2014/7296

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

M.Y. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/7296)

 

Karar Tarihi: 29/9/2016

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

GİZLİLİK TALEBİ KABUL

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Hüseyin MECEK

Başvurucu

:

M. Y.

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, hastane acil servisi müşahede odasında lavman yapmak isteyen hemşire hakkındaki şikâyetle ilgili olarak soruşturma izni verilmemesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 27/5/2014 tarihinde Salihli Hukuk Mahkemeleri Ön Bürosu vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 29/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 9/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü 11/3/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 22/3/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 4/4/2016 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. 1967 doğumlu olan başvurucu, Salihli’de öğretmenlik yapmaktadır.

9. Karın ağrısı nedeniyle 5/12/2013 günü saat 14.30 civarında Salihli Devlet Hastanesi acil polikliniğine müracaat eden başvurucunun, doktor E.K. tarafından muayene edildikten sonra batın grafisi çektirilmiş, röntgen sonucuna göre “BT Enama” lavman uygulanması uygun görülerek diğer tetkikler için başvurucu müşahede odasına alınmıştır.

10. Hastanede hemşirelik yapan S.Ç.nin ifadesinde, hemşire lavman tüpünü başvurucuya verdiğini, yapabilirse yanında bulunan kız kardeşi A.H.nin yardımıyla başvurucunun bizzat kendisinin lavman uygulayabileceğini, yapamadıkları takdirde ise hemşire olarak kendisinin yardımcı olacağını söylemiştir.

11. Kısa bir süre geçtikten sonra başvurucu, A.H. ve Hemşire S.Ç.lavman uygulanması konusunda tartışmaya başlamışlar, hemşirenin beyanına göre başvurucu “Sen bu iş için maaş alıyorsun, eşek gibi yapacaksın, bu senin işin.” demiş, kendisi bunun üzerine etrafı perdeyle kapalı müşahede odasında lavman uygulaması yapmak istemiş; başvurucu, işlemin ayrı bir odada yapılmasını isteyerek müşahede odasında uygulama yapılmasına izin vermemiştir. Başvurucu, yardımcı olmadığı için kendisinden şikâyetçi olacağını hemşireye söylemiş, başvurucunun tepkisinin devam etmesi üzerine hemşire tarafından “beyaz kod alarmı” (saldırı, taciz kodu) verilmiştir.

12. Salihli Devlet Hastanesinin 5/12/2013 tarihli ve 13505463 protokol No.lu ayaktan hasta hizmet ekstresine göre acil polikliniğinde başvurucunun damar yolu açılmış, batın ultrasonu ve röntgen çektirilerek çeşitli kimyasal analizler yapılmıştır.

13. Olayla ilgili Hemşire S.Ç., Dr. E.K. ve Acil Tıp Teknisyeni C.A. tarafından tutanak düzenlenmiştir. Tutanakta hasta olan başvurucuya “BT Enama” uygulanması için tüp verildiği, hastanın uygulamayacağını söyleyerek geri geldiği, perdeleri çekip sedyede yapılmak istenen uygulamayı hastanın reddettiği, hemşirenin üzerine gelerek hakaret ettiği yazılıdır.

14. Olay günü Hemşire S.Ç. şiddete maruz kaldığını belirterek Manisa İl Sağlık Müdürlüğü Hukuk İşleri Bürosuna gönderilmek üzere dilekçe vermiş, 11/10/2011 tarihli ve 663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 54. maddesine göre hukuki yardım talep etmiştir.

15. Bu talep üzerine Salihli Devlet Hastanesi 6/12/2013 tarihli yazıyla Salihli Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuş, Başsavcılığın 2013/7607 sayılı dosyasında başvurucu hakkında soruşturma başlatılmıştır (Bu soruşturmayla ilgili olarak dosyada herhangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır.)

16. Başvurucu -olaydan altı gün sonra- 11/12/2013 tarihinde ilgili acil servis görevlileri hakkında Salihli Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuş, 2013/7684 sayılı dosyada Hemşire S.Ç. ve Dr. E.K. hakkında soruşturma başlatılmıştır.

