2017/34534

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

YAHYA KARSLI BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/34534)

 

Karar Tarihi: 26/5/2021

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Melek ŞAHAN

Başvurucu

:

Yahya KARSLI

Vekili

:

Av. Faruk MAHİROĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve tutukluluk hâlinin makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 13/9/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl yeniden uzatılmayarak 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).

9. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350).

10. Başvurucu, en son Tufanbeyli hâkimi olarak görev yapmıştır.

11.Başvurucu, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 10/8/2016 tarihli kararıyla görevinden uzaklaştırılmış; 24/8/2016 tarihli kararıyla da meslekten çıkarılmıştır.

12. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla meslekten çıkarılanlar hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine başvurucu, Kozan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan bir soruşturma kapsamında 13/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır.

13. Başvurucu aynı tarihte Kozan Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle liseyi bitirene kadar dershaneye gitmediğini, üniversiteyi kazanamadığı için dershaneye gitmek zorunda kaldığını, bulunduğu ilçede iki dershane olduğunu, diğerinin çok kötü olması nedeniyle kayıt sırasında cemaat dershanesi olduğunu bilmediği Aksu Dershanesini seçtiğini, iki sene bu dershaneye kendi evinden gelip gittiğini, bu sırada cemaat yurtlarında kalmadığını, programlarına katılmadığını, hukuk fakültesinde öğrenim görürken de kesinlikle FETÖ/PDY ile bağlantılı kişi, kurum, yurt, ev ile hiçbir ilişkisinin olmadığını, örgütün sohbetlerine ve toplantılarına gitmediğini belirtmiştir. Başvurucu; hâkimlik sınavlarına kendi imkânlarıyla hazırlandığını, hazırlık ve mülakat sürecinde FETÖ/PDY ile bağlantılı hiçbir kimseden yardım almadığını, hâkimlik staj döneminde de örgüt üyesi kişilerle ilişkisinin olmadığını ifade etmiştir. Başvurucu, darbe teşebbüsünden sonra HSYK tarafından meslekten uzaklaştırılmasının sebeplerinden birinin 2014 yılında HSYK seçimleri döneminde izne ayrılması olduğunu ancak bağımsız adaylar lehine herhangi bir seçim faaliyeti yürütmek için izin almadığını, birlikte çalıştığı diğer arkadaşının izin dönüşünden sonra söz konusu tarihte izin alabildiğini, annesine bakan ablasının ameliyat olması nedeniyle yalnız yaşayan annesine bakmak zorunda olduğunu, seçim dönemiyle ailevi zorunluluklarının denk geldiğini, seçim döneminde ailesinin yanında olduğunu ve o yerde oy kullandığını, sandık mahallinde bulunmadığını, müşahitlik yapmadığını veya kamera çekimi yapmadığını belirtmiştir. Başvurucu; meslekten uzaklaştırılmasının diğer sebebinin ise 2014 yılında yapılan HSYK seçimlerinde aday olan Y.A. olduğunu, 2013 yılında Anayasa Mahkemesi raportörü olan H.M.A.nın düzenlediği Maraşlılar yemeğinde Y.A. ile tanıştırıldığını, Y.A.nın kendisine telefon numarasını verdiğini, kendisini HSYK seçimlerinden önceki süreçte mesleki soru sormak için aradığını ve oradan hukukları olduğunu, HSYK seçim döneminde de H.M.A.nın Y.A.nın ülkücü camiadan biri olduğunu söylemesi üzerine "Ülkücü camiadan olduğu için oy veririm." dediğini, seçim döneminde kendisinden fikir soran ve kendisinin fikir sorduğu kişilere de bir tek Y.A.yı tanıdığını, ona kesin oy vereceğini, diğerlerini de duruma göre değerlendireceğini, daha kim olduklarını bilmediğini söylediğini ifade etmiştir. Başvurucu; liseyi bitirdikten sonra iki yıl bu örgütle bağlantılı dershaneye gitmesi dışında hayatının hiçbir döneminde FETÖ/PDY ile bağlantısının olmadığını ve yolunun kesişmediğini savunmuştur.

14. Başsavcılık, başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 13/8/2016 tarihinde Kozan Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir.

15. Başvurucunun sorgusu Kozan Sulh Ceza Hâkimliğinde aynı tarihte yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu sorgudaki ifadesinde önceki anlatımlarına ek olarak Y.A.nın örgütle bağlantılı olduğunu öğrendikten sonra kendisini tanıştıran H.M.A.yı arayarak bu şahsı kendisine yanlış tanıttığını, Y.A.ya ülkücü olduğu için oy vereceğini söylediğini ve böyle bir düşünce ile oy verdiğini, bunun haricinde bağımsız adaylardan A.N.E.ye, H.T.ye ve Yargıçlar ve Savcılar Birliğinden (YARSAV) aday olan soyadını hatırlayamadığı M. ve L. isimli hâkimlere oy verdiğini, bunun haricindeki oylarını da Yargıda Birlik Platformu (YBP) adaylarına verdiğini belirterek suçlamaları kabul etmemiştir.

