2014/785

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

VELİ ÖZDEMİR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/785)

 

Karar Tarihi: 27/10/2016

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Akif YILDIRIM

Başvurucu

:

Veli ÖZDEMİR

Vekili

:

Av. Ercan KANAR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, mahkûmiyete ilişkin kararın gerekçeli olmaması, soruşturma aşamasında müdafi olmaksızın elde edilmiş ifadelerin mahkemece hükme esas alınması, talep edilen delillerin toplanmaması, yargılamanın makul süreyi aşması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmesinin kanuni sonucu olarak koşullu salıverme hükümlerinden faydalanılamayacak olması nedeniyle işkence yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 17/1/2014 tarihinde İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 8/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 28/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 18/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 25/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 11/3/2016 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) vasıtasıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, yasa dışı TKP/ML-TİKKO terör örgütüne yönelik soruşturma kapsamında 17/1/2003 tarihinde gözaltına alınmıştır.

9. Başvurucuya 17/1/2003 ile 20/1/2003 tarihleri arasında yer gösterme ve teşhis işlemleri yaptırılmıştır.

10. Başvurucu 20/1/2003 tarihinde terör örgütüne ne şekilde katıldığına, örgütsel yapı içindeki konumuna ve katıldığı öldürme, yaralama, bomba koyma gibi eylemlere dair kollukta müdafii olmaksızın ifade vermiştir.

11. Başvurucu 21/1/2003 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde ise kolluktaki ifadesini ve yer gösterme işlemlerini kabul etmemiş, psikolojik baskı altında veya tehditle bu beyanların alındığını ileri sürmüştür.

12. İstanbul 6 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi 21/1/2003 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir.

13. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 10/4/2003 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya teşebbüs etme suçundan başvurucu ve diğer üç şüpheli hakkında dava açmıştır.

14. Dava, İstanbul 6 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin E.2001/138 sayılı dosyasıyla birleştirilmiştir. Başvurucu ve diğer kişiler hakkında açılan diğer bazı davalar da sonraki tarihlerde bu yargılamayla birleştirilmiştir. Birleştirmelerin ardından yargılama, on bir sanığa isnat edilen çok sayıda eylemi kapsar hâle gelmiştir.

15. Başvurucu 2/7/2003 tarihli duruşmada, kolluktaki ifadesini baskı altında verdiğini, nişanlısı ve ailesinin gözaltına alınacağı yönünde tehdit edildiğini; ifadesini kabul etmediğini beyan etmiştir.

16. Devlet güvenlik mahkemelerinin kapatılmasının ardından yargılamaya nihai olarak (kapatılan) İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK 250. madde ile görevli) devam edilmiştir.

17. Başvurucu bu arada uzun tutukluluk ve uzun yargılama şikâyetleriyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. AİHM,başvurucunun 6 yıl 4 aydan fazla bir süre tutuklu olarak yargılandığını ve yargılamanın devam ettiğini saptamış, tutukluluğun ve yargılamanın makul süreyi aştığını belirterek 23/6/2009 tarihinde (B. No: 43824/07) ihlal kararı vermiştir.

18. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi 21/11/2011 tarihli ve E.2001/138, K.2011/184 sayılı kararı ile başvurucunun üzerine atılı öldürme, yaralama, bomba koyma ve patlatma, vergilendirme adı altında para alma eylemlerinin sübut bulduğuna hükmetmiştir. Mahkeme, anayasal düzeni bozmaya teşebbüs etme suçundan başvurucunun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesi kararını, başvurucunun ve diğer sanıkların kollukta verdikleri ifadelerine, ekspertiz raporlarına, olay yeri inceleme ve fiziki takip tutanaklarına dayandırmıştır. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:

"Sanıklar Y. E. ve VELİ ÖZDEMİR'in,

06/08/2000 günü İstanbul ili Maltepe ilçesi Gülsuyu mahallesi ... adresinde S. A.nın öldürülmesi, maktulun uyuşturucu ticareti ile uğraştığının anlaşılması üzerine İ. Y. tarafındancezalandırılması talimatı verildiği, olaydan birgün önce keşif mahalinde keşif yapıldığı ve olay günü her ikisininde yanlarındaki getirdikleri silahlarla maktule ateş ederek öldürdükleri,

