2014/6675

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SAM YAĞCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/6675)

 

Karar Tarihi: 30/6/2016

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

Raportör

:

Selami ER

Başvurucu

:

Sam Yağcılık Sanayi ve Ticaret A.Ş.

Temsilcisi

:

Viktor GÜVEN

Vekili

:

Av. Ali PEHLİVAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, soya yağı ithalatı işlemlerine ilişkin idarece yapılan cezalı ek vergi tahakkuklarının iptali istemiyle açılan davaların reddedilerek kesinleşmesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının, indirimli oran uygulanmasında idarenin hizmet kusuru oluştuğu iddiasıyla açılan davanın, sunulan hukuki belgeler (muktezalar) ve argümanlar dikkate alınmaksızın reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının, davanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 8/5/2014 tarihinde İstanbul 24. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 11/01/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 10/2/2016 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Ham yağ ithalatı işi ile uğraşan başvurucu, yağ ithalatı dolayısıyla %8 oranında katma değer vergisi (KDV) ödemekte iken yapılan denetim sonucunda 2000, 2001 ve 2002 yıllarında gerçekleştirilen yedi ithalat işlemine ilişkin giriş beyannameleri içeriği eşyalar ile ilgili olarak KDV oranının %18 olarak uygulanması gerektiği sonucuna varılarak Tekirdağ Gümrük Müdürlüğü (İdare) tarafından %10'luk fark için cezalı vergi tahakkuku yapılarak mükellefe tebliğ edilmiştir.

8. Başvurucunun İdareye yaptığı itirazın reddedilmesi üzerine bu işlemlerin iptali istemiyle başvurucu, Tekirdağ Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davaları açmış; bu davalar 19/2/2004 tarihinde reddedilmiş, ret kararları Danıştay 7. Dairesinin 22/5/2006 tarihli kararlarıyla onanmış ve karar düzeltme istemi de Dairenin 25/6/2007 tarihli kararlarıyla reddedilerek davalar bu tarihte kesinleşmiştir.

9. Başvurucu, kararların kesinleşmesi üzerine 5/11/2007 tarihinde ek tahakkukları ceza ve faiziyle birlikte ödemiştir.

10. Başvurucu, söz konusu farktahakkuk nedeniyle ödenen ilave vergi ve cezaların gümrük idaresinin hatalı işlem ve eylemlerinden doğan hizmet kusurundan kaynaklandığı, bu nedenlemülkiyet hakkının ihlal edildiği, üzerinde bırakılan fark KDV’yi üçüncü şahıslara yansıtamadığı iddialarıyla toplam 956.307,12 TL tutarındaki maddi tazminatın yasal faizi ileödenmesi talebiyle 18/2/2009 tarihinde aynı Mahkemede bu defa tam yargı davası açmıştır.

11. Mahkeme 31/8/2009 tarihli ve E.2009/106, K.2009/627 sayılı kararıyla talebi reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"... 'Hizmet Kusuru' olarak adlandırılan ve kusur esasına dayanan idari sorumluluk idari hizmetin kuruluş ve işleyişinden kaynaklanır. Kamu hizmeti eksik veya kötü yürütülmekte veya bu faaliyet idareden beklenen normal hizmet gerekleriyle bağdaştırılamayacak bir nitelik arz etmekte ise idarenin sorumluluğunu gerektiren bir hizmet kusuru var demektir.

Öte yandan, idarenin, hizmet kusuru nedeniyle sorumlu tutulabilmesi için tek başına hizmet kusurunun varlığı yeterli olmayıp, bunun yanında idari işlem veya eylemden bir zarar doğmuş olması ve idari eylem veya işlemle zarar arasında bir illiyet bağının kurulabilmesi gerekmektedir. Başka bir anlatımla zarar ile idari işlem veya eylem arasında bir bağın varlığı şart olup, ancak zarar doğuran işlem veya eylemin idareyle ilişkisinin kurulmasından sonra zararın tazmini yoluna gidilmesi mümkündür.

Tüm bu değerlendirmeler ışığında; davalı idare tarafından mevzuatta açıkça öngörülen usul takip edilerek Ek KDV tahakkukları yapıldığı ve sonrasında bu tahakkuklara karşı açılan davalarda, Mahkememizce verilen ret kararların, Danıştay Başkanlığı nezdinde temyizen incelenerek kesinleşmesini müteakip davalı idarece bu meblağın yasal faizi ile birlikte davacıdan ödenmesi talep edildiğinden;bu noktada davalı idareye herhangi bir hizmet kusuru yüklenemeyeceği gibi idarenin tazminat sorumluluğundan da bahsedilemez. Aksinin kabulü yukarıda yazılı mevzuatın konuluş amacına da aykırıdır."

