2014/3094

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ASİYE ELEFTOZ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/3094)

 

Karar Tarihi: 26/10/2017

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Gülbin AYNUR

Başvurucular

:

1. Asiye ELEFTOZ

 

 

2. Fatma IŞIK

 

 

3. Candan IŞIK

 

 

4. Cuma IŞIK

 

 

5. Halide BİLMEZ

 

 

6. İhsan IŞIK

 

 

7. Lamia SOLMAZ

 

 

8. Mensure ŞEN

 

 

9. Müzeyyen EVRUK

 

 

10. Zerife ELEFTOZ

Vekili

:

Av. Murat KORKMAZ

 

 

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 10/3/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

6. Başvurucuların murisleri, 2/11/1992 tarihinde Diyarbakır ili Silvan ilçesi Dutveren köyünde güvenlik güçleri ile teröristler arasında meydana gelen silahlı çatışma sırasında hayatlarını kaybetmişlerdir.

7. Başvurucular, murislerinin öldürülmesinden dolayı 17/7/2014 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun uyarınca tazminat ödenmesi talebiyle 22/6/2005 tarihinde Diyarbakır Valiliğine başvuruda bulunmuşlardır.

8. Diyarbakır Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar TespitKomisyonu (Zarar Tespit Komisyonu) 6/2/2006 tarihli kararıyla başvurucuların tazminat talebini reddetmiştir. Zarar Tespit Komisyonu kararının gerekçesinde, Silvan Cumhuriyet Başsavcılığının 30/3/1993 tarihli görevsizlik kararından başvurucuların murislerinin terör örgütü mensubu olduklarının anlaşıldığı, bu sebeple meydana gelen ölüm olayının 5233 sayılı Kanun kapsamında bulunmadığı belirtilmiştir.

9. Başvurucular söz konusu Zarar Tespit Komisyonu kararının iptali istemiyle Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmışlardır. Başvurucular dava dilekçesinde murislerinin terörist değil köy halkından kişiler olduklarını, çatışma sırasında güvenlik güçleri tarafından yanlışlıkla öldürüldüklerini, bu sebeple ölüm olayının 5233 sayılı Kanun kapsamında olduğunu ileri sürmüşlerdir.

10. Mahkeme 24/10/2007 tarihli kararıyla dava konusu Zarar Tespit Komisyonu kararını iptal etmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Davaya konu işlemde zarar tespit komisyonunun davacıların başvurusunu reddetmesinin sebebi olarak; "söz konusu kişilerin terörist oldukları ve güvenlik güçleri ile girdikleri çatışmada öldürüldükleri" gösterildiğine göre uyuşmazlığın bu çerçevede incelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.

(...)

...dosya içerisinde bulunan belgeler incelendiğinde;

- Silvan Cumhuriyet Başsavcılığının 30/3/1993 gün ve 1993/22 sayılı Görevsizlik Kararında [M.I.] ve [C.I.]'nın güvenlik güçleri ile girilen çatışmada öldüğünün belirtildiği,

- Silvan Cumhuriyet Savcısı tarafından Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına yazılan yazıda bu iki kişi dışında PKK lı teröristlerce güvenlik güçlerine ateş açıldığının belirtildiği,

- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığından alınan 22/7/2005 günlü sabıka kayıt belgelerinden [M.I.] ve [C.I.]'nın herhangi bir sabıkalarının olmadığının anlaşıldığı,

- 9/11/1992 tarihinde Cumhuriyet Savcısı tarafından ifadesi alınan [M.I.]'nın eşi [F.I.]'nınbeyanında; gece 24 sıralarında kapının çaldığı, asker kıyafetli ve silahlı bir kişinin oğlu ve kocasını evden aldığını, kocasının veya oğlunun silahının bulunmadığını belirttiği ve diğer ifadelerin de bu durumu desteklediği görülmektedir.