16. Hâkimlik, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"... üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun vasıf ve mahiyeti, bu aşamada tutukluluk tedbirini haklı kılacak ve atılı suçla ilgili kuvvetli suç şüphesini gösteren delillerin bulunuyor olması, tutukluluk tedbirinin bu aşamada somut olayla ölçülü olması, tutukluluktan beklenen faydanın adli kontrol hükümleri ile giderilemeyeceği, atılı suça öngörülen ceza miktarı da dikkate alındığında şüphelinin kaçma, saklanma ihtimalinin kuvvetle muhtemel olması, atılı suçun CMK 100/3-a maddede sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle C.Başsavcılığının talebinin kabulü ile şüphelinin CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince tutuklanmasına... [karar verildi.]"

17. Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Ceyhan Sulh Ceza Hâkimliğince1/9/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir.

18. Soruşturma aşamasında 18/10/2016 tarihinde dinlenen tanık E.Y.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...Birlikte öğrenim gördüğümüz ve aynı dönemde staj yaptığımız için Yahya'yı yakından tanıyorum. ... Bu süre zarfında FETÖ/PDY yapılanması ile doğrudan veya dolaylı olarak herhangi bir irtibatına şahit olmadım zira öğrenim gördüğümüz dönemde de sınıf mevcudumuzun az olması sebebiyle kimlerin FETÖ/PDY yapılanması bünyesinde yer aldığını yakinen biliyorduk. Yine Yahya'nın bu yapılanmanın düşünce yapısıyla da herhangi bir şekilde örtüşür yanı olmadığı gibi zaman zaman bu yapı aleyhine söylemlerine de şahit oldum. ...

HSYK seçimlerine 2-3 ay kala Yahya beni telefonla aradı. Hal hatır sorduktan sonra seçimlerde bağımsız aday olan Ankara Hakimi Y.A.nın hemşerisi olduğunu, seçimlerde ona oy vermemi istedi. Yine bağımsız adaylardan İ.Ç. hakkında da iyi şeyler duyduğunu söyledi. Ben kendisine daha erken olduğunu, Alaşehir savcısı olan M.A. ve A. Hoca'yla görüştükten sonra bakarız diye söyledim. Akabinde 4-5 kere beni aradı. Aynı şekilde Y.A.ya oy istedi. Kendisine A. Hocanın aradığını, M. Hoca'nın Yargıda Birlik Platformu (YBP) listesinde aday olan İ.Ç.yi tanıdığını, kendisinin bu listeyi desteklediğini ve listedeki adayların bağımsız aday olanlardan daha bağımsız olduğunu, bağımsız adayların sıkıntılı olduğunu söylediğini kendisine belirterek M.A. ile konuşup konuşmadığını söyledim. Bana konuştuğunu, yine M. Hoca'nın kendisiyle de görüştüğünü ve YBPden aday olanlara oy vermesini istediğini söyledi. Yahya bana aslında YBP listesinden aday olanlara oy vermeyeceğini, ancak M.Hoca'nın hatırı için bu listeden bir kaç kişiye oy vereceğini söyledi. Yanlış hatırlamıyorsam seçime bir hafta kala bir veya iki defa yine beni aradı, ancak ben açamadım. Bunun üzerine seçim günü bana kendisinin oy vereceği listeyi mesajla attı. Aynı mesajı M.A.ya da gönderdiğini mesajda belirtmişti. Listede FETÖ/PDY yapılanması adına hareket eden 6 veya 7 tane bağımsız adayla birlikte 4 veya 5 tane YBP üyesi de vardı. HSYK seçimleri sonrasında kendisiyle yaptığımız görüşmede YBP adaylarının kazanmasını 'hayırlısı buymuş' şeklinde yorumladı. Sonrasında kendisiyle telefonda görüşmelerimizde seçim konusuyla ilgili herhangi bir konuşmamız olmadı. Kendisini ihraç ve tutuklamaya kadar götüren bu sürecin sebebinin HSYK seçimlerinde yapılanmanın desteklediği Ankara Hakimi Y.A.nın kazanması için seçim sürecinde rol üstlenmesi olduğunu düşünüyorum ancak sırf bu nedenle örgütün içerisinde yer aldığını düşünmüyorum, eğer olsaydı kendisini tanıdığım 9 yıllık süre zarfında bunu bilirdim. Yukarıda da ifade ettiğim üzere Yahya'nın FETÖ/PDY yapılanması ile dolaylı veya doğrudan bir ilişkisinin olmadığını söyleyebilirim ..."

19. Soruşturma aşamasında dinlenen bazı tanıkların beyanının ilgili kısmı şöyledir:

- A.Ü. "Başvurucuyu öğrencisi olması nedeniyle tanıdığını, hakimlik mülakatı için kendisine referans olduğunu, 2014 HSYK seçimlerine kadar başvurucu hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne yakın olduğuna dair herhangi bir bilgisinin veya görgüsünün olmadığını, başvurucuyu 2014 HSYK seçimleri için arayarak Yargıda Birlik adayları için destek istediğini, ancak başvurucunun bağımsızlara da oy vereceğini içlerinde tanıdıkları olduğunu söylediğini, sosyal medyada muhalif bir paylaşımını gördüğünü" belirtmiştir.

- M.A. "Başvurucuyu fakülteden tanığını, adaylık süresi içerisinde Akademi'de görüştüklerini, aynı ilde görev yapmaları nedeniyle de dönem dönem görüştüklerini, bu zaman zarfında örgütle irtibatına rastlamadığını, başvurucunun kendisine HSYK seçimleri öncesinde hemşehrisi olan Y.A.ya destek verme hususunda telkinde bulunduğunu, seçim günü de sabah oy vereceği kişilere dair bir listeyi kendisine mesajla gönderdiğini, bunların arasında YBP adaylarının da bulunduğunu, başvurucunun örgüt üyesi olduğuna ilişkin bilgisinin olmadığını, buna dair herhangi bir söylem veya eylemine de şahit olmadığını" ifade etmiştir.

