2017/14644

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

YAŞAR DEMİR VE YUNUS DEMİR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/14644)

 

Karar Tarihi: 13/1/2021

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Olcay ÖZCAN

Başvurucular

:

1.Yaşar DEMİR

 

 

2. Yunus DEMİR

Başvurucular Vekili

:

Av. Arzu PAMUKÇU YÖRDEM

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, açılan tazminat davasında ihtiyati tedbir kararı verilmemesi, davada hüküm altına alınan alacağın iflas masasına kaydedilmemesi sonucunda tahsilinin mümkün olmaması ve bu nedenle meydana gelen zararlarının giderilmemesi nedenleriyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının; ceza soruşturmalarının zaman aşımına uğratılması, tazminat davasında yargılamanın uzun sürmesi ve ikinci kez kusur bilirkişi raporu alınmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru; 2017/14644 sayılı bireysel başvuru dosyasında 11/1/2017 tarihinde, 2018/36435 sayılı bireysel başvuru dosyasında 7/12/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Konularının aynı olması nedeniyle 2018/36435 sayılı bireysel başvuru dosyası ile 2017/14644 sayılı bireysel başvuru dosyasının birleştirilmesine ve incelemenin 2017/14644 sayılı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu Yaşar Demir 15/3/1968 doğum tarihli olup diğer başvurucu 5/8/2001 doğum tarihli Yunus Demir'in babasıdır.

10. Kut Enerji Madencilik Sanayi Ticaret Limitet Şirketi (Şirket) İstanbul ili Arnavutköy İlçesinde kum ocağı işleterek faaliyet göstermektedir.

11. Başvurucu Yaşar Demir, Şirket bünyesinde 14/8/2003 tarihinde kaynak işçisi olarak çalışmaya başlamıştır.

12. Sosyal Sigortalar Kurumu Sigorta Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından düzenlenen 7/10/2004 tarihli raporda iş kazası olduğu tespitine yer verilen olayda; başvurucu Yaşar Demir 26/8/2003 tarihinde iş yerinde bulunan yaklaşık 1500 kg ağırlığındaki su tankının montajını yaptığı esnada, tankın üzerine kayması sonucunda altında kalarak yaralanmıştır.

A. Ceza Soruşturması ve Dava Süreci

13. Başvurucu Yaşar Demir tarafından yapılan şikâyet üzerine Şirket yetkilileri H.Y. ve E.Y. hakkında soruşturma yapılmıştır.

14. Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) 29/8/2009 tarihinde; taksirle yaralamaya sebebiyet vermek suçunun 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 459. maddesinin 2. fıkrasında düzenlendiği, aynı Kanun'un 102. maddesine göre dava zamanaşımı süresinin beş yıl olduğu ve şüpheli H.Y.nin zamanaşımı süresi içerisinde bulunup ifadesinin alınamadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin verilen karara karşı kanun yoluna müracaat edildiğine ilişkin bir bilgiye rastlanmamıştır.

15. Şirket yetkilisi E.Y. hakkında taksirle yaralama suçlamasıyla açılan davada, Gaziosmanpaşa 4. Sulh Ceza Mahkemesi 28/3/2011 tarihli kararı ile 765 sayılı mülga Kanun'un 102. ve 104. maddeleri gereğince yedi yıl altı aylık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle düşme kararı vermiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede kararın temyiz edilmeden 7/6/2011 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır.

B. Tazminat Davası ve İcra Takibi Süreci

16. Başvurucu Yaşar Demir, eşi E.D. ile birlikte diğer başvurucu Yunus Demir'e velayeten kendileri adına asaleten 23/3/2006 tarihinde İstanbul 6. İş Mahkemesinde (Mahkeme) Şirket aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde, davalı Şirketin tasfiyeye gitme, sahip olduğu araçları ve gayrimenkulleri elinden çıkarma ihtimali bulunduğu ifade edilerek Şirkete ait araçlar ve gayrimenkuller üzerine ihtiyati tedbir konulması talep edilmiştir.

17. Yargılama sırasında kusur yönünden alınan 20/5/2008 tarihli bilirkişi raporunda; kazanın meydana gelmesinde başvurucunun %25, Şirketin %75 oranında kusurlu olduğu belirlenmiştir. 29/6/2011 tarihli Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu raporunda; başvurucu Yaşar Demir'in yaşına göre %66 oranında meslekte kazanma gücünden kaybetmiş sayılacağı, maluliyet oranının sürekli olduğu, iyileşme süresinin 26/8/2003 tarihinden itibaren 18 aya kadar uzayabileceği ve bu süre zarfında %100 malul sayılması gerektiği ifade edilmiştir.

