2014/7838

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ELİF CEYDA ÖZDAMAR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/7838)

 

Karar Tarihi: 19/12/2017

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

M. Emin KUZ

Raportör Yrd.

:

Tuğba YILDIZ

Başvurucu

:

Elif Ceyda ÖZDAMAR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, 24/11/1994 tarihli 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun uyarınca diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakil işlemi yapılması yönündeki talebin reddine ilişkin işleme karşı açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 26/5/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Özelleştirme Yüksek Kurulunun 2/4/2004 tarihli kararı uyarınca Türkiye Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi (TEDAŞ) özelleştirme kapsamına alınmıştır.

9. Başvurucu TEDAŞ'a bağlı Çamlıbel Elektrik Dağıtım A.Ş.de 3/4/2007 tarihinde elektrik elektronik mühendisi olarak göreve başlamıştır.

10. Çamlıbel Elektrik Dağıtım A.Ş. 31/8/2010 tarihinde Çamlı Enerji Dağıtım ve Parekende Satış Hizmetleri A.Ş.ye satılarak özelleştirilmiştir. Başvurucu, özelleşen Şirkette çalışmaya devam etmekte iken 2/2/2011 tarihinde iş sözleşmesinin feshedilmesi neticesinde diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilecek personel olarak isminin Devlet Personel Başkanlığına bildirilmesi talebiyle müracaat etmiştir.

11.Başvurucunun talebi, TEDAŞ Genel Müdürlüğünün 24/8/2011 tarihli işlemi ile reddedilmiştir.

12. Başvurucu, anılan işleme karşı Sivas İdare Mahkemesinde iptal davası açmış; Mahkeme 28/11/2012 tarihinde dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde 4046 sayılı Kanun'a 2005 yılında yapılan değişikle geçici 21. maddenin eklendiğini ve anılan madde de kapsam dışı personelin nakil haklarının saklı tutulmasıyla ilgili iki koşul öngörüldüğünü ifade etmiştir. Bunlardan ilkinin kapsam dışı personelin görev yaptığı kuruluşun 2005 yılında Kanun'da yapılan değişiklikten önce özelleştirme kapsamına alınması, diğeri ise kapsam dışı kadro ve pozisyonlarda görev yapan iş kanunlarına tabi personelin aynı kadro ve pozisyonda çalışmaya devam ediyor olması olduğunu belirtmiştir. Olayda başvurucunun görev yaptığı TEDAŞ'ın dolayısıyla bağlı olan Çamlıbel Elektrik Dağıtım A.Ş.nin Kanun'da yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği 21/7/2005 tarihinden önce özelleştirme kapsamına alındığı belirtilerek başvurucunun aynı kadroda ve pozisyonda yani değişiklikten önce nakil hakkı tanınmış kapsam dışı kadro ve pozisyonda görev yapmaya değişiklikten sonra da devam ettiği ifade edilmiştir. Başvurucunun TEDAŞ'ın özelleştirme kapsam ve programına alındığı tarihten sonra işe başlamış olması nedeniyle Kanun'un geçici 21. maddesi hükmünden yararlandırılmamasının hukuken olanaklı olmadığı belirtilerek ne Kanun'da yapılan değişiklikten önce ne de bu değişiklikten sonra çalışmaya başlama tarihi ile ilgili böyle bir koşul öngörülmediği vurgulanmıştır. Dolayısıyla bu şartları taşıyan başvurucuya kamu kurum ve kuruluşlarına nakil hakkı verilmesi gerekirken bu yöndeki başvurusunun reddine ilişkin işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı, İç Denetim Koordinasyon Kurulunun (İDDK) 16/06/2011 tarihli ve E.2001/644, K.2011/675 sayılı kararının da aynı doğrultuda olduğu ifade edilmiştir.

