2017/4972

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ÜMİT SADE BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/4972)

 

Karar Tarihi: 28/1/2021

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Duygu KALUKÇU

Başvurucu

:

Ümit SADE

Vekili

:

Av. Mehmet Fatih İÇER

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 19/1/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Aralarında kişi yönünden irtibat bulunması nedeniyle 2017/8819 numaralı başvuru dosyasının 2017/4972 numaralı başvuru dosyasıyla birleştirilmesine, incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.

5. Komisyonca tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyeti dışındaki iddialar yönünden kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun tutuklamanın hukukiliğine ilişkin iddianın kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).

10. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350).

11. En son Gaziantep Adliyesinde Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta iken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 16/7/2016 tarihli kararı ile başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına; 24/8/2016 tarihli karar ile de meslekten ihracına karar verilmiştir.

12. Darbe teşebbüsü sonrasında Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu 16/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır.

13. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle 1999 yılında Cumhuriyet savcısı olarak başladığı meslek hayatında sırasıyla Aydın, Kayseri, Elâzığ ve Nevşehir'de görev yaptığını, 2005 yılında adalet müfettişi olarak Bakanlığa atandığını, burada 5 yıl çalıştıktan sonra HSYK müfettişliğine getirildiğini, 2014 yılında ise görevden alınarak tekrar Cumhuriyet savcısı olarak görevlendirildiğini ve meslekten ihraç edilene kadar geçen süreçte Ankara Batı Adliyesi ile Gaziantep Adliyesinde görev yaptığını belirtmiştir. 2009 yılında 9 aylık bir süre için İngiltere'ye dil eğitimine, 10 günlük bir süre için de müsteşar ve müsteşar yardımcıları ile birlikte Amerika'ya iş ziyaretine gittiğini, 2011 yılında ise 1 yıllık bir süre için yine İngiltere'ye yüksek lisans eğitimi için gönderildiğini ifade etmiştir. Başvurucu ne kendisinin ne de aile fertlerinden herhangi birinin eğitim hayatı boyunca örgüte müzahir okul ya da dershanelere gitmediğini, ev ve yurtlarında kalmadığını ya da farklı bir şekilde örgüt ile temas hâlinde olmadığını, aynı şekilde gazete veya dergi aboneliğinin bulunmadığını, kurban ya da bağış altında herhangi bir yardım yapmadığını belirtmiştir. Hâkimlik eğitimi sırasında Adalet Akademisinde sınıf temsilciliği veya Albüm Kurulu üyeliği yapmadığını ifade eden başvurucu HSYK seçim sürecinde de herhangi bir faaliyetinin olmadığını belirtmiştir.

14. Başvurucu, Başsavcılık tarafından anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması istemiyle 20/7/2016 tarihinde Gaziantep 3. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu, müdafii huzurunda yaptığı savunmasında önceki anlatımlarına benzer beyanlarda bulunmuştur.

15. Başvurucu, Gaziantep 3. Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgusunun ardından 20/7/2016 tarihinde, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanmıştır. Tutuklama kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...dosya kapsamında göre somut delillere dayalı kuvvetli suç şüphesi altında bulundukları, soruşturmanın halen devam etmekte olup delillerin henüz toplanmamış olması, atılı suçun CMK'nın 100/3 maddesinde belirtilen katalog suçlardan olduğu ve bu nedenle bir tutuklama nedeninin var kabul edildiği, atılı suçun alt ve üst sınırları ile işin önemi, verilmesi beklenen muhtemel cezaya göre tutuklama tedbirinin ölçülü olacağı adli kontrol tedbirinin bu aşamada yetersiz kalacağı anlaşılmakla şüphelilerinin silahlı terör örgütüne üye olma ve anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs etme suçlarından ayrı ayrı CMK 100/3 ve devamı maddeleri gereğince TUTUKLANMALARINA... [karar verildi.]"

16. Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Gaziantep 1. Sulh Ceza Hâkimliği 1/8/2016 tarihinde itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Şüphelilerin üzerine atılı anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs Etme, Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçunun niteliği, mevcut delil durumu, delillerin toplanmamış olması, tutuklama nedenlerinin varlığı ve adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalıp suça konu olayla ilgili tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, tutuklama şartlarının halen devam ettiği, tüm dosya kapsamından anlaşıldığından CMK'nın 100 ve müteakip maddeleri gereğince şüpheliler müdafilerinin TUTUKLULUĞA İTİRAZ TALEBİNİN REDDİ ile ... TUTUKLULUK HALLERİNİN ... DEVAMINA... [karar verildi.]"