18. 3/4/2012 tarihli celsede başvurucular vekili, davalı Şirketin tasfiyeye girdiğini belirterek ticaret sicil kayıtlarının getirilmesini talep etmiştir. İstanbul Ticaret Sicili Memurluğu (Sicil Memurluğu) tarafından verilen cevapta; Şirketin son tescilinin 20/7/2007 tarihinde yapıldığının bildirildiği, tasfiyeye ilişkin bir kaydın bildirilmediği görülmüştür.

19. Mahkeme 17/5/2016 tarihinde; 1/2/2016 tarihli hesap bilirkişi raporunda seçenekli olarak belirlenen tazminat hesabına göre başvurucu Yaşar Demir için 455.459,50 TL maddi tazminata hükmedilmesine, fazlaya ilişkin talebinin reddine, davacı E.D. ve başvurucu Yunus Demir'in maddi tazminat taleplerinin reddine, başvurucu Yaşar Demir için 80.000 TL, davacı E.D. için 30.000 TL ve başvurucu Yunus Demir için 20.000 TL manevi tazminata hükmedilmesine ve tazminat bedellerinin 26/8/2003 olay tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte Şirketten tahsiline karar vermiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede Mahkeme kararının 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 35. maddesine göre Şirkete tebliğe çıkarıldığı görülmüş ancak tebliğine ilişkin bir bilgiye rastlanmamıştır.

20. Başvurucular ve E.D. tarafından 9/6/2016 tarihinde Diyarbakır 5. İcra Dairesinde (İcra Müdürlüğü) toplamda 1.642.434,99 TL üzerinden ilamlı icra takibi başlatılmıştır. İcra Müdürlüğünce icra emri düzenlenerek Şirkete tebliğe çıkarılmış, tebligatın iade edilmesi üzerine 24/11/2016 tarihinde 7201 sayılı Kanun'un 35. maddesine göre tebliğ edilmiştir.

21. İcra Müdürlüğü tarafından 2016 yılı içerisinde bankalara yazılan haciz ihbarnamelerine verilen cevaplarda; Şirketin bir hak ve alacağına rastlanmadığının bildirildiği, UYAP üzerinden temin edilen kayıtlara göre de taşınmaz malı ve posta çeki hesabı bulunmadığı tespit edilmiştir.

22. İcra Müdürlüğü tarafından Sicil Memurluğuna yazılan yazıya verilen 6/12/2016 tarihli cevapta; herhangi bir haciz şerhi bulunmadığından işlem yapılamadığı, ayrıca İstanbul 6. Asliye Ticaret Mahkemesinin (Asliye Ticaret Mahkemesi) 27/9/2012 tarihli kararı ile Şirketin iflas ettiğinin bildirildiği ifade edilmiştir.

23. Başvurucular vekili, İcra Müdürlüğünden talepte bulunmuş ve işçilik alacağının imtiyazlı olduğunu belirterek iflas prosedürüne göre işlem yapılması ve borçlu Şirketin tüm mal varlığına haciz şerhi işlenmesini istemiştir. İcra Müdürlüğünce bu doğrultuda yazılan 3/1/2017 tarihli yazıya Sicil Memurluğu tarafından verilen 12/1/2017 tarihli cevapta; Şirketin iflasının 27/9/2012 tarihinde açıldığı ve Ticaret Sicil Tüzüğü hükümlerine göre 3/10/2012 tarihinde resen tescil edildiği, iflas hâlinde olan şirketle ilgili işlem yapılamadığı belirtilmiştir.

24. Başvurucular vekilinin, bireysel başvuru tarihinden sonra 6/6/2017, 17/10/2017 ve 24/4/2019 tarihli talepleriyle haciz istemini yenilediği görülmüştür.

C. İflas Davası ve İflas Tasfiyesi Süreci

25. K.M. ve Tic. A.Ş. tarafından alacağının tahsili için Şirket hakkında iflas yolu ile adi takibe başlandığı, takibin kesinleştiği ve alacağın ödenmediği ileri sürülerek 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 158. maddesi gereğince depo emri verilerek borçlunun bu karara uymaması hâlinde iflasına karar verilmesi istemiyle 2/5/2012 tarihinde Asliye Ticaret Mahkemesinde dava açılmıştır.