17. Başvurucunun 11/12/2013 tarihli Cumhuriyet Savcılığında müşteki sıfatıyla verdiği beyanı şöyledir:

“5 Aralık Perşembe günü 13.50 civarında Salihli Devlet Hastanesi acil servisine şiddetli karın ağrısı nedeni ile öğretmen arkadaşım tarafından götürüldüm. Doktor E.K. bana ağrı kesici iğne yaptırdı. İğneden sonra uzun süre kimse benimle ilgilenmedi. Tedavim için hemşirenin yapması gereken bir durum vardı, ben hemşire S.Ç.’den yardım istedim, ancak bana yardımcı olmadı, ‘dinlen dinlen 30 dakika sonra kendin yap’ dedi. 90 derece oturamadığım için bu uygulamayı yapacak halde değildim. Sonradan öğrendiğime göre bu uygulamayı hemşirenin bana yaptırması gerekiyormuş. Hemşireye bana yardımcı olmadığı için şikâyette bulunacağımı söyledim. Bunun üzerine çok sinirlendi, öfkeli bir şekilde yanıma gelerek, mahremiyetimi ihlal edecek şekilde o uygulamayı yapmak istedi. Hemşirenin hal ve hareketleri beni ürküttü. O ortamda yapılacak olan mahrem uygulamayı kabul etmedim. Daha sonra sağlık meslek lisesinden stajyer kız öğrenci yanıma verilerek WC’ye gönderildim. Öğrenci bana bu işi pek bilmediğini ama yapmaya çalışacağını söyledi. Beceremedi. Bende herhangi bir değişiklik olmadı, sancılarım devam etti. Ben tekrar müşahede odasına yatırıldım. Burada ablam A.A. ve teyzemin kızı T.A.ya yaşadığım muzdariplikten dolayı gerekli mercilere şikâyet edeceğimi söylüyordum. Kendi aramızda konuşuyorduk. Hemşire S.Ç araya girerek ‘ben de seni şikâyet edeceğim, hadi bakalım’ diyerek beni korkutmaya çalıştı. Teyzemin kızını dışarı çıkardılar, tek refakatçinin yeterli olacağını söylediler. Bu olaylardan sonra doktor benimle ilgilenmeye başladı, gerekli tahlil ve tetkiklerim yapıldı. Sancıdan kıvrandığım halde bana kimse tekerlekli sandalye getirmedi. Ablam A.H. gitti ve tekerlikle sandalye bulup getirdi. Bana Hastanede çok ilgisiz davrandılar. Hemşirenin yapacağı bütün işleri sağlık meslek lisesi öğrencileri yaptı. Stajyerlerin başında rehberlik edecek kimse olmadığından hata üstüne hata yaptılar. Bu nedenle iki kez tahlilim alındı, gereksiz yere yaklaşık 4 saat tahlil sonucu bekledim. Ben bu olaylar nedeniyle başta mahremiyetim olmak üzere hasta haklarımı ihlal eden ve görevini ihmal eden S.Ç.den ve benim tahlil ve tetkiklerimde çok geç kalan Doktor E.K.dan şikâyetçiyim. Gereğinin yapılmasını istiyorum. Ayrıca Doktor E. Hanım bana herhangi bir reçete yazmadı. Bana ‘Ertesi gün kadın doğum, genel cerrahi ve dahiliye doktorlarının seni görüp gerekli araştırmaların yapılması gerekli.’ dedi. Ben de ertesi gün aile hekimliğine giderek tahlil sonuçlarımı gösterip, ilaçlarımı yazdırdım.”

18. Salihli Cumhuriyet Başsavcılığının 10/3/2014 tarihli yazısıyla Doktor E.K. ve Hemşire S.Ç. hakkında 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un 3. maddesi uyarınca soruşturma izni talep edilmiştir. Salihli Kaymakamlığının 11/3/2014 tarihli ve 1202 sayılı yazısıyla ön inceleme yapılması için Başhekim Yardımcısı Z.U. muhakkik olarak tayin edilmiştir.

19. Şüpheli Hemşire S.Ç.nin muhakkike verdiği 20/3/2014 tarihli ifadesi şöyledir:

“Benim o günkü nöbetimde M. Y. isimli hasta müşahedeye geldi. Ben evrakını alarak gözleme aldım. Röntgen sonucuna göre hastaya Dr. E. Hanım lavman uygulanmasını söyledi. Hastaya yapabilirse kendisinin, yapmazsa benim yardımcı olabileceğimi söyledim. Hasta kendisinin uygulayacağını söyledi. Bir süre sonra bağıra çağıra geldi. O sırada başka bir hastanın tedavisini yapıyordum. 5 dakika beklemesini söyledim. Hasta beni bekleyeceği yerde bağırıp çağırmaya devam etti. ‘Eşek gibi yapacaksın bu senin işin, mecbursun, maaş alıyorsun.’ tarzında hakaretler etti. O kadar yüksek sesle beni ve müşahededeki diğer hastaları rahatsız edecek kadar bağırdı ki S.İ. isimli güvenlik görevlisi bu sese geldi. Bu duruma şahit oldu. İşim biter bitmez hastaya lavmanın sedyede perdeleri çekerek uygulanacağını söyledim. Hasta perde aralığı var diye istemedi. ‘Perde arası açılabilir.’ dedi. Ben de bunu hoş görüp öğrencinin perdeyi kapalı olarak tutacağını ve böylece rahatsız olmadan uygulayacağımı söyledim. Fakat hasta bunu da kabul etmediği gibi ‘Sen kendine uygula, seni şikâyet edeceğim.’ dedi. Ben hastanın mahremiyetine önem vererek lavman işlemini sedyede (etrafı kapalı) uygulamak istedim. Ben moralim bozulmasına rağmen sakinliğimi korudum. Hasta daha önce Uşak Devlet Hastanesini de şikâyet ettiğini ve haklı bulunduğunu defalarca bağırarak söyledi. Buna istinaden kavga ettiğini düşünüyorum. Bütün bu durumlar beni çok üzdü, moralman çöktüm. Hasta M. Y. benim kendisi ile tuvalete gidip lavmanı yapmayarak müşahedede yapmak istediğim için bu tür şikâyetlere başvurmuştur.”

20. Şüpheli Doktor E.K.nin 20/3/2014 tarihinde muhakkike verdiği ifadesi şöyledir:

“Salihli Devlet Hastanesinde acil serviste acil hekimi olarak görev yapmaktayım. 5/12/2013 tarihinde tahmini saat 14.30 sularında bir hasta muayene ederken adını sonradan öğrendiğim M. Y. isimli hasta koşturarak sedyeye oturdu. Otobüsten indiğini karın ağrısı şikâyetinin olduğunu ultrason çektirmek istediğini söyledi. Ben de kendisine muayene etmeden tahlil isteyemeyeceğini söyledim… Batın muayenesi yapıldı, batın rahat, defan, rebaunt bulgusu saptanmadı, bağırsak sesleri hiperaktif bulundu. Muayenemde acil bir patoloji saptanmadı. Ayakla direkt batın grafisi istedim. Sonuçlarına göre hastayı değerlendirdim. Karında gaz şikâyeti nedeni ile BT Enama lavman uygulanmasını uygun gördüm. Diğer tetkilerinin de yapılması için müşahede odasına aldım. Yaklaşık yarım saat sonra Hemşire S.Ç. yanıma gelerek M. Y. isimli hastanın kendisine bağırdığını söyledi. Hastayla görüştüm. Hemşire hanım lavman uygulamasını istemiş uygulayamaz iseniz haberimiz olsun demiş. Ancak hasta bu tür işlemlerin personel tarafından uygulanması gerektiğini söyledi. Ben de hemşire hanım yardımcı olacak dedim. Müşahede odasına geldiğimde yatağın perdeleri kapalıydı. Hemşire hanım uygulamak üzereydi. Ancak hasta bunun burada uygulanmayacağını, perdelerin yetersiz olduğunu, niye sizin ayrı odanız yok, sizi şikâyet edeceğim gibi serzenişlerde bulunuyordu. Daha önce Uşak Devlet Hastanesinde böyle bir şeyin başından geçtiğini, personele ceza aldırdığını söylüyordu. Bu arada Hemşire S.Ç.ye parmağıyla işaret ederek ‘Seni şikâyet edeceğim, bu işlemi yapmak zorundasın insanlara kötü davranıyorsun, şikâyetle iş yapıyorsunuz.’ diye bağırdığını duydum. Çünkü müşahede odasındaydım bu hasta ile ilgili bulguları bilgisayara işliyordum. Daha sonra gerekli tetkik ve tahliller tamamlandı, acilde ilk müdahalesi yapılmıştı. Yapılan tahliller sonucu anemi dispeptik şikayetler nedeni ile ileri tetkik ve tedavisi için dahiliye, genel cerrahi ve kadın doğum polikliniklerine hasta yönlendirildi. Hasta ‘Hemşire hanımı şikâyet edeceğim.’ diyerek odadan çıktı.”

21. Güvenlik görevlisi S.İ.nin muhakkike verdiği ifadesinde o günkü nöbetinde koridorda yürürken başvurucunun bağırışlarını ve hakaretlerini duyarak müşahede salonuna yaklaştığını; başvurucunun,Hemşire S.Ç.ye "Mecbursun yapmaya, sen benim vergimle maaş alıyorsun, eşek gibi yapacaksınız, sizin işiniz bu." diye bağırdığını, hemşirenin de başvurucuya sakin olması gerektiğini söylediğini ifade etmiştir.