07/09/2000 günü Tuzla merkez sağlık ocağı bahçesine zaman ayarlı el yapımı bomba konulması eylemini gerçekleştirdikleri, bombanın patlamadığı,

11/10/2000 günü Zeytinburnu Telsiz mahallesinde bulunana askeri lojmanların arka giriş kapısına el yapımı zaman ayarlı bomba konulması eylemini gerçekleştirdikleri, bombanın patlamadığı,

11/11/2000 günü Bahçelievler ilçesinde bulunan metro istasyonu yanındaki Adalet Bakanlığına ait eğitim tesislerinin inşaatına zaman ayarlı el yapımı ses bombası konulması ve örgüt imzalı kuşlama bırakılması eylemini gerçekleştirdikleri, bombanın patladığı,

29/12/2000 günü Zonguldak Emniyet Müdürlüğü merkez karakoluna plastik şişe içerisinde bu bi tuzaklı ve ''Karadeniz Şehitleri Ölümsüzdür'' yazılı bildiri bırakılması eylemini gerçekleştirdikleri, bombanın patlamadığı,

2000 yılı içerisinde Zeytinburnu merkez efendi polis karakoluna el yapımı zaman ayarlı bomba konulması eylemini gerçekleştirdikleri,

2000 yılı Ağustos ayı içerisinde Okmeydanı'nda sanık VELİ ÖZDEMİR'in amcası olan Y.Ö.nün sanıklar İ. Y. ve VELİ ÖZDEMİR'in azmettirmesi ile sanık Y. E. ve D. A., tarafından dövüldüğü, sonrasında VELİ ÖZDEMİR'in müşteki Y. Ö.den olan alacağının ödenmemesi nedeniyle tekrar gidildiğinde bu defa sanık Y.nin müştekilerY. Ö. ve K. Ö. B.yi bacaklarından silahla yaraladığı,

26/02/2001 tarihinde müşteki C. T.nin Tuzla ilçesi A... köyünde silahla yaralanması eylemini gerçekleştirdikleri, müştekiC. T.nin 21/06/2002 tarihinde alınan ifadesinde sanık Y. ile yanındaki kişi tarafından vurulduğunu söylediği,

2000 yılı içerisinde Üsküdar ilçesi Örnektepe mahallesinde trafik müşavirliği yapan müşteki E. İ.den vergilendirme adı altında 1 milyar TL para alınması eylemini gerçekleştirdikleri, müşteki E. İ.nin 09/10/2002 tarihinde alınan ifadesinde kendisinden para isteyenlerden birinin Y. E.olduğunu, D. A. olmadığını söylediği, 26/04/2006 tarihli sanıklar D. A. ve VELİ ÖZDEMİR'inde hazır olduğu oturumda kendisinden para istemeye gelen ikinci kişinin duruşma salonunda olmadığını söylediği,

Sanıklar (...) bu eylemleri gerçekleştirdikleri birleşen dosyalarda dahil olmak üzere tüm dosya içerisindeki araştırma tutanakları, ekspertiz raporları, olay yeri inceleme tutanakları, fiziki takip tutanakları ve sanıkların emniyet müdürlüklerinde alınan ifadelerinden anlaşılmakla sanıkların üzerlerine atılı suçu işledikleri kanaatine varılmış ayrıca lehe yasa değerlendirmesinde hüküm tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK 309/1 maddesi gereği sanıkların ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verileceği ayrıca TCK 309/2 maddesi gereği 1. Fıkrada yazılı suçun işlenmesi esnasında işlenen diğer suçlardan dolayı da ayrı ayrı ilgili maddeler uyarınca cezaya hükmolunacağı dolayısıyla sanıklar hakkındaki eylem çeşitliliği dikkate alındığında bu durumun sanıkların aleyhine sonuç doğuracağı, suç tarihi itibariyle yürürlükte bulunan mülga 765 sayılı TCK 146/1 maddesi uygulamasının sanıklar lehine olduğu anlaşıldığından sanıkların aşağıda yazılı şekilde cezalandırılmalarına karar verilmiştir.