Diğer taraftan Mahkememizin 16/1/2007 ve 4/4/2007 tarihli kararları ile davalı idareden olaya ilişkin Jandarma tutanağı istenilmiş ve olay üzerine yakalanan başka şahısların olup olmadığı sorulmuş olup, söz konusu ara kararlarına davalı idarece cevap verilmediği görülmüştür.

Bütün bu bilgi ve belgelerin değerlendirilmesinden, [M.I.] ve [C.I.]'nın sıradan birer köylü oldukları, daha önceye dairterör örgütüne yardım ve yataklık yaptıklarına ve terörist olduklarına ilişkin herhangi bir bilgi ve belgenin sunulamadığı, aksine sicil kayıtlarının temiz olduğu, bu kişilerin söz konusu olay gecesinde güvenlik güçleri ile çatışmaya girdiklerine ilişkin Jandarma tutanağının istenilmesine rağmen Mahkememize sunulamadığı, yani iddia edilen çatışma fiilinin bu kişilerle gerçekleştiğine ilişkin bir kanıtın olmadığı, aynı gece asker kıyafetli bir kişi tarafından evlerinden alındıkları, yine aynı gecebu iki kişi dışındateröristlerin bulunduğunun ve bunların güvenlik güçlerine ateş açtıklarının sabit olduğu anlaşılmış olup, adı geçen kişilerin terörist olduklarına ve güvenlik güçleri ile çatışmaya girdiklerine ilişkin yeterli ve inandırıcı kanıt idarece dosyaya sunulamadığından, davalı idare işlemin sebep unsurunu ve iddiasını yeterli deliller ile ispatlayamamış bulunmaktadır.

Bu durumda, [M.I.] ve [C.I.]'nın terörist oldukları gerekçesiyle başvurunun reddi yolunda tesis edilen dava konusu işlemde bu yönüyle hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline,(...)"

11. Karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 21/3/2012 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir.

12. Başvurucular 3/9/2012 tarihinde Diyarbakır Valiliğine başvurmuşlar ve Mahkemenin iptal kararı doğrultusunda başvurularının karara bağlanmasını talep etmişlerdir.

13. Zarar Tespit Komisyonu, söz konusu mahkeme kararı üzerine yaptığı değerlendirme sonucu 26/12/2012 tarihinde, ölüm olayı nedeniyle oluşan zarara karşılık başvuruculara 52.321,74 TL tazminat ödenmesine karar vermiş; bu bedele ilişkin sulhname tasarısı imza davetiyesi düzenleyerek başvuruculara göndermiştir.

14. Başvurucuların teklif edilen bedeli kabul ettiklerini belirtmeleri üzerine taraflar arasında sulhname imzalanmıştır.

15. Tazminat bedelini ödemeden önce Zarar Tespit Komisyonu başvuruculara ait başvuru dosyasını 29/5/2013 tarihinde yeniden gündeme almış ve 31/5/2013 tarihli yazıyla konu hakkında Diyarbakır İl Özel İdaresi Hukuk Müşavirliğinden bilgi ve görüş istemiştir.

