2014/2007

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MEHMET SIDDIK TİMURTAŞ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/2007)

 

Karar Tarihi: 13/9/2017

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Nahit GEZGİN

Başvurucu

:

Mehmet Sıddık TİMURTAŞ

Vekili

:

Av. Abdulhekim GİDER

 

 

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, mayın patlaması sonucu meydana gelen yaralanma üzerine açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 10/2/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

9. 1993 doğumlu olan ve Şırnak ili Güçlükonak ilçesinin Taşkonak köyünde ikamet eden başvurucu 9/2/2009 tarihinde hayvanlarını otlattığı sırada bastığı bir mayının patlaması sonucunda sağ kolu, sağ kulağı ve bir gözünden ağır şekilde yaralanmıştır.

10. Bu yaralanma nedeniyle başvurucunun sağ kolu, ön dirseğinin altından ampute edilmiş; ayrıca yaralanma, yüzünde sabit eser oluşturmuştur. Siirt Devlet Hastanesinin 11/5/2009 tarihli raporuna göre başvurucunun vücudunda %69 oranında sürekli fonksiyon kaybı meydana gelmiştir.

11. Başvurucu 8/6/2009 tarihinde, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Şırnak Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.

12. Komisyon, başvurucuya 13.700,40 TL ödenmesine karar vermiş ve bir sulhname tasarısı düzenleyerek 9/10/2009 tarihinde vekilinegöndermiştir.

13. Başvurucu, Komisyonun bu teklifini kabul etmemiş ve söz konusu işlemin iptali talebiyle Mardin İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. İdare Mahkemesi, 3/11/2010 tarihinde K.2010/1220 sayılı kararı ile söz konusu tazminat miktarının ilgili mevzuata uygun olduğu ve Komisyon kararında hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçeleriyle davayı reddetmiştir.

14. Anılan karar,Danıştay Onbeşinci Dairesinin 12/9/2012 tarihli kararıyla usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle onanmış; başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 18/9/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

15. Başvurucu, annesi H.T. ve babası M.A.T., söz konusu davanın reddedilmesinden önce 2/6/2009 tarihinde İçişleri Bakanlığına ve Şırnak Valiliğine başvurarak uğradıklarını ileri sürdükleri maddi ve manevi zararlarının tazmin edilmesi talebinde bulunmuş, idare tarafından bu başvurularına cevap verilmemesi üzerine de olayda idarenin hizmet kusurunun bulunduğunu, aksinin kabulünde dahi "sosyal risk ilkesi" gereğince idarenin söz konusu zarardan sorumlu tutulması gerektiğini iddia ederek İdare Mahkemesinde550.000 TL maddi ve 600.000 TL manevi olmak üzere tazminat talebiyle dava açmışlardır.

16. İdare Mahkemesi 9/11/2010 tarihinde E.2009/1091, K.2010/1279 sayılı kararı ile bu davayı da reddetmiştir. Ret gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:

" (...)

5233 sayılı Kanun, yargısal ve bilimsel içtihatlarla kabul edilen 'sosyal risk' ilkesinin yasalaşmış halidir. Bu nedenle, adı geçen Kanunun uygulama alanı yalnızca 'sosyal risk ilkesi' uyarınca tazmini mümkün olan uyuşmazlıklarla sınırlı bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle, zarar ile idari eylem arasında nedensellik bağının kurulabileceği hallerde sosyal risk ilkesinin uygulanmasına olanak bulunmadığından, idare hukuku kuralları çerçevesinde öncelikle hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararın tazmin edilip edilemeyeceğinin belirlenmesi; dolayısıyla idari eylemlerden doğan zararın, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri uyarınca tazmini gereken davalarda 2577 sayılı Kanunun 13. maddesinin uygulanması gerekmektedir.

Bakılan davada, Mehmet Sıddık Timurtaş'ın yaralanmasıyla sonuçlanan olayla ilgili bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilmesinden, zararın, terör örgütü mensuplarının askeri birliklere zarar vermek amacıyla bölgeye yerleştirdikleri mayına temas edilmesi sonucunda meydana geldiği ve olayın bu haliyle 5233 sayılı Kanun kapsamında kaldığı sonucuna ulaşılmaktadır.