19. Duruşmalı olarak yapılan ve başvurucu müdafiinin katıldığı temyiz incelemesi sonrasında Yargıtay 9. Ceza Dairesi 10/12/2013 tarihli ve E.2013/4630, K.2013/15327 sayılı ilamı ile kararı başvurucu yönünden onamıştır. Yargıtay ilamından 18/12/2013 tarihinde haberdar olunmuştur.

20. Başvurucu17/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

21. Başvurucunun mahkûmiyetine esas alınan anayasal düzeni zorla ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu, 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 146. maddesinde düzenlenmektedir.

22. Başvurucunun mahkûmiyetine esas alınan anayasal düzeni zorla ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 146. maddesinde düzenlenmiştir.

23. 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 8. maddesi uyarınca olaylar tarihinde yürürlükte olan 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 305. maddesinde, on beş sene ve üzerinde hükmedilen hapis cezalarına ilişkin kararların kişilerin talebi olmasa dahi resen temyiz incelemesine tabi tutulacağı belirtilmektedir.

24. Olay tarihinde yürürlükte olan 1412 sayılı mülga Kanun’nun 135. maddesi şöyledir:

“Zabıta amir ve memurları ile Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade almada ve hâkim tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki hususlara uyulur:

 1. İfade verenin veya sorguya çekilenin kimliği tesbit edilir. İfade veren veya sorguya çekilen kimliğe ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmak zorundadır.

 2. Kendisine isnat edilen suç anlatılır.

 3. Müdafi tayin hakkının bulunduğu, müdafi tayin edebilecek durumda değilse baro tarafından tayin edilecek bir müdafi talep edebileceği ve onun hukuki yardımından yararlanabileceği, isterse müdafiin soruşturmayı geciktirmemek kaydı ile ve vekaletname aranmaksızın ifade veya sorguda hazır bulunacağı bildirilir; yakınlarından istediğine yakalandığını duyurabileceği söylenir.

 4. İsnad edilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu söylenir.

 5. Şüpheden kurtulması için somut delillerinin toplanmasını talep edebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe sebeplerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek imkânı verilir.

 6. İfade verenin veya sorguya çekilenin şahsi halleri hakkında bilgi alınır.

7. İfade veya sorgu bir tutanakla tesbit edilir. Bu tutanakta;

 a) İfade verme veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih,

 b) İfade verme veya sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği,

 c) İfade vermenin veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise sebepleri,

 d) Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı,

 e) İmzadan imtina halinde bunun nedenleri yer alır.”

25. 1412 sayılı mülga Kanun’un 135/A maddesi şöyledir:

 “İfade verenin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddette bulunma, bazı araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya ruhi müdahaleler yapılamaz.

Kanuna aykırı bir menfaat vaat edilemez.

 Yukarıdaki fıkralarda belirtilen yasak yöntemlerle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi delil olarak değerlendirilemez.”

26. 1412 sayılı mülga Kanun’un 136. maddesi şöyledir:

“Yakalanan kişi veya sanık, soruşturmanın her hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin yardımından faydalanabilir. Kanuni temsilcisi varsa o da yakalanana veya sanığa bir müdafi seçebilir.

Zabıta amir ve memurları tarafından yapılacak sorgulama işlemlerinde, ancak bir müdafi hazır bulunabilir. Cumhuriyet Savcılığı işlemlerinde bu sayı üçü geçemez.

Zabıtaca yapılan soruşturma da dahil olmak üzere, soruşturmanın her safhasında müdafiin, yakalanan kişi veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.”

27. 1412 sayılı mülga Kanun’un 138. maddesi şöyledir:

“Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi’de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.”

28. 1412 sayılı mülga Kanun’un 144. maddesi şöyledir:

“Yakalanan veya tutuklu bulunan kişi vekaletname aranmaksızın müdafi ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafi ile yazışmaları denetime tabi tutulamaz.”

