde ocaktan satışı yapılacağının gösterildiği ancak patlatma sonucunda elde edilen kalkerin kırma eleme işlemine tabi tutulmadan pazarlanması olasılığının olmadığı zira firmanın kırma eleme tesisi için orman izni aldığı projenin maliyeti ile ilgili bölümde konkasör tesisi için birim fiyat verildiği, bu durumun proje ile büyük tezat taşıdığı, firmanın bu konuda projesini sunmasının gerektiği, aksi hâlde 1.000 m mesafede bulunan Yenmiş köyünün ve çevresindeki tarım ve orman alanlarının kırma eleme faaliyeti sonucu oluşacak tozdan olumsuz etkilenmesinin kaçınılmaz olduğu, projenin maliyet hesaplamalarında çevresel önlemlerin göz ardı edildiği, dava konusu alanın tarımsal faaliyetleri açısından oldukça yoğun sayılabilecek bir alan olduğu ve çevre köylerin geçim kaynağını önemli ölçüde tarımsal faaliyetlerin oluşturduğu, davaya konu alan ve çevresinde yoğun olarak zeytin ve kiraz yetiştiriciliği yapıldığı, bunun yanında hayvancılığın da ön plana çıktığı, dava konusu alanın "doğal zeytinlik" konumunda olduğu, tarım ve organik tarım açısından da önemli bir potansiyele sahip olduğu belirtilmiştir. Raporda ayrıca ruhsat sınırları ile ilgili olarak bazı uyumsuzlukların tespit edildiği, 24,33 hektar için alınan "ÇED gerekli değildir" belgesine ait izin sınırlarının birbirini kapsamadığı, orman izni sınırları ile maden işletme sınırları arasında uyumsuzluk tespit edildiği, davalı İdarece onaylanan maden işletme projesi kapasitesinin 150.000 ton/yıla çıkarıldığı ancak teknik değerlendirmelerde bir değişiklik yapılmadığı, projede ocak basamaklarının ilerleme yönlerini belirleyen yıllık basamak ilerleme planlarının yapılması gerektiği hâlde bu konu ile ilgili hiçbir plan, kroki ve haritanın projede bulunmadığı, her gün kullanılması beklenen 61 kg.lık patlayıcı miktarının da gözönüne alındığı herhangi bir emisyon hesabının yapılmamış olduğu, dava konusu yerindoğal zeytin alanı olarak kabul edilmesi gerektiği bu nedenle bu tip alanlara 3 km mesafede zeytin yağı fabrikası haricinde herhangi bir sanayi tesisi kurulmasının mümkün olmadığı, dava konusu bölgenin madencilik faaliyetleri sonucu oluşan tozdan olumsuz etkilenme potansiyeline sahip olduğu, 31/07/1998 tarihli ve 23419 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Mera Yönetmeliği'ne göre Yenmiş köyüne kayıtlı hayvan sayılarından yola çıkılarak hesaplanan gerekli mera alanının 4270 dekar olduğu ancak dosyada yer alan belgelere göre köye ait mera alanının 327,4 dekar olduğu, madencilik faaliyetlerinin yapılacağı sahaya ulaşmak için köy merasından tahsis edilecek olan 4,4 dekarlık alanın köyün mera konusundaki sıkıntılarını daha da artıracağı, Yenmiş köyünün nüfusunun %70'inin geçimini zeytin ve meyve yetiştiriciliğinden sağladığı, madencilik faaliyetlerinden kaynaklanacak tozun köyün en önemli geçim kaynağına oldukça olumsuz etkilerde bulunacağı belirtilmiştir.