16. Diyarbakır İl Özel İdaresi Hukuk Müşavirliğinin 5/8/2013 tarihli cevap yazısında şu tespit ve değerlendirmelere yer verilmiştir: İl Jandarma Komutanlığınca Zarar Tespit Komisyonuna gönderilen 11/3/2009 tarihli yazı ekindeki olay yeri tespit ve araştırma tutanağında olay yerinde yapılan araştırmada, başlangıçta araçla kaçmaya çalışan ve güvenlik görevlilerine ateş eden Dutveren köyünden 1945 doğumlu [A.] oğlu [M.I.] ile [M.] oğlu [C.I.]'nın (başvurucuların murisleri)...seri nolu 2 adet kaleşnikof tüfek ve bu silahlara ait 2 adet şarjör, 18 adet kaleşnikof boş kovanı, 56 adet 7,62 mm kaleşnikof fişeği, 1 adet 7.65 mm çapında ...seri nolu ...marka tabanca, bu silaha ait 1 adet şarjör ve 6 adet dolu fişekleri ile ölü olarak bulunduğunun belirtildiği ifade edilmiştir. İdare Mahkemesinin 16/1/2007 ve 4/4/2007 tarihli ara kararlarıyla idareden olaya ilişkin jandarma tutanağının istenildiği ancak olay yeri tespit ve araştırma tutanağının esas hakkındaki karardan sonra Zarar Tespit Komisyonuna gönderildiği, bu sebeple Mahkemeye ibraz edilemediği belirtilmiştir. Ayrıca Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca, olaya katılan iki örgüt mensubunun ölü olarak ele geçirildiği belirtilerek 13/3/2006 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğinin görüldüğü ifade edilmiştir. Bu verilere göre adı geçen şahısların terör örgütü üyesi olduklarının ve güvenlik güçleriyle girdikleri çatışmada ölü ele geçirildiklerinin anlaşılması sebebiyle başvurunun reddi gerektiği yönünde görüş bildirilmiştir.

17. Zarar Tespit Komisyonu yukarıda belirtilen tespit ve değerlendirmeleri esas alarak 18/9/2013 tarihli kararıyla ölüm olayının 5233 sayılı Kanun kapsamına girmediği gerekçesiyle başvurucuların tazminat taleplerini reddetmiştir.

18. 18/9/2013 tarihli Zarar Tespit Komisyonu kararı 19/2/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.

19. Başvurucular 10/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

20. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

1. İdari dava türleri şunlardır:

a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,(...)"

21. 2577 sayılı Kanun'un "Kararların sonuçları" kenar başlıklı 28. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez."

22. 5233 sayılı Kanun'un "Kapsam" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar.

Aşağıda belirtilen zararlar bu Kanunun kapsamı dışındadır:

(...)

e) Kişilerin kendi kasıtları sonucunda oluşan zararlar.

(...)"

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

23. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ... görülmesini istemek hakkına sahiptir..."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

24. Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde kararların icrasından açıkça bahsedilmemekle birlikte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak yargı kararlarının icra edilmesi hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40).

25. Ancak AİHM içtihatlarında, icra edilmediğinden şikâyet edilen ve bu nedenle ihlale konu olan yargı kararlarının kesinliğine ve nihailiğine vurgu yapıldığı görülmektedir (Hornsby/Yunanistan, § 40; Burdov/RusyaB. No: 59498/00, 7/5/2002, § 34; Büker/Türkiye, B. No: 29921/96, 24/10/2000, §§ 28-34; Ahmet Kılıç/Türkiye, B. No: 38473/02, 25/7/2006, § 27). AİHM, üst mercilerin incelemesine tabi olabilecek ya da üst mahkemece bozulabilecek kararların Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrasının güvencesi altına alınmadığını açıkça belirtmektedir. Temyiz merciinin, ilk derece mahkemesi kararının uygulanmasını erteleme veya askıya alma gibi bir etkisinin olup olmadığına bakılmaksızın 6. madde sadece nihai ve bağlayıcı mahkeme kararlarının uygulanmasını korur. Özellikle de temyiz merciinin, başvuranların taleplerini dayandırdığı kararı bozduğunu gözönünde bulundurarak iç hukuk tarafından uygulanması zorunlu olsa bile idarenin bu karara uymamasını 6. maddenin gerekliliklerine aykırı görmemektedir (Ouzounis ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 49144/99, 15/4/2002,§ 21).

26. AİHM'e göre herhangi bir mahkeme tarafından verilen bir kararın icrası, 6. maddenin amaçları bağlamında davanın ayrılmaz bir parçası olarak düşünülmelidir (Hornsby/Yunanistan, § 40; Scordino / İtalya (No. 1) [BD], B. No. 36813/97, 29/3/2006, § 196). Kamu otoriteleri, nihai yargı kararına uymak için gerekli önlemleri almada başarısız olduğu takdirde 6/1. maddenin hükümlerini tüm yararlı etkilerinden mahrum bırakmış olurlar (Burdov / Rusya, § 37).

