2015/445

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HANİFE KARAKURT BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/445)

 

Karar Tarihi: 22/2/2018

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucu

:

Hanife KARAKURT

Vekili

:

Av. Yavuz YEŞİLYURT

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, zilyet olunan taşınmazın orman vasfıyla Hazine adına tesciline karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 7/1/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığı'na (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Başvurucunun Dayandığı Tapu Kaydı

8. İstanbul'un Eyüp ilçesi Kısırmandıra (sonraki adıyla Işıklar) köyünde bulunan Eylül 1314 tarihli ve 10. ciltte yer alan 161 sıra numaralı tapu kaydı, 10 dönüm miktarlı olarak çalılık niteliğinde A. oğlu M. adına kayıtlıdır. 1967 yılında bu köyde yapılan kadastro çalışmaları sırasında söz konusu tapu kaydı 174, 175, 176, 177, 178 ve 181 parsel numaraları ile sınırlandırılan taşınmazlara uygulanarak revizyon görmüştür.

B. Kadastro Çalışmaları Süreci

9. Işıklar köyünde 1998 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında Çalıtorluğu mevkiinde bulunan 518 parsel sayılı taşınmaz 1.575 metrekare ve 521 parsel sayılı taşınmaz ise 2.426 metrekare yüz ölçümlü olarak sınırlandırılarak başvurucu adına tespit edilmiştir. Kadastro tutanaklarında, her iki taşınmazın da C.A.nın yirmi yılı aşkın bir süreden beri çekişmesiz, aralıksız ve malik sıfatıyla zilyetliğinde iken 1993 yılında haricen 100.000.000 TL (eski TL) bedelle başvurucuya satıldığı belirtilmiştir. Tutanaklarda ayrıca satış tarihinden bu yana başvurucunun malik sıfatıyla çekişmesiz ve aralıksız olarak bu zilyetliğini devam ettirdiği açıklanmıştır.

10. 1940 yılında yapılan ilk orman tahdidinde bu taşınmazlar orman dışında bırakılmıştır. Işıklar köyünde 1967 yılında yapılan ilk tesis kadastro çalışmaları sırasında ise anılan taşınmazlar, devlet ormanı içinde kaldığı gerekçesiyle tapulama harici bırakılmıştır. 1991 yılında yapılan Hazine adına orman sınırları dışına çıkarma (2/B) işlemleri sırasında ise orman sahası dışında gösterilen bu taşınmazlar ile ilgili olarak bir 2/B uygulaması yapılmamıştır.

C. Kadastro Tespitine İtiraz Davası Süreci

11. Maliye Hazinesi tarafından anılan taşınmazların orman olduğu gerekçesiyle 9/6/1999 tarihinde başvurucu aleyhine Eyüp 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır.

12. Mahkeme 22/2/2001 tarihinde dava konusu taşınmazların başında keşif icra etmiştir. Keşif sırasında dinlenen mahallî bilirkişiler ve davacı tanıkları, bu taşınmazların 50-60 yıldan beri başvurucunun ve zilyetliğini eklediği önceki maliklerin tasarrufunda olduğunu beyan etmişlerdir. Orman ve kadastro uzmanı teknik bilirkişiler ise raporlarında; bu taşınmazların 1991 yılında yapılan çalışmalarda orman sayılmayan alanda gösterildiğini, 521 parsel sayılı taşınmazda iki adet binanın bulunduğunu, taşınmazların tarımsal amaçlarla kullanıldığını bildirmişlerdir. Mahkeme, mahallinde 6/6/2002 tarihinde keşif icra etmiştir. İkinci keşif sonucu düzenlenen raporlar da benzer yöndedir.

13. Mahkeme 5/2/2003 tarihinde yapılan keşif ve bilirkişi rapor ile beyanlarını hükme esas alarak davanın reddine, dava konusu taşınmazların tespit gibi tapuya tesciline karar vermiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin (Daire) 16/12/2003 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma ilamında; daha önce yapılan bir tapulama çalışmasının olup olmadığına ve 1940 yılında yapılan orman tahdidi ile 1991 yılında yapılan aplikasyon ve 2/B çalışmalarına ilişkin belge, tutanak, kroki ve haritaların getirtilerek mahallinde yeni bir keşif yapılması gerektiği belirtilmiştir.

