2014/6717

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

NEZAKET KAPLAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/6717)

 

Karar Tarihi: 9/1/2018

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Recai AKYEL

Raportör Yrd.

:

İsmail Emrah PERDECİOĞLU

Başvurucu

:

Nezaket KAPLAN

Vekili

:

Av. Tuba KAYALIK ŞEN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, idari yargıda açılan davanın süre yönünden reddi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 15/5/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Komisyonca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4.Bölüm Başkanı tarafından kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyleolaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu, başvurucunun eşi ve çocuğu tarafından Çanakkale 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde 1/4/2011 tarihinde açılan tazminat davasında başvurucu ve belirtilen diğer davacılar; başvurucunun diğer çocuğu olan E.K.nin 2007 yılı Ocak ayında Çanakkale Devlet Hastanesinde tedavi altındayken tıbbi ihmal ve hatalı uygulamalar nedeniyle hayatını kaybettiğini ileri sürmüşler ve ölüm olayında sorumluluğu bulunduğunu düşündükleri Hastane çalışanı hekimler aleyhine maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.

8. Yargılama sürecinde ilk derece mahkemesi, tarafların beyanlarını almış; bir kısım davalının husumet yönünden davanın reddi gerektiği iddialarına yönelik yaptığı değerlendirmede bu konuda Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin yerleşik içtihatları kapsamında ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 4/2/2009 tarihli ve E.2008/4-829, K.2009/44 sayılı hükmüne atfen dava dilekçesinin içeriğine göre davalı hekimlerin kişisel kusurlarına dayanıldığını belirterek davanın adli yargıda görülmesinin mümkün olduğunu belirtmiştir.

9. Yargılama devam etmekte iken Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, benzer bir konuda başka bir davaya ilişkin verdiği 19/4/2012 tarihli ve E.2011/4127, K.2012/6863 sayılı bozma kararı ile kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kasıtlarından ve kusurlarından meydana geldiği ileri sürülen, dolayısıyla hizmet kusuruna dayanılarak açılacak tazminat davalarında ancak kamu idaresi aleyhine dava açılabilmesi yönünde görüş ortaya koymuş; temyize konu davanın husumet yönünden reddedilmesi gerektiğini belirtmiştir.

10. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin bu görüşü, Çanakkale 1. Asliye Hukuk Mahkemesince benimsenmiş ve 12/6/2012 tarihli karar ile davanın husumet yönünden reddine hükmedilmiş; bu karar Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 9/11/2012 tarihli ilamı ile onanmış; onama ilamı başvurucuya 17/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.

11. Başvurucu ve diğer davacılar, bunun üzerine 16/1/2013 tarihinde Çanakkale İdare Mahkemesinde yukarıda süreci özetlenen tazminat davasında ileri sürdükleri aynı sebepler ile Sağlık Bakanlığı aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Başvurucu ve diğer davacılar dava dilekçelerinde, aynı konuda adli yargıda görülmekte olan davalarının yargılama sırasında değişen Yargıtay içtihadı uyarınca reddedildiğini belirterek 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu'nun 9. maddesine göre davanın görülerek lehlerine tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.

12. Yapılan değerlendirme sonunda Çanakkale İdare Mahkemesi 7/3/2013 tarihli kararı ile davanın süre aşımı nedeniyle reddine hükmetmiştir. Mahkeme kararında; bakılmakta olan davanın Çanakkale 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen davada verilen 12/6/2012 tarihli kararın ardından açıldığı ancak 12/6/2012 tarihli kararın görev yönünden ret kararı olmadığı, husumet yönünden ret kararı olduğu belirtilmiştir. Bu kapsamda kararda devamla başvurucunun zarara uğradığını öğrendiği tarihten itibaren bir yıl içinde dava açması gerektiği, öğrenme tarihinin ise en geç adli yargıda dava açma tarihi olarak kabul edilebileceği belirtilmiştir. Mahkemeye göre bakılmakta olan dava adli yargıda dava açma tarihi olan 28/3/2011 tarihinden sonra bir yıl içinde açılmadığından süre aşımı nedeniyle işin esasının incelenmesine olanak bulunmamaktadır.

13. Davanın reddine ilişkin karar, temyiz talebi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesince incelenmiş ve 20/2/2014 tarihli karar ile onanmıştır.

14. Onama ilamı başvurucuya 28/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, taraflarca karar düzeltme talebinde bulunulmaması üzerine yargılama süreci sona ermiştir.