22. Başvurucunun ablası tanık A.H. muhakkikteki ifadesinde kardeşinin hemşireye karşı hakaret etmediğini söylemiştir.

23. Acil Tıp Teknisyeni tanık C.A. muhakkikte verdiği ifadesinde başvurucunun lavman uygulamasını Hemşire S.Ç.den talep edince, hemşirenin perdeyle kapalı müşahade odasındalavman yapmak istemesi üzerine hemşireye hakaret ettiğini söylemiştir.

24. Muhakkik tarafından hazırlanan 20/3/2014 tarihli rapor doğrultusunda Salihli Kaymakamlığının 24/3/2014 tarihli ve 25 sayılı kararıyla söz konusu olayda soruşturma izni verilmesini gerektirecek şekilde herhangi bir kasıt ve ihmal bulunmadığı gerekçesiyle soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir.

25. Bu karara karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz Manisa Bölge İdare Mahkemesinin 16/4/2014 tarihli ve E.2014/71, K.2014/67 sayılı kararıyla ön inceleme raporu ve belgelerinin isnat edilen suçtan dolayı Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlık soruşturması yapılmasını gerektirecek nitelik ve yeterlikte olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.

26. Ret kararı başvurucuya 5/5/2014 tarihinde tebliğ edildiğinden 27/5/2014 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımının bulunmadığı anlaşılmıştır.

27. Salihli Cumhuriyet Başsavcılığının 5/5/2014 tarihli ve K.2014/1819 sayılı kararıyla soruşturma izni verilmediği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.

28. Bu karara başvurucu tarafından yapılan itiraz bireysel başvuru yapıldıktan sonra Alaşehir Ağır Ceza Mahkemesinin 16/6/2014 tarihli ve 2014/575 Değişik İş sayılı kararıyla delillerin takdiri ile verilen kararda isabet bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.

B. İlgili Hukuk

29. 8/3/2010 tarihli ve 27515 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Hemşirelik Yönetmeliğinin 19/4/2011 tarihi Resmi Gazete’de yayımlanan “Çalışılan birim/servis/ünite/alanlara göre hemşirelerin görev, yetki ve sorumlulukları”nı düzenleyen ikinci eki şöyledir:

“…

B) ACİL SERVİS HEMŞİRESİ

Görev, Yetki ve Sorumluluklar

Hemşirelerin genel görev, yetki ve sorumluluklarının yanı sıra;

1. Hemşirelik bakımı:

a) Hastanın acil servise kabulünü sağlar.

e) Periferik IV kateter takar ve kateter pansumanlarını yapar, oksijen ve buhar tedavisini uygular, trakeal aspirasyon yapar; gerekirse endotrakeal tüp, trakeostomi, kolostomi, gastrostomi bakımı verir; nazogastrik tüp takar, gastrik lavaj uygular; rektal tüp uygular, lavman yapar; perine bakımı verir, prezervatif sonda / üriner kateter takar ve kateter bakımı verir; sıcak ve soğuk uygulama yapar; göğüs tüplerini ve diğer drenaj sistemlerini kontrol eder, drenaj torbalarını değiştirir; yaptığı işlemleri gözlemleri ile birlikte kaydeder.

…”

30. 1/8/1998 tarihli ve 23420 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Hasta Hakları Yönetmeliğinin 1., 4., 5. ve 21. maddeleri şöyledir:

“Amaç

Madde 1- Bu Yönetmelik; temel insan haklarının sağlık hizmetleri sahasındaki yansıması olan ve başta Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda, diğer mevzuatta ve milletlerarası hukuki metinlerde kabul edilen "hasta hakları"nı somut olarak göstermek ve sağlık hizmeti verilen bütün kurum ve kuruluşlarda ve sağlık kurum ve kuruluşları dışında sağlık hizmeti verilen hallerde, insan haysiyetine yakışır şekilde herkesin "hasta hakları"ndan faydalanabilmesine, hak ihlallerinden korunabilmesine ve gerektiğinde hukuki korunma yollarını fiilen kullanabilmesine dair usül ve esasları düzenlemek amacı ile hazırlanmıştır.

Tanımlar

Madde 4- Bu Yönetmelik'te geçen deyimlerden;

g) (Ek:RG-8/5/2014-28994) Tıbbi müdahale: Tıp mesleğini icraya yetkili kişiler tarafından uygulanan, sağlığı koruma, hastalıkların teşhis ve tedavisi için ilgili meslekî yükümlülükler ve standartlara uygun olarak tıbbın sınırları içinde gerçekleştirilen fizikî ve ruhî girişimi,

h) (Ek:RG-8/5/2014-28994) Rıza: Kişinin tıbbi müdahaleyi serbest iradesiyle ve bilgilendirilmiş olarak kabul etmesini,

ifade eder.