26. Asliye Ticaret Mahkemesi 27/9/2012 tarihinde davanın kabulüne, Şirketin 2004 sayılı Kanun'un 156/1. maddesi gereği iflasına ve 165. maddesine göre iflasın 27/9/2012 tarihi saat 12:18'den itibarenaçılmasına karar vermiştir. Karar, taraflarca temyiz edilmemesi üzerine 2/11/2012 tarihinde kesinleşmiştir. Hükümden sonra müdahale talep eden üçüncü kişi C.A. kararı temyiz etmiştir. Asliye Ticaret Mahkemesi 21/1/2013 tarihli ek kararı ile temyiz yoluna ancak davanın taraflarının başvurabileceği, yargılama aşamasında ilanların yapıldığı, hak düşürücü süre içinde üçüncü kişi alacaklının başvurusu olmadığı gerekçesiyle temyiz talebinin reddine karar vermiştir. Ek karara karşı yapılan temyiz istemi Yargıtay 23. Hukuk Dairesi (Daire) tarafından 4/12/2013 tarihinde incelenerek temyiz isteminin reddine ilişkin karar kaldırılmış ve esas yönünden yapılan inceleme sonunda asıl karara yönelik temyiz isteminin reddine karar verilmiştir. C.A. tarafından yapılan karar düzeltme istemi de Dairenin 9/5/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir.

27. İflas işlemlerini yürüten İstanbul 3. İflas Dairesi (İflas Dairesi) tarafından Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilen 18/8/2015 tarihli yazıda; E. 2012/14 sayılı dosya ile iflasın açılması ve tasfiyeye başlanılmasının 9/10/2012 tarihli Ticaret Sicili Gazetesi ve 5/10/2012 tarihli Türkiye gazetesinde ilan olunduğu, tespit edilebilen mal varlığının tasfiye masraflarını karşılamayacağı belirlendiğinden tasfiyenin basit usulle yürütülmesine karar verilip ilan edildiği, sıra cetveli yapılıp ilan olunduğu, işlemler sonunda satılacak mal ve dağıtıma esas para olmadığından borç ödemeden aciz belgeleri düzenlenerek alacaklılara tebliğe gönderildiği bildirilmiş ve yapılacak başka işlem kalmadığından iflas tasfiyesinin kapatılmasına karar verilmesi talep edilmiştir.

28. İflas Dairesinin talebi üzerine Asliye Ticaret Mahkemesi 28/6/2016 tarihinde 2004 sayılı Kanun'un 254. maddesi uyarınca iflasın kapanmasına ve iflasın kapandığının ilan edilmesine karar vermiştir.

D. Tam Yargı Davası Süreci

29. Başvurucular, iş mahkemesinde açtıkları davada ihtiyati tedbir kararı verilmesini talep ettikleri hâlde işveren mallarına ihtiyati tedbir konulmadığı ve soruşturmaların kasti olarak zamanaşımına uğratıldığı gerekçesiyle yargı mercilerinin kusurlarından dolayı oluşan maddi ve manevi zararlarının ödenmesi talebiyle 15/2/2017 tarihinde Bakanlığa başvurmuştur. Bakanlık 3/3/2017 tarihinde talebi reddetmiştir. Başvurucular 12/5/2017 tarihinde İstanbul 11. İdare Mahkemesinde Bakanlık işleminin iptaline karar verilmesi istemiyle dava açmıştır. Verilen yetkisizlik kararı üzerine davaya Ankara 15. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) devam edilmiş ve dava 16/3/2018 tarihli karar ile reddedilmiştir. Kararın gerekçesi özetle şu şekildedir:

i. Bakanlığa yapılan başvurunun hâkim ve savcıların yargılama yetki ve görevleri kapsamında verdikleri kararlara ilişkin bulunduğu, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat verilemeyeceği, tavsiye ve telkinde bulunulamayacağı dikkate alındığında hukuka aykırı olduğu öne sürülen kararlardan Bakanlığın sorumlu tutulamayacağı ifade edilmiştir.

ii. Yargı kararlarındaki hukuka aykırılıklara karşı olağan ve olağanüstü kanun yollarına başvurulabileceği, şartları mevcut ise 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 46. ve devamı maddeleri uyarınca adli yargı mahkemelerinde devletin sorumluluğuna ilişkin tazminat davası açılabileceği vurgulanmıştır.

30. İdare mahkemesi kararının istinaf edilmesi üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi 22/10/2018 tarihinde kararın onanmasına kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar başvuruculara 9/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

31. Başvurucu Yaşar Demir, 2017/14644 sayılı bireysel başvuru dosyası yönünden devam eden icra takibi sırasında 11/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bu bireysel başvuru dosyası ile birleşen 2018/36435 sayılı bireysel başvuru dosyasında ise başvurucular 7/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

32. Tazminat davasının açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun "İhtiyati tedbirler" başlıklı 101. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Hakim iki taraftan birinin talebiyle davanın ikamesinden evvel veya sonra aşağıda gösterilen hal ve şekillerde ihtiyati tedbirler ittihazına karar verebilir:

1 – Menkul ve gayrimenkul malların ayni münazaalı ise bunun haciz veya yeddiadle tevdiine,

2 – Münazaalı şeyin muhafazası için lazımgelen her türlü tedbirlerin ittihazına,

..."