14. Mahkemece bozma ilamına uyularak mahallinde yeniden keşif yapılmıştır. Keşif sonucu düzenlenen 24/5/2007 tarihli teknik bilirkişi raporunda; anılan taşınmazların ilk orman tahdidinde orman sınırı dışında bırakıldığı, daha sonra yapılan orman kadastro çalışması sonucunda da bu konumunu sürdürdüğü belirtilmiştir. Bilirkişilere göre ayrıca taşınmazlar üzerinde orman bitki örtüsü de bulunmamaktadır. Mahkeme, bu bilirkişi raporunu hükme esas alarak 24/7/2007 tarihinde yine davanın reddine ve dava konusu taşınmazların tespit gibi tapuya tesciline karar vermiştir.

15. Davacı Hazinenin bu karara karşı temyiz istemi, Dairenin 10/6/2009 tarihli kararıyla kabul edilerek yeniden hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma ilamının gerekçesinde şu hususlara yer verilmiştir:

i. 1967 yılında yapılan arazi kadastrosu sırasında çekişmeli taşınmazların bulunduğu yerin orman olduğunun kadastro paftasında gösterilerek tespit harici bırakıldığı belirtilmiştir.

ii. Daire bununla birlikte 1940 yılında yapılan orman kadastrosu sırasında davaya konu taşınmazların da içinde yer aldığı arazinin orman tahdit hattı dışında kaldığını tespit etmiştir.

iii. Daireye göre, arazinin konumu ve davalı taşınmazlar ile orman arasında ayırıcı bir unsurun olmayışı dikkate alınmalıdır.

iv. Daire ayrıca kadastro işlemi olan tespit dışı bırakma işlemine, araziye veeylemli duruma uygun düşmeyen bilirkişi ve tanık sözlerine değer verilemeyeceğini açıklamıştır. Ayrıca zaman içinde taşınmazlar üzerindeki orman örtüsünün kaldırılmış olması o yerin orman niteliğini kaybettiği anlamına gelmeyeceğini ve toprağı ile birlikte orman olan taşınmazların zilyetlikle iktisabının ise mümkün olmadığını belirtmiştir.

v. Gerekçede, davalı tarafın taşınmazların öncesinin orman olmadığını kesin delillerle kanıtlayamadığı ifade edilmiştir. Daireye göre zilyetlikle mülk edinme koşulları oluşmadığı gibi dava konusu taşınmazlar herhangi bir nedenle orman sınırı dışında bırakılan orman olması nedeniyle kanun gereği yeniden orman sınırları içine de alınabilir.

vi. Daire, dava konusu taşınmazların bitişiğinde yer alan bazı taşınmazların orman olarak Hazine adına tesciline yönelik kesinleşen yargı kararlarının bulunduğunu ifade etmiştir. Daire, bu gerekçelerle davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği sonucuna varmıştır.

16. Bozma kararına uyan Mahkeme 18/2/2010 tarihinde davanın kabulüne ve dava konusu taşınmazların tespitlerinin iptali ile orman vasfıyla Hazine adına tapuya tesciline karar vermiştir.

17. Başvurucu kararı temyiz etmiş, Daire 22/9/2011 tarihinde temyiz edilen hükmün onanmasına karar vermiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi de Dairenin 15/9/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

18. Nihai karar, başvurucu vekiline 11/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

19. Başvurucu 7/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Mevzuat

20. 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 13. maddesi şöyledir:

“ Tapuda kayıtlı taşınmaz mal:

...

B) Kayıt sahibi veya mirasçılarından başkası zilyet bulunuyorsa;

...

b) Zilyet, taşınmaz malı, kayıt malikinden veya mirasçılarından veya mümessillerinden tapu dışı bir yolla iktisap ettiğini, onların beyanı veya herhangi bir belge ile veya bilirkişi veyahut tanık sözleriyle ispat ettiği ve ayrıca en az on yıl müddetle çekişmesiz, aralıksız ve malik sıfatıyla zilyet bulunduğu takdirde zilyet adına,

... tespit olunur.”