15. Başvurucu 15/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Kanunlar

16. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu'nun "Görevli olmayan yerlere başvurma" kenar başlıklı 9. maddesi şöyledir:

"1. Çözümlenmesi Danıştayın, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girdiği halde, adli ve askeri yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabilir. Görevsiz yargı merciine başvurma tarihi, Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edilir.

2. Adli veya askeri yargı yerlerine açılan ve görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra birinci fıkrada yazılı otuz günlük süre geçirilmiş olsa dahi, idari dava açılması için öngörülen süre henüz dolmamış ise bu süre içinde idari dava açılabilir."

17. 2577 sayılı Kanun'un "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"1. İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.

2. Görevli olmayan adli ve askeri yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz"

2. Yargıtay ve Danıştay İçtihatları

18. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 13/3/2008 tarihli ve E.2007/4113, K.2008/3292 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

 "...

 Dava dilekçesinde, doktor olan davalıların tedavi sırasındaki tedbirsizlik ve dikkatsizlikleri sonucu davacının oğlunun ölümüne neden oldukları iddia edilerek tazminat istenilmiştir. Mahkemece, Anayasa’nın 129/5 maddesi ve 657 sayılı Kanun’un 13/1 maddesi hükümleri uyarınca,husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.

 Anayasa 129/5 maddesi ve 657 sayılı Kanun’un 13/1 maddesinde, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, ancak idare aleyhine açılabileceği benimsenmiştir. Ne var ki, bu kural mutlak olmayıp; idari yetkilerin kullanılma alanı ile, diğer bir ifade ile, idari işlem ve eylem niteliğini yitirmemiş davranışlar ile sınırlıdır. Özellikle, haksız eylemlerde; kamu görevlisinin, Anayasa’nın bu güvencesinden yararlanma imkânı bulunmamaktadır. Somut olayda, davalıların açıkça kişisel kusurlarına dayanılmıştır. O nedenle, anılan anayasa ve yasa hükümlerinin göz önünde tutulabilmesi söz konusu değildir.

 ..."

19. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 4/2/2009 tarihli ve E.2008/4-829, K.2009/44 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

 Taraflar arasındaki “maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 26.Hukuk Mahkemesince davanın yargı yolu sebebiyle husumet yönünden reddine dair verilen ..../../.2006 gün ve .../... E-.../... K. Sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin .../..../... gün ve .../...-.../... sayılı ilamı ile; (...Dava, haksız eylemden kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir. Dava dilekçesinde, doktor olan davalıların tedavi sırasındaki tedbirsizlik ve dikkatsizlikleri sonucu davacının oğlunun ölümüne neden oldukları iddia edilerek tazminat istenilmiştir. Mahkemece, Anayasa’nın 129/5 maddesi ve 657 sayılı Kanun’un 13/1 maddesi hükümleri uyarınca, husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.

Anayasa 129/5 maddesi ve 657 sayılı Kanun’un 13/1 maddesinde, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, ancak idare aleyhine açılabileceği benimsenmiştir. Ne var ki, bu kural mutlak olmayıp; idari yetkilerin kullanılma alanı ile, diğer bir ifade ile, idari işlem ve eylem niteliğini yitirmemiş davranışlar ile sınırlıdır. Özellikle, haksız eylemlerde; kamu görevlisinin, Anayasa’nın bu güvencesinden yararlanma imkanı bulunmamaktadır. Somut olayda, davalıların açıkça kişisel kusurlarına dayanılmıştır. O nedenle, anılan anayasa ve yasa hükümlerinin göz önünde tutulabilmesi söz konusu değildir.

 ...

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle,Anayasanın 129/5.maddesi gereğince memurların ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken meydana gelen zararlara ilişkin davaların idare aleyhine dava açılabilmesinin, eylemin hizmet kusurundan kaynaklanmış olması koşuluna bağlı bulunmasına; dava dilekçesinde sıralanan maddi olguların davalıların salt kişisel kusuruna dayanıldığını göstermesi karşısında öncelikle bu iddia doğrultusunda delillerin toplanıp değerlendirilerek sonuca varılmasının gerekmesine; Hukuk Genel Kurulu’nun 15.11.2000 gün ve E:2000/4-1650 K:2000/1690; 26.09.2001 gün ve E:2001/4-595 K:2001/643; 29.03.2006 gün ve E:2006/4-86 K:2006/111; 20.09.2006 gün ve E:2006/4-526 K:2006/562; 17.10.2007 gün ve E:2007/4-640 K:2007/725; 31.10.2007 gün ve E:2007/4-800 K:2007/797; 20.02.2008 gün ve E:2008/4-156 K:2008/140 sayılı ilamlarında da aynı ilkenin benimsenmiş olmasına göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

..."

20. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 19/4/2012 tarihli ve E.2011/4127, K.2012/6863 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 129/5 maddesinde; memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, ancak idare aleyhine açılabileceği amir hükmü yer almaktadır.

 Dava, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken, kusurları sonucu kişilere zarar vermelerinden kaynaklanan ve zarar görenlerin kamu görevlileri aleyhine açtıkları tazminat davasıdır.

 Sorun, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken veya görevlerini yaparken, kişilerin zarar görmesi halinde, zarar görenin kamu görevlisinin şahsına karşı açtığı davada, kamu görevlisinin hizmet kusurundan ayrılabilen kişisel kast ve kusurunun araştırılmasına gerek olup olmadığı ve netice itibariyle davanın esastan mı yoksa husumetten mi reddine veya kabulüne karar verileceği ve bu konuda yorum yolu ile sonuca ulaşmanın ve uygulama yapmanın mümkün olup olmadığına ilişkindir.

Bu durumda, kamu görevlisinin görevini yaparken kusurlu davranışta bulunmasının hizmet kusuru mu yoksa hizmetten ayrılabilen kişisel kusuru mu olacağının tespiti gerekmektedir. Kamu kurumları kamu hizmeti yaparlar. Ancak kamu kurumları tüzel kişilik olduklarından ve bu kişilik maddi değil soyut bir kişilik olduğundan, kamu hizmetini bizzat yerine getiremezler. Kamu hizmeti, gerçek kişi konumunda olan kamu görevlileri ve bunların kullandıkları araç ve gereçlerle yerine getirilir. Bunun sonucu olarak, kamu görevlilerinin veya bunların kullandıkları araç ve gereçlerin kusur, ihmal ve hatalarından dolayı kamu hizmetinin yerine getirildiği sırada kişilerin zarar görmesi halinde meydana gelecek kusur kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturur. Burada, kamu görevlisinin hizmetten ayrılabilen kişisel kusurundan bahsetmek kesinlikle mümkün değildir. Kamu görevlisinin buradaki kusuru hizmet kusurunu oluşturur.

 Hizmetten ayrılabilen kişisel kusur ise kamu hizmeti ile ilgisi olmayan kamu görevlisinin özel hayatı ile tamamen özel tutum ve davranışlarından kaynaklanan bir kusurdur.

 ...

 Anayasa’nın 129/5 maddesinde; memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken (görevlerini yaparken) işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları rücu edilmek kaydıyla kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak ANCAK idare aleyhine dava açılabilir.

 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın (kişilerin uğradıkları zararlar başlıklı) 13. maddesinde; kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine DEĞİL ilgili kurum aleyhine dava açarlar.

 Borçlar Yasası’nın (Haksız muamelelerden doğan borçlar başlıklı) 41/1 maddesinde; gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs o zararın tazminine mecburdur.

 Anayasa’nın 129/5 maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 13. maddesinin Borçlar Yasası’nın 41/1 maddesi ışığında yorumlayarak kamu görevlileri aleyhine kişisel kast ve kusurlarının varlığı halinde Adli Yargı’da dava açılabileceğinin kabulü mümkün değildir. Zira: Borçlar Yasası’nın 41/1 maddesi genel bir hüküm olup, yine genel olarak “zarar ika eden şahsı” esas almış olup, kamu görevlisi veya memurdan bahsetmemektedir. Bir konuda hem genel hüküm, hem de özel hüküm varsa, o takdirde özel hükümlere üstünlük verilerek uygulama yapılması hukukun temel prensiplerindendir.

Yukarıda açıklanan Anayasa’nın 129/5 ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 13. maddesi karşısında Borçlar Yasası’nın 41/1 maddesi esas alınarak kamu görevlilerinin kast ve kusurlarından dolayı kamu görevlileri aleyhine dava açılabileceğinin yorum yoluyla kabul edilmesi de mümkün değildir.