27. AİHM; yukarıdaki prensiplerin, sonuçları davacının medeni hakları üzerinde belirleyici olan idari uyuşmazlıklara ilişkin yargılamalar bağlamında daha büyük bir öneme sahip olduğunu ifade etmektedir. Gerçekte davacı, devletin en üst idari mahkemesi önünde iptal başvurusunda bulunmak suretiyle yalnızca hakkında itirazda bulunulan kararın iptalini değil aynı zamanda ve her şeyden önce söz konusu kararın neticelerinin ortadan kaldırılmasını talep etmektedir. Dolayısıyla davacının etkili bir şekilde korunması ve hukuka uygunluğun yeniden sağlanması, idari makamların kararı icra etme yükümlülüğünün olmasını gerektirir (Hornsby / Yunanistan, § 41; Kyrtatos / Yunanistan, B. No: 41666/98, 22/5/2003, §§ 31,32).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

28. Mahkemenin 26/10/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

29. Başvurucular, Mahkemenin iptal kararı gereğince 5233 sayılı Kanun kapsamında tazminat ödenmesi gerekirken tesis edilen yeni bir işlem ile yargı kararının etkisiz kılındığından ve tazminat ödenmediğinden şikâyet etmektedirler. İdarenin kesinleşmiş yargı kararına bir itirazı olması hâlinde yargılamanın yenilenmesi yolunu işletebileceğini belirten başvurucular, terör olayları neticesinde yakınlarını kaybetmeleri sebebiyle uğradıkları zararların kesinleşmiş yargı kararına rağmen karşılanmaması nedeniyle yaşam hakkının, adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedirler.

B. Değerlendirme

30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu çerçevede başvurucuların yukarıda yer verilen şikâyetlerinin özünün kesinleşmiş yargı kararının uygulanmaması hususuna ilişkin olduğu görüldüğünden belirtilen ihlal iddiası niteliği gereği mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.

31. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).

32. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

33. Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrası şöyledir:

"Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez."

34. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı veya davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa'nın, yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu ve mahkeme kararlarının değiştirilemeyeceği ile uygulanmasının geciktirilemeyeceğini ifade eden 138. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 57).

35. Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil, yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, 14/1/2010).

36. Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri de mahkemeye erişim hakkıdır. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması yargılamanın dışında olmakla birlikte onu tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır. Bu nedenle yargı kararlarının uygulanması "mahkemeye erişim hakkı" kapsamında değerlendirilmektedir. Buna göre yargılama sonucunda mahkemenin bir karar vermiş olması yeterli değildir, ayrıca bu kararın etkili bir şekilde uygulanması da gerekir. Hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hâle getiren düzenlemeler bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi hâllerinde "mahkemeye erişim hakkı" da anlamını yitirecektir (Ahmet Yıldırım, B.No:2012/144, 2/10/2013, § 28).

37. Kural olarak mahkeme kararlarının uygulanması, ilam zamanaşımı dolmadığı sürece her zaman talep edilebilir. Bu yöndeki bir talebe rağmen mahkeme kararı uygulanmamışsa olumsuz kamu gücü işleminden kaynaklanan bir süregelen ihlalden söz edilebilir. Bu durumda başvurucu mahkeme kararının uygulanması talebini müteakiben makul bir süre bekledikten sonra Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilir. Başvurucunun talebinden vazgeçtiği ya da takipsiz bıraktığı anlaşılmadıkça bu tür başvuruların süresinde yapıldığını kabul etmek gerekir. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkili olup olmadığının ve başvurunun süresinde yapılıp yapılmadığının da bu çerçevede belirlenmesi gerekir (Ahmet Yıldırım, § 29).