33. Tazminat davasının yargılaması sırasında yürürlüğe giren 6100 sayılı Kanun'un ''İhtiyati tedbirin şartları'' kenar başlıklı 389. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir.

..."

34. 2004 sayılı Kanun'un "İhtiyati haciz şartları" kenar başlıklı 257. maddesi şöyledir:

"Rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş bir para borcunun alacaklısı, borçlunun yedinde veya üçüncü şahısta olan taşınır ve taşınmaz mallarını ve alacaklariyle diğer haklarını ihtiyaten haczettirebilir.

Vadesi gelmemiş borçtan dolayı yalnız aşağıdaki hallerde ihtiyati haciz istenebilir:

1 – Borçlunun muayyen yerleşim yeri yoksa;

2 – Borçlu taahhütlerinden kurtulmak maksadiyle mallarını gizlemeğe, kaçırmağa veya kendisi kaçmağa hazırlanır yahut kaçar ya da bu maksatla alacaklının haklarını ihlâl eden hileli işlemlerde bulunursa;

Bu suretle ihtiyati haciz konulursa borç yalnız borçlu hakkında muacceliyet kesbeder."

35. 2004 sayılı Kanun'un "İflas talebi ve müddeti" kenar başlıklı 156. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Ödeme emrindeki müddet içinde borçlu tarafından itiraz olunmamışsa alacaklı bir dilekçe ile Ticaret Mahkemesinden iflas kararı isteyebilir.

..."

36. 2004 sayılı Kanun'un "İflas tarihi" kenar başlıklı 165. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"İflas hükümle açılır ve bu hükümde açılma anı gösterilir.

..."

37. 2004 sayılı Kanun'un "İflas kararının tebliği ve ilanı" kenar başlıklı 166. maddesi şöyledir:

"İflas kararı, iflas dairesine bildirilir.

 (Değişik: 9/11/1988-3494/30 md.) Daire, kararı kendiliğinden ve derhal tapuya, ticaret sicil memurluğuna, gümrük ve posta idarelerine, Türkiye Bankalar Birliğine, mahalli ticaret odalarına, sanayi odalarına, taşınır kıymet borsalarına, Sermaye Piyasası Kuruluna ve diğer lazım gelenlere bildirir. Daire, ayrıca kararı, karar tarihinde, tirajı ellibinin (50.000) üzerinde olan ve yurt düzeyinde dağıtımı yapılan gazetelerden biri ile birlikte iflas edenin muamele merkezinin bulunduğu yerdeki bir gazetede ve Ticaret Sicili Gazetesinde ilan eder. Tirajı ellibinin (50.000) üzerinde olan ve yurt düzeyinde dağıtımı yapılan gazetenin yayınlandığı yer aynı zamanda muamele merkezi ise mahalli gazetede ilan yapılmaz.

İflasın kapandığı veya kaldırıldığı da aynı suretle bildirilir ve ilan olunur."

38. 2004 sayılı Kanun'un "İflas masası" kenar başlıklı 184. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"İflas açıldığı zamanda müflisin haczi kabil bütün malları hangi yerde bulunursa bulunsun bir masa teşkil eder ve alacakların ödenmesine tahsis olunur. İflasın kapanmasına kadar müflisin uhdesine geçen mallar masaya girer.

..."

39. 2004 sayılı Kanun'un "Hukuk davalarının tatili" kenar başlıklı 194. maddesi şöyledir:

"(Değişik birinci fıkra : 9/11/1988-3494/40 md.) Acele haller müstesna olmak üzere müflisin davacı ve davalı olduğu hukuk davaları durur ve ancak alacaklıların ikinci toplanmasından on gün sonra devam olunabilir.Bu hüküm şeref ve haysiyete tecavüzden, vücut üzerinde ika olunan zararlardan doğan tazminat davaları ile evlenme, ahvali şahsiye veya nafaka işlerine müteallik ihtilaflara, rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takiplerle ilgili olarak açılmış olan hukuk davalarına tatbik olunmaz.

Dava durduğu müddetçe zamanaşımı ve hakkı düşüren müddetler işlemez."

40. 2004 sayılı Kanun'un "Adi ve rehinli alacakların sırası" kenar başlıklı 206. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(Değişik birinci fıkra: 28/2/2018-7101/5 md.) Alacakları rehinli olan alacaklıların satış tutarı üzerinde rüçhan hakları vardır. Gümrük resmi ve akar vergisi gibi Devlet tekliflerinden muayyen eşya ve akardan alınması lazım gelen resim ve vergi, rehinli alacaklardan sonra gelir.

Bir alacak birden ziyade rehinle temin edilmiş ise satış tutarı borca mahsup edilirken her rehinin idare ve satış masrafı ve bu rehinlerden bir kısmı ile temin edilmiş başka alacaklar da varsa bunlar nazara alınıp paylaştırmada lazım gelen tenasübe riayet edilir.