Anayasa’nın 129/5 maddesiyle 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 13. maddesi, yorum gerektirmeyecek kadar açık, net ve amirdir. Diğer yandan yasalar iptal edilmedikçe veya değiştirilmedikçe yürürlüktedir. Ve mevcut hükümleri ile uygulanmaları gerekir. Yargı, uygulamaları ve bir kısım sosyal ihtiyaçlar nedeni ile yasaların yetersizliği veya değiştirilmesi gerektiği düşünce ve kanaatinde olsa dahi, yorum yolu ile yürürlükteki Anayasa ve yasa maddelerini uygulamayarak atıl bırakamaz. Yorum yolu ile Anayasa ve Yasalara aykırı uygulama yapamaz ve karar veremez. İhtiyaç varsa yeni yasal düzenlemeler yapılabilir. Ve yasal düzenleme yapma yetki ve görevi T.B.M.M.’ne aittir.

Sonuç olarak kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kasıtlarından ve kusurlarından dolayı doğan tazminat davalarında kamu görevlilerinin aleyhine değil ANCAK kamu idaresi aleyhine dava açılabileceğinin kabulü gerekir.

...

Şu durumda, yerel mahkemece kamu görevlisi olan davalılar hakkında, kusurlarına dayanılarak açılan davanın husumet yönünden reddine karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçe ile işin esası incelenerek yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir."

21. Danıştay Onbeşinci Dairesinin 20/2/2014 tarihli ve E.2013/11650, K.2014/1022 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

 "...

 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinde idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemelerinin gerekli olduğu, bu isteklerinin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi içinde dava açılabilecekleri, görevli olmayan adli ve askeri yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmayacağı kuralına yer verilmiştir.

 Yukarıda anılan Kanun maddesinde idareye başvuru süresinin, idari eylemlerden zarar gören kişilerin eylemi öğrendiği tarihten itibaren başlayacağı saptanmış olmaktadır. Bu haliyle başvurma süresine başlangıcı yalnızca eylem tarihi ve zararlı sonucun doğduğu tarihi esas almanın, zararın henüz ortaya çıkmadığı veya çıksa bile zararın çıkış sebebinin öğrenilemediği durumlarda dava açma süresinin çok kısalmasına yol açacağı yada dava açma hakkını ortadan kaldıracağı ve hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır. Bundan dolayı zararın doğmasına sebeb olan eylemin idariliğinin öğrenildiği tarihi esas almak gerekmektedir.

 Dava dosyasının incelenmesinden; davacının, 2004 yılının ağustos ayında bisikletten düşerek yaralanması üzerine kaldırıldığı Konya Numune Hastanesi'nde yapılan tedavi ve ameliyatından sonra iyileşememesi sonucunda başvurduğu Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nden 13/05/2010 tarihinde aldığı rapordan %26,9 oranında özürlü olduğunu öğrendiği, davacının ameliyatı gerçekleştiren doktor S. S. aleyhine tazminat istemiyle 08/02/2011 tarihinde Konya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin .../... sayılı esasına kayıtlı olarak açtığı davanın 14/06/2012 tarih ve E:.../..., K:.../... sayılı kararla anılan davanın idareye karşı açılması gerektiğinden husumet nedeniyle reddedildiği ve bahsi geçen kararın Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 09/11/2012 tarih ve E:.../..., K:.../... sayılı kararıyla onanarak kesinleşmesi üzerine davalı idare aleyhine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Buna göre, davacının Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nden 13/05/2010 tarihinde aldığı rapordan %26,9 oranında özürlü olduğunuöğrendiği, bunun üzerine 08/02/2011 tarihinde ameliyatı gerçekleştiren doktor aleyhine tazminat istemiyle Konya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açılan davanın husumet yokluğu nedeni ile reddedilerek buna ilişkin kararın 09/11/2012 tarihinde kesinleştiği, davacının söz konusu kararın kesinleşmesiyle birlikte eylemi ve eylemin idareye atfedilebilir olduğunu öğrendiği 09/11/2012 tarihinden itibaren 1 yıl içinde, 08/05/2013 tarihinde açtığı davada süre aşımı bulunmamakta olup; İdare Mahkemesince, davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen kararda usul hükümlerine uygunluk görülmemektedir.

..."