12. Mahkeme 23/06/2010 tarihli ve E.2009/136, K.2010/876 sayılı kararıyla "...dava konusu maden işletme izninin dayanağı olan projenin eksik, yetersiz ve çelişkili olması mevzuata aykırılık oluşturduğu gibi, maliyet hesaplamalarında çevresel önlemlerin gözardı edildiği, projenin uygulanması halinde Yenmiş köyünün patlatmalardan ve tozdan olumsuz etkileneceği, hem görsel olumsuzluklar, hem de patlatma kaynaklı yer sarsıntısı sorunlarının oluşacağı, "doğal zeytinlik" konumunda olan dava konusu alanın tarım ve organik tarım açısından da önemli bir potansiyele sahip olduğu ve Yenmiş Köyünün nüfusunun %70'inin geçimini zeytin ve meyve yetiştiriciliğinden sağladığı hususları dikkate alındığında uyuşmazlık konusu alanda yürütülecek madencilik faaliyetinden kaynaklanacak tozun köyün en önemli geçim kaynağına önemli ölçüde olumsuz etkilerde bulunacağı, dava konusu madencilik faaliyeti sonucu doğal zeytinlik, verimli tarım arazisi ve orman alanı olan bölgenin bu özelliğini daha sonra yeniden geriye dönüşü olanaksız olacak biçimde yitirmesi sonucu sadece belli bir döneme özgü zarardan öte, bölgenin doğal yapısının da bozulması sonucu olumsuz etkilerinin hem çevre, hem insan sağlığı, hem de ekonomik yönlerden ileri zamanlara yayılacak biçimde ve önemde olduğu ... dava konusu alandaki maden işletmeciliğine ilişkin proje mevzuata uygun olarak düzenlenmediği gibi, işletmenin ekonomik faaliyeti ile bu faaliyetin uyuşmazlığa konu alandaki zeytinlik, tarım ve orman alanları ile diğer doğal kaynaklar üzerindeki etkisinin, sürdürülebilir kalkınma ilkesi çerçevesinde uzun dönemli olarak değerlendirilmesi sonucu, alanda yapılacak maden işletmeciliği sonucu doğal çevre, bitki örtüsü ve tarımsal ürünlerin göreceği zarar yanında, bu zararların bölgenin tarıma dayalı ekonomisini de doğrudan etkileyerek ekonomik ve sosyal zararlara da neden olacağı, bu nedenle ortaya çıkacak zararların, maden faaliyetiningetireceği ileri sürülen ekonomik yarardan çok daha fazla olduğu sonucuna ulaşıldığından dava konusumadenişletme ruhsatı ve izninde mevzuata uyarlık bulunmaktadır." gerekçesiyle kalker ocağı ile kırma tesisi için verilen maden işletme ruhsatı ve izninin iptaline karar vermiştir.

13. Anılan karar temyiz üzerine Danıştay 8. Dairesinin 16/4/2013 tarihli ve E.2010/9175, K.2013/3182 sayılı kararıyla onanmıştır.

14. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 22/112013 tarihli ve E.2013/8028, K.2013/8553 sayılı kararıyla reddedilmiştir.

15. Nihai karar başvurucuya 10/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

16. Başvurucu 10/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

17. 3571 sayılı Kanun’un 28/2/1995 sayılı ve 4086 sayılı Kanun'la değişik 20. maddesinin 1. fıkrası şöyledir:

 “Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede zeytinyağı fabrikası hariç zeytinliklerin vegatatif ve generatif gelişmesine mani olacak kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve işletilemez. Bu alanlarda yapılacak zeytinyağı fabrikaları ile küçük ölçekli tarımsal sanayi işletmeleri yapımı ve işletilmesi Tarım ve Köyişleri Bakanlığının iznine bağlıdır."

18. 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 26/4/2006 tarihli ve 5491 Kanun'la değişik 3. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “Çevrenin korunmasına, iyileştirilmesine ve kirliliğinin önlenmesine ilişkin genel ilkeler şunlardır:

 a) Başta idare, meslek odaları, birlikler ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere herkes, çevrenin korunması ve kirliliğin önlenmesi ile görevli olup bu konuda alınacak tedbirlere ve belirlenen esaslara uymakla yükümlüdürler.