21. 3402 sayılı Kanun’un "Kamu malları" kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

“Kamunun ortak kullanılmasına veya bir kamu hizmetinin görülmesine ayrılan yerlerle Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan sahipsiz yerlerden:

...

D) Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ormanlar, bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde, özel kanunları hükümlerine tabidir.”

22. 3402 sayılı Kanun’un 18. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:

“Orta malları, hizmet malları, ormanlar ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında olup da bir kamu hizmetine tahsis edilen yerler ile kanunları uyarınca Devlete kalan taşınmaz mallar, tapuda kayıtlı olsun olmasın kazandırıcı zamanaşımı yolu ile iktisap edilemez.”

23. 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 1. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Tabii olarak yetişen ve emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır.”

24. 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:

“Bu yerler dışında orman sınırlarında hiçbir suretle daraltma yapılamaz.”

2. Yargıtay İçtihadı

25. Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 25/2/2014 tarihli ve E.2013/9841, K.2014/2384 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“...mahkemece öncelikle, Orman Yönetimi davaya dahil edilmeli, yeniden yapılacak keşifte, dava konusu taşınmaz ve etrafını gösterir ve ilk defa o yerde grafik ya da fotogrametri yöntemiyle düzenlenen 1/5000 ölçekli arazi kadastro paftasının orijinal fotokopi örneği ile varsa davanın açıldığı 1958 yılından öncesine ait en eski tarihli memleket haritası ve hava fotoğrafları stereoskop aletiyle, üç boyutlu olarak incelettirilip taşınmazların niteliğinin bu belgelerde ne şekilde görüldüğü, orman ya da 6831 sayılı Kanunun 17/2. maddesinde ifade edilen orman içi açıklık olup olmadığı belirlenmeli, komşu taşınmazlara ait kadastro tesbit tutanakları ve dayanağı kayıtlar getirtilip, çekişmeli taşınmazlar yönünü ne olarak gösterdikleri araştırılmalı, taşınmazlar orman sayılan yerlerden değil ise, davacıların dayandığı, miras bırakanları Emine Çelik’e ait Mart 1289 tarih ve 29 numaralı sicilden gelen Nisan 1958 tarih ve 2 numaralı tapu kaydı kapsamında kalıp kalmadığı araştırılmalı, davalılar miras bırakanı Fatma Serin adına kayıtlı olan ve tapu kaydıyla birlikte tesbite esas alınan 1937 tarih ve 57 numaralı vergikaydıiledavalılarıntutundukları1929yılınaaitsatışsenediuygulanmalı, dava tarihi itibariyle zilyedlik koşullarının hangi taraf yararına gerçekleştiği araştırılmalı, yine ziraat bilirkişiden taşınmazların, nizanın ortaya çıktığı dava tarihi itibarıyla zilyedlikle kazanmaya elverişli yerlerden olup olmadığı, jeolog bilirkişiden derelerin aktif etki alanında kalıp kalmadıkları, fen elemanından kamulaştırma haritası kapsamında olup olmadıkları yönünde ayrıntılı rapor alınmalı, derenin aktif etkisi sözkonusu ise, Hazine adına da kişiler adına da tescil edilemeyeceği, tutanak iptal edilerek, hali hazır niteliğiyle paftasında gösterileceği düşünülmeli, kanal kamulaştırması kapsamında ise ilgili tüzel kişilik davaya dahil edilmeli, tarım arazisi niteliğinde ve tapu kapsamında ise 3402 sayılı Kanunun 13/B-b maddesi gereğince tapulu taşınmazın tapu dışı yolla (haricen) satışının geçerli olduğu düşünülerek bu madde koşullarının davalılar yararına gerçekleşip gerçekleşmediği saptanmalı, taşınmazların malik hanelerinin açık olması nedeniyle 3402 sayılı Kanun'un 30/2. maddesi gereğince re'sen de toplanacak deliller çerçevesinde karar verilmelidir....”

B. Uluslararası Hukuk

26. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve ulusal hukuktaki sınıflandırmadan bağımsız olarak “özerk bir yorum” esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010, § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129).