Nitekim, davacılar tarafından, aynı olay sebebiyle 08/06/2009 tarihinde 5233 sayılı Yasa kapsamında Şırnak Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığına başvuru yapıldığı, Zarar Tespit Komisyonunun 09/10/2009 tarih ve 2009/3-1350 sayılıişlemi ile 13.700,40 TL ödenmesine karar verilmesi üzerine söz konusu işlemin iptali istemiyle açılan davada, Mahkememizin 03/11/2010 tarih ve E:2009/1532, K:2010/1220 sayılı kararı ile söz konusu tazminat miktarının mevzuat hükümlerine uygun olduğu ve Zarar Tespit Komisyonu kararında hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği görülmektedir.

Bu durumda, dava konusu olay sebebiyle doğan zararın 5233 sayılı Yasa kapsamında tazmin edildiği görüldüğünden, davacıların maddi ve manevi tazminat isteminde hukuki (isabet görülmemiştir)."

17. Anılan karar,Danıştay Onbeşinci Dairesinin 21/9/2012 tarihli kararıyla usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle oy çokluğuyla onanmış; başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 18/9/2013 tarihli kararıyla oy çokluğuyla reddedilmiştir. Çoğunluğun görüşüne katılmayan Daire üyeleri karşı oy görüşlerinde; manevi tazminat talebine ilişkin davanın değerlendirilmesinin, İdare Mahkemesince yapıldığı gibi 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre değil davacıların (başvurucunun) dava dilekçesinde iradesini koyduğu üzere öncelikle idarenin hizmet kusuru, bu yoksa sosyal risk ilkesi çerçevesinde yapılması ve bu nedenle İdare Mahkemesinin kararının manevi tazminata ilişkin kısmının bozulmasına karar verilmesi gerektiğini belirtmişlerdir.

18. Bu karar, başvurucu tarafından 9/1/2014tarihinde öğrenilmiş olup 10/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

19. 5233 sayılı Kanun’un 1. maddesi şöyledir:

Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.”

20. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesi şöyledir:

“Bu Kanun,3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar.”

21. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle değişik 7. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:

“Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır:

 ...

 b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri.”

22. 5233 sayılı Kanun’un 6462 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle değişik 9. maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarının ilgili bölümü şöyledir:

“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;

a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre,

b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,

c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,

d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,

 ...

 Nakdî ödeme yapılır.

 …”

23. 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesi şöyledir:

 “Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.

 Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir.

 Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır.

 Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir.

 Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.”

24. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir

“1. İdari dava türleri şunlardır:

...

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

...”

25. 2577 sayılı Kanun'un 12. maddesi şöyledir:

"İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır."

26. 2577 sayılı Kanun’un13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”

27. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/3/2014 tarihli ve E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:

 “5233 sayılı Yasa, idarenin terör olaylarına dayalı kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların yargı yoluna başvurmadan sulh yoluyla ödenmesini öngören, bu yönüyle uyuşmazlığın sadece maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle giderilmesini sağlayan, ancak manevi zararların karşılanmasını da engellemeyen nitelikte bir yasadır.

 Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 18888/02 nolu başvuruya konu 12/01/2006 günlü Aydın İçyer - Türkiye kararının 81. paragrafında, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Kaynaklanan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunla ilgili olarak “Tazminat Kanun’unda yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme olanağının bulunduğu doğru olsa da Kanun’un 12. maddesinin idari mahkemelerde manevi zarar için tazminat talep etme olanağı verdiği görülmektedir.” ifadesine yer verilmiştir.

 Bu durumda, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı Yasa uyarınca karşılanmayan ilgililerin ileri sürdükleri manevi zarara bağlı tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemesinin yapılması gerekmektedir.”

28. Danıştay Onbeşinci Dairesinin 11/12/2014 tarihli ve E.2011/9361, K.2014/9507 sayılı kararının gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:

“... terör eylemeleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler sonucunda salt toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının sosyal risk ilkesi gereğince sulhen karşılanması amacıyla çıkarılan 5233 sayılı Kanun kapsamında bulunan maddi zararların sulhen karşılanması için 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinden ayrı, özel bir usul öngörmektedir... Ayrıca, 5233 sayılı Kanun’un Geçici 1. maddesiyle Kanun’un uygulamasını geriye yürüterek, 19/7/1987 - 27/7/2004 tarihleri arasında meydana gelen olaylar nedeniyle zarara uğrayanların, Kanun’ un yürürlüğe girmesinden itibaren 1 yıl içinde ilgili mercilere başvurması halinde, bu zararlarının tazmin olacağını getirmekte, böylece 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde öngörülen sürelerde dava açma hakkını kullanamayan kişilerin zararlarının da sulhen karşılanmasını amaçlamaktadır...”