İlkeler

Madde 5- Sağlık hizmetlerinin sunulmasında aşağıdaki ilkelere uyulması şarttır:

a) Bedeni, ruhi ve sosyal yönden tam bir iyilik hali içinde yaşama hakkının, en temel insan hakkı olduğu, hizmetin her safhasında daima gözönünde bulundurulur.

 b) Herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkını haiz olduğu ve hiçbir merci veya kimsenin bu hakkı ortadan kaldırmak yetkisinin olmadığı bilinerek, hastaya insanca muamelede bulunulur.

d) Tıbbi zorunluluklar ve kanunlarda yazılı haller dışında, rızası olmaksızın kişinin vücut bütünlüğüne ve diğer kişilik haklarına dokunulamaz.

f) Kanun ile müsaade edilen haller ile tıbbi zorunluluklar dışında, hastanın özel hayatının ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.

Mahremiyete Saygı Gösterilmesi

Madde 21- Hastanın, mahremiyetine saygı gösterilmesi esastır. Hasta mahremiyetinin korunmasını açıkça talep de edebilir. Her türlü tıbbi müdahale, hastanın mahremiyetine saygı gösterilmek suretiyle icra edilir.

Mahremiyete saygı gösterilmesi ve bunu istemek hakkı;

a) Hastanın, sağlık durumu ile ilgili tıbbi değerlendirmelerin gizlilik içerisinde yürütülmesini,

b) Muayenenin, teşhisin, tedavinin ve hasta ile doğrudan teması gerektiren diğer işlemlerin makul bir gizlilik ortamında gerçekleştirilmesini,

… kapsar.

…”

31. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesi şöyledir:

“Görevi kötüye kullanma

Madde 257. - (08/12/2010 tarihli ve 6086 sayılı Kanun’la değişik)

(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

32. 4483 sayılı Kanun’un 1., 3., 5., 6. ve 9. maddeleri şöyledir:

“Amaç

Madde 1 – Bu Kanunun amacı, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri için izin vermeye yetkili mercileri belirtmek ve izlenecek usulü düzenlemektir

İzin vermeye yetkili merciler

Madde 3 – Soruşturma izni yetkisi

a) İlçede görevli memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında kaymakam,

Yokluklarında ise vekilleri tarafından bizzat kullanılır.

Ön inceleme

Madde 5 – İzin vermeye yetkili merci, bu Kanun kapsamına giren bir suç işlediğini bizzat veya yukarıdaki maddede yazılı şekilde öğrendiğinde bir ön inceleme başlatır.

Ön inceleme, izin vermeye yetkili merci tarafından bizzat yapılabileceği gibi, görevlendireceği bir veya birkaç denetim elemanı veya hakkında inceleme yapılanın üstü konumundaki memur ve kamu görevlilerinden biri veya birkaçı eliyle de yaptırılabilir. İnceleme yapacakların, izin vermeye yetkili merciin bulunduğu kamu kurum veya kuruluşunun içerisinden belirlenmesi esastır. İşin özelliğine göre bu merci, anılan incelemenin başka bir kamu kurum veya kuruluşunun elemanlarıyla yaptırılmasını da ilgili kuruluştan isteyebilir. Bu isteğin yerine getirilmesi, ilgili kuruluşun takdirine bağlıdır.

Ön inceleme yapanların yetkisi ve rapor

Madde 6 – Ön inceleme ile görevlendirilen kişi veya kişiler, bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin bütün yetkilerini haiz olup, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre işlem yapabilirler; hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesini de almak suretiyle yetkileri dahilinde bulunan gerekli bilgi ve belgeleri toplayıp, görüşlerini içeren bir rapor düzenleyerek durumu izin vermeye yetkili mercie sunarlar. Ön inceleme birden çok kişi tarafından yapılmışsa, farklı görüşler raporda gerekçeleriyle ayrı ayrı belirtilir.

Yetkili merci bu rapor üzerine soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu kararlarda gerekçe gösterilmesi zorunludur.

İtiraz

Madde 9 – Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikayetçiye bildirir.

Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikayetçi itiraz yoluna gidebilir. İtiraz süresi,yetkili merciin kararının tebliğinden itibaren on gündür.