27. AİHM, mülkiyet hakkına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin mülkiyeti elde etme hakkını koruma altına almadığını kabul etmektedir (Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD] (k.k.), B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52).

28. AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin anlamı kapsamında bir "mülk" ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir "meşru beklenti" de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004,§ 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için Pine Valley Developments Ltd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31).

29. Bununla birlikte AİHM içtihatlarına göre temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kopecký/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek Cumhuriyeti (k.k.) [BD],B. No: 39794/98, 10/7/2002, § 69). İç hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların ulusal mahkemelerce kesin olarak reddedildiği durumlarda “meşru bir beklentinin” bulunduğu sonucuna varılamaz (Kopecký/Slovakya, §§ 50, 52; Jantner/Slovakya, B. No: 39050/97, 4/3/2003, §§ 29-33).

30. AİHM içtihatlarında sıklıkla -her ne kadar anlaşılabilir olsa da- basit beklenti ile daha somut nitelikte olması ve hukuki bir düzenlemeye ya da iç hukukta yerleşik ve istikrarlı bir yargı kararına dayanması gereken meşru beklenti arasındaki farkı vurgulanmaktadır (Kopecký/Slovakya, § 52; Bozcaada Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfi/Türkiye (k.k.), B. No: 22522/03, 9/12/2008).

31. Kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülk edinilmesi bakımından AİHM, mülkiyet hakkının kapsamını belirlerken iç hukuktaki düzenlemeler ile yargısal uygulamaları gözeterek sonuca varmaktadır. Buna göre mera, orman gibi alanların kazandırıcı zamanaşımı yoluyla kazanılamayacağı yönündeki Türk hukukundaki düzenlemeler nedeniyle başvurucuların bu taşınmazların mülkiyetini elde etmelerini sağlayabilecek bir meşru beklentinin doğmasının mümkün bulunmadığı kabul edilmiştir (Sarısoy ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 21303/07, 14/10/2014, § 35; Kadir Gündüz/Türkiye (k.k.), B. No: 50253/99, 18/10/2007; Nane ve diğerleri/Türkiye, B. No: 41192/04, 24/11/2009, §§ 25-28; Bölükbaş ve diğerleri/Türkiye, B. No: 29799/02, 9/2/2010, § 26; Usta/Türkiye (k.k.), B. No: 32212/11, 27/11/2012, § 44).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

32. Mahkemenin 22/2/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

33. Başvurucu, uyuşmazlık konusu taşınmazın zilyetliğinde olduğunu ve bu taşınmazın orman arazisinde kalmadığını belirtmiştir. Başvurucuya göre derece mahkemelerince kendiliğinden idarenin davaya dâhil edilerek orman ağaçları bulunduğu gerekçesiyle taşınmazın orman vasfıyla Hazine adına tescil edilmesi hakkaniyete uygun bir karar değildir. Başvurucu, kadastro sırasında yanlışlıkla üçüncü bir kişi adına tespit edilen ancak kendisine ait olduğunu iddia ettiği taşınmazın orman vasfında olduğu tespit edilerek elinden alınması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

34. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

35. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlali iddiası yanında kadastro tespitine itiraz davasının reddedilerek taşınmazın orman vasfıyla Hazine adına tesciline karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Ancak başvurucunun temel iddiası, uyuşmazlık konusu taşınmazın zilyetlik yoluyla kazandırıcı zamanaşımı hükümlerine dayanılarak kendisine ait olmasına rağmen orman sahası olarak tespit ve tescil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. Dolayısıyla başvurucunun yargılamanın sonucunun adil olmadığına ilişkin şikâyetinin de mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

36. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı; mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir "ekonomik değer" veya icrası mümkün bir "alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir beklenti" Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir. Meşru beklenti makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir alacağın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37).

37. Meşru beklenti objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp bir kanun hükmü, yerleşik bir yargısal içtihat veya ayni menfaatle ilgili hukuki bir işleme dayalı beklentidir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28). Dolayısıyla Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tanım, mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Bu çerçevede mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu bağlamda Anayasa Mahkemesinin daha önce de belirttiği üzere Anayasa'nın 35. maddesi soyut bir temele dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır (Mehmet Şentürk [GK], B. No: 2014/13478, 25/7/2017, § 53).