38. Buna göre somut başvuruda, başvurucuların Mahkeme kararının uygulanmadığı iddialarını Mahkeme kararı sonrasında alınan 18/9/2013 tarihli Zarar Tespit Komisyonu kararıyla tazminat taleplerinin yeniden reddedilmesi suretiyle yargı kararının gereğinin yerine getirilmeyeceği (tazminat ödenmeyeceği) yönündeki iradenin açıklanmış olması hususuna dayandırdıkları dikkate alınarak başvurunun süresinde yapıldığı ve ayrıca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından da yetkisi içinde olduğu kabul edilmiştir.

39. Bu kabulden sonra ise öncelikle yargı kararının uygulanmaması suretiyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına bir müdahalenin bulunup bulunmadığının tespiti gerekmektedir. Yargı kararının uygulanıp uygulanmadığının belirlenmesi noktasında da başvuruya konu Mahkeme kararında kurulan iptal hükmünün mahiyetinin ortaya konulması önem arz etmektedir. Bu mahiyetin belirlenmesinde Mahkemenin hükme ulaşırken dayanak aldığı, bir başka ifadeyle kararın gerekçesinde yer verdiği tespit ve değerlendirmelerin önemli bir yol gösterici olacağı açıktır.

40. Bireysel başvuruya dayanak davada dava konusu edilen6/2/2006 tarihli Zarar Tespit Komisyonu kararında, 5233 sayılı Kanun kapsamında tazminat ödenmesi için gerekli koşulların oluşmadığı belirtilerek başvurucuların taleplerinin reddedilme gerekçesi olarak murislerinin terör örgütü mensubu oldukları, güvenlik güçleriyle girdikleri çatışmada öldükleri hususunun gösterildiği, bir başka ifadeyle idari işlemin sebep unsurunun bu olguya dayandırıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim Mahkemenin de uyuşmazlığı bu olgu üzerine temellendirdiği veidari yargılama tekniğinin bir gereği olarak dava konusu işlemin hukuka uygunluğunu denetlemek amacıyla işlemin sebep unsurunu (gerekçesini) irdelediği görülmektedir.

41. Bu noktada Mahkemenin, başvurucuların murislerinin terör örgütü mensubu olduklarına ve güvenlik güçleriyle girdikleri çatışma sırasında öldüklerine dair yeterli ve inandırıcı delilin idare tarafından dosyaya sunulmamış olmasına dayanarak idari işlemin gerekçesi olarak gösterilen bu olgunun ispatlanamamış olması nedeniyle sebep unsuru yönüyle hukuka aykırı bulduğu idari işlemi iptal ettiği görülmektedir.

42. Bu itibarla yargı kararının uygulanması bağlamında söz konusu iptal hükmünün, doğruluğu ispatlanmamış gerekçeye dayanan dava konusu idari işlemin ilk tesis edildiği andan itibaren hukuki varlığının sonlandırılmasıyla idareyi yükümlü kıldığı, buna karşın doğrudan başvurunun 5233 sayılı Kanun kapsamında kabul edilmesi ve başvuruculara tazminat ödenmesi gibi bir neticeyi ve zorunluluğu ise bünyesinde barındırmadığı sonucuna varılmıştır. Bu bağlamda idarenin de iptal kararındaki gerekçeler doğrultusunda başvuru dosyasını yeniden incelemeye aldığı ve idari işlemin sebep unsurundaki hukuka aykırılığı gidermeye yönelik araştırma yoluna gittiği, elde ettiği verilere istinaden yargı denetimine tabi tutulabilecek yeni bir idari işlem tesis ettiği anlaşılmaktadır. Somut olayın özel koşullarında idarenin bu tutumunun yargı kararının etkisiz kılınması sonucunu doğurduğundan bir başka ifadeyle Mahkeme tarafından verilen iptal kararının uygulanmadığından söz edilemez. Dolayısıyla belirtilen şikâyetler bağlamında başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin olmadığı sonucuna varılmıştır.

43. Açıklanan nedenlerle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 26/10/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.