2014/19936

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AHMET ACAR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/19936)

 

Karar Tarihi: 21/9/2017

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Yakup MACİT

Başvurucu

:

Ahmet ACAR

Vekili

:

Av. Sinan ATEŞ

 

 

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, itirazın iptali davasında Yargıtayın yerleşik içtihatlarına aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 28/4/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, banka hesabından E.Y. isimli şahsın hesabına 7/12/2009-23/7/2010 tarihleri arasında farklı zamanlarda toplam 13.092 TL havale etmiştir.

9. Başvurucu, parayı borç olarak gönderdiğini ve kendisine geri ödenmediğini belirterek E.Y.ye karşı Antalya 9. İcra Müdürlüğünün E.2011/2663 sayılı dosyasında ilamsız takip başlatmıştır.

10. İtiraz üzerine takip durmuş, başvurucu itirazın iptali için Antalya 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır.

11. Mahkeme 14/9/2011 tarihli kararla banka dekontlarına dayalı olarak başlatılan icra takibinde, davalı tarafça havaleye konu olan paranın alacağa mahsuben gönderildiği hususunda herhangi bir delil sunulmadığını belirterek davayı kabul etmiştir.

12. Temyiz üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 19/6/2012 tarihli kararında davacının parayı ödünç olarak gönderdiğini ileri sürdüğünü, davalının ise paranın alacağına karşılık gönderildiğini savunarak gerekçeli ikrarda bulunduğunu, davada ispat külfetinin davacıda olması gerektiğini, iddianın yasal delillerle kanıtlanamadığını, davacının davalıya yemin teklif etme hakkı olduğu hatırlatılarak hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerektiğini belirterek hükmü bozmuştur.

13. Bozma ilamına uyan Mahkeme başvurucuya yemin teklif etme hakkını hatırlatmış, başvurucunun davalıya yemin teklifinde bulunmayacağını belirtmesi üzerine 10/4/2013 tarihli kararla davayı reddetmiştir.

14. Başvurucu bozma ve Mahkemenin ret kararının, Yargıtay ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yerleşik içtihatlarına aykırı olduğunu belirterek kararı temyiz etmiş, Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 1/11/2013 tarihli kararı ile, usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek hükmü onamıştır.

15. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 6/3/2014 tarihli ilamı ile reddedilmiştir.

16. Ret kararı 28/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 28/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Kanun

17. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 386. maddesi şöyledir:

"Tüketim ödüncü sözleşmesi, ödünç verenin, bir miktar parayı ya da tüketilebilen bir şeyi ödünç alana devretmeyi, ödünç alanın da aynı nitelik ve miktarda şeyi geri vermeyi üstlendiği sözleşmedir"

18. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun 306. maddesi şöyledir:

"Karz, bir akittir ki onunla ödünç veren, bir miktar paranın yahut diğer bir misli şeyin mülkiyetini ödünç alan kimseye nakil ve bu kimse dahi buna karşı miktar ve vasıfta müsavi aynı neviden şeyleri geri vermekle mükellef olur."

19. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 200. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz."

20. 18/6/1927tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 288. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri dörtyüzmilyon lirayı geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir."

21. 1086 sayılı mülga Kanun'un ek 3. maddesi şöyledir:

 "Görev, kesin hüküm, Yargıtayda duruşma, karar düzeltme, senetle ispata ve sulh mahkemelerindeki taksim davalarında muhakeme usulünün belirlenmesine ilişkin maddelerdeki parasal sınırlar, 1/1/1998 tarihinden itibaren iki, 1/1/2000 tarihinden itibaren dört katı olarak uygulanır. Bu uygulama nedeniyle mahkemelerce görevsizlik kararı verilemez."

22. 1086 sayılı mülga Kanun'un ek 4. maddesi şöyledir:

"Görev, kesin hüküm, istinaf, temyiz, Yargıtayda duruşma, senetle ispata ve sulh mahkemelerindeki taksim davalarında muhakeme usulünün belirlenmesine ilişkin maddelerdeki parasal sınırlar; her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, önceki yılda uygulanan parasal sınırların; o yıl için 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilân edilen yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle uygulanır. Bu şekilde belirlenen sınırların onmilyon lirayı aşmayan kısımları dikkate alınmaz. Bu uygulama nedeniyle mahkemelerce görevsizlik kararı verilemez.

 Yukarıdaki fıkra uyarınca her takvim yılı başından geçerli olmak üzere uygulanan parasal sınırların artışı, artışın yürürlüğe girdiği tarihten önce ilk derece mahkemelerince nihaî olarak karara bağlanmış davalar ile bölge adliye mahkemesi kararı üzerine yeniden bakılan davalarda ve Yargıtayın bozma kararı üzerine kararı bozulan mahkemece yeniden bakılan davalarda uygulanmaz."

23. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 67. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir.

Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum edilir."

24. 8/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 15. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının görevleri şunlardır:

...

c) Yargıtay dairelerinden biri; yerleşmiş içtihadından dönmek isterse, benzer olaylarda birbirine uymayan kararlar vermiş bulunursa,

Bunları içtihatların birleştirilmesi yoluyla kesin olarak karara bağlamak,”

25. 2797 sayılı Kanun’un 45. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “İçtihadların birleştirilmesini Birinci Başkan, doğrudan doğruya veya Yargıtay dairelerinin veya genel kurulların verdikleri karar sonucunda veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının bizzat yazı ile başvurması halinde, ilgili kuruldan ister. Bu istemlerin gerekçeli olması zorunludur.