V. İNCELEME VE GEREKÇE

29. Mahkemenin 13/9/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

30. Başvurucu, terörle mücadele kapsamında askerî yetkililer tarafından döşenen mayının patlaması nedeniyle yaralandığını, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığıbaşvurunun kabul edildiğini fakat hükmedilen maddi tazminat miktarı çok düşük olduğu için idare ile sulhname imzalamadığını, maddi ve manevi zararlarının tazmini için genel hükümler çerçevesinde idareye yapmış olduğu başvurunun ve akabinde açtığı davanın ise 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılmış bir başvuru ve dava gibi kabul edilerek reddedildiğini, bu şekilde olay nedeniyle uğramış olduğu maddi zararının bir kısmını, manevi zararının ise tamamını talep etme imkânından mahrum bırakıldığını belirterek Anayasa’nın 2., 17. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

31. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun 2577 sayılı Kanun kapsamında idareye yapmış olduğu başvurunun ve açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2., 17. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini iddia ettiği anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuruda manevi tazminat talebinin reddedilmesi ile ortaya çıkan hak ihlali iddiaları bakımından temel sorun, başvurucunun mahkemeye etkili erişiminin engellenmesi olduğundan başvurucunun manevi tazminat talebi hakkındaki iddiasının adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı yönünden incelenmesi uygun görülmüştür.

32. Başvurucu, ayrıca İdare Mahkemesince verilen ret kararı neticesinde maddi zararını tamamen karşılayacak bir giderim sağlanması imkânının da kendisine tanınmadığını belirterek haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucunun Komisyona ve 2577 sayılı Kanun’un genel hükümleri kapsamında ilgili idarelere sunduğu dilekçe, dava dilekçesi ve bireysel başvuru formunun incelenmesi sonucunda şikâyetini dile getiriş şeklinden anılan ihlal iddiasının, tazminat talebini delillendirme amaçlı olduğu sonucuna varılmış; bu iddialar hakkında, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkı kapsamında ayrıca inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir (benzer bir değerlendirme için bkz. Özden Sayar ve Deren Dilara Sayar, B. No: 2013/4022, 13/4/2016)

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Maddi Zararlarının Karşılanmadığına İlişkin İddia

33. Başvurucu, olay nedeniyle ortaya çıkan maddi zararlarının tazmin edilmesi için yaptığı başvuruda hükmedilen tazminat miktarının zararını karşılamaktan uzak olduğunu, fakat bu konuda açtığı davanın reddedildiğini ileri sürmüştür.

34. Somut olayda başvurucunun talebinin 5233 sayılı Kanun kapsamında olduğu Komisyonca kabul edilerek başvurucuya 13.700,40 TL ödenmesine karar verilmiştir. Terör ve terörle mücadeleden doğan maddi zararların karşılanması konusunda 5233 sayılı Kanun'da, 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinden farklı olarak özel bir giderim usulü öngörülmektedir.

35. 5233 sayılı Kanun uyarınca hükmedilen maddi tazminat miktarının yetersiz olduğu iddiası, daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu başvuruya ilişkin verdiği kararında, başvuru konusu olayda yaşama hakkı bakımından devletin koruma yükümlülüğü yönünden herhangi bir sorumluluğu tespit edilmemiş olmakla birlikte objektif sorumluluk anlayışına dayalı sosyal risk ilkesi temel alınarak hazırlanan 5233 sayılı Kanun kapsamında başvuruculara ödenmesine karar verilen tazminatın 5233 sayılı Kanun hükümlerine dayalı olarak Komisyonlar tarafından Kanun’da belirtilen yönteme göre belirleneceği, başvurucular tarafından 5233 sayılı Kanun kapsamında Komisyonca kendilerine ödenmesi teklif edilen maddi tazminat miktarının mahkemelerde uygulanan çeşitli kriterler dikkate alınmaksızın maktu olarak belirlendiği ve yetersiz olduğu ileri sürülmekte ise de terörden kaynaklanan zararların dava yoluna gidilmeden ilgililerce tazmini olanağı sağlayan 5233 sayılı Kanun uyarınca belirlenen tazminat miktarına ve bu miktarın hesaplanma şekline belirli bir tatmin sağladığı sürece ve açık bir orantısızlık bulunmadığı müddetçe Anayasa Mahkemesinin müdahalesinin söz konusu olamayacağı belirtilerek başvurucuların yaşam hakkının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır (Mehmet Çetinkaya ve Maide Çetinkaya, B. No: 2013/1280, 28/5/2014, §§ 71-76).