Alacakları taşınmaz rehniyle temin edilmiş olan alacaklıların sırası ve bu teminatın faiz ve eklentisine şümulü Kanunu Medeninin taşınmaz rehnine müteallik hükümlerine göre tayin olunur.

...

 (Değişik dördüncü fıkra: 17/7/2003-4949/52 md.) Teminatlı olup da rehinle karşılanmamış olan veya teminatsız bulunan alacaklar masa mallarının satış tutarından, aşağıdaki sıra ile verilmek üzere kaydolunur:

Birinci sıra:

A) İşçilerin, iş ilişkisine dayanan ve iflâsın açılmasından önceki bir yıl içinde tahakkuk etmiş ihbar ve kıdem tazminatları dahil alacakları ile iflâs nedeniyle iş ilişkisinin sona ermesi üzerine hak etmiş oldukları ihbar ve kıdem tazminatları,

...

Dördüncü sıra:

İmtiyazlı olmayan diğer bütün alacaklar.

..."

41. 2004 sayılı Kanun'un "Sıralar arasındaki münasebet" kenar başlıklı 207. maddesi şöyledir:

"Her sıranın alacaklıları aralarında müsavi hakka maliktirler.

Bir sıra evvelki alacaklılar alacaklarını tamamen almadıkça sonra gelen sıradakiler bir şey alamazlar."

42. 2004 sayılı Kanun'un "Basit tasfiye" kenar başlıklı 218. maddesi şöyledir:

"İflas dairesince defteri tutulan mallar bedelinin tasfiye masraflarını koruyamıyacağı anlaşılırsa basit tasfiye usulü tatbik olunur.

Bu takdirde iflas dairesi, alacaklıları yirmi günden az ve iki aydan çok olmamak üzere tayin edilecek müddet içinde alacaklarını ve iddialarını bildirmeğe ilanla davet eder. Bu müddet içinde alacaklılardan biri masrafları peşin vermek suretiyle tasfiyenin adi şekilde yapılmasını isteyebilir.

Basit tasfiyede iflas dairesi alacaklıların menfaatlerine muvafık surette malları paraya çevirir ve başka merasime mahal kalmaksızın alacakları tahkik ve sıralarını tayin ederek bedellerini dağıtır.

Tasfiyenin kapandığı ilan olunur."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

43. Mahkemenin 13/1/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Maddi ve Manevi Varlığın Korunması Hakkıyla Bağlantılı Olarak Etkili Başvuru Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

1. Başvurucuların İddiaları

44. Başvurucular, açtıkları tazminat davasında ihtiyati tedbir kararı verilmesini talep ettikleri hâlde bu yönde karar verilmemesi nedeniyle alacağın tahsilinin mümkün olmadığını ileri sürmüştür. Başvurucular, resmî kurumların bilgisi olmasına rağmen imtiyazlı olan işçilik alacaklarının iflas masasına kayıt edilmediğini ifade etmiştir. Başvurucular, ceza soruşturmalarının zamanaşımı ile sonuçlandırılarak sorumluların cezalandırılmaması ve açtıkları tazminat davasında ihtiyati tedbir kararı verilmemesi nedeniyle zarara uğradıkları gerekçesiyle Bakanlığa yaptıkları başvurunun reddedilmesi nedeniyle açtıkları davanın da hukuka aykırı olarak reddedildiğini ifade etmiştir. Sonuç olarak başvurucular; meydana gelen olay sonrası felç kalan başvurucu Yaşar Demir'in hiçbir ihtiyacını karşılayamadığına ve 2006 yılında başlayıp 2016 yılına kadar devam eden yargılama sürecinde gerekli önlemlerin alınmaması sonucunda alacaklarının tahsil edilemediğine vurgu yaparak eşitlik ilkesi ile etkili başvuru, adil yargılanma, mülkiyet, özel ve aile hayatına saygı haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

45. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes,... maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

46. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, (...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

47. Anayasa’nın "Temel hak ve hürriyetlerin korunması" kenar başlıklı 40. maddesi şöyledir:

"Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.

Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.

Kişinin, resmî görevliler tarafından vâki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır."

48. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların temel şikâyeti, uzun süre devam eden yargılama sürecinde kamu makamlarının gerekli önlemleri almaması nedeniyle yargılama sonunda elde edilen tazminatların tahsil edilememesine ve bu nedenle meydana gelen zararlarının karşılanmamasına ilişkindir. Bu nedenle başvurucuların tüm şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

49. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında; herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel yaşama saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlük hakkı ile bireyin kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkına karşılık gelmektedir (Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187,19/12/2013, § 30).

50. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin olarak yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).