Diğer merci veya kişilerin gerekçe göstererek yazılı başvurmaları halinde, içtihadı birleştirme yoluna gitmenin gerekip gerekmediğine Birinci Başkanlık Kurulu karar verir. Bu karar kesindir.

İçtihadı birleştirme kararları benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar.

..."

2. Yargı Kararları

26. Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin (Daire) 31/1/2006 tarihli ve E.2005/14219, K.2006/895 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Havale, esas itibariyle bir ödeme vasıtası olup, havale olsa dahi, havale makbuzlarında, paranın borç olarak gönderildiğinin belirtilmesi gerekir. Havale makbuzlarında, paranın borç olarak gönderildiği yazılı değilse bu havale makbuzu karz ilişkisine dayanan davacının iddiasını kanıtlamaya yeterli değildir. Davacılar, davalılara borç verdiklerini, yazılı delillerle ispat edemedikleri gibi, davalılara yemin teklif etme hakkını da kullanmadıklarına göre iddialarını ispat edememişlerdir.

Öyle olunca mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken aksi düşüncelerle yazılı şekilde tahsiline karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

..."

27. Dairenin 2/7/2008 tarihli ve E.2008/1527, K.2008/9227 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Davacı bu davasında davalıyabanka havalesi ile 22.500 Dolar ve 2.000.00 YTL borç olarak gönderdiğini,ileri sürerek talepte bulunmuş, davalı ise gönderilenparanınönceden verilen ödünç paranın ödenmesine lişkin olduğunu savunarak davanın reddini dilemiştir. Davalının bu savunmasıgerekçeli inkarniteliğindedir. Budurumdaispat yükü davalıya değil, davacıya düşer. Nevarki davacının dayandığı15.4.2005 tarhli banka dekontunda " erkine verilen borç " ve 16.4.2005 tarihli bankadekontunda " erkin kaya borç " yazılıdır. Bu yazılar davacının karziddiasını doğrulamaktadır. Hal böyle olunca mahkemece bu havaleler için davanın kabulünekarar verilmelidir.Mahkemece aksine düşüncelerle davanın reddine karar verilmiş olması usul veyasaya aykırı olup,bozmayı gerektirir.

..."

28. Dairenin 16/12/2008 tarihli ve E.2008/11323, K.2008/14867 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Dairemizin 29.05.2008 tarih 2008/5564 E-7447 K sayılı ilamının kaldırılarak davacının karar düzeltme isteminin incelenmesine geçildi;

2-Davacı , havale ile davalıya borç para verdiğini ileri sürmüş, davalı ise davacının borcunu ödediğini savunmuştur. Davacının bankaya 27.04.2004 tarihinde verdiği havale talimatında bu paranın davalı hesabına ödünç olarak gönderilmesini istediği, ancak bankanın dekonta bu şerhi yazmadığı dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Bu durumda ispat yükü, davalıda olup, davalı yemin deliline dayanmadığına göre mahkemece verilen davanın kabulüne ilişkin hükmün onanmasına karar verilmesi gerekirken zuhulen bozulduğu bu kez yapılan inceleme ile anlaşıldığından mahkeme kararının onanması gerekmiştir.

..."

29. Dairenin 24/3/2009 tarihli ve E.2008/12466, K.2009/3876 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:

"...

2-Davakarz akdine dayalı alacak isteminden ibarettir. Davacı muhtelif tarihlerde altı adet banka havalesi ile davalıya borç para verdiğini ileri sürmüş, davalı 17.8.2005, 26.9.2005 ve 28.9.2005 tarihli toplam 13.500 YTL bedelli havalelerile davacının borcunu ödediğini savunmuştur.

İlke olarak, şayet havale makbuzu üzerinde bir açıklama bulunmadığı takdirde havalenin mevcut bir borca karşılık yapıldığı kabul edilir. Davacının dayandığı havale makbuzunda borç olarak gönderildiği hususunda bir açıklama yoktur. Davacı iddiasını yasal delillerle kanıtlamalıdır.

..."

30. Dairenin 12/11/2009 tarihli ve E.2009/6494, K.2009/13072 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Davacının banka havalesi ile davalıya muhtelif tarihlerde 12.000 Alman Markı para gönderdiği ve davalının da bu parayı aldığı ihtilafsızdır. Davacının bu parayı borç olarak gönderdiğini ileri sürmesine rağmen davalıda, paranın yardım amaçlı,karşılıksızgönderildiğini ve davacının eşi olan kızının aldığı ev için harcadığını, paranın borç olarak gönderilmediğini savunmuştur. Hemen belirtmek gerekir ki havale bir ödeme vasıtası olup, var olan bir borcun ödendiğini gösterir. Bu karinenin aksini havaleyi gönderen şahsın ispat etmesi gerekir.Davalı bu parayı aldığını, ancak paranın yardım amaçlı,karşılıksızolarak gönderildiğini savunmak suretiyle gerekçeli inkarda bulunmuştur.Öte yandan davacı tarafından banka dekontları mahkemeye ibraz edilmemiştir.Bu nedenle paranın borç olarak gönderildiğine dair bir açıklamanın bulunup bulunmadığı anlaşılamamıştır.Somut olayda davalı karz ilişkisini inkar ettiğine göre karz ilişkisinin varlığını davacının kanıtlaması gerekir.