36. Somut olayda da başvurucu, olay sonucunda gerçekleşen maddi zararının daha yüksek olduğunu iddia etmiş ise de bu iddiasına ilişkin değerlendirmede bulunan makamların kararlarında keyfî bir değerlendirmede bulunduğunu söylemeyi mümkün kılan bir durum belirlenememiştir.

37. Açıklanan nedenlerlebaşvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Manevi Zararlarını Talep Etme İmkânından Mahrum Bırakıldığına İlişkin İddia

38. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

39. Başvurucu, idare hukukunun genel hükümleri kapsamında açtığı manevi tazminat talepli davanın hatalı değerlendirme sonucu reddedilmesi nedeniyle bu zararının tazminini isteme imkânından mahrum bırakıldığını ileri sürmüştür.

40. Anayasa Mahkemesinin görevi, usul kurallarının uygulanması konusunda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerini denetlemek olmayıp usule ilişkin uygulamanın kişinin mahkemeye erişim hakkını, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olarak kısıtlayıp kısıtlamadığını denetlemektir (Neriman Polat, B. No: 2012/1223, 5/11/2014, § 33).

41. Mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer almaktadır (Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28; Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 51; Ş.Ç., B. No: 2012/1061, 21/11/2013, § 28; Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 41). Bu hak, bir uyuşmazlığı ve uyuşmazlık kapsamında bir talebi mahkeme önüne taşıyabilmek ve bunların etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını (Özkan Şen, § 52) ya da kişinin bizatihi mahkemeye başvurmuş olmasını anlamsız hâle getiren sınırlamalar, mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (İbrahim Can Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014, § 31).

42. Mahkemeye etkili erişim hakkı, “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biridir ve bu hak, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olması ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olması gerektiğini ifade eder. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlal edildiğine karar verilebilmektedir (Özden Sayar ve Deren Dilara Sayar, § 60).

43. Başvuru konusu olayda başvurucunun manevi tazminat talebine ilişkin mahkemeye erişim hakkı, idari yargı alanında uygulanabilir bir haktır. Bu bağlamda mahkemeye erişim hakkı, tazminat talebi bulunan bir kimsenin bu talebi hakkında bir mahkeme tarafından bir karar verilmesini isteme hakkıdır.

44. 5233 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde Kanun’un çıkarılış amacı “... terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ancak bu yolla sonuç alamayanların başvurmaları, verilen tazminat miktarlarının haksız zenginleşme aracı olarak kullanılmasının önlenmesi...” şeklinde belirtilmiştir. Ayrıca 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinin madde gerekçesinde “Zararların sulhen karşılanması yöntemi ile mağdurların yargı yoluna gitmelerine gerek kalmaksızın kısa sürede zararlarının giderilmesi amaçlanmıştır.” ifadesine yer verilmiştir.

45. Somut olayda başvurucunun idare hukukunun genel hükümleri kapsamında Şırnak Valiliğine ve İçişleri Bakanlığına yaptığı başvuru, 5233 sayılı Kanun’da manevi tazminat ödenmesi hakkında bir hüküm bulunmadığından reddedilmiştir. Başvurucu tarafından genel hükümler kapsamında manevi tazminat talebiyle açılan dava da -E.2009/1091, K.2010/1279 sayılı- 5233 sayılı Kanun kapsamında işletilmiş bir prosedür olarak değerlendirilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesi gereği mahkemeye erişim hakkı kapsamındaki etkili karar hakkına yönelik müdahale, Anayasa’nın 13. maddesi bağlamında ölçülülük ilkesi yönünden incelenecektir.