- M.S. "Başvurucunun fakülteden sınıf arkadaşı olduğunu, aynı dönemde staj yapıp mesleğe birlikte başladıklarını, başvurucunun bu süre zarfında örgütle bir irtibatının olmadığını, ancak kendisinden ve bir kaç arkadaşından 2014 HSYK seçimleri öncesinde örgüt adına bağımsız aday olarak hareket eden Y.A. için oy istediğini, başvurucunun bunu adı geçen kişiyle hemşehrilik ilişkisi nedeniyle yaptığı kanaatinde olduğunu, zira başvurucunun kendisine 'Y.A. seçilsin onun haricinde kimin seçildiğiyle ilgilenmiyorum' şeklinde bir cümle kullandığını" ifade etmiştir.

20. Başsavcılık 12/7/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY hakkında genel bilgilere, sonrasında başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. Başsavcılık başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer almak suretiyle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğini iddia etmiştir. İddianamede suçlamaya esas alınan olgular özetle şöyledir:

i. HSYK Genel Kurulunun 24/8/2016 tarihli kararı ile başvurucunun meslekten çıkarıldığı belirtilmiştir.

ii. Tanık sıfatıyla anlatımlarda bulunan E.Y.nin (bkz. § 18) ifadelerindeki bazı hususlara yer verilmiştir.

iii. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2015/26827 soruşturma sayılı dosyası üzerinden yürütülen soruşturma kapsamında 2010 yılında yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavı'nda (KPSS) usulsüzlük dosyasının şüpheli listesinde başvurucunun yer aldığı tespit edilmiştir.

21. Gaziantep 10. Ağır Ceza Mahkemesi 19/7/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkemenin E.2017/137 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.

22. Başvurucu, tutukluluğunun devamına ilişkin bu karara itiraz etmiş; Gaziantep 1. Ağır Ceza Mahkemesi 4/8/2017 tarihinde itirazı kesin olarak reddetmiştir. Anılan karar başvurucuya 28/8/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.

23. Başvurucu 13/9/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

24. Gaziantep 10. Ağır Ceza Mahkemesi 11/9/2017 tarihinde yargılama yapma yetkisinin Adana Ağır Ceza Mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı vermiştir. Yetkisizlik kararı üzerine dosyanın tevzi edildiği Adana 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/172 sayılı dosyası üzerinden yargılamaya devam edilmiştir.

25. Adana 13. Ağır Ceza Mahkemesi 24/10/2017 tarihli tensip zaptıyla "soruşturma aşamasında dinlenen tanık beyanları, mevcut delil durumu, tutuklulukta kaldığı süre ve dosya içerisindeki bilgi ve belgeler nazara alındığında adli kontrol hükümlerinin yeterli olacağı" gerekçesiyle başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca başvurucu hakkında yurt dışına çıkmama ve konutu terk etmeme adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasına hükmetmiştir.

26. Adana 13. Ağır Ceza Mahkemesi 29/1/2018 tarihinde yetkili ve görevli mahkemenin Gaziantep 10. Ağır Ceza Mahkemesi olduğu gerekçesiyle yetkisizliğine, olumsuz yetki uyuşmazlığı çıkmış olması ve yetkili mahkemenin belirlenmesi amacıyla dosyanın ilgili Yargıtay dairesine gönderilmesine karar vermiştir.

27. Yargıtay 5. Ceza Dairesi 13/3/2018 tarihli kararıyla Gaziantep 10. Ağır Ceza Mahkemesinin yetkisizlik kararının kaldırılmasına karar vermiş ve anılan karar üzerine yargılamaya Gaziantep 10. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2018/150 sayılı dosyası üzerinden devam edilmiştir.

28. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı 23/1/2020 tarihli iddianame ile başvurucunun resmî belgede sahtecilik suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede, alınan bilirkişi raporlarına göre başvurucunun 2010 yılı KPSS'nin genel yetenek-genel kültür testlerinden toplamda 90 ve üzeri net yapan 81.706 adayın içinde bulunduğu, ayrıca cevabı koyu olarak işaretlenerek sınavdan önce sızdırıldığı belirtilen üç sorudan en az bir soruda yanlış seçeneğe giden 7.841 aday içinde olduğu ve genel yetenek testinin 39. sorusunda diğer şüpheli adaylar ile birlikte yanlış cevapta birleştiği belirtilmiştir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı; bilirkişi raporunda başvurucunun durumunun kuvvetli şüpheli olarak nitelendirildiği gerekçesiyle resmî belgede sahtecilik suçunun işlendiğini, başvurucunun 2010 yılı KPSS kapsamında herhangi bir kuruma yerleşmemesi nedeni ile kamu kurumu ve kuruluşları zararına dolandırıcılık suçunun unsurlarının oluşmadığını iddia etmiştir.

29. Adana 11. Ağır Ceza Mahkemesi 27/1/2020 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiştir. Aynı Mahkemenin E.2020/26 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. 25/2/2020 tarihinde E.2020/26 sayılı dosyasının Gaziantep 10. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2018/150sayılı dosyası ile birleştirilmesine ve bu dosyanın Gaziantep 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 2018/150 esas sayılı dosyasına gönderilmesine karar verilmiştir.