..."

31. Dairenin17/9/2013 tarihli ve E.2013/11151, K.2013/21597 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Davacı, davalıya banka havalesi yoluyla ödünç para verdiğini ileri sürerek alacağının tahsili için eldeki davayı açmıştır. Davalı ise borç verme iddiasının gerçek dışıolduğunu, havale dekontunun borç verildiğini ispata yeterli olmadığını ve davacıya borcunun olmadığını savunarak akdi ilişkiyi inkar etmiştir. Hemen belirtmek gerekir ki havale ödeme vasıtası olup var olan bir borcun ödendiğini gösterir. Bu karinenin aksini havaleyi gönderen şahsın ispat etmesi gerekir. Bu durumda ödünç ilişkisini ispat etme yükümlülüğü bu iddiayı dile getiren davacıya aittir. Davacının delil olarak dayandığı havale dekontunda gönderilen paranın ne için gönderildiğine dair açıklama olmadığından söz konusu dekont, ödünç ilişkisini kanıtlamaya yeterli olmadığı gibi yazılı delil başlangıcı olarak da kabul edilemez. HMUK'nun 288. maddesi gereğince miktar itibariyle olayda tanık dinlenmesi de mümkün değildir. O halde davacı iddiasını yasal delillerle ispat edememiştir. Ne var ki davacı, dava dilekçesinde "sair tüm deliller" demek suretiyle yemin deliline de dayanmış olduğundan bu konuda davacıya karşı tarafa yemin yöneltme hakkı bulunduğu hatırlatarak, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken mahkemece, yanlış değerlendirmeyle yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.

..."

32. Dairenin 17/9/2013 tarihli ve E.2013/11151, K.2013/21597 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:

 "...

davacının vermiş olduğu talimata istinaden bizzat davalı tarafından para çekilmesi işlemi havale niteliği taşımaktadır. Kural olarak havale ödeme aracı olup 10.12.2010 tarihli dekont üzerinde borç olarak verildiğine ilişkin herhangi kayıt da bulunmaması karşısında ispat yükü davacıdadır. Mahkemece değinilen bu yön gözetilerek davacıdan tüm delilleri sorulup alınmalı ve hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmelidir.

..."

B. Uluslararası Hukuk

33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir...”

34. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) birçok kararında, yargısal içtihatlardaki tutarsızlık sorununu, hukuki kesinlik ve güvenlik kavramı ile bağlantılı olarak incelemiş, bu ilkenin Sözleşme maddelerinin tamamında zımni olarak yer aldığını ve hukuk devletinin temel unsurlarından birini oluşturduğunu belirtmiştir (Santos Pinto/Portekiz, B. No: 39005/04, 20/5/2008, § 42; Iordan Iordanov ve Diğerleri/Bulgaristan, B. No: 23530/02, 2/7/2009, § 47). Bu kapsamda AİHM bazı başvuruları adil yargılanma hakkının usule ilişkingüvenceleri ile birlikte (Brumarescu/Romanya, B. No: 28342/95, 28/10/1999), bazı başvuruları Sözleşme'nin diğer maddeleri ile ilintili olarak (bkz. Paduraru/Romanya, B. No: 63252/00, 1/12/2005) incelemiş, bazı başvuruları ise yargılamanın hakkaniyeti ile ilgili görerek doğrudan adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirmiştir (S.C. Uzınexport A.Ş./Romanya, B. No: 43807/06, 31/3/2005).

35. AİHM, hukuki güvenlik ilkesinin, hukuki durumlarda belli bir istikrarın sağlanmasını ve toplumun adalete olan güvenini desteklemeyi amaçladığını, aynı olaya ilişkin farklı yargı kararlarının devamlılık arz etmesinin toplumun yargısal sisteme olan güvenini azaltacak nitelikte bir hukuki belirsizliğe yol açabileceğini belirtmiştir (Çelebi ve diğerleri/ Türkiye, B. No: 582/05, 9/2/2016, § 52).

36. Çelişkili yargı kararları nedeniyle temel hak ve özgürlüklerin ihlal iddiasıyla yapılan başvurularda AİHM, öncelikle ulusal mahkemelerin yerini almak gibi bir görevi olmadığını, ulusal mevzuatın yorumlanmasından doğan sorunların öncelikle mahkemelerin görevi olduğunu ve AİHM'in rolünün bu tür yorumlama sonuçlarının Sözleşme ile uyumlu olup olmadığını denetlemekten ibaret olduğunu belirterek içtihat farklılığından kaynaklanan tutarsızlığın giderilmesi için iç hukukta bir mekanizmanın bulunup bulunmadığı ve bu mekanizmanın uygulanıp uygulanmadığının önemli olduğunu vurgulamıştır (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, §§ 49-53-54).