29. Başvurucunun gözaltında bulunduğu sırada yürürlükte bulunan 16/6/1983 tarihli ve 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 16. maddesi şöyledir:

“Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda yakalanan veya tutuklanan şahıs, yakalama veya tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç en geç kırksekiz saat içinde hakim önüne çıkarılır ve sorguya çekilir.

Üç veya daha fazla kişinin bir suça iştiraki suretiyle toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya fail sayısının çokluğu ve benzeri nedenlerle Cumhuriyet savcısı, bu sürenin dört güne kadar uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. (Mülga cümle: 06/02/2002 - 4744 S.K../5. md.)

(Değişik fıkra: 06/02/2002 - 4744 S.K../5. md.) Anayasanın 120 nci maddesi gereğince olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde yakalanan veya tutuklanan kişiler hakkında ikinci fıkrada dört gün olarak belirlenen süre, Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararıyla yedi güne kadar uzatılabilir. Hakim, karar vermeden önce yakalanan veya tutuklanan kişiyi dinler.”

30. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

“Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.”

31. 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 3. maddesi şöyledir:

“(1) Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan Türk Ceza Kanununa yapılan yollamalar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelere yapılmış sayılır.

 (2) Mevzuatta, yürürlükten kaldırılmış Türk Ceza Kanununun kitap, bab ve fasıllarına yapılmış olan yollamalar, o kitap, bab ve fasıl içinde yer almış hükümlerin karşılığını oluşturan 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun maddelerine yapılmış sayılır. ”

32. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 107. maddesinin (16) numaralı fıkrası şöyledir:

“5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap, Dördüncü Kısım, ‘Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar’ başlıklı Dördüncü Bölüm, ‘Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar’ başlıklı Beşinci Bölüm, ‘Milli Savunmaya Karşı Suçlar’ başlıklı Altıncı Bölüm altında yer alan suçlardan birinin bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi dolayısıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde, koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz.”

33. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 17. maddesinin son fıkrası şöyledir:

“Ölüm cezaları, 14/7/2004 tarihli ve 5218 sayılı Kanunun 1 inci maddesi ile değişik 3/8/2002 tarihli ve 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunla müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen terör suçluları ile ölüm cezaları ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen veya ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olan terör suçluları koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanamaz. Bunlar hakkında ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası ölünceye kadar devam eder.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

34. Mahkemenin 27/10/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

35. Başvurucu, gözaltında baskı altında ve müdafi olmaksızın alınan ifadelerin hükme esas alındığını, kararın gerekçesiz olduğunu, delillerle ilişkilendirme yapılmaksızın karar verildiğini, yapılan teşhis işlemlerinin duruşmada kabul edilmediğini, atılı eylemelerle bağ kuracak deliller bulunmadığını, bazı kişiler huzurda dinlenilmeden karar verildiğini, eksik araştırma ile hüküm kurulduğunu, Mahkeme kararının diğer sanıkların kollukta baskı altında verdikleri ifadelerine dayandığını, yargılamanın uzun sürdürdüğünü, tutukluluğun devamı kararlarının gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmadığını, bu kararların duruşmasız olarak verildiğini, tutukluluğun makul süreyi aştığını belirterek adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; 250.000 TL maddi, 250.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

36. Başvurucu, ayrıca yargılama sonunda ölünceye kadar infazı devam edecek bir cezaya hükmedilmesi nedeniyle yaşam hakkı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir muameleye tabi tutulma yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

37. Başvurucu; tutukluluğun devamı kararlarının gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmadığını, bu kararların duruşmasız olarak verildiğini, tutukluluğun makul süreyi aştığını ileri sürmüştür.

38. Anayasa Mahkemesi, benzer iddiaların ileri sürüldüğü başvurulara ilişkin olarak birçok kararında “zaman bakımından yetkisi”yle ilgili ilkeleri belirlemiştir. İlk derece mahkemesince verilen mahkûmiyet kararının anılan yetkinin başladığı 23/9/2012 tarihinden sonra verilmiş olması gerektiği, bu tarihten önce verilen bir nihai kararla sona eren tutukluluk hâllerine ilişkin başvuruların zaman bakımından yetki dışında kaldığı kabul edilmiştir. Somut olayda başvurucu, 17/1/2003 tarihinde yakalanmış; 21/1/2003 tarihinde tutuklanmış ve İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/11/2011 tarihli kararıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Anılan ilkeler temelinde yapılan değerlendirmede başvurucunun tutukluluk hâli, nihai kararın verildiği 21/11/2011 tarihinde sona ermiş olduğundan başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir (Osman Büyüksu, B. No: 2013/5512, 3/4/2014, §§ 20-24; Ali Öksüz, B. No: 2013/6065, 3/4/2014, §§ 20-23; Cevdet Genç, B. No: 2012/142, 9/1/2014, §§ 24-29).