22. Danıştay Onbeşinci Dairesinin aynı yönde verdiği 11/3/2014 tarihli ve E.2013/6481, K.2014/1600 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"... anılan Kararın Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 12.03.2012 tarih ve E: 2012/852, K: 2012/3832 sayılı kararı ve özetle “Uyuşmazlığın idarenin hizmet kusurundan kaynaklandığı, husumetin idareye yöneltilmesi gerektiği” gerekçesi ile bozulduğu; bozma kararı sonrasında, Sakarya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 26.06.2012 tarih ve E: 2012/276, K: 2012/294 sayılı kararı ile bozma kararına uyularak “Uyuşmazlığın idarenin sorumluluğuna dair kuralar çerçevesinde görülmesi, husumetin idareye yöneltilmesi gerekçesi ile davanın reddine” karar verildiği; anılan kararın 19.09.2012 tarihinde kesinleşmesini müteakiben 03.10.2012 tarihinde görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

...

Bu durumda, 2577 sayılı Yasa'nın 13 üncü maddesinde öngörülen sürenin eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.

...

Bu itibarla, olayda davacıların oğlunun doğum tarihi olan 30.01.2004 tarihi eylemin ortaya çıktığı tarih olarak kabul edilebilirse de, Yasada öngörülen eylemin idari olup olmadığı hususunun ortaya çıktığı tarihin bu tarih olarak kabulüne olanak bulunmamaktadır.

...

Durum böyle olunca; eylemin idareliğinin kesin olarak öğrenildiği,Sakarya 1. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 31.01.2011 tarihli, doktor hakkında verdiği mahkumiyet kararından itibaren İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. Maddesinde belirlenen 1 yıllık süreye riayet edilerek, Asliye Hukuk Mahkemesi'nde 29.09.2011 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunmadığından; işin esasının incelenmesi gerekirken, süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle davanın reddi yolunda verilen temyize konu kararda hukuka uygunluk görülmemektedir.

..."

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

23. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin birinci fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:

“Herkes, medeni hak ve yükümlülükleri hakkında karar verilmesi için ... kanun tarafından kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir yargı merciinde makul bir süre içinde adil ve kamuya açık bir şekilde yargılanma hakkına sahiptir. "

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

24. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrası açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak bağlamıyla birlikte dikkate alındığında anılan fıkranın mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrasına içkindir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp 6. maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarakSözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).

25. AİHM adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini, hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması, ayrıca zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi gözetmeyen sınırlamalar, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34).

26. AİHM, dava hakkını süre sınırına bağlayan iç hukuk hükümlerinin yorumlanmasının öncelikli olarak kamu otoritelerinin ve özellikle mahkemelerin görevi olduğunu belirtmekte ve kendisinin rolünün bu yorumun etkilerinin Sözleşme'yle uyumlu olup olmadığının tespitiyle sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Süre sınırı getiren kuralların iyi adalet yönetiminin güvence altına alınması amacına dayandığına işaret eden AİHM, bu kuralların veya bunların uygulanmasının ilgililerin ulaşılabilir başvuru yollarına müracaatlarını engelleyecek mahiyette olmaması gerektiğini değerlendirmektedir. AİHM bu bağlamda her bir olayın somut başvuru yolunun özellikleri ışığında ve Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrasının amaç ve hedefleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir (Eşim/Türkiye, § 20).

27. AİHM, bu ilkeler uyarınca mahkemelerin dava açılabilmesi için öngörülen yasal yükümlülükleri uygularken hem yargılama adaletinin zayıflamasına yol açacak düzeyde aşırı şekilcilikten hem de kanunlarda öngörülen usule ilişkin gereklilikleri abes hâle getirecek seviyede aşırı esneklikten kaçınması gerektiğini belirtmektedir. AİHM; kuralların belirliliği ve iyi adalet yönetimini sağlama amacına hizmet etme işlevlerini yitirmesi hâlinde ve ilgililerin davalarının esasının yetkili mahkeme tarafından karara bağlanmasını önleyecek birtakım bariyerler oluşturma fonksiyonu görmesi durumunda mahkemeye erişim hakkının zedeleneceğini ifade etmektedir (Eşim/Türkiye, § 21).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

28. Mahkemenin 9/1/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

29. Başvurucu; davayı açtığı tarihte süregelen Yargıtay içtihatları doğrultusunda kamu görevlisinin kişisel kusuruna dayanarak açtığı davanın yargılama devam ederken farklılaşan Yargıtay içtihadı uyarınca husumet yönünden reddedildiğini, bu defa değişen içtihat uyarınca İdare Mahkemesinde açtığı davanın ise süre aşımı yönünden reddedildiğini ve bu kararın kesinleştiğini ancak İdare Mahkemesince yapılan süre aşımına ilişkin değerlendirmenin hak arama yolunu engellediğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, idari yargı makamlarının açtığı davayı 2577 sayılı Kanun'un 9. maddesi kapsamında değerlendirerek ve işin esasını incelemesi gerektiğini savunmaktadır.