37. AİHM, benzer bir davada başka mahkemece daha yüksek miktarda manevi tazminata hükmedilmesi nedeniyle yapılan bir başvuruyu, öncelikle iç hukuku yorumlamak sorumluluğunun ulusal makamlara ait olduğunu yineleyerek ihlal iddiasının yalnızca tazminat miktarına yönelik olduğunu, başvurucunun emsal gösterdiği dava ile başvuru konusu davadaki olayların farklı koşullar içerdiğini bu nedenle çelişkili karardan bahsedilemeyeceğini belirtmiş ve başvuruyu kabul edilemez bulmuştur (Erol Uçar/Türkiye (k.k.), B. No: 12960/05, 29/9/2009).

38. AİHM, Türkiyedeki bazı tarım kooperatiflerinin, süt teşvik primleri ile ilgili olarak idare mahkemelerinde açtıkları tam yargı davalarının süre yönünden reddedilmesi nedeniyle yapılan başvurularda, mahkemelerin daha önce açılan aynı nitelikteki davalarda 2004 yılı sonuna kadar benzer şekilde değerlendirmeler yaparak karar verdiklerini, 2005 yılından itibaren yerleşik içtihatta değişikliğe gitmek suretiyle tazminat talebinde bulunan diğer kooperatiflerin taleplerinin kabulü yönünde karar verdiklerini, yerleşik içtihadın değişmeyen bir olgu olarak algılanmaması gerektiğini, yargısal içtihadın gelişmeye ve yeniden gözden geçirilmeye müsait olması gerektiğini, buradaki amacın özü itibarıyla önceki durumun tatminkâr bir çözüm sunmamasından kaynaklandığını belirterek içtihat değişikliğinin çelişkili karar kapsamında değerlendirilmeyeceğini belirtmiştir (S.S. Balıklıçesme Beldesi Tarım Kalkınma Kooperatifi ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 3573/05, 3617/05, 9667/05, 9884/05, 9891/05, 10167/05, 10228/05, 17258/05, 17260/05, 17262/05, 17275/05, 17290/05, 17293/05, 30/11/2010). Bu bağlamda AİHM, hukuki kesinlik ve halkın güveninin korunması gereklerinin içtihadın değişmezliği gibi bir hak tanımayacağını (Unedic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, § 71), ulusal mahkemelerin aynı konuda daha önce verilen kararlardan farklı bir hüküm kurması hâlinde buna yönelik makul bir açıklama getirmesi gerektiğini belirtmiştir (Stoilkovska/Makedonya, B. No: 29784/07, 18/7/2013,§ 49).

39. Somut olaya benzer nitelikteki Atanasovski/ Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti davasında (B. No: 36815/03, 14/1/2010), yeniden yapılandırılan bir kamu şirketi çalışanı olan başvurucununişveren tarafından farklı bir pozisyonda çalıştırılmak istenmesi üzerine başvurucu, eski görevine dönmek amacıyla işlemin iptali için dava açmış, yerel mahkemece davanın kabulü yönünde karar verilmesine rağmen temyiz mahkemesi önceki içtihatlarına aykırı değerlendirme yaparak kararı bozmuş ve neticede davanın reddine karar verilmiştir. AİHM, başvuruyu çelişkili içtihat ve hukuki kesinlik kavramları üzerinden değerlendirmiş ve mahkemelerin kararlarında dayandıkları sebepleri belirtmeleri gerektiğini, dinamik bir yaklaşımın sağlanmamasının yargısal reform ya da iyileştirmeyi tehlikeye atacağını, içtihat oluşturmanın kendi içinde adaletin oluşumuna engel olmadığını; ancak mahkemelerin somut olayı değerlendirirken yerleşik içtihatların da gözönüne alınması gerektiğini, somut olayda ilk derece ve istinaf mahkemesinin atama işleminin kanuna aykırılığını tespit ettiğini; ancak başvurucunun davasında, ilk kez temyiz mahkemesince dava konusu işlem için somut gerekçe belirtilmesinin gerekli olmadığı yönünde karar verildiğini, yerleşik içtihatlardan sapma niteliğinde olan bu kararda ilave açıklama yapılması gerekli olduğu hâlde yeterli gerekçe sunulmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

40. Yine başvuru konusu olaya benzer nitelikteki S.C. Uzınexport A.Ş./Romanya davasında (B. No: 43807/06, 31/3/2005), Romanya'da ticari bir şirket olarak faaliyet yürüten başvurucu, devlete karşı aynı hukuki nedenden doğan iki ayrı alacak davası açmıştır. Mahkeme tarafından hükmedilen alacakların geç ödenmesi nedeniyle başvurucu her iki dosya için yeniden tazminat davaları açmış, yüksek mahkemenin zamanaşımı ile ilgili mevzuatı her iki dosyada farklı yorumlaması nedeniyle neticede davanın biri kabul edilirken diğeri reddedilmiştir. AİHM bu başvuruyu çelişkili yargısal içtihat nedeniyle hukuki güvenlik ilkesi bağlamındadeğerlendirmiş ve hukukun üstünlüğünün temel kavramlarından birinin hukuki güvenlik ilkesi olduğunu, Sözleşme'ye taraf devletlerin adli sistemlerini organize ederek farklı kararların alınmasının önüne geçmek zorunda olduğunu, başvuru konusu olayda yüksek mahkemenin kararının kendi içtihatları ve ilk derece mahkemelerinin yerleşik içtihatları ile çeliştiğini, içtihatlarda farklılıklar olmasının yargı sisteminin doğal bir sonucu olduğunu; ancak yüksek mahkemelerin rolünün bu çatışmaları çözüme kavuşturmak olduğunu, yüksek mahkemenin iyi bir neden olmaksızın çelişkili karar alması nedeniyle bizatihi kendisinin yasal belirsizliğeyol açtığını, çelişkili kararın yeni bir içtihat oluşumu için verildiği veya alternatif bir yaklaşım sağlayan farklı gerekçelere dayandığının tespit edilmediğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