17. Başsavcılık 11/11/2016 tarihli yetkisizlik kararı ile dosyanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir.

18. Başvurucunun tutma hâli ile ilgili olarak Ankara 8. Sulh Ceza Hâkimliği 7/12/2016 tarihli kararı ile tutukluluğun devamına karar vermiş; bu karara karşı yapılan itiraz da Ankara 9. Sulh Ceza Hâkimliğinin 2/1/2017 tarihli karar ile kesin olmak üzere reddedilmiştir. Başvurucu nihai kararın 12/1/2017 tarihinde tebliğ edildiğini beyan etmiştir.

19. Başvurucu 19/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

20. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 23/1/2017 tarihinde yetkisizlik kararı ile dosyanın Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir.

21. Başvurucu hakkında 8/7/2017 tarihinde Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs suçundan kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karar verilmiş; aynı tarihli iddianame ile de silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle hakkında kamu davası açılmıştır. İddianamede bu suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:

-Başvurucu, HSYK'nın 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edilmiştir.

-İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma dosyası kapsamında şüpheli sıfatıyla 17/2/2017 tarihinde ifadesi alınan M.G., başvurucu ile ilgili olarak "...sicil numaralı Ümit Sade ve ... sicil numaralı Y.G. ise Teftiş Kurulu'nda görev yapıklarından örgüt ile bağlantılı olduklarını biliyorum..." şeklinde beyanda bulunmuştur.

-Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma dosyası kapsamında şüpheli sıfatıyla 10/1/2017 tarihinde ifadesi alınan A.Ş. başvurucu ile ilgili olarak "... Ben uzun bir süre Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu başkanlığı, HSYK Teftiş Kurulu Başkanlığında ve Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yaptığım için adli yargıdan da bu yapıya müzahir olan çok sayıda kişiyi tanıyorum. Bu kişilerden hatırladıklarım; ...Ümit Sade..." şeklinde beyanda bulunmuştur.

-Başvurucunun dil öğrenimi için 1 yıl süre ile yurt dışında görevlendirildiği, ayrıca yurt dışına meslek gezileri çerçevesinde gönderildiği tespit edilmiştir.

22. Gaziantep 9. Ağır Ceza Mahkemesi 18/7/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/126 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.

23. Mahkeme 2/10/2017 tarihinde yaptığı ikinci duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucu savunmasında özetle tanık beyanlarında sadece isminin zikredildiğini, bunun haricinde tarafına yönelik somut bir eylem belirtilmediğini, bu nedenle tanık beyanlarını kabul etmediğini, dil eğitimine şartları taşıdığı için gönderildiğini, haricî bir etkenin olmadığını, aynı şekilde yurt dışı gezilerine de kendi talebi üzerine değil başkan ve bakan görevlendirmesi ile katıldığını belirtmiş ve üzerine atılı suçlamayı kabul etmediğini beyan etmiştir. Aynı tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir.

24. Devam eden kovuşturma sürecinde başvurucu ile ilgili birtakım HTS kayıtları ve tanık beyanlarına ulaşılmıştır. Bunlar şöyle özetlenebilir:

-28/2/2018 tarihinde dosyaya giren tutanak içeriğine göre örgüt içinde sivil yargı imamı olarak görev alan S.K.nın ByLock programı üzerinden, yine örgütün sivil yargı imamlarından K.T. isimli kişiye gönderdiği mesajın içeriğinde başvurucudan örgüt jargonuyla murakebe olarak bahsedildiği tespiti yapılmıştır. Bu kapsamda 26/9/2019 tarihli duruşmada tanık olarak ifadesi alınan S.K. başvurucu ile ilgili olarak "...benim takip ettiğim kişilerden değildir. K.T. Murat kod ismiyle örgüt içerisinde benim bir üst konumumda olan birisiydi, bana okumuş olduğunuz 9/1/2016 tarihli K.T. ile aramda geçtiği söylenen ve sanıkla ilgili olan konuşma içeriğini hatırlayamadım. Murakabe, 17/25 Aralık sürecinden sonra cemaati eleştiren ve cemaatle arasına mesafe koyan hâkim savcılara verilen isimdi. Bu kişiler uzaklaşmaya çalışsa da cemaat onu takip etmeye devam ediyordu. Bu kişilere de murakabe deniliyordu. Ben sanığı tanımam. Murakabe bilgisi üstten gelirdi, en son görev yaptığı yerdeki sivil imamın görüşleri doğrultusunda murakabe olarak sınıflandırılırdı, yeni gittiği yerde tedbir amacıyla sivil imamla görüştürülmezdi." şeklinde beyanda bulunmuştur.