...

 c) Arazi ve kaynak kullanım kararlarını veren ve proje değerlendirmesi yapan yetkili kuruluşlar, karar alma süreçlerinde sürdürülebilir kalkınma ilkesini gözetirler.

 d) Yapılacak ekonomik faaliyetlerin faydası ile doğal kaynaklar üzerindeki etkisi sürdürülebilir kalkınma ilkesi çerçevesinde uzun dönemli olarak değerlendirilir.

 e) Çevre politikalarının oluşmasında katılım hakkı esastır. Bakanlık ve yerel yönetimler; meslek odaları, birlikler, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşların çevre hakkını kullanacakları katılım ortamını yaratmakla yükümlüdür.

 f) Her türlü faaliyet sırasında doğal kaynakların ve enerjinin verimli bir şekilde kullanılması amacıyla atık oluşumunu kaynağında azaltan ve atıkların geri kazanılmasını sağlayan çevre ile uyumlu teknolojilerin kullanılması esastır.

..."

19. 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu'nun 5177 sayılı Kanun ile değişik 7. maddesinin ilk fıkrasındaki "Orman, muhafaza ormanı, ağaçlandırma alanları, kara avcılığı alanları, özel koruma bölgeleri, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtı, tabiatı koruma alanı, tarım, mera, sit alanları, su havzaları, kıyı alanları ve sahil şeritleri, karasuları, turizm bölgeleri, alanları ve merkezleri ile kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri, askeri yasak bölgeler ve imar alanları ile mücavir alanlarda madencilik faaliyetlerinin çevresel etki değerlendirmesi, gayri sıhhi müesseseler ile ilgili hususlar dahil hangi esaslara göre yürütüleceği ilgili bakanlıkların görüşü alınarak Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenir." hükmü ile Anayasa Mahkemesinin 15/01/2009 tarihli ve E.2004/70, K.2009/7 sayılı kararı ile düzenlemenin Anayasa'nın 2., 43., 63. ve 168. maddelerine göre kanunla yapılması gerektiği gerekçesiyle iptal edilmiştir.

20. 3213 sayılı Kanun'un 7. maddesine göre Bakanlar Kurulunun 24/5/2005 tarihli ve 2005/9013 sayılı kararı ile kararlaştırılan ve 21/6/2005 tarihli ve 25852 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği'nin 4., 5/3., 6/1., 7., 8., 9/4,5., 17., 18., 19., 20/2,3,4.,21., 22., 23., 25/4., 26., 28., 29., 31., 33., 34., 35., 36., 37., 38., 39., 40., 41., 42., 44., 45., 47., 48., 49., 50., 51., 52., 53., 54., 55., 56., 57., 58., 59., 60., 61., 64., 65., 66., 67., 69., 70., 71., 77/3,5., 78/1., 80., 81., 85., 86., 87., 88., 89., 90. ve geçici 1. maddelerinin iptali istemiyle açılan davada, Danıştay Sekizinci Dairesinin 10/2/2009 tarihli ve E.2007/9827 sayılı ve E.2008/6285 sayılı kararlarıyla Anayasa Mahkemesinin iptal kararı uyarınca yasal dayanağını yitirmiş bulunan Yönetmelik'in uygulanması hâlinde Anayasa, yasalar ve uluslararası sözleşmelerin ihlali suretiyle çevre üzerinde geri dönüşü mümkün olmayan tahribata yol açması ihtimali gözönünde bulundurularak anılan maddelerin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Mahkemenin 15/6/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

22. Başvurucu; kalker ocağı ile kırma tesisi için verilen maden işletme ruhsatı ve izninin yargı kararıyla iptal edildiğini, davada bilirkişi ve keşfe göre karar verildiğini, alınan ruhsatın ilgili Kanunlara uygun olduğu ve çevreye etkisinin düzenleme sınırları içinde olduğuna ilişkin ileri sürülen hususlarda araştırma yapılmadan karar verildiğini, bilimsel verilere göre hazırlanacak yeni bir bilirkişi raporu hazırlanması için yeni heyet oluşturulmadığını, zeytinlik alanlar ve mera ile ilgili tespitlerin hatalı olduğunu, çeşitli tekniklerine göre yapılan hesaplamalarda ocağın çevreye vereceği zararın ruhsat iptalini gerektirir boyutta olmadığını, alınan ruhsat ve izinlerinin kanunlara ve diğer düzenlemelere uygun olduğunu, uzun süren yargılama nedeniyle iş yapacağı inancı ile masraf yaparak beklediğini, bu nedenle zarara uğradığını, çalışma hürriyetinin, eşitlik ilkesinin ve savunma hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek 100.000 TL maddi tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