51. Etkili başvuru hakkı, anayasal bir hakkının ihlal edildiğini ileri süren herkese; hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını inceletebileceği makul, erişilebilir, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini engellemeye ya da sonuçlarını ortadan kaldırmaya (yeterli giderim sağlama) elverişli idari ve yargısal yollara başvuruda bulunabilme imkânının sağlanması olarak tanımlanabilir (Y.T. [GK], B. No: 2016/22418, 30/5/2019, § 47).

52. Anayasa Mahkemesi, manevi zararların ağırlıkta olduğu ihlal iddialarında -kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı ve özel hayata saygı hakkı kapsamında- hukuki tazmin yolunu başarı şansı sunabilecek kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olarak kabul etmiştir (Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 44; Aslı Kırmızı Demirseren, B. No: 2013/5680, 15/4/2014, § 41; Gülşin Oral, B. No: 2013/6129, 16/9/2015, § 47; Sümeyye Örnek, B. No: 2014/11091, 7/6/2017, § 26). Ancak müdahalenin kim tarafından gerçekleştirildiğine, müdahalenin devam edip etmediğine ve özel düzenlemelerin öngörülüp öngörülmediğine göre ihlal iddialarının tespit edilmesi, ihlalin giderilmesi konusunda başarı şansı sunan hukuki yollar farklılaşabilmektedir. Bu noktada etkili hukuki yolların bulunup bulunmadığının belirlenmesi ve etkili olabilecek hukuk yollarına başvurulması durumunda bu yolun pratikte de etkili şekilde işletilip işletilmediğinin irdelenmesi önem arz etmektedir.

53. Gerek ihtiyati tedbir gerekse ihtiyati haciz hukukumuzda geçici hukuki koruma yolları olarak düzenlenmiştir. İhtiyati tedbir; uyuşmazlık konusu olan taşınır veya taşınmaz malların devrinin önlenmesi, dava sonuna kadar aynen muhafaza edilmesi veya bir tehlike yahut zararın önlenmesi amacıyla başvurulan bir yoldur. İhtiyati haciz ise para veya teminat alacağının zamanında ödenmesini güvence altına alan bir vasıtadır. Her iki yolun da henüz talep edilebilirliği kesin olmayan bir hak veya alacağın temin yahut tahsilini mümkün kılabilmek için devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında düzenlenen etkin ve erişilebilir hukuki mekanizmalar olduklarında duraksama bulunmamaktadır.

54. Somut olayda başvurucu Yaşar Demir'in Şirket bünyesinde kaynak işçisi olarak çalışmaktayken iş kazası geçirdiği ve %66 oranında meslekte kazanma gücünü kaybettiği tespit edilmiştir. Başvurucular 23/3/2006 tarihinde Şirket aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde, davalı Şirketin tasfiyeye gitme, sahip olduğu araçları ve gayrimenkulleri elinden çıkarma ihtimali bulunduğu ifade edilerek Şirkete ait araçlar ve gayrimenkuller üzerine ihtiyati tedbir konulması talep edilmiştir. Ancak öncelikle başvurucuların yukarıda yer verilen yasal düzenlemelere göre haklarını güvence altına almaya en elverişli olan ihtiyati haciz yolunu tercih ederek talepte bulunmaları gerekirken, asıl davanın konusu için talep edilebilecek ihtiyati tedbir yoluna başvurdukları anlaşılmaktadır (bkz. §§ 32-34).

55. Başvuru formu ve ekleri ile UYAP üzerinden yapılan incelemede, başvurucuların ihtiyati tedbir talebi hakkında 23/3/2006 tarihinde başlayıp 17/5/2016 tarihinde sona eren yargılama süresi içerisinde bir karar verildiğine ilişkin bilgiye rastlanmamıştır. Ancak başvurucuların bu taleplerini yargılama sırasında sürdürdükleri yönünde de bir bilgi ve belge bulunmamaktadır. Başka bir anlatımla başvurucular, dava dilekçesiyle bu talebi Mahkemeye iletmiş fakat Mahkemenin bir karar vermemek yönündeki olumsuz tutumunu etkileyecek ısrar veya itiraz gibi zorlayıcı mekanizmaları kullanmamıştır. Ayrıca başvurucular vekilinin 3/4/2012 tarihli celsede Şirketin tasfiyeye girdiğini belirterek ticaret sicil kayıtlarının getirilmesini istediği hâlde, bu tarihten sonra da ihtiyati tedbire ilişkin bir beyanda bulunulmayarak bu menfi tutumun sürdürüldüğü görülmektedir. Kaldı ki Şirketin davanın açıldığı tarihteki ekonomik durumunun alacağın tahsili için elverişli olup olmadığı da anlaşılamamaktadır. Dolayısıyla başvurucuların, yargılama sürecinde ihtiyati tedbir kararı verilmesine yönelik haklılıklarını ve tedbir kararı verilmediği takdirde dava sonunda hüküm altına alınan tazminat bedelinin tahsilinin mümkün olmayacağına ilişkin yakınmalarını derece Mahkemesi önünde yeterince ortaya koydukları söylenemez.