İtiraza, 3 üncü maddenin (e), (f), g (Cumhurbaşkanınca verilen izin hariç) ve (h) bentlerinde sayılanlar için Danıştay İkinci Dairesi, diğerleri için yetkili merciin yargı çevresinde bulunduğu bölge idare mahkemesi bakar.

İtirazlar, öncelikle incelenir ve en geç üç ay içinde karara bağlanır. Verilen kararlar kesindir.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

33. Mahkemenin 29/9/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

34. Başvurucu 5/12/2013 tarihinde karın ağrısı şikâyetiyle hastanenin acil servisine gittiğini, acil serviste muayene olduktan sonra 45 dakika kendisiyle kimsenin ilgilenmediğini, sancılarıyla baş başa bırakıldığını, doktorun Hemşire S.Ç.ye lavman uygulamasını söylediğini ancak hemşirenin kendi kendine uygulamasını istemesi üzerine hastanenin lavabosuna lavman uygulamak üzere gittiğini ancak kalp hastası olduğu için tuvalette fenalaştığını, hemşireden yardım istediğini, hemşirenin vücut diliyle yardımı reddettiğini, lavman uygulamasının hemşirenin görevi olduğunu belirterek şikâyet edeceğini söylediğini, bunun üzerine mahremiyet hakkı ihlal edilerek perdeyle kapatılmış müşahede odasında hemşirenin insanlık onuruna aykırı olacak şekilde lavman yapmak istediğini, ancak bunu kabul etmediğini, hemşirenin suçunu bastırmak için "beyaz kod" alarmı verdiğini, yaptığı şikâyet üzerine 4483 sayılı Kanun’a göre yapılan ön soruşturmanın şikâyet edilenin amiri konumundaki başhekim yardımcısı Z.U. tarafından yapıldığını, muhakkik tarafından hazırlanan bu raporun personelini koruma güdüsüyle taraflı şekilde hazırlandığını, raporun sonuç kısmında yönetmeliğe aykırı şekilde lavman yapmanın hemşirenin görevi olmadığı yazılarak kaymakamlık ve bölge idare mahkemesinin yanıltılması sonucunda soruşturma izni verilmemesine karar verildiğini, hastanede tedavi ve tetkiklerinin kasıtlı olarak yapılmadığını, sadece “Şikayet edeceğim.” sözü üzerine kendilerinin yapması gereken uygulamayı stajyer sağlık meslek lisesi öğrencilerine yaptırdıklarını, müşahede odasında gereksiz yere sekiz saat bekletildiğini, icapçı doktorun çağrılmadığını, reçete bile yazılmadan gönderildiğini belirterek Anayasa’nın 17., 19. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması, işkence ve kötü muamele yasağı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti, yeniden soruşturma açılması ve tazminat talebinde bulunmuştur.

35. Başvurucu, kamuya açık belgelerde kimliğinin gizli tutulmasını talep etmiştir.

B. Değerlendirme

36. Bakanlık görüşünde kabul edilebilirliğe ilişkin olarak Devletin Anayasa’nın 17. maddesinde yer verilen bireylerin maddi ve manevi varlığının bir parçası olan vücut ve ruhsal bütünlüğüne keyfî olarak müdahale etmemekle yükümlü olduğunu, bu müdahalenin gerçekleşmesi durumunda etkili mekanizmalar kurma şeklindeki pozitif yükümlülüğünün bulunduğunu ancak bu yükümlülüğün tüm müdahale türleri açısından mutlaka ceza soruşturması yapılmasını gerektirmediğini, hukuk ya da idare mahkemelerinde açılacak tazminat davasıyla da bunun mümkün olduğunu, aynı maddi vakıada tazminat davalarındaki ispat standartlarının ceza hukuku sorumluluğuna göre daha düşük olduğu, bu nedenle somut olayda tazmin yolunun daha etkili bir başvuru yolu olduğunu, başvurucunun idari yargıda tam yargı davası açma imkânının bulunmasına rağmen bu yolu kullanmadığını belirterek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmesi gerektiği belirtilmiştir.

37. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı idare mahkemesinin soruşturma izni vermediğini, eylemlerini haklı gördüğü kişiler hakkında hukuk mahkemesinde açılacak bir tazminat davasından netice alınamayacağını, kaldı ki tazminat yolunun ceza mahkemelerinde hak aramasına engel teşkil etmeyeceğini ifade etmiştir.

38. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki nitelendirmesini kendisi takdir eder(Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının da ihlal edilidğini ileri sürmüş ise de başvurucunun iddiaları Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında incelenmiştir.

39. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

40. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel yaşama saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlük hakkı ile bireyin kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkına karşılık gelmektedir (Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 30).

41. Bir eylemin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık düzeyine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşiğin aşılıp aşılmadığının belirlenmesinde her somut olayın özellikleri dikkate alınarak bir değerlendirme yapılması esastır. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve manevi etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 83). Her somut olaydaki veriler ışığında, belirtilen ağırlık eşiğinin altında kalan muamele ve eylemlerin diğer haklar kapsamında değerlendirilmesi mümkündür.

42. Anayasa ve AİHS tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için, anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme altına alınmış olan “işkence”, “eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

43. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence” olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde “işkence” teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek “kasıt” unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

44. “İşkence” seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ıstıraba sebep olan insanlık dışı muameleler “eziyet” olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak “eziyet”te, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleleri “insanlık dışı muameleler” olarak nitelendirmiştir (bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978,; Ilaşcu ve diğerleri/Moldova ve Rusya, [BD], B. No: 48787/99, 8/7/2004, §§ 432-438; Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88, 7/7/1989, § 91; Jabari/Türkiye, B. No: 40035/98, 11/7/2000, §§ 41-42; Giusto/İtalya, B. No: 38972/06, 15/5/2007). Bu nitelikteki muameleler Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında “eziyet” olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

45. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada “eziyet”ten faklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

46. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

47. Yukarıda yer verilen tespitlerden de anlaşılacağı üzere, doğası gereği cezaların veya menfi hareket ve eylemler ile olumsuz hayat deneyimlerinin; kişinin fiziki ve ruhsal değerlerini etkilemesi; kişide stres, üzüntü ve sair menfi tezahürlere yol açması ve bu etkileri açısından özellikle küçük düşürücü muamele kavramını çağrıştırması mümkündür. Bununla beraber, belirtilen eylemlerin Sözleşme’nin 3. maddesi anlamında işkence, insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele ve bu kavramların Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında yer verilen muadilleri olan işkence, eziyet veya haysiyetle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak nitelendirilebilmesi için, mağdurun sübjektif niteliklerinin yanı sıra muamelenin uygulanış şekli ve yöntemi ile özellikle meydana getirdiği fiziksel ve ruhsal etkiler açısından önemli bir ağırlığa ulaşmış olması gerekmektedir(Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 35).

48. Bu ilkeler ışığında somut olay incelendiğinde, aniden rahatsızlanması üzerine Salihli Devlet Hastanesi acil servisine giden başvurucunun Hastanede kendisiyle yeterince ilgilenilmediği ve tıbbi yardım sağlanmadığı, uygulanması gereken lavman işleminin Hemşire S.Ç. tarafından insanlık onuruna aykırı şekilde acil serviste etrafı perdeyle çevrili müşahede odasında gerçekleştirilmek istendiği, buna ilişkin yaptığı şikâyet sonucunda 4483 sayılı Yasa gereğince yapılan ön soruşturma sonucunda muhakkik tarafından hazırlanan taraflı rapora istinaden soruşturma izni verilmediği, bu kapsamda Anayasa’nın 17. ve 36. maddelerinin ihlal edildiği iddiasıyla başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu tarafından iddia edilen eylemlerin fiziksel ve manevi etkileri, süresi ve yoğunluk derecesi gibi unsurların değerlendirilmesi neticesinde; belirtilen eylemin, kişilik haklarını ihlal ederek başvurucu üzerinde fiziki ve ruhsal etkilerinin olması mümkün bulunmakla birlikte yetişkin olan başvurucunun bu işleme muvafakat etmemesi, eğitim durumu ve sosyal konumu nazara alındığında Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında değerlendirilmesi için gerekli olan asgari eşiği aştığı söylenemez.

49. Belirtilen nedenlerle başvurucunun şikâyetinin, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen maddi ve manevi varlığın korunması hakkı kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.

50. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

“… Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

51. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir”

52. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, bireysel başvuruda bulunulmadan önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20; Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 26).

53. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen “olağan başvuru yolları” ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup bu kurala riayetin denetlenmesinde münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda yalnızca hukuk sisteminde birtakım başvuru yollarının varlığının değil, aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 28; Işıl Yaykır, § 42).