30. Gaziantep 10. Ağır Ceza Mahkemesi, birleştirme sonrası resmî belgede sahtecilik ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından yapılan yargılama sonucunda 8/10/2020 tarihinde başvurucunun her iki suçtan da beraatine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Sanığın mahrem nitelikte olan örgüt çalışma ve staj evlerinde kaldığına, örgütün gizli haberleşme programı olan bylocku kullandığına, 17-25 Aralık 2013 tarihinden sonra örgütün sohbet ve toplantılarına düzenli olarak katıldığına, sanığın görev yaptığı süre zarfında örgütün emir ve talimatı doğrultusunda soruşturma ve yargılama yapıp karar verdiğine ve 2014 HSYK seçiminde örgütün desteklediği sözde bağımsızlar adına örgütsel saiklerle çalışmalar yürüttüğüne, kısacası; sanığın örgütün yapısında bulunup hiyerarşisine dahil olduğuna ve örgütle organik bağ kurarak örgüt üyesi olduğuna dair dosyada her türlü şüpheden uzak, inandırıcı, somut delillerin bulunmadığı, yukarıda detaylı bir şekilde izah edilen gerekçelerle sanık hakkında iddia olunan eylemlerin ve yapılan tespitlerin, mahkemece sanık aleyhine silahlı terör örgütüne üyelik suçunun sübutu açısından her türlü şüpheden uzak, somut delil olarak itibar edilmediği, şöyle ki; iddianameye konu edilen somutlaştırılamayan ve doğrudan örgütsel eylem niteliğinde olmayan iddiaların olması ve HSK tarafından 667 sayılı KHK 3/1 maddesi uyarınca FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile irtibat veya iltisakı nedeniyle mesleğinden çıkarılmış olması ile aynı irtibat veya iltisak nedeniyle 2802 sayılı yasanın 82. maddesi uyarınca hakkında soruşturma izni verilmiş olmasının sanığın üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun oluşması için yeterli nitelikte olmadığı, bu eylemlerin sanığın örgüt üyeliği için aranan süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk arz eden ve sanığın organik bağ ile örgüte bağlı olduğunu açıkça gösteren eylemlerden ve faaliyetlerden olmadığı, sanığın örgütün hiyerarşisinde yer alarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk içeren eylemleri gerçekleştirmek suretiyle üzerine atılı suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak, kesin, somut ve inandırıcı delil elde edilemediği ve yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığı

...

sanığın 2010 KPSS sınavında sınav evrakları üzerinde resmi belgede sahtecilik suçu işlediği hususunda yeterli delil bulunmadığı, ilgili sınav sorularının sanık tarafından para karşılığı çalındığı ya da FETÖ/PDY silahlı terör örgütü tarafından kendisine verildiğine ve öncesinde örgüt evlerinde çalınan sorulara hazırlanıldığı hususunda herhangi bir tanık beyanının bulunmadığı, 2010 yılı KPSS puanı ile kamu kurumlarına atamasının bulunmadığı ve başkaca bir bilgi belgenin olmadığı, bilirkişi raporunda sanığın durumunun kuvvetli şüpheli olarak nitelendirilmiş ise de, yapılan yargılama sonucunda mahkememizde oluşan şüphenin giderilmediği, oluşan şüphenin sanık lehine değerlendirilmesinin gerektiği, resmi belgede sahtecilik suçundan sanığın cezalandırılmasına yeterli her türlü şüpheden uzak, kesin, inandırıcı kanaat oluşturacak delil bulunmadığı, şüpheden sanık yararlanır ilkesi (in dubio pro reo) uyarınca yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığı[na karar verildi]..."

31. Beraat kararına karşı başvurucu, gerekçenin suçun işlenmediğinin sabit olması şeklinde değiştirilerek hükmün onanması; Cumhuriyet savcısı ise kurulan hükmün kaldırılması talebiyle istinaf kanun yoluna başvurmuştur.

32. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf kanun yolunda derdesttir.

IV. İLGİLİ HUKUK

33. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39; Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

34. Mahkemenin 26/5/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

35. Başvurucu; somut bir delil olmaksızın gerekçesiz bir kararla tutuklanmasına karar verildiğini, tutuklama kararında tutuklama nedenlerinin bulunduğunun somut gerekçelerle açıklanmadığını, kaçma şüphesinin olmadığını, tüm bu nedenlerle tutuklanmasının hukuka aykırı olduğunu, HSYK seçimlerinde kullandığı oyun sorgulandığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

36. Bakanlık görüşünde özetle öncelikle etkili bir başvuru yolu olan 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesinde düzenlenen tazminat davası yolu tüketilmeden başvuru yapıldığından bahisle başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmesi gerektiği, Anayasa Mahkemesi tarafından esastan inceleme yapılacak olması durumunda ise somut olayda soruşturma makamlarınca ileri sürülen olgularla kuvvetli suç şüphesinin ortaya konduğu, tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar ve somut olayın özel koşulları ile sulh ceza hâkimlikleri tarafından verilen kararların içeriği birlikte değerlendirildiğinde başvurucu yönünden kaçma ve delilleri etkileme tehlikesine yönelen tutuklama nedenlerinin olgusal temellerinin olmadığının söylenemeyeceği belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde ayrıca soruşturma konusu suç için öngörülen yaptırımın ağırlığı, işin niteliği ve önemi de gözönünde tutulduğunda başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı sonucuna varılmasının keyfî olduğunun savunulamayacağı ileri sürülmüştür. Bakanlık görüşünde, bu hususlar dikkate alınarak başvurucunun tutuklanmasında herhangi bir keyfîliğin bulunmadığı hususuna vurgu yapılmış ve tutuklamanın hukuki olmadığına dair şikâyetin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilmez bulunması gerektiği ifade edilmiştir.

37. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında genel olarak başvuru formunda belirttiği iddialarını tekrarlamıştır.

B. Değerlendirme

38. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

39. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:

"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.

...

Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."

40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu itibarla başvurucun tutuklamanın hukuki olmadığına yönelen iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.

1. Uygulanabilirlik Yönünden

41. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir. Buna göre olağanüstü bir durumun bulunması ve bunun ilan edilmesinin yanı sıra bireysel başvuruya konu temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin olağanüstü durumla bağlantılı olması hâlinde inceleme Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca yapılacaktır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191).

42. Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve tutuklama tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıdır. Anayasa Mahkemesi, anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 57).

43. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242; Selçuk Özdemir, § 58).

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

44. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmadığı anlaşılan bu iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

Selahaddin MENTEŞ ve İrfan FİDAN bu görüşe katılmamıştır.

3. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

45.Genel ilkeler için bkz. Metin Evecen, B. No: 2017/744, 4/4/2018, §§ 47-52; Zafer Özer, B. No: 2016/65239, 9/1/2020, §§ 38-45.

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

46. Somut olayda öncelikle başvurucunun tutuklanmasının kanuni dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Başvurucu, FETÖ/PDY mensubu olduğu iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında silahlı terör örgütü üyesi olma suçlamasıyla 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır.

47. Diğer taraftan başvurucu, bir hâkim olarak mesleğinden kaynaklanan güvencelere riayet edilmeksizin tutuklandığını iddia etmektedir.

48. Anayasa Mahkemesi, Yıldırım Turan ([GK], B. No: 2017/10536, 4/6/2020) kararında ilgili Türk hukuk mevzuatı çerçevesinde konuyu etraflıca değerlendirmiş ve Yargıtay içtihatlarına da değinerek terör örgütüne üye olma suçunun kişisel bir suç olduğunu, Yüksek Mahkeme üyelerinden farklı olarak hâkim ve Cumhuriyet savcıları yönünden ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli bulunmasa da kişisel suçlarına ilişkin olarak soruşturma yürütülmesi için izin şartı bulunmadığını belirterek vergi mahkemesi üyesi (hâkim) olan başvurucunun tutuklanmasının kanuni dayanağının bulunduğu sonucuna varmıştır (ayrıntı için bkz. Yıldırım Turan, §§ 108-159).

49. Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurucunun hâkim olması nedeniyle Anayasa veya 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'ndan kaynaklanan güvenceler uygulanmaksızın, kanuna aykırı olarak tutuklandığı iddiası yerinde değildir. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.

50. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.

51. Kozan Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama kararında, başvurucu yönünden kuvvetli suç şüphesini oluşturan somut olguların bulunduğuna genel olarak değinilmiş ancak herhangi bir olguya ilişkin başka açıklamaya yer verilmemiştir (bkz. § 16).

52. İddianamede ise suçlamaya ilişkin olarak başvurucunun meslekten çıkarılmasına ve bir tanığın başvurucuya ilişkin beyanlarına dayanılmıştır(bkz. §§ 18-20). Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurucunun suç işlediğine dair kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının bu olgular temelinde incelenmesi gerekmektedir.

53. Başvurucuya yöneltilen ve tutuklamaya konu olan suçlamanın dayanaklarından biri başvurucunun görevinden uzaklaştırılmasıdır. Başvurucu, HSYK'nın 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten çıkarılmıştır.

54. Anayasa Mahkemesi daha önce verdiği birçok kararda görevden uzaklaştırma veya kamu görevinden ya da meslekten çıkarma şeklindeki idari kararların niteliğini dikkate alarak bu kararların verilmesinin karara muhatap olan kişilerin suç işlediklerine dair kuvvetli belirtinin bulunduğu anlamına gelmediği sonucuna varmıştır (diğerleri arasından bkz. Mustafa Baldır, B. No: 2016/29354, 4/4/2018, § 70; Mustafa Açay, B. No: 2016/66638, 3/7/2019, § 54; E.A., B. No: 2016/78293, 3/7/2019, § 57; Ali Aktaş, B. No: 2016/14178, 17/7/2019, § 53; Mustafa Özterzi, § 104). Bu itibarla başvurucu hakkındaki görevden uzaklaştırma veya meslekten çıkarma tedbirlerine ilişkin kararlarda başvurucuyla ilgili kişisel bir tespit ve değerlendirme bulunmadığından bunların -tek başına- suç işlendiğine dair kuvvetli bir belirti olarak kabulü mümkün değildir (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Zafer Özer, § 58).

55. Ayrıca soruşturma mercilerinin başvurucu hakkında tanık E.Y.nin vermiş olduğu beyanlara dayandığı görülmektedir. Adı geçen tanık, başvurucuyla aynı fakültede öğrenim görmüş ve darbe teşebbüssüne kadar sıklıkla görüşmeye devam etmiş bir yargı mensubudur. Tanığın beyanları fakülte yıllarına, mesleğe başlama aşamasına ve başvurucunun HSYK üye seçimleri sürecindeki tutumlarına ilişkindir.