24. Başvurucunun yargılamanın uzun sürmesine ilişkin şikâyeti makul sürede yargılanma hakkı kapsamında, savunma hakkının ihlal ediliğine yönelik iddiaları hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında, ruhsat iptali nedeniyle çalışma hürriyetinin ihlal edildiği iddiası ise mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiştir. Başvurucu eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmekle beraber Anayasa'nın 10. maddesinde yer alan hangi sebeple kendisine ayrımcılık yapıldığından bahsetmediği gibi bu iddiasını somut bir hakla da ilişkilendirmediğinden eşitlik ilkesi yönünden ayrıca inceleme yapılmayacaktır.

a. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

25. Başvurucu, kalker ocağı ile kırma tesisi için verilen maden işletme ruhsatı ve izninin yargı kararıyla iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

26. Anayasa’nın “Mülkiyet hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

27. Anayasa'nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

28. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (Sözleşme) Ek (1) No.lu Protokol’ün “Mülkiyetin korunması” kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”

29. Anayasa'nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin 1. fıkrası şöyledir:

“ Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

30. Anayasa'nın “Toprak mülkiyeti” kenar başlıklı 44. maddesinin 1. fıkrası şöyledir:

“Devlet, toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek, erozyonla kaybedilmesini önlemek ve topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlamak amacıyla gerekli tedbirleri alır. Kanun, bu amaçla, değişik tarım bölgeleri ve çeşitlerine göre toprağın genişliğini tesbit edebilir. Topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçiye toprak sağlanması, üretimin düşürülmesi, ormanların küçülmesi ve diğer toprak ve yeraltı servetlerinin azalması sonucunu doğuramaz.”

31. Anayasa'nın “Tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların korunması” kenar başlıklı 45. maddesinin 1. fıkrası şöyledir:

“Devlet, tarım arazileri ile çayır ve mer'aların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır.”

32. Anayasa'nın “Çalışma ve sözleşme hürriyeti” kenar başlıklı 48. maddesinin 2. fıkrası şöyledir:

“Devlet, özel teşebbüslerin millî ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır."

33. Anayasa'nın “Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması” kenar başlıklı 56. maddesinin 1. ve 2. fıkraları şöyledir:

“Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.

Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir."

34. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

35. Bir işin yürütülmesi için verilen “çalışma ruhsatları” (business licenses), Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkının konusunu oluşturur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre verilen ruhsat ve izinlerin sona erdirilmesi, ilgili şirketin veya iş yerlerinin ticari itibarına ve değerine olumsuz etkide bulunmakta olup mülkiyet hakkına müdahale niteliğindedir. Bununla birlikte AİHM, ruhsat veya izinlerin sona erdirilmesini, Sözleşmeye Ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesinin birinci paragrafının ikinci cümlesi anlamında “mülkiyetten yoksun bırakma” kapsamında değil anılan maddenin ikinci paragrafı anlamında “mülkiyetin kontrolü” kapsamında bir müdahale olarak incelemektedir (Tre Traktörer Aktiebolag/İsveç, B. No: 10873/84, 7/7/1989, §§ 53, 55; Rosenzweig And Bonded Warehouses Ltd./Polonya, B. No: 51728/99, 28/7/2005, § 49; Capital Bank AD/Bulgaristan, B. No: 49429/99, 24/11/2005, §§ 130, 131; Bimer S.A./Moldova, B. No: 15084/03, 10/7/2007, §§ 49, 51; Megadat.com SRL/Moldova, B. No: 21151/04, 8/4/2008, §§ 62, 63 ve 65).

36. Bu çerçevede başvurucuya kalker ocağı ile kırma tesisi için verilen maden işletme ruhsatı ve izninin Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı kapsamında bir varlık olduğuna kuşku bulunmamaktadır.