13. Davalı Kurumun temyizi üzerine Danıştay Beşinci Dairesi 5/12/2013 tarihli kararı ile idare mahkemesi kararının bozulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde başvurucunun geçici 21. madde de belirtilen şartları taşımadığı, kanun değişikliğinin yürürlüğe girdiği tarihten (21/7/2005) önce özelleştirme programında bulunan kuruluşlarda nakil hakkı tanınmış kapsam dışı kadro ile pozisyonlarda görev yapan ve aynı kadro ya da pozisyonlarda görev yapmaya devam eden kişi konumunda olmadığı ifade edilmiştir. Kararda başvurucunun 21/7/2005'ten sonra 3/4/2007 tarihinde TEDAŞ bünyesinde görev yapmaya başladığı vurgulanmış ayrıca başvuru tarihinde özel bir şirket olan Çamlı Enerji Dağıtım ve Parekende Satış Hizmetleri A.Ş. personeli olduğu hususu gözönüne alındığında idare mahkemesi kararında hukuki isabet olmadığı ifade edilmiştir.

14. Bozma kararı üzerine yeniden yargılama yapan Mahkeme 20/3/2014 tarihli kararı ile bozmaya uyarak davayı reddetmiştir.

15. İdare Mahkemesinin kararı, başvurucuya 28/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, temyiz yoluna başvurmaksızın 26/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Kanun Hükümleri

16. 4046 sayılıKanun'un 22. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 "(Değişik: 3/7/2005-5398/8md.) Özelleştirme programına alınan kuruluşlarda (iştirakler hariç) ilgili kuruluş veya idare tarafından istihdam fazlası personel belirlenmesi ya da bu kuruluşların kısmen veya tamamen satışı nedeniyle kamu tüzel kişiliğinin sona ermesi, devredilmesi, küçültülmesi, faaliyetlerinin durdurulması, kapatılması, tasfiye edilmesi halinde; bu kuruluşlarda programa alınma tarihi itibarıyla 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tâbi olarak veya sözleşmeli statüde çalışmakta olanlar ile iş kanunlarına tâbi olarak görev yapmakla birlikte toplu iş sözleşmesi hükümlerinden yararlanmayan genel müdür, genel müdür yardımcısı, teftiş kurulu başkanı, kurul başkanı, daire başkanı, müessese, bölge, fabrika, işletme ve şube müdürü, müfettiş ve müfettiş yardımcısı, müşavir ve başuzman unvanlı kadrolara atanmak suretiyle görev yapan personel, kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilmek üzere yukarıda belirtilen işlemlerin tamamlanmasından itibaren onbeş gün içerisinde İdare tarafından Devlet Personel Başkanlığına bildirilir."

17. 4046 sayılı Kanun’un geçici 21. maddesi şöyledir:

"(Ek: 3/7/2005 - 5398/29 md.) Bu Kanunun 22 nci maddesinde yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği tarihten önce özelleştirme programında bulunan kuruluşlarda nakil hakkı tanınmış kapsam dışı kadro ve pozisyonlarda görev yapan iş kanunlarına tâbi personelin, aynı kadro veya pozisyonlarda görev yapmaya devam etmeleri halinde nakil hakları saklıdır."

18. 6/1/1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun 38. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"1. İdari Dava Daireleri Kurulu;

a) İdare mahkemelerinden verilen ısrar kararlarını,

 b) İdari dava dairelerinden ilk derece mahkemesi olarak verilen kararları,

temyizen inceler.

..."

19. 2575 sayılı Kanun'un 39.maddesi şöyledir:

"İçtihatları Birleştirme Kurulu, dava dairelerinin veya idari ve vergi dava daireleri kurullarının kendi kararları veya ayrı ayrı verdikleri kararlar arasında aykırılık veya uyuşmazlık görüldüğü veyahut birleştirilmiş içtihatların değiştirilmesi gerekli görüldüğü takdirde, Danıştay Başkanının havalesi üzerine, Başsavcının düşüncesi alındıktan sonra işi inceler ve lüzumlu görürse, içtihadın birleştirilmesi veya değiştirilmesi hakkında karar verir."