41. Mahkemenin 21/9/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

42. Başvurucu, Yargıtayın önceki kararlarına aykırı değerlendirme yapması nedeniyle davasının reddedildiğini, somut olayla aynı nitelikteki davalarda ispat yükümlülüğünün davalı tarafta olması gerektiği yönünde Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin yerleşik içtihatları olduğunu, ancak Yargıtayın bu içtihatlardan hangi gerekçeyle döndüğünü belirtmediğini, davadan sonraki tarihte de önceki içtihatlarına uyumlu karar vermeye devam ettiğini, kişiye özel karar verilmesinin eşitlik ilkesine aykırı olduğunu belirterek Anayasa'nın 10. ve 36. maddesindeki haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yeniden yargılama kararı verilmesini talep etmiştir.

B. Değerlendirme

43. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasışöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

44. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasınınadil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

45. Başvurucu, Yargıtayın benzer davalarda istikrarlı olarak sergilediği yaklaşımının aksine bir değerlendirme yaparak verdiği kararda herhangi bir gerekçe belirtmediğini iddia etmiştir. Başvuru konusu olaydaki sorun kararın gerekçesizliğinden ziyade içtihat değişikliği sonucunu doğuran farklı değerlendirmenin yargılamanın hakkaniyeti üzerinde doğurduğu etkidir. Bu açıdan ihlal iddiası hukuki güvenlik ve belirlilik ilkesi bağlamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

46. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeninin de bulunmadığı anlaşılan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

47. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak hakkaniyete uygun yargılanma hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Adil yargılanma hakkı kapsamında Sözleşme’nin 6. maddesininbirinci fıkrasında birçok hak ve ilke güvence altına alınmıştır. Bunlardan biri hakkaniyete uygun yargılanma hakkıdır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının, hakkaniyete uygun yargılanma hakkını da kapsadığının kabul edilmesi gerekir.

48. Anayasa Mahkemesi iptal veya itiraz yoluyla gündemine gelen davalarda, Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devletinin eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuk güvenliğini sağlayan, bütün etkinliklerinde hukuka ve Anayasa'ya uyan, işlem ve eylemleri bağımsız yargı denetimine bağlı olan devlet olduğunu belirterek hukuki güvenlik ilkesinin hukuk devletinin unsurlarından biri olduğunu ifade etmiştir (AYM, E.2014/73, K.2014/98, 22/5/2014; AYM, E.2006/61, K.2007/91, 30/11/2007).

49. Anayasa Mahkemesi bu kavramların içeriğini kararlarında tanımlamış, kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesinin; hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kıldığını,belirlilik ilkesinin ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade ettiğini belirtmiştir (AYM, E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013).

50. Anayasa Mahkemesi, mahkeme kararları ve uygulama açısından belirliliği açıklarken belirlilik ilkesinin yalnızca yasal belirliliği değil daha geniş anlamda hukuki belirliliği de ifade ettiğini, yasal düzenlemeye dayanarak erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir olma gibi niteliğe ilişkin gereklilikleri karşılaması koşuluyla mahkeme içtihatları ve yürütmenin düzenleyici işlemleri ile de hukuki belirlilik sağlanabileceğini, hukuki belirlilik ilkesinde bir hukuk normunun uygulanmasıyla ortaya çıkacak sonuçların o hukuk düzeninde öngörülebilir olmasının önemli olduğunu belirtmiştir (AYM, E.2015/15, K.2015/118, 23/12/2015).

51. Bunun yanında Anayasa Mahkemesi, bazı kararlarında hukuk güvenliği ilkesinin bir gereği olarak kuralların öngörülebilir olması gerektiğinden açıkça bahsetmiş, hukuk güvenliğinin, temel hak güvencelerinde korunan ortak değer olduğu, hukuk devletinin hukuk normlarının öngörülebilir olması ve bireylerin tüm işlem ve eylemlerinde devlete güven duyabilmesi gerektiğini ifade etmiştir (AYM, E.2008/19, K.2010/17, 28/1/2010).

52. Anayasa Mahkemesi, çelişkili yargı kararı nedeniyle yapılan bireysel başvurularda yaptığı değerlendirmelerde hukuk devleti ilkesi ile adil yargılanma hakkını birlikte ele alarak hukuk devletinin asli unsurları arasında yer alan hukuki belirlilik veya güvenlik ilkesinin hukuki durumlarda belirli bir istikrarı temin etmekte ve kamunun mahkemelere güvenine katkıda bulunduğunu, farklı kararların aynı mahkemeden çıkmış olmasının tek başına adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmeyeceğini belirtmiştir (Ahmet Gül ve diğerleri, B. No: 2014/1182, 22/9/2016, §§ 30-31).