37. Somut başvuruya konu davada başvurucunun ihlal edildiğini iddia ettiği haklara yönelik müdahale bir kamu idaresinin işlem veya eyleminden değil üçüncü kişi olan Yenmiş köyü tüzel kişiliği ve B.Ö. tarafından Enerji Bakanlığı aleyhine Bakanlığın kullandığı kamu gücüne dayalı işlemin iptali istemiyle başlatılan bir dava süreci sonunda meydana gelmiştir. Başvurucu ise davalı konumunda olan İdare yanında katılan olarak davada yer almıştır. Davalı İdare somut başvuruya konu olaylarda kamu gücünü kullanan kamu kurumu olarak başvurucu ile aynı tarafta yer almış, davanın davacılar lehine kabul edilmesi sonrasında ise başvurucunun da lehine olacak şekilde davayı temyiz etmiştir. Başvurucunun şikâyetlerine sebep olan tek kamu müdahalesi davada Mahkemece verilen karardır. Bu durumda başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik şikâyeti, başvurucu ve davacıların yarışan hakları arasında Mahkemece adil bir dengeleme yapılıp yapılmadığıyla sınırlı olarak incelenmesi gerekmektedir.

38. Bireysel başvuru, devlet tarafından kamu gücü kullanılarak bireylerin temel haklarına yapılan müdahaleler sonucu meydana gelen hak ihlallerini gidermek amacıyla ihdas edilmiş ikincil bir koruma mekanizması olmakla birlikte bireylerin haklarına kamu gücü kullanarak bir idari tasarrufla gerçekleştirilen bir müdahalenin bulunmadığı kimi durumlarda da devlete atfedilebilecek sorumluluklar bulunabilmektedir. Bu durumlarda bireysel başvuru konusu yapılan dava, sadece adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmekle kalmayıp süreç sonucu etkilenen diğer haklar yönünden de incelenebilir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, § 34).

39. AİHM, ulusal makamların iç hukuk ve olaylara ilişkin yorumuna müdahale etmemekle beraber bunun açık biçimde Sözleşme değerleriyle uyumsuz ve keyfî olmaması gerektiğini, ulusal mahkemelerin de iç hukuku yorumlarken AİHM’in yorumladığı şekliyle Sözleşme’ye en uygun yorumu tercih etmeleri gerektiğini vurgulamaktadır (Pla ve Puncernau/Andora, B. No: 69498/01, 13/7/2004, §§ 46, 59, 62; Fabris/Fransa, B. No: 16574/08, 7/2/2013, §§ 56, 60; Larkos/Kıbrıs Rum Kesimi [BD], B. No: 29515/95, §§ 30, 31; Karaman/Türkiye, B. No: 6489/03, 15/1/2008, § 30).

40. Bu kapsamda mahkemelerce yapılacak yargılamalarda tarafların çatışan hakları arasında tercih yapılırken Anayasa’ya uygun yorumla temel hakların korunması ve yarışan haklar arasında hakkaniyete uygun bir dengelemeninyapılması gerekmektedir.

41. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir. Anayasa’ya göre bu hakka, ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla sınırlama getirilebilir. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkının mutlak bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği belirtilmiştir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 28, 32). Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet haklarının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir.

42. Anayasa ve Sözleşme, devlete mülkiyetin kullanımı veya mülkiyetten yararlanma hakkını kontrol etme ve bu konuda düzenleme yetkisi vermektedir. Mülkiyeti sınırlamaya göre daha geniş takdir yetkisi veren düzenleme/kontrol yetkisinin kullanımında da kural olarak yasallık, meşruluk ve ölçülülük ilkelerinin gereklerinin karşılanması şartı aranmaktadır. Bunun yanında ölçülülük ilkesi gereği mülkiyetten yoksun bırakmada aranan tazminat ödeme yükümlülüğü şartı, somut olayın koşullarına bağlı olarak düzenleme/kontrol yetkisinin kullanıldığı durumlarda gerekmeyebilmektedir (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010, §§ 83, 84, 91).