b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma ve makul sürede yargılanma yargılanma haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdafi Yardımından Faydalanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

39. Başvurucu, genel olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmediğini, bu kapsamda esas olarak gözaltında avukata erişim imkânından yararlandırılmadığı sırada baskı altında imzalanan ancak içeriği kabul edilmeyen tutanaklarda yer alan ifadelere dayanılarak mahkûmiyetine karar verildiğini belirtmektedir.

40. Bakanlık görüş yazısında, Salduz/Türkiye ([BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008) kararına atıfla ilk kez sorgulanmasından itibaren şüpheliye avukat yardımından yararlanma hakkı tanınmasının zorunlu olduğu, başvurucunun gözaltı sırasında beyanlarının müdafii olmadan alındığı ve bu beyanların da mahkûmiyet hükmüne esas alındığı ifade edilmiştir. Başvurucu ise başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.

41. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

42. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin, iddiada bulunma ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).

43. Sözleşme'nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (3) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:

“1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...

3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;

…”

44. Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında, isnat altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafi tayin etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez (Kazım Albayrak, B. No: 2014/3836, 17/9/2014, § 28).

45. Müdafi yardımından yararlanma hakkı, adil yargılama için suç isnadı altındaki kişilere savunma hakkı verilmesinin tek başına yeterli olmadığını, ayrıca bu kişilerin kendilerini savunma imkânına da sahip olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu kapsamda savunma hakkını etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (Kazım Albayrak, § 29).

46. Sözleşme’nin anılan maddesi, herhangi bir istisna gözetmeksizin suç isnadı altında bulunan herkesi kapsamakta ve ceza yargılamasının her aşamasında uygulanmaktadır. Dolayısıyla soruşturma aşamasında yapılan işlemler bakımından da bu hak güvence altına alınmıştır. Bu kapsamda AİHM, adil yargılanma hakkının güvencelerinin yargılama öncesi işlemlere de uygulanması gerektiğini belirtmiştir (Imbrioscia/İsviçre, B. No: 13972/88, 24/11/1993, §§ 36-38).

47. Diğer taraftan AİHM; müdafi ile temsil hakkının sınırsız olmadığını, geçerli bir nedenle dava öncesi aşamada avukata erişimin kısıtlanabileceğini, her durumda yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında kısıtlamanın adil yargılamaya engel olup olmadığının değerlendirileceğini belirtmiştir (John Murray/Birleşik Krallık, B. No: 18731/91, 8/2/1996, § 63; Magee/Birleşik Krallık, B. No: 28135/95, 6/6/2000, § 41). Bu kapsamda suç isnadı altında bulunan kişinin gerekirse resen atanan bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulma hakkı, adil yargılanma hakkının temel unsurlarından biridir (Kazım Albayrak, § 30).

48. Ayrıca AİHM; adil yargılanma hakkına ilişkin Sözleşme’nin 6. maddesinin, bu hakkın güvencelerinden kişilerin kendi iradeleriyle vazgeçmelerini engelleyecek şekilde yorumlanamayacağını belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05, 1/10/2013, § 48).

49. Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanma imkânından vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığı itibarıyla asgari garantileri içermesi, önemli hiçbir kamu menfaatine ters düşmemesi ve vazgeçmenin sonuçlarının makul olarak öngörebileceğinin ortaya konulması gerekir (Salduz/Türkiye, § 59;Talat Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, § 59; Aksin ve diğerleri/Türkiye, § 48).

50. AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da resen ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin olanağının olmaması yanında ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Talat Tunç/Türkiye, §§ 55, 56).