2. Danıştay İçtihatları

20. 22/9/2010 tarihli ve E.2010/2076, K.2010/5416 sayılı Danıştay Beşinci Dairesinin kararının ilgili kısmı şöyledir:

 "...4046 sayılı Yasa'nın 5398 sayılı Yasa ile eklenen geçici 21. maddesinde yer alan; 'Bu Kanunun 22. maddesinde yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği tarihten önce özelleştirme programında bulunan kuruluşlarda nakil hakkı tanınmış, kapsam dışı kadro ve pozisyonlarda görev yapan iş kanunlarına tabi personelin, aynı kadro veya pozisyonlarda görev yapmaya devam etmeleri halinde nakil hakları saklıdır.' yolundaki hükmün de, özelleştirilen kuruluşun özelleştirme programına alındığı tarih itibariyle kuruluşta iş kanuna tâbi olarak nakil hakkı tanınan bir görevde çalışmakta olanlar yönünden uygulanabileceği sonucuna varılmıştır..."

21. Danıştay Beşinci Dairesinin 15/12/2010 tarihli ve E.2010/7074 sayılı, 15/12/2010 tarihli ve E.2010/7103 sayılı, 19/1/2011 tarihli ve 2010/7584 sayılı yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararları da benzer niteliktedir.

22. 16/06/2011 tarihli ve E.2011/644, K.2011/675 sayılı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu kararının ilgili kısmı şöyledir:

 "...4046 sayılı Yasa'ya, 5398 sayılı Yasa ile eklenen geçici 21. madde hükmü ile 3/7/2005 tarihli Yasa değişikliğinden önce özelleştirme kapsamına alınan kuruluşlarda kapsam dışıkadro ve pozisyonlarda görev yapan personelin Yasa değişikliğinden etkilenmeyeceği, diğer bir ifade ile 5398 sayılı Yasa'da sayılan kadrolarda çalışmayan kapsamdışı personelin nakil haklarının saklı tutulacağı düzenlenmiştir.

 Söz konusu geçici 21. maddede kapsamdışı personelin nakil haklarının saklı tutulması için iki koşul öngörülmüştür. Bunlardan ilki, kapsamdışı personelin görev yaptığı kuruluşun 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesinde 5398 sayılı Yasa ile yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği tarihten önce özelleştirme kapsamına alınmış olması, diğeri ise kapsamdışı kadro ve pozisyonlarda görev yapan iş yasalarına tabi personelin aynı kadro ve pozisyonlarda görev yapmaya devam etmeleridir.

 ...

 Öte yandan, davacının TEDAŞ'ın özelleştirme kapsam ve programına alındığı tarihten sonra işe başlamış olmasından dolayı geçici 21. madde hükmünden yararlandırılmaması da hukuken olanaklı değildir. Çünkü, ne 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesinde yapılan değişiklikten önce ne de bu değişiklikten sonra çalışmaya başlama tarihi ile ilgili böyle bir koşul öngörülmüş değildir. Aksine geçici 21. madde ile kapsamdışı personelin nakil haklarının saklı tutulması için Kuruluşun Yasa değişikliğinden önce özelleştirme programına alınması yeterli görülmüştür. ..."

23. 3/4/2013 tarihli ve E.2012/6890, K.2013/2673 sayılı Danıştay Beşinci Dairesinin kararının ilgili kısmı şöyledir:

 "...Olayda, 4046 sayılı Yasa'nın 5398 sayılı Yasa ile eklenen geçici 21. maddesinde yer alan hükmün, özelleştirilen kuruluşun özelleştirme programına alındığı tarih itibarıyla kuruluşta iş kanuna tâbi olarak nakil hakkı tanınan bir görevde 21/7/2005 tarihinden önce çalışmakta olanlar yönünden uygulanabileceği sonucuna varılmıştır.