53. Bunun yanında farklı kararlar verilmesi ihtimalinin Yargıtay, Danıştay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi gibi çeşitli yüksek mahkemelerden oluşan yargı sistemimizin kaçınılmaz bir özelliği olarak kabul edilmesi gerektiğini, mahkeme içtihatlarındaki değişmenin yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kaldığını, böyle bir değişikliğin özü itibarıyla önceki çözümün tatminkar bulunmaması anlamına geleceğini ancak aynı hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması hâlinde mahkemelerce bu farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklamanın getirilmesi gerektiğini (Türkan Bal [GK], B. No: 2013/6932, 6/1/2015, §§ 53-55), belirterek başvuruları bu ilkeler ışığında Anayasa'da güvence altına alınan farklı haklarla bağlantılı olarak incelemiştir.

54. Anayasa Mahkemesi bir kurumda çalışan 305 kişinin iş akitlerinin sonlandırıldığı, çalışanların açtığı davalarda verilen işe iade kararlarının bir kısmı Yargıtayın bir dairesi tarafından onanırken başvurucuların da aralarında olduğu bazı davalarda verilen kararların Yargıtayın farklı bir dairesi tarafından bozularak davaların reddine karar verilmesine ilişkin başvurularda hukuki güvenlik ve belirliliğe atıf yaparak bu ilkenin hukuki durumlarda belirlilik ve istikrarı temin ettiğini, aynı mahkemeden farklı kararların çıkmış olmasının tek başına adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmeyeceğini, ihtilaf konusu davalardaki uyuşmazlıkların veya olayların birbirinden farklılık göstermesinin iki karardaki farklılaşan değerlendirmeleri haklı gösterebileceğini ve bu durumda çelişen hükümlerden bahsedilemeyeceğini, birbiriyle uyuşmayan mahkeme kararlarının yargısal sisteme olan güveni azalttığını, hukuki güvenlik ilkesinin içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmediğini; ancak içtihattaki değişimde makul bir açıklama getirilmesi gerektiğini, çelişkili kararlardan hangisinin doğru olduğunu tespit etmenin bireysel başvurunun konusu olmadığını belirterek somut olayda kararlar arasındaki çelişkinin varlığını tespit etmiş, başvurucuların davasının reddine karar veren Yargıtayilamlarında daha önceki kararlardan farklı bir sonuca ulaşılmasının başvurucular ve üçüncü kişiler tarafından objektif olarak anlaşılmasına imkân verecek yeterli bir gerekçe bulunmadığını, Yargıtay dairelerinin farklı kararlar vermesinin hukuki belirsizliğe yol açtığını, bu durumun başvurucular açısından öngörülemez olduğunu, çelişkinin giderilmesi için mevzuatta öngürülen mekanizmaların işletilmediğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Türkan Bal [GK]; Semra Bekiroğlu ve diğerleri, B. No: 2013/6717, 16/12/2015).

55. Bunun yanında Anayasa Mahkemesi, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin (AYİM) aynı olaya ilişkin vazife malullüğü aylığının bağlanmaması işleminin iptali için açılan davada AYİM'nin bir dairesi davanın reddine karar verirken aynı olay nedeniyle başvurucunun uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açılan davada AYİM'in diğer dairesinin başvurucuya tazminat ödenmesine karar vermesi meselesini hukuki güvenlik ve belirlilik ilkesi ile bağlantılı olarak değerlendirmiş, somut olayda yargısal kararlardaki çelişkinin giderilmesi açısından yapısal mekanizmanın işletilmesindeki eksiklikle birlikte ele alındığında AYİM dairelerinin aynı olaya ilişkin kararları arasında bulunan farklılığın, başvurucunun açtığı davanın görülmesi bakımından hukuki belirsizliğe neden olduğu ve başvurucu açısından öngörülemez bulunduğu sonucuna varmış ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Ercan Din, B. No: 2014/94, 8/6/2016).

56. Yine Anayasa Mahkemesi, yerel mahkemenin aynı işyerinde çalışan işçilerin açtığı sigorta primine esas kazanç tutarlarının tespiti davalarında verdiği aynı nitelikteki kararların bir kısmının Yargıtayın bir dairesi tarafından onanırken diğerinin bozma kararı vermesi nedeniyle yapılan başvuruda hukuki güvenlik ve belirlilik kavramlarına vurgu yapmış, daha önceki kararlarda benimsediği ilkeleri tekrarlayarak Yargıtay daireleri arasındaki yorum farklılıklarının benzer durumda bulunan kişiler arasında farklı hukuki statüler meydana getirdiğini, bu durumun davaların karara bağlanması sürecinde hukuki belirsizliğe yol açtığını ve başvurucular için öngörülemez nitelikte olduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Ahmet Gül ve diğerleri).