B. Değerlendirme

30.Anayasa'nın 36. maddesi şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu tarafından idari yargıda açılan davanın reddi süre aşımına dayandırıldığından başvurunun mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür (Benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 52).

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı ve Hakkın Kapsamı

33. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında; herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme, bunun doğal sonucu olarak da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasına "adil yargılanma hakkı" ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesinde "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı[nın] metne dahil" edildiği belirtilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesinde herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu ibaresinin eklenmesinin amacının Sözleşme'de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban, § 53).

34. Mahkemeye erişim hakkı, Sözleşme'nin Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer almaktadır (Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28; Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 51; Ş.Ç., B. No: 2012/1061, 21/11/2013, § 28; Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 41).

35. Hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri mahkemeye erişim hakkıdır. Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en etkili yolu yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir (AYM, E.2014/76,K.2014/142, 11/9/2014).

36. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı ve uyuşmazlık kapsamında bir talebi mahkeme önüne taşıyabilmek ve bunların etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (AYM, E.2013/40, K.2013/139, 28/11/2013).

37. Dava konusu edilen uyuşmazlığın esasının incelenmesini engelleyen yasal düzenleme veya uygulama, mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil edebilir. Somut olayda başvurucu tarafından açılan davanın 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesi uyarınca süresinde açılmamasına dayanılarak reddine karar verilmiştir. Bu durumda davanın süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle uyuşmazlığın esasının incelenememiş olmasının mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

38. Anayasa’nın 36. maddesinde, mahkemeye erişim hakkı için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Anayasa Mahkemesi kararlarında, Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevlerin özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebileceği kabul edilmektedir (AYM, E.2010/83, K.2012/169, 1/11/2012; E.2012/108, K.2013/64, 22/5/2013; E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014; E.2014/177, K.2015/49, 14/5/2015; Hüseyin Dayan, B. No: 2013/5033, 13/4/2016, § 46).

39. Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi bu süreler dava açmayı imkânsızlaştırmadıkça -hukuki belirlilik ilkesinin gereği olarak- mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ancak mevzuatta öngörülen süre kurallarının hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedenleriyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.

40. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

41. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.

42. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik

43. Başvuru konusu olayda dava, 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesine dayanılarak süre aşımından reddedilmiştir. Anılan maddeye göre idari eylemlerden dolayı hakları ihlal edilmiş olanların bu eylemleri yazılı bildirim veya başka surette öğrendikleri tarihten itibarenbir yıl içinde ve her hâlde beş yıl içinde idareye başvuru yapmaları ancak bu isteklerinin reddi veya bu isteğe ilgili idarece altmış gün içinde cevap verilmemesi hâlinde dava süresi içinde dava açmaları gerekmektedir. Dolayısıyla müdahalenin kanuni dayanağının bulunduğu anlaşılmaktadır.

(2) Meşru Amaç

44. Hukuki işlem ve kuralların sürekli dava tehdidi altında bulunması hukuk devletinin unsurları olan hukuki güvenlik ve istikrar ilkeleriyle bağdaşmaz. Bu nedenle mahkemeye erişim hakkı ile hukuki güvenlik ve istikrar gerekleri arasında makul bir denge gözetilmelidir (AYM, E.2014/177, K.2015/49, 14/5/2015). Dava açılmasının belli bir süre koşuluna bağlanmasının hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması ile mahkemeye erişim hakkı arasında makul bir denge kurulması amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Bu sebeple dava hakkının idareye yapılan başvuru üzerine gelecek cevabın ardından ya da belli bir sürenin ardından cevap verilmemesi durumunda süre koşuluyla sınırlandırılmasının meşru bir amaca yönelik olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.