 Bu durumda, 4046 sayılı Yasa'nın 22 nci maddesinde yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği 21/7/2005 tarihinden önce, 2/4/2004 tarihinde Özelleştirme Yüksek Kurulu'nun 2004/22 sayılı kararı ile özelleştirme kapsam ve programına alınan TEDAŞ Genel Müdürlüğü bağlı şirketlerinde 3/4/2006 tarihinden itibaren görev yapan davacının 4046 sayılı Yasaya 5398 sayılı Yasa ile eklenen Geçici 21. madde uyarınca nakil hakkı korunan personel olmadığı anlaşılmakta olup, diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakil hakkı verilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir..."

24.Danıştay Beşinci Dairesinin 11/11/2011 tarihli ve E.2011/4132 sayılı; 10/10/2011 tarihli ve E.2011/5965 sayılı yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararları ile 16/12/2015 tarihli ve E.2015/6323, K.2015/10590, 13/6/2016 tarihli ve E.2014/5303, K.2016/3810 sayılı kararları da benzer niteliktedir.

B. Uluslararası Hukuk

25. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin birinci fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:

“Herkes, medeni hak ve yükümlülükleri hakkında karar verilmesi için ... bir yargı merciinde ... adil ... bir şekilde yargılanma hakkına sahiptir. "

26. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olan hukuki belirliliğin Sözleşme'nin bütün maddelerine içkin olduğunu belirtmektedir. (Iordan Iordanov/Bulgaristan, B. No: 23530/02, 2/7/2009, § 47). AİHM'e göre hukuk devletinin asli unsurları arasında yer alan hukuki belirlilik veya güvenlik ilkesi, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı temin etmekte ve kişilerin mahkemelere güvenine katkıda bulunmaktadır. Birbiriyle uyuşmayan mahkeme kararlarının sürüp gitmesi, yargı sistemine itimadı azaltarak yargısal bir belirsizliğe yol açabilir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 57). Ancak bireylerin makul güvenlerinin korunması ve hukuki güvenlik ilkesi, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmemektedir (Unédic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, § 74; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 58). AİHM, içtihat farklılıklarının farklı coğrafi bölgelerde yetkili birden fazla yargısal otoritenin var olduğu yargısal sistemlerde doğal olduğunu vurgulamaktadır (Iordan Iordanov/Bulgaristan, § 47; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 51). Hatta içtihat farklılığı aynı mahkeme içinde de söz konusu olabilir. Bu durum kendi başına Sözleşme'ye aykırılık teşkil etmez (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 51). Fakat AİHM yüksek mahkemelerin, bu yargısal otoriteler arasındaki içtihat farklılıklarını giderme rolünün bulunduğunu ifade etmektedir (Iordan Iordanov/Bulgaristan, § 47).

27. AİHM -açık keyfîliğin bulunması hâli hariç- ulusal mahkemelerin iç hukuk kurallarına ilişkin yorumlarını sorgulama rolünün bulunmadığını belirtmektedir. AİHM, aynı şekilde ulusal mahkemelerce açıkça verilen farklı kararları -açıkça benzer olan davalara ilişkin olsa bile- kıyaslama gibi bir işlevinin bulunmadığını, ulusal mahkemelerin hukuk kurallarını yorumlama hususundaki bağımsızlığına saygı gösterilmesi gerektiğini ifade etmektedir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 50).