12. Başvurucu tarafından temyiz edilen bu karar, Danıştay 7. Dairesinin 21/2/2014 tarihli ve E.2010/81, K.2014/927 sayılı ilamıyla "Dayandığı hukuki ve kanuni nedenlerle gerekçesi yukarıda açıklanmış bulunan mahkeme kararı, aynı gerekçe ve nedenlerle Dairemizce de uygun görülmüş olup, temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, sözü geçen kararın bozulmasını sağlayacak durumda bulunmadığından..." gerekçesiyle onanmıştır.

13. Bu karar başvurucu vekiline 9/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 8/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

14. Anayasa'nın 125. maddesinin 7. fıkrası şöyledir:

 “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.”

15.6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12. maddesi şöyledir:

"İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 inci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır."

16. 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 3/2/1988 tarihli 3505 sayılı Kanun'la değişik 28. maddesi şöyledir:

 “Katma değer vergisi oranı, vergiye tabi her bir işlem için %10'dur. Bakanlar Kurulu bu oranı, dört katına kadar artırmaya, %1'e kadar indirmeye, bu oranlar dahilinde muhtelif mal ve hizmetler ile bazı malların perakende safhası ve inşaatın yapıldığı arsanın veya konutun vergi değeri ve bulunduğu yeri esas alarak konut teslimleri için *1* farklı vergi oranları tespit etmeye yetkilidir."

17.31/12/1992 tarihli ve 21452 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 92/3896 sayılı Bakanlar Kurulu kararının 1. maddesi şöyledir:

"Mal teslimleri ile hizmet ifalarına uygulanacak katma değer vergisi oranları;

a) (2001/2344 sayılı B.K.K. ile değişen bent Yürürlük; 15.5.2001) Ekli listelerde yeralanlar hariç olmak üzere, vergiye tabi her işlem için,(1)% 18

b) I sayılı listede yeralan teslim ve hizmetler için,% 1

c) (93/4932 sayılı B.K.K. ile değişen bent Yürürlük; 1.1.1993) II sayılı listede yeralan teslim ve hizmetler için,% 8

d) (2001/2344 sayılı B.K.K. ile değişen bent Yürürlük; 15.5.2001) III sayılı listede Gümrük Tarife İstatistik Pozisyon numaraları belirtilen malların teslimleri ile aynı listede yeralan hizmetler için,(3)% 26(6)

e) (93/4932 sayılı B.K.K. ile yürürlükten kaldırılmıştır Yürürlük; 1.1.1993)(4)

olarak tespit edilmiştir."

18. Danıştay 7. Dairesinin 22/5/2006 tarihli ve E.2005/663, K.2006/1591 sayılı benzer konuda verilen kararının gerekçesi şöyledir:

"92/3896 sayılı Bakanlar Kurulu Kararına Ek II sayılı listenin ilgili kısımları şöyledir:

"3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 28'inci maddesi uyarınca verilen yetkiye dayanılarak Bakanlar Kurulunca alınan 92/3896 sayılı Kararın 1'inci maddesinin (a) bendinde, Karara ekli listelerde yer alanlar hariç olmak üzere, vergiye tabi her işlem için %18; (c) bendinde, ekli II sayılı listede yer alan teslim ve hizmetler için % 8 katma değer vergisi oranının uygulanacağı belirtilmiş; Karara ekli II sayılı Listenin "A) Temel Gıda Maddeleri" başlıklı kısmının 5'inci maddesinde ise, yemeklik katı veya sıvı yağlar ile yemeklik katı veya sıvı bitkisel yağların üretiminde kullanılan ham yağlar, tereyağı, pamuk çiğiti, pamuk tohumu ve prina sayılmıştır.

 Yukarıda yer verilen Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca, davacı Şirket tarafından ithal edilen ham soya yağının %8 oranında vergiye tabi tutulabilmesi için, (insan gıdası olarak kullanılan) yemeklik katı veya sıvı bitkisel yağların üretiminde kullanılması zorunludur.