56. Başvurucuların ihtiyati tedbir kararı verilmediğine ilişkin şikâyetleri dışında lehlerine verilen kararda; belirlenen tazminatların tahsili için başlattıkları icra takibi sırasında Şirketin iflas ettiğini, taşınır ve taşınmaz bir malının bulunmadığını öğrendiklerini, resmî kurumlar görevlerini yerine getirmediğinden imtiyazlı işçi alacağının iflas masasına yazdırılmadığını belirterek alacağın tahsil edilemediğinden de şikâyet ettikleri anlaşılmaktadır. Somut olayda maddi ve manevi varlığın korunması hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkı kapsamında devletin pozitif yükümlülüğü, başvurucuların alacaklarına kavuşması imkânına elverişli ve etkin hukuki mekanizmalar oluşturup bu mekanizmaların yeterince işleyip işlemediğini denetlemekten ibarettir. Yoksa elverişli ve etkin hukuki mekanizmaları kurup denetleyen kamu makamlarının, bu hukuki mekanizmaların yeterince harekete geçirilmemesi nedeniyle ortaya çıkan olumsuz sonuçtan veya bu mekanizmaların elverişli kullanılması sonucunda dahi alacağın kısmen veya tamamen tahsil edilememesinden bir sorumluluğu bulunduğundan söz edilemez.

57. Bu kapsamda, somut olayda başvurucular vekili, tazminat davasının 3/4/2012 tarihli celsesinde Şirketin tasfiyeye girdiğini belirtilerek ticaret sicil kayıtlarının getirilmesini istemiştir. Bu tarihte başvurucular, alacaklarının tahsil edilmesi yönünde ciddi bir tehlikenin ortaya çıktığından haberdar olmuştur. 2/5/2012 tarihinde üçüncü kişi, Şirketin iflasına karar verilmesi istemiyle dava açmış ve bu dava 27/9/2012 tarihinde kabul edilerek 2/11/2012 tarihinde kesinleştirilmiştir. Bu tarihten sonra iflas işlemleri İflas Dairesi tarafından yürütülmüştür. 2004 sayılı Kanun'un 218. maddesinde basit tasfiye usulünde İflas Dairesinin, alacaklıları yirmi günden az ve iki aydan çok olmamak üzere tayin edilecek müddet içinde alacaklarını ve iddialarını bildirmeye ilanla davet edeceği ifade edilmiştir. Kamu makamlarının, iflas tasfiyesinin ne şekilde yürütüleceğine ilişkin yasal düzenlemeleri yaparak bu işlemleri yürütecek mercileri belirlediği görülmektedir. Somut olayda; İflas Dairesinin gerekli ilanları yaparak alacaklılara bilgi verdiği de dikkate alındığında, iflas tasfiyesine ilişkin işlemlerin sürdürülmesi hususunda kamu makamlarına atfedilebilecek bir kusur olduğundan söz edilemeyeceği gibi kamu makamlarının başvurucuların alacağının doğrudan masaya kaydına yönelik bir sorumluluğu olmadığı da açıktır. Ayrıca başvurucular iflasın açılmasına ilişkin davaya taraf olmamakla birlikte, başvurucular vekilinin 3/4/2012 tarihli beyanı ile iflas karar ve süreçlerinin ilan ettirilmesi karşısında, başvurucuların Şirketin iflas hâlinde olduğunu bilmediğine yönelik beyanlarına kıymet verilememiştir.

58. Dolayısıyla başvurucular, tazminat davasının yargılaması sırasında ihtiyati tedbir taleplerine ilişkin etkili bir yöntem izlemedikleri gibi Şirketin davanın açıldığı tarihteki ekonomik durumunun alacağın tahsili için elverişli olduğunu ve Şirketin mal varlığına tedbir konulmaması nedeniyle alacaklarının tahsil edilmediğini yeterince ortaya koyamamıştır. Ayrıca başvurucular 3/4/2012 tarihinde Şirketin tasfiyeye girdiğini belirterek alacaklarının tahsil edilmesi yönünde ciddi bir tehlikenin ortaya çıktığından haberdar oldukları ve Şirketin iflasına ilişkin ilanlar yapıldığı hâlde alacaklarının masaya kaydı için başvuruda bulunmamıştır. Somut olayda, etkin ve elverişli hukuki mekanizmaları kurduğu anlaşılan kamu makamlarının ortaya çıkan olumsuz sonuçtan devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında sorumluluğunun bulunduğu söylenemez. Sonuç olarak tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde, başvurucuların alacaklarının tahsil edilememesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşılmıştır.

59. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

1. Ceza Soruşturma ve Davasının Zamanaşımına Uğradığına İlişkin İddia Yönünden

60. Anayasa Mahkemesi daha önce çeşitli kararlarında suç isnadına ilişkin olmayan ve üçüncü kişinin cezalandırılmasına yönelik ihlal iddialarının adil yargılanma hakkının kapsamına girmediğini belirterek başvuruların bu kısımlarının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle reddine karar vermiştir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §§ 20-27; A.S. ve Ö.S., B. No: 2015/10100, 18/4/2018, §§ 20-24).

61. Somut olayda başvurucular, yürütülen soruşturma ve ceza davasının aşımı nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığı ve düşme kararı ile sonuçlanması nedeniyle Şirket yetkililerinin cezasız kaldıklarından şikâyet etmektedir. Dolayısıyla suç isnadına ilişkin olmadığı ve üçüncü kişinin cezalandırılmasına yönelik olduğu anlaşılan ihlal iddiaları nedeniyle Anayasa Mahkemesinin belirtilen kararlarındaki ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durumun bulunmadığı anlaşılmaktadır.

62. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Tazminat Davasında Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

63. Başvurucular, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

64. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği, bireysel başvurunun başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.

65. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).

66. Güher Ergun ve diğerleri kararında medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarihin; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarihin esas alınacağı benimsenmiştir. Dolayısıyla her durumda sürenin sona erdiği tarihin icra aşamasını da kapsayacağı kabul edilemeyecektir. Başvurucular vekili 3/4/2012 tarihli celsede Şirketin tasfiyeye girdiğini beyan etmiştir. Başvurucular bu tarihte alacaklarının tahsil edilmesi yönünde ciddi bir tehlikenin ortaya çıktığından haberdar olmuştur. İflas Dairesi tarafından Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilen 18/8/2015 tarihli yazıda, Şirketin mal varlığı tasfiye masraflarını karşılamadığından basit tasfiye yapıldığı belirtilmiş ve iflasın kapanmasına karar verilmesi istenilmiştir. Dolayısıyla İflas Dairesi yazısından, tasfiyenin basit usulle yürütülmesine karar verilip ilan olunduğu, sıra cetveli yapılıp ilan edildiği, işlemler sonunda satılacak mal ve dağıtıma esas para olmadığından borç ödemeden aciz belgeleri düzenlenerek alacaklılara tebliğe gönderildiği ifade edildiğinden 18/8/2015 tarihinden evvel Şirketin mal varlığının bulunmadığının tespit edildiği ve bunun da ilan yoluyla alacaklıların bilgisine sunulduğu sonucuna varılmaktadır. Başvurucuların, Şirketin mal varlığının bulunmadığını 18/8/2015 tarihinden evvel öğrendikleri hâlde tazminat davasında 17/5/2016 tarihinde lehlerine verilen kararı 9/6/2016 tarihinde icra takibine koydukları ve tahsil etmeye çalıştıkları anlaşılmaktadır. Güher Ergun ve diğerleri kararında medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarihin esas alınacağı benimsenmiş ise de en başından etkisiz olduğu başvurucularca bilinen icra takibi yolunun, yargılama süresinin makul olup olmadığının tespitine ilişkin hesaplamada dikkate alınması mümkün olmayacaktır. Bu durumda da başvurucular, yapacakları icra takibinin alacağın tahsiline elverişli olmadığını en geç 18/8/2015 tarihinde, 17/5/2016 tarihli nihai Mahkeme kararını da en geç icra takibini başlattıkları 9/6/2016 tarihinde öğrenmiştir. Dolayısıyla başvurucuların 9/6/2016 tarihinden itibaren otuz günlük yasal süre içinde bireysel başvuruda bulunmaları gerekirken 11/1/2017 ve 7/12/2018 tarihinde yapılan bireysel başvurularda süre aşımı olduğu sonucuna varılmıştır.

67. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının da diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Tazminat Davasında İkinci Kez Kusur Bilirkişi Raporu Alınmadığına İlişkin İddia Yönünden

68. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir.

69. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun; bireysel başvuru konusu şikâyetini öncelikle yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara sunması ve bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).

70. Somut olayda başvurucular, iddialarını ileri sürebilecekleri temyiz olağan kanun yolunu tüketmeksizin bireysel başvuruda bulunmuştur.

71. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik nedenleri incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Maddi ve manevi varlığın korunması hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden;

1. Ceza soruşturma ve davasının zamanaşımına uğradığına ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Tazminat davasında makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Tazminat davasında ikinci kez kusur bilirkişi raporu alınmadığına ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 13/1/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.