28. AİHM, dinamik ve evrimsel bir yaklaşımın sürdürülememesinin hukukun gelişimini ve hukukta reformu engelleyeceğini, bu nedenle içtihat değişikliğinin tek başına etkin adalet yönetimine aykırı olmadığının altını çizmektedir (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38). AİHM'e göre, mahkeme içtihatlarındaki değişim yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kalmakta olup böyle bir değişiklik özü itibarıyla önceki çözümün tatminkâr bulunmaması anlamına gelir (S.S. Balıklıçeşme Beldesi Tarım Kalkınma Kooperatifi ve diğerleri/Türkiye, B. No: 3573/05 ... 17293/05, 30/11/2010, § 28). Ancak yerleşmiş yargısal pratiğin de içtihat değişikliğinin gerekçelendirildiği kararda dikkate alınması gerekir (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, § 38). Bu bağlamda aynı hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması hâlinde mahkemelerce bu farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklama getirilmesi gerekmektedir (Stoilkovska/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 29784/07, 18/7/2013, § 49).

29. AİHM, hukuki belirlilik şartının ve meşru beklentilerin korunması gereğinin yerleşik içtihadın sürdürülmesini içermediğinin altını çizmekte, ancak iyi temellere oturmuş yerleşik içtihadın varlığının yüksek mahkemeye içtihattan ayrılmayı haklılaştıran daha sağlam gerekçeler açıklama görevi yüklediğini ifade etmektedir. AİHM'e göre, yüksek mahkemenin yerleşik içtihattan farklı karar verilmesinin sebebi hakkında başvurucuya detaylı açıklama yapma sorumluluğu bulunmaktadır (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, § 38).

30. AİHM, birçok kararında "esaslı ve uzun süreli içtihat farklılıkları"nın adil yargılanma hakkını ihlal ettiğine hükmetmiştir. AİHM, esaslı ve uzun süreli içtihat farklılığının varlığının tespitinde yargısal pratikteki istikrarsızlığı giderecek mekanizmaların bulunup bulunmadığının ve gerekmesi durumunda bu mekanizmaların etkili bir şekilde işletilip işletilmediğinin önem taşıdığına işaret etmektedir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 53). AİHM, yargısal uygulamalardaki istikrarsızlığın yol açtığı hukuki belirsizliklerin ve kararlar arasındaki farklılığı giderecek mekanizmaların bulunmamasının adil yargılama hakkını zedeleyeceğinin altını çizmektedir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 54). AİHM'e göre, devletin, hukuk sistemini uyumsuz yargısal kararlar verilmesini önleyecek şekilde biçimlendirme yükümlülüğü bulunmaktadır (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 55).

31. AİHM; 2575 sayılı Danıştay Kanunu uyarınca, Danıştayın bir dairesi ile İDDK'nın bir karar konusunda tutarsızlığa düştüğü durumlarda İçtihatları Birleştirme Kurulunun içtihattaki çelişkiyi gideren ve hukuki bağlayıcılığı olan bir karar verdiğini belirtmektedir. AİHM, benzer davalarda bile olsa ulusal mahkemelerin farklı kararlarını karşılaştırma yükümlülüğü olmadığını gözönünde bulundurarak Daire ve İDDK arasındaki yorum farklılığının kendi içinde Sözleşme'nin 6. maddesini ihlal etmediği görüşündedir (Emel Boyraz/Türkiye, B. No: 61960/08, 2/12/2014, § 73).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

32. Mahkemenin 19/12/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

33. Başvurucu; kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilebilecek personel statüsününşartlarını taşıdığını, benzer bir olaya ilişkin İDDK tarafından karar verildiğini, Danıştay dairesinin bozma kararının İDDK kararıyla çelişkili olduğunu, derece mahkemesince İDDK kararına uygun hüküm verilmişken temyiz incelemesinde Daire tarafından kararın bozulmasının hakkaniyete uygun olmadığını belirterek Anayasa'nın 2., 5., 10. ve 49. maddelerinde belirtilen haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

34. Bakanlık görüşünde, temyizde kararın bozulması üzerine derece mahkemesinin bozmaya uyarak davanın reddine karar vermesi neticesinde tekrar temyize gidilmeden bireysel başvuruda bulunulmasının başvuru yollarının tüketilmesi noktasında dikkate alınması gerektiği; ayrıca başvurucunun durumda emsal gösterdiği İDDK kararında geçen somut olayın koşullarına göre farklı yönlerin olduğunu belirtilerek bu durumun adil yargılanma hakkı yönünden yapılan incelemede Anayasa Mahkemesinin dikkatine sunulduğu ifade edilmiştir.