56. HSYK seçim sürecinde örgütsel ilişki çerçevesinde adaylar lehine propaganda faaliyetinde bulunmanın veya seçim çalışmalarına katılmanın yargı mensupları hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar bakımından yürütülen soruşturmalarda önemli bir olgu olarak değerlendirilmesi söz konusu olabilir (Zafer Özer, §§ 60, 61). Bununla birlikte tanık beyanlarında başvurucunun örgütsel bir ilişki içinde olduğu veya bu yönde bir eylem ve faaliyetin içinde yer aldığına ya da örgüt lehine propaganda niteliğinde seçim çalışmalarına destek verdiğine dair bir anlatım mevcut değildir. Soruşturma aşamasında ifade veren ve kovuşturma aşamasında da ifadelerini tekrarlayan tanıklar başvurucunun blok olarak örgüt lehine oy kullanmadığını, bağımsız adayların bir kısmına oy verdiği gibi bir kısım YBP adayına da oy verdiğini, başvurucunun bağımsız adayın memleketlisi olduğu gerekçesiyle seçim sürecinde kendilerinden oy vermelerini istediğini, başvurucunun bu tutumunun FETÖ/PDY lehine bir tavır olmadığını ve uzun yıllardır tanıdıkları başvurucunun örgüt içinde yer almadığını düşündüklerini beyan etmişlerdir. Bu durumda tanık anlatımlarının örgütsel bir ilişki bakımından kuvvetli suç belirtisi olarak kabulü mümkün değildir (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Ömer Çıtak, B. No: 2016/58614,12/1/2021, §§ 54-56).

57. Diğer taraftan soruşturma makamının başvurucu hakkında resmî belgede sahtecilik suçunu işlediği iddiasıyla devam eden soruşturmaya dayandığı görülmektedir. Anılan soruşturmada başvurucuya girdiği bir sınavda (KPSS/genel yetenek-genel kültür) 90 üzeri net yaptığı ve diğer şüphelilerle aynı soruya aynı yanlış cevabı verdiği iddiasıyla suç isnat edilmiştir. Soruşturma kapsamında başvurucunun örgütsel bir ilişki içinde olduğuna, doğru veya yanlış yaptığı soruların örgüt tarafından kendisine verildiğine veya para karşılığı aldığına, sorulara hazırlanılan ortamlarda bulunduğuna ilişkin delil ve anlatım mevcut değildir. Bu nedenle anılan hususun başvurucu ile FETÖ/PDY ile bağlantılı bir suç işlediğine dair kuvvetli suç belirtisi olarak değerlendirilebilecek bir nitelik taşımadığı kanaatine varılmıştır.

58. Sonuç olarak tutuklama kararı, soruşturma ve kovuşturma belgelerinde yer alan tespit ve değerlendirmeler kapsamında somut olayda suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.

59. Varılan bu sonuç karşısında tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığına ve tutuklamanın ölçülü olup olmadığına ilişkin ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

60. Açıklanan gerekçelerle suç işlediğine dair kuvvetli belirtiler ortaya konmadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin uygulanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin olarak olağan dönemde Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan güvencelere aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.

61. Bununla birlikte anılan tedbirin olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının incelenmesi gerekir.

4. Anayasa'nın 15. Maddesi Yönünden

62. Tutuklama tedbirinin uygulanması suretiyle bireylerin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına keyfî olarak müdahale edilmemesini sağlayacak güvencelerin başında suç işlendiğine dair belirtinin ortaya konulması gelmektedir. Suç işlendiğine dair belirtinin bulunması tutuklama tedbiri için ön koşul olduğundan aksi durumun kabulü, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin tüm güvencelerin anlamsız hâle gelmesi sonucunu doğurur. Dolayısıyla -hangi nedenle benimsenmiş olursa olsun- olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde de kişilerin suç işlediklerine dair belirti bulunmadan tutuklanmaları durumun gerektirdiği ölçüde bir tedbir olarak kabul edilemez (Şahin Alpay [GK], B. No: 2016/16092, 11/1/2018, § 109; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 156).

63. Somut olayda Anayasa Mahkemesince soruşturma makamlarının suç işlediğine dair belirtileri somut olgularla ortaya koymadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirine başvurdukları sonucuna varılmıştır. Bu itibarla olağanüstü hâl döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesinin başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen güvencelere aykırı bu müdahaleyi meşru kılmadığı değerlendirilmiştir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Turhan Günay [GK], B. No: 2016/50972, 11/1/2018, § 88; Şahin Alpay, § 110; Mehmet Hasan Altan (2), § 157).

64. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde de- başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

65. Öte yandan başvurucu tutukluluğun makul süreyi aştığını ve matbu gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verildiğini ileri sürmüşse de başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle hak ihlali kararı verildiğinden bu iddianın ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

66. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

67. Başvurucu, tahliyesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

68. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

69. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

70. Somut başvuruda, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Kovuşturma sürecinde 24/10/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir ve tutukluluk hâli sona ermiştir.

71. Öte yandan somut olayda başvurucu ihlalin tespit edilmesi ve tahliye edilmesi dışında tazminat talebinde bulunmamıştır. Bu nedenle başvurucuya manevi tazminat ödenmesine karar verilmemiştir.

72. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Selahaddin MENTEŞ ve İrfan FİDAN'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA ,

B. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,

C. 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

D. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

E. Kararın bir örneğinin bilgi için Gaziantep 10. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2018/150) GÖNDERİLMESİNE,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 26/5/2021 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞI OY

Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).

Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olması yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Bir başka söyleyişle, etkili olduğu kabul edilecek olan başvuru yolunun, Anayasa’da öngörülmüş güvencelere aykırılık nedeniyle hakkın ihlal edildiğini özü itibarıyla tespit etme ve yeterli giderim sağlama imkânı sunan bir yol olması gerekmektedir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından etkili olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 29). Bununla birlikte soyut olarak makul bir başarı sunma kapasitesi bulunan bir başvuru yolunun uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair şüphe, o başvuru yolunun tüketilmemesini haklı kılmaz. Özellikle sonradan oluşturulan ve henüz uygulaması olmayan başvuru yollarının bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir (Ramazan Korkmaz, B. No: 2016/36550, 19/7/2017, §33).

Öte yandan, başvurucuların belirli bir hukuk yolunun etkililiği konusunda sadece bir kuşku duyması, kendilerini söz konusu hukuk yolunu tüketme girişiminde bulunma yükümlülüğünden kurtarmaz. Başvuruculardan, yorum yetkilerini kullanarak mevcut hakları geliştirme fırsatı vermek için yargı organlarına başvurmaları beklenebilir. Ancak yerleşik mahkeme içtihatları ışığında, belirtilen hukuk yolunun gerçekte olumlu sonuçlanması konusunda makul bir ihtimalin bulunmadığı durumlarda ise başvurucunun söz konusu hukuk yolunu kullanmamış olması başvuru yollarının tüketilmediği sonucunu doğurmaz. Bununla birlikte bir hukuk yolunun başarısız olduğunu ortaya koyacak bir durum söz konusu değilse o hukuk yolunun etkili bir şekilde işlediğine ilişkin emsal davaların bulunmaması tek başına başvurucuyu bu hukuk yolunu tüketme yükümlülüğünden kurtarmaz. Zira başvurucunun bu hukuk yoluna başvurması halinde mahkemelerin içtihatlarını başvurucunun lehine olacak şekilde geliştirmeleri ihtimali her zaman vardır.

Somut olayda 13.08.2016tarihinde tutuklanan ve 13.09.2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunan başvurucunun suç isnadına bağlı tutulma durumu, 24.10.2017 tarihinde serbest bırakılmasıyla (tahliye edilmesiyle) birlikte bu tarihten itibaren sona ermiş bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesince başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına bağlı olarak hürriyetinden yoksun bırakılması hali sona ermiş bulunduğundan, bireysel başvuru kapsamında tutukluluğun hukuki olmadığı yönünden yapılabilecek olan olası bir ihlal tespiti, başvurucu açısından ancak lehine bir miktar tazminata hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bunun dışında muhtemel bir ihlal kararına bağlı olarak başvurucu açısından (örneğin tahliye edilmek gibi) bir sonuç ortaya çıkmayacaktır.

Hal böyle olunca, belirtilen duruma bağlı olarak, bireysel başvurunun ikincillik niteliği gereğince, olayda, aşama itibarıyla bireysel başvuru yolu dışında başvurucuya, tutmanın hukuki olmadığını tespit edecek ve giderim olarak da tazminat ödenmesini sağlayabilecek başka bir hak arama yolunun mevcut olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.

Anayasa Mahkemesi'nce, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı olarak yapılan tüm başvurularda, tutuklama kararının hukuka aykırı olduğuna ilişkin iddia incelenirken ilk olarak şikâyet konusu tutuklamanın kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, ikinci olarak kuvvetli suç şüphesinin mevcut olup olmadığı, üçüncü olarak tutuklamanın meşru bir amacının bulunup bulunmadığı (tutuklama nedenlerinin var olup olmadığı), son olarak da tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığı incelenmektedir.1

Anayasa Mahkemesince yapılan bu inceleme, 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 100 ve 101. maddelerde yer alan hükümlerle de uyumlu bir incelemedir. Zira 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin(1) numaralı fıkrasına göre “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Yine aynı Kanunun 101. maddesinin ikinci fıkrasına göre de “Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.”

Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasına (fıkranın a bendine) göre "Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında; kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ... kişiler, maddi ve manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."

Görüldüğü üzere 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde de “tutuklama için kanunda belirtilen koşullara" atıf yapılmaktadır. Dolayısıyla Kanunda (kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedeni, ölçülülük gibi) öngörülen koşullara aykırı olarak tutuklandığını düşünen bir kişi için Kanun tazminat isteme ve alma imkânı öngörmektedir.

Anayasa Mahkemesi konuya ilişkin önceki kararlarında; bireysel başvurunun incelenme tarihi itibarıyla başvurucunun tutukluluk halinin sona ermiş olması ve tutuklama tedbirinin ilişkili olduğu kamu davasında verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması şartlarının bir arada gerçekleşmiş olması hallerinde, başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı olduğu iddiasına yönelik olarak CMK 141/1-a hükmü kapsamında tazminat davası açabileceğini belirtmiş ve mezkûr iddiayı başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.2 Bununla birlikte, başvurucu tahliye edilmiş olsa dahi hakkında açılan kamu davasının devam ediyor olması veya hakkında verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmemiş olması hallerinde ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı başvuruları CMK 141/1-a hükmü kapsamı dışında tutmuş ve işin esasını incelemiştir.

Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin başvurularda yukarıda belirtildiği şekilde ortaya koyduğu yaklaşımını sonradan kısmen değiştirmiş bulunmaktadır. Mahkemenin güncel yaklaşımında, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasının CMK 141. madde kapsamında tazminata konu edilebileceğinin kabul edildiği tek durum, CMK 141/1-e hükmünde düzenlenen tazminat nedenine ilişkin durumdur.

Anayasa Mahkemesinin son dönemdeki bir çok kararına göre; başvuruya konu edilen tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada başvurucu hakkında beraat kararı verilmiş veya başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ve bu kararlar bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla kesinleşmiş ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası, CMK 141/1 a ve e hükmünde düzenlenen tazminat yolunun tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez bulunmaktadır.3 Mahkeme, bu içtihadında CMK 141/1-e hükmünün yanı sıra CMK 141/1-a hükmünü de dikkate almakta ve söz konusu hükümlerde öngörülen tazminat yolunu tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası yönünden etkili bir kanun yolu olarak nitelendirmektedir.4 Tutukluluğun hukuki olmadığı iddiasına dayalı tüm başvurularda, belirtilen durum dışındaki tüm hallerde ise işin esası incelenmektedir.

Öte yandan Anayasa Mahkemesi, CMK 141/1-a hükmünde düzenlenmiş olan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında tutukluluğun devamına karar verilmesi halini de kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen kişilerin tazminat alabileceğini öngören CMK 141/1-d'de düzenlenen tazminat yoluyla beraber değerlendirmektedir. Bir başka söyleyişle Mahkeme, tutukluluğun kanuna aykırı bir şekilde gerekçesiz kararlarla uzatılarak makul sürenin veya kanuni sürenin aşıldığına ilişkin iddiaları, başvuru yollarının tüketilmemesi gerekçesine dayanarak reddetmekte ve CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerine birlikte dayanmaktadır.5

Belirtilen durumla birlikte, Mahkemece, gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlere dayalı başvurularda da CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yoluna başvurulması gerektiği söylenmektedir. Bir başka söyleyişle, gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde de davanın mahkûmiyetle sonuçlanıp sonuçlanmadığına, davanın devam ediyor olup olmadığına bakılmaksızın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmektedir.6

Anılan kararlarda bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak davanın esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündeki Yargıtay kararlarına atıf yapıldığı için gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK’nın 141. maddesindeki yolun tartışmasız bir biçimde etkili bir hukuk yolu olduğu iddia edilebilir ise de; Yargıtay tarafından istikrarlı bir biçimde tersine oluşturulmuş bir uygulama tespit edilmediği sürece, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı başvurularda başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilirken, bu konuda Yargıtay uygulamasının var olup olmadığına bakılmasına gerek olmadığından ve biraz önce değinilen kararlarda atıf yapılan Yargıtay kararları7 somut delil olmadan gerçekleştiği iddia edilen bir gözaltına alınmayla ilgili olmadığından anılan iddiaya itibar edilmesi mümkün değildir.8

Hal böyle olunca, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuka aykırı olduğu iddialarının her ikisini de içeren başvurularda, Anayasa Mahkemesince, gözaltı tedbirine dair iddia yönünden tazminat yoluna başvurulması gerektiğine karar verilirken, tahliye edilmiş bir başvurucunun tutuklama tedbirine ilişkin iddiasında tazminat yolunun gösterilmemesi çelişkili bir durum oluşturmaktadır.

Öte yandan, Anayasa Mahkemesi'nce, etkili bir başvuru yolunun bulunup bulunmadığının belirlenmesinde başvurulan uygulamaya atıf yapma yaklaşımından B.T. kararıyla vazgeçilmiştir. B.T. kararında, geri gönderme merkezlerindeki tutma koşullarının kötü muamele oluşturduğu iddiasına dayalı başvuru, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi, geri gönderme merkezlerindeki koşulların kötü muamele oluşturduğu iddiasını, uygulamada başarıyla sonuçlandığını gösteren herhangi bir örneğini tespit etmemiş olmasına rağmen, tam yargı davasına konu edilebileceğini belirterek incelememiştir.

İdari gözetim altında tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru yolunun bulunmadığı iddiasına dayalı başvuruda Mahkeme; AİHM'nin Türk hukukunda tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru olmadığına dair kararları bulunduğunu belirttikten sonra, yasal düzenlemeyle oluşturulan ve kanunun objektif anlamına bakıldığında var olduğu hususunda bir tereddüt uyandırmayan bir hukuksal yolun fiilen denenmemiş veya kullanılmamış olmasının söz konusu yolun etkili olmadığı veya bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmesi bakımından yeterli olmayacağı tespitinde bulunmuş, bu tespit kapsamında da bu güne kadar böyle bir davanın açıldığını ve tazminata hükmedildiğini gösteren herhangi bir mahkeme kararının mevcut olmamasına dayanılarak tazminata ilişkin etkili bir başvuru yolunun bulunmadığının söylenmesinin hatalı olacağını ifade etmiştir.9

Cafer Yıldız kararında da benzer bir değerlendirmeyle kabul edilemezlik kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Cafer Yıldız kararında, tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ edilmemesi ya da tutukluluğa yapılan itirazın karara bağlanmaması nedeniyle tutuklama işlemine karşı başvuru imkanlarından yararlandırılmamaya ilişkin iddiaların CMK’nın 141. maddesini