 Olayda ise, davacı Şirketin, ham soya yağını, teknik ve sınai amaçla kullanacağını taahhüt ederek ithal ettiği anlaşıldığından, başka amaçla kullanılması söz konusu olmayan ham yağın, anılan Bakanlar Kurulu Kararına ekli II sayılı Listenin 5'inci maddesinde sayılan mallardan olduğunun kabulü olanaklı değildir."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

19. Mahkemenin 30/6/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

20. Başvurucu;

i. Uzun yıllardır ham yağ ithalatı yaptığını ve soya yağı ithalatı bakımından indirimli oranda KDV ödediğini dolayısıyla bu hususta kendisinde haklı beklenti oluştuğunu ancak 2000'li yıllarda yedi ayrı ithalat işleminde yüksek orandan KDV tahsilatı yapıldığını,

ii. Yüksek oranda KDV uygulamasının hukuki güvenlik ilkesini ihlal eden öngörülemez bir uygulama olduğunu, yapılan ödemenin ağır, aşırı, olağandışı ve ölçüsüz bir külfet yüklemesi nedeniyle Anayasa'nın 35. maddesinde yer alan mülkiyet hakkının,

iii. Şirket mensuplarının Yahudi azınlık cemaati üyesi olduklarını, sektörde aynı işi yapan diğer şirketlere indirimli oranda KDV uygulanırken objektif bir gerekçesi olmaksızın kendisinden yüksek oranlı KDV tahsilatı nedeniyle ayrımcılık yapılarak Anayasa'nın 10. maddesinde yer alan eşitlik ilkesinin,

iv. Hizmet kusuru iddiasıyla açtığı dava sürecinde sunduğu hukuki belgeler (muktezalar) ve argümanlar dikkate alınmaksızın ve bu hususlara gerekçede yer verilmeksizin karar verildiğini, Danıştay kararlarının gerekçesiz olduğunu, ayrıca bu davada yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek Anayasa'nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkı ve bu hak kapsamında Anayasa'nın 141. maddesinde yer alan gerekçeli karar ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlallerin tespiti ile 956.307,12 TL maddi tazminatın faiziyle ödenmesi, İdarenin hizmet kusuru ve 30 yıllık idari istikrar ve tutarlılığın yok sayılması sebepleriyle 50.000 TL manevi tazminat ödenmesi veya yargılamanın yenilenmesine karar verilmesi, yargılama giderlerinin ayrıca kendisine ödenmesi taleplerinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

21. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

22. Başvurucunun hak ihlallerine konu ettiği iki farklı dava/dava grubu bulunmaktadır. Bunlardan ilki mülkiyet hakkına konu olan cezalı ek KDV tahakkuklarına ilişkin davalardır. Başvurucu kendisine ayrımcılık yapıldığı iddiasını adına yapılan ek vergi tahakkuklarına ve buna ilişkin davalarda mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle bağlantılı olarak ileri sürmektedir. Bu nedenle mülkiyet hakkına yönelik şikâyet ayrımcılık yasağıylabirlikte incelenecektir. İkinci dava ise İdarenin hizmet kusuru iddiasıyla açılmıştır. Önceki davada mülkiyet hakkına yönelik uyuşmazlık kesin olarak çözüldüğünden ve ikinci davanın konusu mevcut bir mülkiyete yönelik olmadığından ikinci dava mülkiyet hakkı yönünden incelenmeyecektir. Başvurucunun ikinci davada Mahkeme kararlarında gerekçe bulunmadığı veya yetersiz olduğu iddiasının gerekçeli karar hakkı kapsamında, yine ikinci davada yargılamanın uzunluğuna ilişkin şikâyetinin ise makul sürede yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Ayrımcılık Yasağıyla Bağlantılı Olarak Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

23. Başvurucu, uzun yıllardır ham yağ ithalatı yaptığını ve soya yağı ithalatı bakımından indirimli oranda KDV ödediğini dolayısıyla bu hususta kendisinde haklı beklenti oluştuğunu ancak 2000'li yıllarda yedi ayrı ithalat işleminde yüksek orandan KDV tahsilatı yapıldığını, yüksek oranda KDV uygulamasının hukuki güvenlik ilkesini ihlal eden öngörülemez bir uygulama olduğunu, yapılan ödemenin ağır, aşırı, olağandışı ve ölçüsüz bir külfet yüklediğini, Şirketin mensuplarının Yahudi azınlık cemaati üyesi olduklarını, sektörde aynı işi yapan diğer şirketlere indirimli oranda KDV uygulanırken objektif bir gerekçesi olmaksızın kendisinden yüksek oranlı KDV tahsilatı yapıldığını ifade ederek Anayasa'nın 35. maddesinde yer alan mülkiyet hakkının ve bununla bağlantılı olarakAnayasa'nın 10. maddesinde yer alan eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

24.30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."