B. Değerlendirme

35. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun ileri sürdüğü şikâyetlerinin ileri sürülüş tarzı ve mahiyeti gözetilerek belirtilen ihlal iddiaları adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

37. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı ve 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrasıuyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru "ikincil nitelikte bir kanun yolu" olup bu yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.

38. Temyiz mahkemesinin yakın zamanda vermiş olduğu ve başvurucunun davasına da uygulanacak nitelikteki bir karar varsa ve temyiz mahkemesinin bu kararını değiştirmesi ihtimal dâhilinde görünmüyorsa başvurucu, iç hukuk yollarını tüketmiş sayılacaktır (Deniz Baykal, B. No: 2013/7521, 4/12/2013, § 30; Şahin Tosun, B. No: 2014/10857, 11/1/2017, §§ 34-36).

39. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulması için olağan kanun yollarının tüketilmesi gerekir. Ancak somut olayda başvurucu açısından temyiz yoluna başvurulması, tüketilmesi gerekli bir yol olarak değerlendirilmemiştir. Başvurucu tarafından açılan davada ilk derece mahkemesi dava konusu işlemin iptaline karar vermiş; temyiz üzerine Danıştay Beşinci Dairesi, ilk derece mahkemesi kararını bozmuş ve yazılı gerekçelerle dava konusu işlemin iptaline karar verilmesinin doğru görülmediğini belirtmiştir. İlk derece mahkemesince anılan bozma kararına uyularak davanın reddine karar verilmiştir. Bu durumda verilen karara yönelik olarak temyiz mercii kararını vermiş ve ilk derece mahkemesince de temyiz merciinin verdiği karar doğrultusunda hüküm kurulmuştur. Bu aşamadan sonra başvurucudan ilk derece mahkemesince verilen son karara yönelik olarak da temyiz yoluna başvurmasını beklemenin bireysel başvuru hakkının kullanılması önünde orantısız bir engel oluşturabileceği değerlendirilerek bu yönüyle ilk derece mahkemesince verilen son karara karşı temyiz yoluna başvurulmadan yapılan bu başvuru, olağan kanun yoluna başvurulmadığı için başvuru yollarının tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez nitelikte görülmemiştir.

40. Diğer kabul edilebilirlik kriterleri yönünden başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

41. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un, Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasına "adil yargılanma hakkı" ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesine göre "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı metne dâhil" edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesinde herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu ibaresinin eklenmesinin amacının Sözleşme'de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban, B. No: 2014/6673, 25/7/2017,§ 53).

42. Adil yargılanma hakkı, uyuşmazlıkların çözümlenmesinde hukuk devleti ilkesinin gözetilmesini gerektirmektedir. Anayasa'nın 2. maddesinde Cumhuriyet'in nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, Anayasa'nın tüm maddelerinin yorumlanması ve uygulanmasında gözönünde bulundurulması zorunlu olan bir ilkedir (Özlem Terzioğlu, B. No: 2014/19341, 27/11/2017, § 39).

43. Bu noktada hukuk devletinin gereklerinden birini de hukuk güvenliği ilkesi oluşturmaktadır (AYM, E.2008/50, K.2010/84, 24/6/2010 ve E.2012/65, K.2012/128, 20/9/2012). Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi; hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).

44. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı ve birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda da bu yorumlardan hangisinin benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin, bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden fazla yorumunun hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmektir(Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).

45. Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini yansıtması yönüyle olumludur. Ancak uygulamadaki birlikteliği sağlamaları beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşmaları; bir kararın belirli bir daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire tarafından ele alındığı takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları ortaya çıkartır. Bu ise hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşecektir. Ayrıca böyle bir algının toplumda yerleşmesi hâlinde bireylerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları beklenen güven zarar görebilir (Türkan Bal, B. No: 2013/6932, 6/1/2015 § 64).