43. Anayasa’nın 35. maddesinin son fıkrası mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı şeklinde hakkın kullanımına ilişkin genel bir ilkeye yer vermektedir. Bununla beraber Anayasa’nın birçok maddesi, ilgili olduğu hususta devlete mülkiyetin düzenlemesine/kontrolüne ilişkin ödevler yüklemekte ve yetkiler vermektedir (Akdoğan ve diğerleri, § 30).

44. Anayasa'nın 44. maddesinin 1. fıkrası devlete toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek şeklinde, 45. maddesinin 1. fıkrası ise tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek şeklinde ödev yüklemektedir. Anayasa'nın 56. maddesi herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı olduğunu belirttikten sonra çevreyi geliştirme, çevre sağlığını koruma ve çevre kirlenmesini önlemeyi hem devlete hem de vatandaşlara bir ödev olarak yüklemektedir.

45. Anayasanın 56. maddesinin ikinci fıkrasının kamusal makamların çevresel meseleler bağlamındaki pozitif yükümlülüklerinin tespiti ve değerlendirilmesi hususunda gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır. Anayasa’nın 56. maddesinin gerekçesinde de genel olarak çevresel kirlenmeye yer verildiği, vatandaşın korunmuş çevre şartlarında beden ve ruh sağlığı içinde yaşamını sürdürmesini sağlamanın devletin görevi olduğunu, çevreyi koruyucu mevzuat kadar devlet denetiminin ve çevreyi koruyucu fiilî tedbir ve faaliyetlerin de gerekli olduğu belirtilmiştir. Bu kapsamda devletin hem kirlenmenin önlenmesi hem de tabii çevrenin korunması ve geliştirilmesi için gereken tedbirleri alması gerektiğinin vurgulandığı ve bu suretle çevresel meselelerde devletin pozitif yükümlülüklerine işaret edildiği görülmektedir (Mehmet Kurt [GK], B. No: 2013/2552, 25/2/2016, § 50).

46. 3571 sayılı Kanun’un 20. maddesi ise zeytincilik yapılan alanların korunması için bu alanlara 3.000 m mesafede zeytinyağı fabrikası dışında toz ve duman çıkaran tesis yapılamayacağını hüküm altına almaktadır. 2872 sayılı Kanun ise genel anlamda çevrenin ve bitki örtüsünün korunması amacıyla birçok düzenleme getirmektedir. Bitki örtüsünün korunması, tarımsal arazi ve yeter gelirli tarımsal arazilerin çevre öncelikli sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak planlı kullanımını sağlayacak tedbirlerin alınması toplumun genel yararınadır.

47. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

48. Somut başvuruya konu davada Mahkemece, başvurucunun almış olduğu ruhsat gereği mülkünden barışçıl bir şekilde yararlanma hakkı ile davacıların tarım arazileri ve meralarından verimli bir şekilde yararlanma ve temiz bir çevrede yaşama hakları şeklinde yarışan hakları arasında bir dengeleme yapılarak karar verilmesi gerekmektedir.

49. Mahkemece, bilirkişi eşliğinde dava konusu bölgede keşif yapılmış ve alanında uzman bilirkişilerce hazırlanan bilirkişi raporu taraflara tebliğ edilerek tarafların görüş ve itirazları alındıktan sonra maden işletmeciliğine ilişkin projenin mevzuata uygun olarak düzenlenmediği, Yenmiş köyünün patlatmalardan ve tozdan olumsuz etkileneceği, işletmenin ekonomik faaliyeti ile bu faaliyetin uyuşmazlığa konu alandaki zeytinlik, tarım ve orman alanları ile diğer doğal kaynaklar üzerindeki olumsuz etkisinin doğal çevre, bitki örtüsü ve tarımsal ürünlerin göreceği zarar yanında bu zararların bölgenin tarıma dayalı ekonomisini de doğrudan etkileyerek ekonomik ve sosyal zararlara da neden olacağı, bu nedenle ortaya çıkacak zararların, maden faaliyetiningetireceği ileri sürülen ekonomik yarardan çok daha fazla olduğu, ayrıca maden işletme ruhsatı ve izninin 3571 ve 2872 sayılı Kanunlara aykırı olduğu sonucuna ulaşılarak iptaline karar verilmiştir.