25. Anayasa ve 6216 sayılı Kanun'un anılan hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Bu açık düzenlemeler karşısında anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir. Mahkemenin zaman bakımından yetkisine ilişkin bu düzenlemelerin kamu düzenine ilişkin olmaları nedeniyle bireysel başvurunun tüm aşamalarında resen dikkate alınması gerekir (Ahmet Melih Acar, B. No: 2012/329, 12/2/2013, § 15).

26. Somut başvuruya konu olayda başvurucunun indirimli vergi oranıyla beyan ederek ödediği yedi ithalat işlemine ilişkin giriş beyannamelerinden ithal edilen eşyanın içeriği ile ilgili olarak KDV oranının %18 olarak uygulanması gerektiği sonucuna varılarak ek vergi tahakkuku yapılıp başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucunun bahsedilen idari işlemlerin iptali istemiyle açtığı iptal davaları 19/2/2004 tarihinde reddedilmiş, ret kararları Danıştay 7. Dairesinin 25/6/2007 tarihli kararlarıyla kesinleşmiştir.

27. Bu durumda başvurucunun ayrımcılık yasağıyla birlikte mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia ettiği ek vergi tahakkuklarına ait davaların, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları incelemeye başladığı 23/9/2012 tarihinden önce kesinleştiği anlaşıldığından mülkiyet hakkına ve bağlantılı olarak ayrımcılık yasağına yönelik şikâyet Mahkemenin zaman bakımından yetkisinin dışında kalmaktadır.

28. Açıklanan nedenlerle başvuruya konu ayrımcılık yasağıylabirlikte mülkiyet hakkına yönelik şikâyetin diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Gerekçeli Karar Hakkının İhlaline İlişkin İddia

29. Başvurucu, hizmet kusuru iddiasıyla açtığı dava sürecinde sunduğu hukuki belgeler (muktezalar) ve argümanlar dikkate alınmaksızın ve bu hususlara gerekçede yer verilmeksizin karar verildiğini, ayrıca Danıştay kararlarının gerekçesiz olduğunu belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

30. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır."

31. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü -kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde- diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa'nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).

32. Mahkemelerin hükümleri için gerekçe yazmaları gerekmekle birlikte bu tarafların tüm iddialarına detaylı yanıt vermek zorunluluğu şeklinde anlaşılmamalıdır.Gerekçe yazma yükümlülüğünün ileri sürülen iddiaların davanın sonucuna etkisi yönünden her davanın şartları çerçevesinde değerlendirilerek belirlenmesi gerekmektedir. Bu kapsamda ileri sürülen iddianın kabulü hâlinde davanın sonucuna etkili olması bekleniyor ise mahkemelerin bu iddiayı değerlendirmeleri gerekebilir (Mustafa Ünlü, B. No: 2013/735, 17/9/2014, § 45).

33. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), derece mahkemelerinin kendisine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda olmadığını ancak ileri sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması hâlinde mahkemelerin bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda olabileceğini, böyle bir durumda dahi ileri sürülen iddiaların zımnen reddinin yeterli olabileceğini belirtmiştir (Hiro Balani/İspanya, B. No: 18064/91, 9/12/1994)

34.Öte yandan temyiz mercilerinin kararlarının tamamen gerekçeli olması zorunlu değildir. Temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı fikirde olması ve bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 57).

35. Başvurucunun delil olarak ileri sürdüğü ve başvuru ekinde sunduğu belge ve muktezalar incelendiğinde bunların yemek amacıyla ithal edilen yağların indirimli oranlar üzerinden vergilendirileceğine yönelik indirimli KDV oranları uygulanmasına ilişkin olduğu, hizmet kusuru ve koşullarına ilişkin somut davanın koşullarına uygun esasa müteallik bir delil sunulmadığı görülmüştür.