46. Hukukun üstünlüğü ilkesi gereği yargı sistemine olan bu güveni sağlamak ve korumakla yükümlü olan devlet, aynı yargı koluna dâhil mahkemeler arasındaki derin ve süregelen içtihat farklılıklarını ortadan kaldırabilecek nitelikte bir mekanizmayı kurmak ve bu mekanizmanın etkin bir şekilde işleyişini sağlayacak düzenlemeler yapmakla yükümlüdür.

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

47. Somut başvurunun konusu; benzer konulara ilişkin davalarda yargısal anlamda aralarında hiyerarşi ilişkisi bulunan aynı yargı koluna dâhil mahkemelerin kararları arasında çelişki bulunduğu iddiasıdır.

48. Özelleştirilen kuruluşun özelleştirme programına alındığı tarih itibarıyla iş kanuna tabi olarak nakil hakkı tanınan bir görevde çalışmakta olanlar açısından 4046 sayılı Kanun'un geçici 21. maddesinin uygulanacağı Danıştay Beşinci Dairesinin içtihadıdır (bkz. § 20).

49. Danıştay Beşinci Dairesinin içtihatları bu yönde iken İDDK başvuruya konu olaya benzer bir davada 16/6/2011 tarihli ve E.2011/644, K.2011/675 sayılı karar ile Özel Dairenin uygulamasından ayrılarak farklı bir sonuca varmıştır (bkz. § 22). Özel Daire, daha sonra benzer konudaki uyuşmazlıklarda içtihadını (bkz. § 23) İDDK kararını da dikkate alarak özelleştirilen kuruluşun özelleştirme programına alındığı tarih itibarıyla iş kanuna tabi olarak nakil hakkı tanınan bir görevde 21/7/2005 tarihinden önce çalışmakta olanlar yönünden uygulanabileceği şeklinde genişletmiştir.

50. Başvuruya konu içtihat farklılığı, yargı sistemimizin teşkilat yapısı ile doğrudan bağlantılı olup 2575 sayılı Kanun'un 39. maddesi uyarınca içtihat farklılığının içtihadı birleştirme kararı yoluyla giderilmesi mümkün olduğundan sistem içinde içtihat farklılığını giderecek yeterli mekanizmalar mevcuttur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin bu noktadaki görevi, bizzat Anayasa'da düzenlenen bir yargı sisteminin yerindeliğini tartışmak değil bu sistemin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan içtihat farklılığının yine Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma hakkına etkisini somut olayın koşulları ışığında değerlendirmektir.

51. Somut olayda başvurucu Özel Daire kararının İDDK kararından farklı olduğunu iddia etmiş ise de bu durum İDDK'nın Özel Dairenin kökleşmiş içtihadından ayrılarak yeni bir yaklaşımı benimsemesinden kaynaklanmıştır. Kaldı ki Özel Daire sonradan önüne gelen uyuşmazlıklarda İDDK kararını dikkate alarak önceki içtihadını genişletmiştir (bkz. § 23). Bu itibarla başvurucu aleyhine sonuçlanan somut başvuruya ilişkin kararın tatmin edici gerekçe içerdiği ayrıca kararlar arasındaki farklılığın hukuki güvenliği sarsacak nitelikte olmadığı ve bu farklılığı giderecek yeterli mekanizmaların bulunduğu hususları birlikte değerlendirildiğinde hukuki belirsizliğin bulunduğundan söz edilemez.

52. Öte yandan davanın açıldığı tarihteki içtihatlara uygun olan Danıştay Beşinci Dairesinin başvurucunun aleyhine olarak vermiş olduğu nihai kararın başvurucu için öngörülemez nitelikte olduğu da söylenmez.

53. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 19/12/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.