57. Anayasa Mahkemesi çelişen yargı kararları nedeniyle yapılan başvuruların bir kısmını da mülkiyet hakkı kapsamında incelemiştir. Danıştay ilgili dairelerinin aynı konuya ilişkin istikrar kazanmış kararları ile bölge idare mahkemeleri kararlarında yapılan mevzuat değerlendirmesi ve ulaşılan sonucun aksi yönde bir sonuca ulaşarak okul aile birliklerinden yapılan kantin kiralama işlerinin KDV’ye tabi olduğu yönünde karar verilmesi nedeniyle yapılan başvuru, çelişkili yargı kararları ve bu bağlamda hukuki güvenlik ve belirlilik ilkesi ile bağlantılı olarak değerlendirilmiş, adil yargılanma hakkı kapsamında yapılan incelemelerde benimsenenilkeler tekrarlanarak yasa kuralına yönelik olarak birden fazla yorumunun yapılabiliyor olmasının tek başına kuralın Sözleşme'nin aradığı anlamda “öngörülebilirlik” şartını karşılamada başarısız olduğunu göstermeyeceğini, yüksek mahkemelerin yasanın tutarlı bir şekilde uygulanmasında güvence olmasının gözardı edilemeyeceğini; ancak bu güvencenin gereğinin yerine getirilmesinde başarısız olunmasının Sözleşme’ye ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesinin gerekliliklerine uygun olmayan sonuçlara neden olabileceği belirtilerek somut olayda vergi mahkemesinin ilgili mevzuatın yorumlanmasında Danıştay ilgili dairelerinin yerleşik kararları ve diğer bölge idare mahkemeleri kararlarından farklı ve “öngörülemez” nitelikte bir değerlendirme yaparak davayı reddettiği, hukuk kurallarının yorumu ve uygulanmasının “öngörülemez” nitelikte olması nedeniyle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır (Murat Çevik, B. No: 2013/3245, 11/12/2014; Murat Çevik (2), B. No: 2013/3244, 7/7/2015; Murat Çevik (4), B. No: 2013/3241, 16/12/2015; Murat Çevik (5), B. No: 2013/3246, 16/12/2015).

58. Buna göre Anayasa Mahkemesinin norm denetimi ve bireysel başvurularda, hukuki güvenlik ve belirlilik kavramının, mahkeme kararlarında makul bir istikrarın sağlanması hususu ile de doğrudan ilgili olduğu, yargı makamlarının benzer davalarda daha önceki kararlarıyla kabul edilebilir oranlarda uyumlu kararlar vermesi gerektiği, mahkeme kararlarında, istikrarlı değerlendirmelerin dışındaki bir yaklaşımın hukukun dinamik yorumuyla uyumlu ve gelişmeye yönelik olarak verildiğinin yeterli ve makul gerekçeyle açıklanması gerektiği yönünde değerlendirmeler yaptığı anlaşılmaktadır.

b.İlkelerin Olaya Uygulanması

59. Başvurucu, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin aynı olaya ilişkin önceki kararlarından farklı bir yaklaşım sergileyerek yerel mahkeme kararını bozduğunu, önceki içtihatlarından dönme nedenini açıklamadığını, davadan sonra yine önceki kararlarıyla uyumlu değerledirmeler yaparak kararlar verdiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

60. Somut olayda değerlendirilmesi gereken mesele, başvuru konusu davanın koşulları, Yargıtayca bu davadan önce ve sonraki tarihlerde verilen kararlara konu olan olayların özellikleri, bu davaların somut olayla aynı nitelikte olup olmadıkları ve benzer nitelikteki davalarda Yargıtay değerlendirmelerinde bir istikrarın oluşup oluşmadığının tespit edilmesidir. Bu bağlamda başvuru konusu davada Daire kararında bir değişim yaşandıysa bu durumun önceki kararlarla çelişki oluşturup oluşturmadığı, bu suretle hukuki bir belirsizliğe yol açıp açmadığı ve başvurucu bakımından öngörülebilir olup olmadığına yönelik bir inceleme yapılması gerektiği de açıktır.

i. Kararlar Arasında Çelişkinin Varlığı

61. Başvuru konusu davada başvurucunun banka dekontlarına dayanarak icra takibi başlattığı, borçlunun itirazı üzerine takibin durduğu, itirazın iptali talebiyle açılan davada başvurucunun, yargılamanın farklı aşamalarında banka dekontlarında paranın borç olarak gönderildiğinin şerh edildiğini, yerleşik içtihatlara göre dekontta bulunan şerhin lehine karine oluşturduğunu ve ispat külfetinin davalı borçluda olması gerektiğini ileri sürdüğü, yerel mahkemenin davayı önce kabul ettiği ancak Yargıtayın, ispat yükünün davacıda olması gerektiğini belirterek kararı bozması üzerine davanın reddine karar verildiği ve hükmün bu şekilde onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır.

62. Başvuru konusu davada Yargıtayın bozma ilamında tartışılan konu, banka havalesi ile gönderilen paranın niteliği, dekontta borç olarak gönderildiğinin şerh edilmesi hâlinde ispat yükümlülüğünün kime ait olacağı hususudur.

63. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi başvuru konusu davadan önceki ve sonraki tarihlerde verdiği kararlarda istikrarlı olarak havale makbuzu üzerinde bir açıklama bulunmadığı takdirde havalenin mevcut bir borca karşılık yapıldığının kabul edileceği, bu durumda havaleyi gönderen kişinin parayı borç olarak gönderdiğini ispatlaması gerektiği, havale makbuzunda paranın borç olarak gönderildiği hususunda bir açıklama bulunması hâlinde ise parayı gönderen lehine karine oluşacağı ve aksi durumun havaleyi alan kişi tarafından ispatlanması gerektiğinin belirtildiği, yargılamaların bu perspektifle sonuçlandırıldığı anlaşılmıştır. Bu açıdan Dairenin benzer olaylarda istikrarlı bir yaklaşım sergilediği görülmektedir (bkz. § 26-32).