(3) Ölçülülük

(a) Genel İlkeler

45. Ölçülülük ilkesi “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, “gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2012/102, K.2012/207, 27/12/2012; E.2012/149, K.2013/63, 22/5/2013; E.2013/32, K.2013/112, 10/10/2013; E.2013/15, K.2013/131, 14/11/2013; E.2013/158, K.2014/68, 27/3/2014; E.2013/66, K.2014/19, 29/1/2014; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2015/43, K.2015/101, 12/11/2015; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

46. Hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması bakımından dava açma hakkının belli bir süreyle sınırlandırılması tek başına mahkemeye erişim hakkını ihlal etmemekte ise de öngörülen sürenin makul olması, diğer bir ifadeyle haktan yararlanılmayı imkânsız kılacak veya aşırı derecede zorlaştıracak derecede kısa olmaması gerekir. Dava açma süresininmakul olup olmadığı değerlendirilirken dava ile elde edilecek hakkın niteliği, davanın konusu ve kişinin dava hakkının doğduğunu öğrenme imkânına sahip olup olmadığı gibi hususlar gözönünde bulundurulmalıdır. Öngörülen sürenin dava açmak için gerekli araştırma ve hazırlıkların yapılmasına, gerekiyorsa hukuki ve teknik yardım alınmasına yetecek ve hakkın önemiyle orantılı bir uzunlukta olmaması durumunda ölçüsüz olduğu söylenebilir (Yaşar Çoban, § 64).

47. Mahkemeler dava açma süresi öngören kanun hükümlerini yorumlarken sınırlamanın istisna olduğu ilkesini gözeterek aşırı şekilcilikten kaçınmalı ve yorum kurallarının imkân verdiği ölçüde davayı ayakta tutma yolunda bir yaklaşım benimsemelidir. Bununla birlikte mahkemelerin, sürenin varlık sebebini anlamsız kılma pahasına yorum kurallarının sınırlarını zorlayarak kanunda öngörülen dava açma süresini bertaraf etmesi hukuki güvenlik ve istikrar ilkesinin zedelenmesine neden olabilir. Bu nedenle süreye ilişkin kanun hükümlerinin yorumunda hukuki güvenlik ve istikrar ilkesi ile mahkemeye erişim hakkı arasındaki hassas denge gözetilmelidir (Yaşar Çoban, § 66).

(b)İlkelerin Olaya Uygulanması

48. Başvurucu tarafından oğlunun Devlet Hastanesinde tedavi görürken hayatını kaybetmesi üzerine öncelikle 1/4/2011 tarihinde Çanakkale 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde olayda sorumluluğu bulunduğu ileri sürülen hekimler aleyhine tazminat davası açılmıştır. Bu dava sürecinde bir kısım davalı tarafından davanın yanlış hasım gösterilerek açıldığı ve bu nedenle davanın husumet yönünden reddi gerektiği ileri sürülmüş ancak ilk derece mahkemesi bu konuda Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 4/2/2009 tarihli içtihadından hareketle dava dilekçesinin içeriği doğrultusunda davanın adli yargıda görülebileceğini belirtmiştir (bkz. § 8). Ancak yargılama devam ederken bu defa Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 19/4/2012 tarihli ilamı ile benzer nitelikte bir uyuşmazlığın konu olduğu başka bir uyuşmazlığa ilişkin bozmaya hükmederek kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kasıtlarından ve kusurlarından doğan tazminat davalarının kamu görevlileri aleyhine açılamayacağı, böyle bir davanın ancak idare aleyhine açılabileceği görüşünü ortaya koymuştur (bkz. § 9).

49. Bunun üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin anılan bu ilamı dikkate alınarak başvurucunun da Çanakkale 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmekte olan davası husumet yönünden reddedilmiş, bu karar Yargıtay 4. Dairesince 9/11/2012 tarihinde onanmış, onama ilamı başvurucuya 17/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir (bkz. § 10).

50. Başvurucu 17/12/2012 tarihinde kendisine tebliğ edilen Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin onama ilamı üzerine bu defa aynı iddialar ile 16/1/2013 tarihinde Sağlık Bakanlığı aleyhine idari yargı görev koluna tabi olan Çanakkale İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Başvurucu; İdare Mahkemesine sunduğu dava dilekçesinde daha önce adli yargıda açtığı dava görülmekte iken değişen Yargıtay içtihadı uyarınca talebinin husumet yönünden reddedildiğini, bu nedenle davanın 2577 sayılı Kanun'un 9. maddesine dayanarak açıldığını belirtmiştir (bkz. § 11). Başvurucunun dayanak aldığı anılan Kanun maddesine göre, çözülmesi Danıştayın ya da idare mahkemelerinin görevi olan bir davanın adli yargı mercileri önünde açılması hâlinde kişiler yanlış yargı kolunda açtıkları davaya ilişkin görevsizlik kararı verilmesi üzerine otuz gün içinde görevli mahkemede dava açabileceklerdir (bkz. § 16).