38. Başvuru konusu olayda, kadastro sonucu başvurucu adına tespit edilen taşınmazın orman olduğu gerekçesiyle Hazine tarafından başvurucu aleyhine kadastro tespitine itiraz davası açmıştır. Kadastro sırasında bu taşınmaz herhangi bir tapu kaydına dayalı olmadan zilyetlik yoluyla mülk edinmeyi sağlayan kazandırıcı zamanaşımı koşullarının gerçekleştiği belirtilerek başvurucu adına tespit edilmiştir. Başvurucunun dayandığı tapu kaydı ise üçüncü bir kişi adına tescilli olup başvurucu haricen yani tapu dışı bir yolla bu taşınmazı satın aldığını ileri sürmektedir. Dolayısıyla kadastro öncesinde söz konusu taşınmaza ilişkin olarak başvurucu adına herhangi bir tapu kaydı bulunmadığı gibi tapu dışı bir yolla taşınmazı satın alan başvurucu resmî olarak malik sıfatını kazanamayacağını öngörebilecek durumdadır. Bunun yanında kadastro tespitine süresinde yapılan itiraz sonucu görülen davada ihtilaflı taşınmazın Hazine adına tesciline karar verildiğinden dolayı kadastro sonucu söz konusu taşınmaza ilişkin olarak başvurucu adına oluşmuş bir tapu kaydı da söz konusu değildir.

39. Diğer taraftan Yargıtay kararlarında tapu dışı yollarla yapılan satışlar yönünden ancak 3402 sayılı Kanun'un 13. maddesinin (B) bendinin (b) alt bendinde yer alan kazandırıcı zamanaşımı koşullarının gerçekleşmesi kaydıyla taşınmazı satın alan kişiler adına tespit yapılabileceği belirtilmiştir (bkz. §§ 20, 25). Başvurucu da esas itibarıyla anılan maddede belirtilen mülk edinmeyi sağlayan zilyetlik yoluyla kazandırıcı zamanaşımı koşullarının lehine gerçekleştiğini ve bu suretle uyuşmazlık konusu taşınmazın mülkiyetini edindiğini iddia etmektedir.

40. Ancak yargılama makamlarınca dava konusu taşınmazın 1967 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında orman olarak tespit dışı bırakılmış olması ve arazinin konumu ile orman arasında ayırıcı bir unsurun bulunmadığı gerekçelerine dayalı olarak taşınmazın orman vasfında olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Somut olayda derece mahkemelerinin gerekçesinin özellikle uyuşmazlık konusu taşınmazın orman olduğu olgusu ve orman niteliğindeki taşınmazların zilyetlik yoluyla edinilmesinin mümkün olmadığı yönündeki kanun hükümlerine dayandığı anlaşılmaktadır. Buna göre anılan kararın keyfî veya öngörülemez olduğu da söylenemez. Bu durumda başvurucunun yapılan yargılama neticesinde orman olduğu belirlenen uyuşmazlık konusu taşınmazın mülkiyetini kazandırıcı zamanaşımı yoluyla elde ettiğini ispat edemediği görülmektedir.

41. Sonuç olarak başvurucunun somut başvuru açısından Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı kapsamında bir mülkü veya yeterli bir hukuki temele dayalı olarak en azından mülkiyeti elde etme yönünde meşru bir beklentisinin bulunduğunu kanıtlayamadığı anlaşılmaktadır.

42. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik nedenleri incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

43. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

44. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

45. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesi'nin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).

46. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

47. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesi'nin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olaydaki yaklaşık 15 yıl 3 aylık yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

48. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

49. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

50. Başvurucu, miktarı ve türünü belirtmeksizin tazminat talebinde bulunmuştur.

51. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

52. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 27.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

53. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

54. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 27.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Eyüp 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (Kadastro Mahkemesi Sıfatıyla, E.2009/388, K.2010/49) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 22/2/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.