54. Bireyin fiziksel ve zihinsel bütünlüğü, Anayasa’nın 17. maddesinde yer verilen “maddi ve manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireylerin manevi varlığının bir parçası olan şeref ve itibara keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. Ancak devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığına yönelik olarak yapılan müdahalelere karşı etkili mekanizmalar kurma çerçevesindeki pozitif yükümlülüğü, tüm müdahale türleri açısından mutlaka cezai soruşturma ve kovuşturma yapılmasını gerekli kılmaz. Belirtilen haksız müdahalelere karşı bireyin korunması hukuk muhakemesi yoluyla da mümkündür. Nitekim bireylerin maddi ve manevi varlığına yapılan müdahaleler için ülkemizde hem cezai hem de hukuki koruma öngörülmüştür. Ancak hukukumuz açısından, somut başvuruya konu eylemlere benzer eylemlerin içinde ceza hukuku anlamında suç teşkil eden fiillerin yer alması durumunda, bu alandaki yaptırımlara tabi tutulma olanağı bulunmakla beraber, özel hukuk anlamında bu tür fillerin tazminat davasına konu edilebildiği görülmektedir. Belirtilen tazmin imkânının, kişinin kamu görevlisi olması veya özel hukuka tabi bir hizmet sözleşmesi çerçevesinde görev yapması nazara alınarak hem idari yargı hem de adli yargı alanında yer alan makamlarca sağlandığı anlaşılmaktadır (Işıl Yaykır, § 43). Dolayısıyla bir bireyin, somut başvuruda belirtilen fiillere benzer eylemlerden dolayı maddi ve manevi varlığına müdahale edildiği iddiasıyla hukuk davası yoluna başvurarak daha etkin bir giderim sağlaması mümkündür.

55. Hukuka veya sözleşmeye aykırı bir fiil nedeniyle başkasına verilmiş olan zararın tazmin edilmesi yükümlülüğünü ifade eden hukuki sorumluluk, ceza hukuku alanında suç olarak adlandırılan insan davranışına göre daha geniş bir hukuka aykırı davranış grubunu kapsamaktadır. Bir eylemin suç teşkil edebilmesi için ilgili kanunda açıkça tanımlanması gerekirken haksız fiil için böyle bir sınırlamaya yer verilmemektedir. Ayrıca ceza hukuku alanında taksire dayalı sorumluluğun, istisnai nitelik taşımasına rağmen kasten veya taksirle başkalarına verilen zararın hukuki sorumluluk kapsamında giderim imkânının daha fazla olduğu, ceza hukuku alanında objektif sorumluluğa istisna olarak yer verilirken hukuki sorumluluk alanında objektif sorumluluk esasının da etkin şekilde uygulandığı ve hukuki sorumluluk alanında aynı maddi vakıalar çerçevesinde daha düşük bir ispat standardı kullanılarak kişisel sorumluluğun söz konusu olabildiği anlaşılmaktadır (Işıl Yaykır, § 44). Bunun yanı sıra hukuk sistemimizdeki ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı ortadan kaldırılırken hukuki sorumluluk alanındaki tazmin yükümlülüğünün asıl gayesinin, zarar görenin zararının telafi edilmesi olduğu dikkate alındığında özellikle somut başvuruya konu ihlal iddiasına benzer uyuşmazlıklar açısından, hukuki tazmin yolunun daha yüksek başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olduğu anlaşılmaktadır.

56. Başvuruya konu olayda; başvurucunun, hastanede kendisine gerekli ve yeterli tıbbi yardımın sağlanmadığı, insan onuruna aykırı şekilde etrafı perdeyle kapalı müşahede odasında lavman uygulanmaya çalışılması iddiasıyla suç duyurusunda bulunduğu, görevi kötüye kullanma suçundan yürütülen soruşturma sonucunda ilgili doktor ve hemşire hakkında soruşturma izni verilmediği görülmüştür. Bununla beraber başvurucu tarafından -somut başvuru açısından daha etkili bir giderim yolu olan- kamu görevlilerinin hukuka aykırı fiili nedeniyle idare aleyhine idari yargıda tazminat davası açma yoluna gidilmediği anlaşılmaktadır.

57. Yukarıda yer verilen tespitler çerçevesinde, manevi varlığına ait unsurlara karşı yapıldığı iddia edilen müdahaleler ile ilgili olarak başvurucu tarafından yalnızca ceza muhakemesi yoluna başvurulmuş olduğu nazara alındığında Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için tüm başvuru yollarının tüketilmesi koşulunun yerine getirildiği söylenemez.

58. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından yapıldığı iddia edilen müdahaleler ile ilgili olarak yalnızca ceza muhakemesi yoluna başvurulduğu ve somut başvuru açısından daha etkili bir giderim yolu olan tazminat davası açma imkânı kullanılmaksızın bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşıldığından başvurunun başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiğine yönelik iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 29/9/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.