51. Yargılama sonunda ise Çanakkale İdare Mahkemesi, Çanakkale 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin kesinleşen kararının "görev yönünden ret yönünde olmadığını, bilakis husumet yönünden ret" yönünde olduğunu oysa 2577 sayılı Kanun'un 9. maddesinin görev yönünden ret kararları bakımından uygulanabileceğini belirtmiş ve başvurucunun zarara uğradığını en geç adli yargıda dava açtığı 28/3/2011 tarihinde öğrenmiş olabileceğini vurgulayarak bu çerçevede idari yargıda dava açmak için 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesinde öngörülen bir yıllık sürenin aşıldığının altını çizmiş ve davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Bu karar ise Danıştay tarafından onanmış ve yargılama süreci böylece sona ermiştir (bkz. §§ 12, 13).

52. Başvurucunun, çocuğunun Devlet Hastanesinde tedavi görmekteyken hayatını kaybetmesinde sorumluluğu olduğunu düşündüğü doktorlardan tazminat istemiyle açtığı davasının ve bu davanın açıldığı tarihte adli yargıda görülmesinin önünde yerleşik yargı içtihatlarına göre bir uygunsuzluk bulunmamaktadır. Ancak dava devam ederken Yargıtay 4. Hukuk Dairesi benzer bir uyuşmalıkta farklı bir görüş benimsemiştir. Nitekim yargılama makamlarına intikal etmiş uyuşmazlıkların, kanunlarının alan bıraktığı durumlarda hangi usuller kapsamında çözümleneceğinin takdirinin derece mahkemelerine ve özellikle içtihat mahkemesi konumunda olan yüksek mahkemelere ait olduğu da kuşkusuz olmakla birlikte başvurucuya bu görüş değişikliğini önceden kestirerek adli yargıda dava açtığı tarihi, zararın öğrenme tarihi kabul edip dava açmasını beklemek sonucuyla yüklenen külfet, kamu yararı ile bireyin mahkemeye erişim hakkı arasında kurulması gereken adil dengeyi başvurucu aleyhine bozmakta ve mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahaleyi orantısız kılmaktadır. Zira somut olayda bu sonuç, idari yargı makamlarının davayı süreden reddeden yorumu uyarınca (bkz. §§ 12, 13) ortaya çıkmaktadır.

53. Yargıtay kararlarının (bkz. §§ 18-20) -bu tür davaların adli yargıda açılamayacağı yolundaki açık kabulü dikkate alındığında- Çanakkale İdare Mahkemesinin Çanakkale 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın sadece "görevsizlik" yerine "husumet yokluğundan" reddedilmiş olması sebebine dayanarak ortada bir görevsizlik kararının bulunmadığı görüşüyle otuz günlük ek süreden yararlanılamayacağı biçimindeki bir yaklaşımı aşırı katı ve şekilci olup kişilerin idare aleyhine hizmet kusurundan kaynaklanan zararlar uyarınca zararların dava yolu ile giderimini sağlamak imkânını etkisizleştirmektedir. Nitekim Danıştay Onbeşinci Dairesine göre bu türden durumlarda kişilerin tazminat taleplerine dayanak aldıkları eylemin idareye atfedilebilir olduğu tarihin dava açma süresi bakımından önem arz ettiğine ve bu tarihin adli yargıda açılan davanın husumet yönünden reddi kararının kesinleştiği tarih olarak kabul edilmesi gerektiğine ilişkin kararlarının bulunduğu da görülmektedir (bkz. §§ 21, 22).

54. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

55. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

56. Başvurucu, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinin tespit edilerek yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini ve lehine tazminata hükmedilmesini istemiştir.

57. Başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

58. Başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Çanakkale İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

59. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu sonucuna varıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

60. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Çanakkale İdare Mahkemesine (E.2013/45, K.2013/163) GÖNDERİLMESİNE,

D. Tazminat talebinin REDDİNE,

E. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/1/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.