51. Somut olayda başvurucunun 17/1/2003 tarihinde yakalanması sonrasında 21/1/2003 tarihine kadar gözaltında tutulduğu görülmektedir. Gözaltı işleminin devamı sırasında düzenlenen ifade ve teşhis tutanaklarına genel olarak bakıldığında başvurucunun kendisi ve diğer şüpheliler hakkında isnat edilen suç konusunda sorumluluk doğuracak ayrıntılı anlatımlar ve ikrarların yer aldığıgörülmektedir.

52. Başvurucunun gözaltında tutulduğu sırada Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden kural olarak müdafi yardımından yararlanmak ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olmaktadır. Anılan tarihlerlerde ilgili mevzuat normal gözaltı süresinde avukata erişim imkânını tanımamaktadır. Başvurucunun belirtilen şartlardagözaltında tutulduğu görülmektedir. Başvurucuya ait kolluk ifade tutanağında, 1412 sayılı mülga Kanun’un 135. maddesinde düzenlenen ifade vermeye ilişkin kurallar ve hakların hatırlatıldığına ilişkin bir veri de bulunmamaktadır.

53. Bununla birlikte, başvurucu gözaltı sonrasında Cumhuriyet savcısına ve sorgu sırasında hakime verdiği ifadesinde, psikolojik baskı ve tehdit altında ifade tutanaklarını imzalamak zorunda kaldığını, ifade tutanaklarının içeriğini ve isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir.

54. Başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 10/4/2003 tarihli iddianamede isnat edilen suçun işlenişine dair anlatım genel olarak gözaltı ifadelerindeki ikrarlara dayanmaktadır. Mahkûmiyet kararının gerekçesidikkate alındığında gözaltı ifadelerinin belirleyici biçimde hükme esas alındığı görülmektedir.

55. AİHM, soruşturma aşamasındaki ikrarın kötü muamele veya işkence altında verildiği belirtilerek hâkim önünde reddedilmesi hâlinde bu konu irdelenmeksizin esasa geçilerek ikrarın dayanak olarak kullanılmasını bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91).

56. Sanığın hâkim önüne çıkarılmadan uzun süre tecrit hâlinde gözaltında tutulması nedeniyle şüpheler ortaya çıktığında ikrara yönelik kuşkuların hakkaniyete aykırılıklar yaratabileceği belirtilmektedir (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 87; Magee/Birleşik Krallık, § 43).

57. Diğer yandan baskı ve zorlamaya maruz kalındığına ilişkin iddiaların ayrı bir şikâyet olarak ifade edilmemesi ve buna ilişkin somut olguların ortaya konulmaması, adil yargılanma hakkı kapsamında yapılacak incelemede belirtilen koşulların gözönünde bulundurulmasına engel değildir (Abdulselam Tutal ve diğerleri [GK], B. No: 2013/2319, 8/4/2015, § 68).

58. Başvurucu,anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs etmek suçunu işlemekle suçlanmış ve yargılama sonunda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Yargılama sırasında suçsuz olduğunu ve suçla ilgisini ortaya koyan delil bulunmadığını savunan başvurucunun gözaltı sonrasında Cumhuriyet savcısı ve hâkim huzurunda kolluk ifadelerini kabul etmediği, tehdit ve zorlamayla ifade tutanaklarının imzalatıldığını belirttiği görülmektedir. Mahkeme, avukata erişim imkânının sağlanmadığına ilişkin bu iddiaları irdelemeksizin anılan ifadeleri hükme esas almıştır.

59. Bu çerçevede suçlamanın niteliği ve cezanın ağırlığı ile gözaltı sonrası savunma ve beyanları dikkate alındığında başvurucunun dört günlük gözaltı sırasında bilinçli bir irade ile avukat yardımı istemeyerek ifade vermeyi kabul ettiği her türlü şüpheden uzak görünmemektedir. Başvurucunun bu vazgeçmenin sonuçlarını makul olarak öngörebildiği somut olarak ortaya konulamamıştır.