36. Somut olaya konu davada başvurucu; İdarenin kusuru nedeniyle ek vergi tahakkuku yapıldığını, idarenin kendisini yanlış yönlendirdiğini, bu nedenle hizmet kusuru oluştuğunu iddia ederek tazminat talep etmiştir. Mahkeme gerekli incelemeyi yaparak hizmet kusurundan İdarenin sorumlu olabilmesi için kusurla beraber zararın ve illiyet bağının bulunması gerektiğini, mevzuatta açıkça öngörülen usul takip edilerek gerçekleştirilen ek vergi tahakkuklarının yargı denetiminden geçtiğini ve bu hususta İdareye bir kusur yükletilemeyeceğini gerekçesinde belirterek davayı reddetmiştir. Başvurucunun yaptığı temyiz başvurusunda ise Daire, İlk Derece Mahkemesi kararını benimsediğini ve temyiz dilekçesinde ileri sürülen hususların bozmayı sağlayacak durumda olmadığını belirterek başvuruyu reddetmiştir. Bu durumda başvuruya konu Mahkeme kararlarının hükme dayanak oluşturmaya yetmeyecek derecede gerekçesiz olduğu söylenemez.

37. Açıklanan nedenlerle gerekçeli karar hakkının ihlaline yönelik şikâyetin diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

38. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

39. Başvurucu davanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek Anayasa'nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

40. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalar ile hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan ancak sonucu itibarıyla medeni haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesince makul sürede yargılanma hakkının adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olduğu kabul edilerek bir davadaki yargılama süresinin makul olup olmadığının tespitinde davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususların dikkate alınacağı belirtilmiştir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 34-64; Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 54-60).

41. Başvuruya konu davanın, başvurucu tarafından İdare aleyhine hizmet kusuru nedeniyle tazminat talebiyle Tekirdağ Vergi Mahkemesinde açılan tam yargı davası olduğu görülmektedir. Medeni hak ve yükümlülükleri konu alan davalarda yargılama faaliyetinin makul süre değerlendirmesi için başlangıcı, kural olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama süresinin işletilmeye başlandığı tarihtir (Güher Ergun ve diğerleri, § 50). Başvuru konusu davanın açılış tarihinin 18/2/2009 olduğu anlaşılmaktadır.

42. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52). Somut başvuru açısından bu tarih, Danıştay Yedinci Dairesi tarafından temyiz başvurusunun reddedildiği 21/2/2014'tür.

43. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde İdarece yapılan ek vergi tahakkukları nedeniyle ödenen ilave vergi ve cezaların gümrük idaresinin hatalı işlem ve eylemlerinden doğan hizmet kusurundan kaynaklandığı iddiasıyla 18/2/2009 tarihinde açılan tam yargı davasında Mahkemece 31/8/2009 tarihinde mevzuatta açıkça öngörülen usul takip edilerek gerçekleştirilen cezalı ek vergi tahakkuklarının yargı denetiminden geçtiği ve bu hususta İdareye bir kusur yükletilemeyeceği gerekçesiyle dava reddedilmiştir. Temyiz üzerine Danıştay Yedinci Dairesinin 21/2/2014 tarihli ilamıyla İlk Derece Mahkemesi kararının onandığı ve temyiz incelemesinin yaklaşık üç buçuk yılda tamamlandığı anlaşılmaktadır.

44. İdari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından -özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümleri de gözönünde bulundurularak- makul sürede yargılanma hakkına yönelik ilkeler tespit edilmiştir (Selahattin Akyıl, § 54-60).

45. Başvurunun değerlendirilmesi sonucunda başvuruya konu davanın hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında davanın karmaşık olmaktan uzak olduğu anlaşılmıştır. Başvurucunun tutum ve davranışlarıyla usule ilişkin haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da söylenemez. Dolayısıyla somut başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu beş yıllık yargılama süresinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

46. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

4. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

47. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

48. Başvurucu hizmet kusuru nedeniyle oluşan zarar karşılığı 956.307,12 TL maddi, idarenin hizmet kusuru ve 30 yıllık idari istikrar ve tutarlılığın yok sayılması sebepleriyle 50.000 TL manevi tazminat ödenmesi talebinde bulunmamıştır.

49. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

50. Başvurucunun yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 4.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

51. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun ihlal edildiğine karar verilen makul sürede yargılanma hakkı ile maddi tazminat talebi arasında illiyet bağı bulunmadığından maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

52. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Ayrımcılık yasağıyla bağlantılı olarak mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

 2. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

 3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 4.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 30/6/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.