50. Mahkemece dayanak gösterilen bilirkişi raporunda maden işletme projesindeki eksiklikler ve davacı köyün yerleşim alanının maden ocağına yakın olması nedeniyle ocağın işletilmesi hâlinde zeytincilik başta olmak üzere tarım ve hayvancılık faaliyetleri ile çevrenin bitki örtüsü üzerinde meydana gelecek olumsuzluklar ile köy halkının yaşamı üzerindeki olumsuz etkileri detaylı bir biçimde somut verilerle açıklanmıştır.

51. Mahkeme kararında açıkça maden ocağının işletilmesi hâlinde maden ocağı yakınında yer alan köy halkının meydana gelecek patlatmalardan ve tozdan olumsuz etkileneceği ve bu çevredeki başta zeytincilik olmak üzere tarımsal faaliyetler ile bitki örtüsünde meydana gelecek olumsuzlukların ocağın işletilmesinden beklenen ekonomik yararın üstünde olacağı belirtilerek ve yarışan haklar arasındaki denge gözetilerek karar verildiği görülmektedir

52. Mahkemenin dayandığı açık meşru kamu yararı amacı ile davacılar lehine karar verdiği yargılamada başvurucunun mülkiyet hakkına ilişkin iddiası yönünden bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

53. Başvurucu; davada ileri sürülen hususlarda araştırma yapılmadan bilirkişi ve keşfe göre karar verildiğini, bilimsel verilere göre hazırlanacak yeni bir bilirkişi raporu hazırlanması için yeni heyet oluşturulmadığını, zeytinlik alanlar ve mera ile ilgili tespitlerin hatalı olduğunu, çeşitli tekniklerine göre yapılan hesaplamalarda ocağın çevreye vereceği zararın ruhsat iptalini gerektirir boyutta olmadığını, alınan ruhsat ve izinlerinin kanunlara ve diğer düzenlemelere uygun olduğunu, bu nedenlerle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

54. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Mahkeme, .. açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."

55. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre Mahkemece açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hayrettin Aktaş, B. No: 2013/1205, 17/9/2013, § 45).

56. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık keyfîlik veya bariz takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası içermedikçe Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).

57. Yargılama makamları, taraflarca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Anayasa Mahkemesinin görevi başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını değerlendirmektir. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara, tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi gerekir. (Atila Oğuz Boyalı, B. No: 2013/99, 20/3/2014, § 46).

58. Başvuruya konu davada Mahkemece alınan bilirkişi raporu sonrasında hüküm kurmaya yeterli delilin toplandığı kanaatine ulaşılarak ikinci bir bilirkişi raporuna başvurulmaksızın karar verilmiştir.

59. Mahkemelerin ikinci bilirkişi raporuna başvurmaları konusunda kanuni bir zorunluluk bulunmadığı gibi davanın koşulları ile tarafların argümanlarını net bir şekilde ortaya koyarak hüküm kurmaya yeterli sonuca ulaştıktan sonra Mahkemelerin yalnızca ikinci bilirkişi raporuna başvurmamaları nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği de kabul edilebilir bir iddia değildir.

60. Somut başvuruya konu dava, kalker ocağı için verilen ruhsat ve izinlerin iptali istemiyle açılmıştır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede Mahkeme heyetinin dosyayı karara bağlamak için farklı tarihlerde dokuz görüşme yaptığı, başvurucunun davalı yanında katılan olarak davaya kabul edildiği, davalı idarenin savunmasının davacılara tebliğini sağladığı, davacıların cevap dilekçesini de davalılara tebliğ ettirdiği ve davalıların ikinci savunma dilekçelerini aldığı, alanında uzman öğretim üyelerinden oluşan bir heyete bilirkişilik görevi verdiği, naip üye eşliğinde bilirkişilerle beraber yerinde keşif incelemesi yapıldığı, tüm bu incelemelerden sonra hüküm kurmaya yeterli bilgi ve belgeye ulaşıldığı kanaatine varıldıktan sonra karar verildiği görülmektedir. Somut olayın net bir şekilde ortaya çıktığı mevcut olayın koşullarında Mahkemece ikinci bilirkişi raporuna ihtiyaç görülmemesinin tek başına hakkaniyete aykırı yargılanma hakkını ihlal ettiği söylenemez.

61. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.

62. Açıklanan nedenlerle başvurucunun belirtilen iddialarının kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu ve derece mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açıkça keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

63. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

64. Başvurucu uzun süren yargılama nedeniyle maddi zarara uğradığını belirterek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

65. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalar ile hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan ancak sonucu itibarıyla medeni haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar, daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesince makul sürede yargılanma hakkının adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olduğu kabul edilerek bir davadaki yargılama süresinin makul olup olmadığının tespitinde davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususların dikkate alınacağı belirtilmiştir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 34-64; Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 54-60).

66. Başvuruya konu davanın, davacılar tarafından İdare aleyhine kalker ocağı ruhsat ve izinlerinin iptali talebiyle 27/1/2009 tarihinde İzmir 1. İdare Mahkemesinde açılan tam yargı davası olduğu görülmektedir. Medeni hak ve yükümlülükleri konu alan davalarda yargılama faaliyetinin makul süre değerlendirmesi için başlangıcı, kural olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı tarihtir (Güher Ergun ve diğerleri, § 50). Başvuru konusu davanın açılış tarihi 27/1/2009 olmakla beraber başvurucunun vekili vasıtasıyla verdiği 23/12/2009 tarihli asli müdahale dilekçesi sonrasında asli müdahil sıfatıyla yargılamada yer almaya başladığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle başvurucu açısından yapılacak makul süre değerlendirmesi bakımından dikkate alınacak sürenin başlangıç anı, davanın açıldığı tarih değil usule uygun olarak asli müdahale talebinde bulunulduğu tarihtir (İsmail Özkan, B. No: 2012/367, 17/9/2013, § 25).

67. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52). Somut başvuru açısından bu tarih Danıştay Sekizinci Dairesi tarafından karar düzeltme isteminin reddedildiği 22/11/2013'tür.

68. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde İdare aleyhine kalker ocağı ruhsat ve izinlerinin iptali talebiyle 27/1/2009 tarihinde İzmir 1. İdare Mahkemesinde açılan tam yargı davasında başvurucu, 23/12/2009 tarihli dilekçesiyle davaya katılmayı talep etmiş ve talebi Mahkemece kabul edilmiştir. Mahkemece, yapılan keşif ve alınan bilirkişi raporu sonrasında 23/06/2010 tarihli kararla kalker ocağı ile kırma tesisi için verilen maden işletme ruhsatı ve izninin iptaline karar verildiği, temyiz üzerine Danıştay Sekizinci Dairesinin 16/4/2013 tarihli ilamıyla İlk Derece Mahkemesi kararının onandığı, karar düzeltme isteminin aynı Dairenin 22/11/2013 tarihli ilamıyla reddedildiği, sonuç olarak başvurucu yönünden davanın dört yılın altında bir sürede tamamlandığı anlaşılmaktadır.

69. İdari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı yönündeki iddialar, daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından özellikle 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda yer alan usul hükümleri de gözönünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkına yönelik ilkeler tespit edilmiştir (Selahattin Akyıl, § 54-60).

70. Başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymaktadır. Dava sürecinde İlk Derece Mahkemesinin yaklaşık bir buçuk yıl sonunda karar verdiği ve dört yılın altında bir sürede davanın kesinleştiği anlaşılmaktadır. Bu çerçevede davaya bütün olarak bakıldığında 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından daha önce verilen kararlardan farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve başvurucu yönünden söz konusu dört yılın altında bir sürede tamamlanan yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

71. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

 2. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

 3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,

D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/6/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.