60. Başvurucunun kabul etmediği ifadesinin mahkûmiyetine dayanak oluşturduğu, daha sonra sağlanan avukat yardımı ve yargılama usulünün diğer güvencelerinin soruşturmanın başında savunma haklarına verilen zararı gideremediği görülmektedir. Yargılama devam ederken yürürlüğe giren 5271 sayılı Kanun’un 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası, kovuşturma aşamasında savunmanın etkinliğini sağlayacak nitelikte ise de dava, anılan ifadelerin oluşturduğu çerçevede sonuçlanmış ve bu durum temyiz aşamasında değerlendirilmemiştir.

61. Başvurucunun gözaltında avukat yardımından yararlanamaması ve bu nedenle savunma haklarına verilen zarar, yargılamanın bir bütün olarak adil olmasını engellemiştir. Bu sebeple yargılamanın daha sonraki aşamalarında adil yargılanma hakkının diğer güvencelerinin yerine getirilip getirilmediğinin ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.

62. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

63. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının ölünceye kadar infaz edilmesinin Anayasa’nın 17. maddesini ihlal ettiğine ilişkin iddianın tespit edilen ihlal nedeniyle ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.

b. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

64. Başvurucu makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

65.Bakanlık yazısında, AİHM'in ihlal kararından sonra yargılamanın 4 yıl 6 ay daha sürdüğü, bunun 2 yıl 5 ayının ilk derecede, geriye kalanının temyizde geçtiği belirtilmiştir.

66. Başvurucu, dilekçesindeki açıklamalarını tekrar ettiğini söylemiştir.

67. Makul sürede yargılanma hakkı, adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa'nın 141. maddesi de -Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).

68. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması gereken ölçütlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

69. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih ise suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı tarihtir (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).

70. Bu ilkeler temelinde yapılan incelemede başvurucu hakkındaki yargılama 17/1/2003 ile 10/12/2013 tarihleri arasında 10 yıl 10 ay 22 gün sürmüştür.

71. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde yargılamanın konusunun Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tamamını veya bir kısmını bozma ve değiştirme veya kaldırmaya teşebbüs etme suçu ile ilgili olduğu, davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte davaya bütün olarak bakıldığında somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu 10 yıl 10 ay 22 günlük yargılama süresinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır. Anılan davada makul olmayan bir gecikme tespit edilmiş olmakla beraber başvurucunun "mağdur sıfatı"nı taşıyıp taşımadığının da incelenmesi gerekir.

72. Mağdur sıfatının ortadan kalkması, özellikle ihlal edildiği ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden kararın gerekçesi ile bu kararın ardından ilgili açısından uğradığı zararların varlığını devam ettirip ettirmediğine bağlı bulunmaktadır (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Freimanis ve Lidums/Letonya, B. No: 73443/01, 74860/01, 9/2/2006, § 68).

73. Başvurucunun makul süreyi aşan yargılama sebebiyle yaptığı başvurudaAİHM'in, "makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine, başvurucuya 8.000 avro tazminat ödenmesine" karar verdiği görülmüştür. Anılan tazminatın ödenmediğine ilişkin bir bilgi bireysel başvuru dosyasında bulunmamaktadır. Bu şekilde AİHM tarafından açık bir şekilde ihlal tespitinin yapıldığı, başvurucunun iddiaları kabul edilerek başvurucu lehinetazminata hükmedildiği anlaşılmıştır. Ancak ihlal tespitinden sonra da 4 yıl 6 ay daha yargılamanın sürdüğü görüldüğünden başvurucunun mağdur sıfatının bulunduğu sonucuna varılmıştır.

74. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

75. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

76. Başvurucu 250.000 TL maddi, 250.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

77. Müdafi yardımından faydalanma ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

78. Müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin dosyalarının devredildiği mahkemeye karar verilmesi gerekir.

79. Makul sürede yargılanma hakkının ihlalinin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında AİHM tarafından hükmedilen tazminat miktarı da gözetilerek başvurucuya net 3.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

80. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin iddiaların zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

 2. Müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

 3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan müdafi yardımından faydalanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

 2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin dosyalarının devredildiği mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,.

D. Başvurucuya net 3.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/10/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.