64. Somut olayda Yargıtayın, havale dekontlarında paranın borç olarak gönderildiğine ilişkin "Ahmet Acar tarafından borç olarak yatırılan", "Ahmet Acar borç olarak yatırılan" şeklinde yazılı şerhler olduğu hâlde, paranın mevcut borca karşılık gönderildiğini kabul ederek ispat yükümlülüğünün başvurucuda olduğunu belirttiği, aksi yöndeki bu değerlendirmeyle davanın reddedildiği anlaşılmıştır.

65. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin havalenin niteliği ve ispat yükü hususlarındaki değerlendirmelerinin, başvurucunun açtığı davaya konu olayların farklılığından kaynaklanan bir gerekçenin gösterilmediği ve Dairenin aynı konudaki önceki ve sonraki tarihli kararlarıyla çelişki oluşturduğu anlaşılmaktadır.

66. Bunun yanında 2797 sayılı Kanun'un 15. maddesinde, bir Yargıtay dairesinin benzer olaylarda birbirinden farklı kararlar vermesi durumunda bu çelişkinin içtihadı birleştirme yoluyla giderilebileceği, aynı Kanun'un 45. maddesinde içtihatların birleştirilmesini birinci başkanın doğrudan doğruya veya Yargıtay dairelerinin veya genel kurulların verdikleri karar sonucunda veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının bizzat yazı ile başvurması hâlinde ilgili kuruldan isteyebileceği belirtilmiştir.

67. Mevzuatta aynı dairenin benzer olaylara ilişkin çelişkili kararları nedeniyle oluşan belirsizliği giderici mekanizma öngörülmüş ise de somut olay açısından bu yola başvurulmadığı anlaşılmıştır.

ii.Hukuki Belirlilik İlkesi Yönünden Değerlendirme

68. Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin başvuruya konu kararının, Yargıtayın benzer nitelikteki yargılamalarda verdiği istikrarlı kararları bağlamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Benzer olaylarda verilen mahkeme kararlarındaki tutarsızlık veya makul görülemeyecek sapmalar hukuki belirsizliğe yol açacağından, yapılacak incelemede dikkate alınması gerekir.

69. Anayasa Mahkemesi Türkan Bal başvurusunda yargısal kararlardaki değişikliklerin, hukukun dinamizmini ve mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini yansıtması yönüyle olumlu olduğunu, ancak uygulamadaki birlikteliği sağlamaları beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşmasının hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine aykırı olacağını, böyle bir algının toplumda yerleşmesi hâlinde bireylerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları beklenen güvenin zarar görebileceğini belirtmiştir (§ 54).

70. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, havale dekontlarında yer alan şerhe göre ispat yükümlülüğünün havaleyi alan davalıda olduğuna dair ilk derece mahkemelerinin kararlarını istikrarlı biçimde onamış veya aksi yöndeki ilk derece mahkemesi kararlarını bozmuştur. Bu nedenle hukuki belirlilik ilkesi ışığında, başvurucu açısından banka dekontunda yazan şerhin niteliği ve davada ispat yükümlülüğünün davalıda olması gerektiği olgusu dikkate alınarak değerlendirme yapılması ve yargısal sürecin bu şekilde tamamlanması yönünde makul bir güvenin oluştuğunun kabulü gerekir. Bu açıdan Dairenin somut davadaki farklı değerlendirmesi öngörülebilir değildir.

71. Başvurucuya ispat yükümlülüğü getiren bu değerlendirmeye karşı dava dosyasına sunulan önceki Daire kararları çerçevesinde başvurucu tarafından ileri sürülen itirazlara yönelik Dairece, içtihat değişikliğine gidildiği veya olayın koşullarında önceki kararlardan ayrılmayı gerektirecek farklılıklar olduğu veya alternatif bir yaklaşım sağlayan farklı gerekçelere dayanıldığına dair farklı herhangi bir açıklamada bulunulmadığı anlaşılmaktadır.

72. Yukarıda açıklanan tespitlere göre; Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin bahse konu ilamında Dairenin önceki ve sonraki kararlarından farklı bir sonuca neden ulaşıldığının başvurucu ve üçüncü kişiler tarafından objektif olarak anlaşılmasına imkân verecek düzeyde açıklama yapılmadığı, nihai yargılama makamını oluşturan Dairenin benzer davalardaki istikrarlı değerlendirmelerinden ayrılarak farklı bir karar vermesinin hukuki belirsizliğe yol açtığı ve başvurucu için öngörülemez nitelikte olduğu, bu açıdan istikrarlı içtihatlara aykırı değerlendirme yapılarak verilen kararnedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin zedelendiği sonucuna ulaşılmıştır.

73. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

74. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

75. Başvurucu, yeniden yargılama ve tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

76. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

77. Adil yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin Yargıtay ilgili Dairesine gönderilmesi için Antalya 4. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

78. Yeniden yargılama kararı verilmekle birlikte başvurucunun tazminat talebine yer olmadığına yönelik karar verilmesi gerekir.

79. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak amacıyla ilgili Yargıtay Dairesine gönderilmek üzere Antalya 4. Asliye Hukuk Mahkemesine (Mahkemenin 10/4/2013 tarihli ve E.2013/40, K.2013/248 sayılı dosyası) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,

E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/9/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.