 46. Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar, Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (Özkan Şen, § 58; Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 39; İbrahim Can Kişi, § 33).

47. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesine göre temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Ayrıca bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözü ve ruhu ile demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz (İbrahim Can Kişi, § 34; Neriman Polat, § 42).

48. Sonuç itibarıyla mutlak olmayan ve sınırlandırılabilen mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlandırmaların kanuni olması, hakkın özünü zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması, başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38; İbrahim Can Kişi, § 36).

49. Bir tazminat veya tam yargı davasına konu olan alacağa ilişkin mevzuat hükümleri kapsamında yürütülen yargılamada, kişilerin taleplerini başlattıkları usulde hataya düşülerek incelemenin yapılacağı mevzuat kaynaklarının daraltılmasının, belirtilen anlamda dava açılması ile ilgili bir kısıtlama olarak değerlendirilmesi ve bu müdahalenin mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir.

50. Somut olayda yukarıda ilgili bölümde ifade edildiği üzere başvurucunun genel hükümler kapsamında manevi tazminat talebiyle açtığı dava, 5233 sayılı Kanun kapsamında incelemeye tabi tutularak anılan Kanun kapsamında talep etme imkânı bulunmadığı gerekçesi ile reddedilmiştir.

51. 5233 sayılı Kanun’un 1. maddesinde yer alan “maddi” sözcüğünün itiraz yoluyla iptal edilmesi amacıyla yapılan başvuruda Anayasa Mahkemesi 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79, K.2009/97 sayılı kararında anılan iptal istemini reddetmiştir. İlgili gerekçe şöyledir:

“5233 sayılı Yasa, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm yöntemi getirmiştir. Yasa koyucu bu amaca uygun olarak yargılama hukuku kurallarından farklı hükümler öngörerek buna ilişkin esasları Yasa'da ayrıntılı olarak kurala bağlamıştır.

5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin sonucu olmayan ve herhangi bir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan kısmının sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa'da bu zararlardan 'manevi' olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi, 12. maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek Anayasa'nın 125. maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir.”

52. 5233 sayılı Kanun, maddi zararların özel bir giderim usulü olmakla birlikte manevi zararların karşılanmasına da engel olmayan bir kanundur. 2577 sayılı Kanun’un 12. ve 13. maddelerinde, idarenin işlem veya eyleminden kaynaklı olarak hakları ihlal edilenlere tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır. Bu yol, 5233 sayılı Kanun dışında idari yargıda genel hükümlere başvurularak uğranılan zararın tazminine imkân sağlamaktadır (Abbas Emre, B. No: 2014/5005, 6/1/2016, § 81).

53. Somut başvuruda tazminat hukukunun genel prensiplerine göre açılan davada başvurucunun manevi tazminat talebi hakkında genel hükümler kapsamında inceleme yapılarak bir karar verilmemesi, 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesinin son fıkrasındaki ve 2577 sayılı Kanun’un 1. ve 13. maddelerindeki açık düzenlemeler ile Anayasa Mahkemesi ve Danıştay içtihatları dikkate alındığında başvurucuyu, açtığı davayı tazminat hukukunun genel hükümlerine göre inceletme imkânından mahrum bırakmış olup bu durum başvurucunun mahkemeye erişim hakkına ölçüsüz bir müdahale oluşturmuştur.

54. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

55. 30/3/2011 sayılı ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

56. Başvurucu, 200.000 TL maddi ve 250.000 TL manevi olmak üzere toplam 450.000 TLtazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

57. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

58. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan ihlal kararının bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Mardin İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir. Yeniden yargılama yapılması ile ihlalin sonuçlarının ortadan kalkacağı değerlendirildiğinden başvurucunun tazminat talebi hakkında ayrıca bir karar verilmesine gerek görülmemiştir.

59. Dosyadaki belgelerden tespit edilen vevekâlet ücretinden oluşan toplam 1.800 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Maddi tazminat talebinin kısmen reddi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Manevi tazminat talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Mardin İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE (Karar mahkemenin E.2009/1091, K.2010/1279 sayılı dava dosyası ile ilgilidir),

D. 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin İçişleri Bakanlığına ve Şırnak Valiliğine GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/9/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.