-10/9/2018 tarihli tutanak içeriğine göre başvurucunun örgütün tepe yöneticilerinden O.H.Ö. ile telefon irtibatının olduğu tespiti yapılmıştır. Bu kapsamda anılan delille karşı 21/11/2018 tarihli duruşmada başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu ifadesinde "...ben O.H.Ö.'yü tanımıyorum. 2011 yılında Doğuş Oto'dan bir araç satın aldım. Araç bana teslim edilirken trafik sigortasını Seyfi isminde bir sigortacının ilgilendiği bir firmadan yaptıklarını, kaskoyu da buradan yapabileceğimi söylemeleri üzerine söz konusu numaradan Seyfi olarak bildiğim şahıs ile görüşüp kasko yaptırdım. Yine 2013'de de aynı numaradan bu şahıs ile görüştüm ve kasko yaptırdım. Ben bu şahsı Seyfi Gör olarak tanıyordum. Kendisini hiç görmedim, telefonla görüştüm. Buna ilişkin yazılı beyanlarımı ve ekinde trafik poliçe detayları, araç ruhsatı, kredi hesap özetlerini dosyaya sunuyorum..." şeklinde beyanda bulunmuştur.

-Tanık olarak ifadesine başvurulan M.Ş.B. beyanında özetle başvurucuyu 2011 yılında Mersin Adliyesinde gerçekleştirilen teftiş münasebetiyle tanıdığını, başvurucunun teftiş sırasındaki davranışları nedeniyle belli bir amaçla adliyeye gönderildiği intibası bıraktığını, nitekim müfettiş olarak görev yapan başvurucunun yanındaki bir diğer müfettiş M.E.Ö. ile gerçekleştirdiği denetim neticesinde adliyede görev alan birçok hâkim ve savcının tayininin çıktığını, zabıt kâtiplerine hâkim ve savcılar ile ilgili ifadeler konusunda baskı yapıldığı hususlarının adliye içinde sıkça konuşulduğunu, söz konusu meslek mensuplarının gittikleri lokantaya varana kadar soruşturulduklarını, lojmanda görev yapan bekçilerin dahi ifadelerinin alındığını, adliye personelinin gece geç saatlerde evlerinden alınarak adliyeye getirtildiği hatta birçok personelin memuriyetlerine son verilmekle tehdit edildiğini belirtmiştir. Başvurucunun bu soruşturmaları yaparken o tarihte Mersin'de görev yapan ve birçoğu şu an ihraç edilmiş hâkim ve savcılar ile çok samimi bir ilişki içinde gözüktüğünü, onlarla sık sık bir araya geldiğini ifade etmiştir. Kendisinin de haksız bir şekilde bu teftiş kapsamında soruşturma geçirdiğini ifade eden tanık, buradaki amacın örgüt mensubu hâkim ve savcıların önünü açmak olduğunu belirtmiştir.

-Tanık olarak ifadesine başvurulan Y.T.Y. beyanında özetle başvurucuyu 2011 yılında Mersin Adliyesinde gerçekleştirilen teftiş münasebetiyle tanıdığını, bu teftiş sırasında kendisinin de aralarında bulunduğu birçok hâkim ve savcının mağduriyet yaşadığını, soruşturma sürecinde keyfî ve kanun dışı işlemlere muhatap kaldıklarını ve tayine tabi tutulduklarını, bu teftiş nedeniyle başvurucu hakkında HSYK'ya suç duyurusunda bulunduğunu, o dönemki soruşturmalar sırasında başvurucunun da aralarında olduğu bazı kişilerin örgüt içinde oldukları ve onların güdüm ve talimatlarına göre hareket ettiklerinin söylendiğini fakat kendisinin bu konuda somut ve net bir bilgiye sahip olmadığını ifade etmiştir.

-Tanık olarak ifadesine başvurulan A.Ç. beyanında özetle başvurucuyu 2011 yılında Mersin Adliyesinde gerçekleştirilen teftiş münasebetiyle tanıdığını, başvurucunun FETÖ mensubu olduğunun ve Fetullah Gülen'in tetikçisi olduğunun konuşulduğunu, özellikle söz konusu örgüt tarafından üstü çizilen kişilerin teftişine başvurucuyu gönderdiklerini, nitekim başvurucunun Mersin Emniyeti İstihbarat Şubesi ile iş birliği yaparak kendisi hakkında da isnat uydurduğunu ve soruşturma başlattığını, bu nedenle başvurucu hakkında HSYK'ya suç duyurusunda bulunduğunu belirtmiştir.

-Tanık olarak ifadesine başvurulan M.K. beyanında özetle başvurucuyu 2011 yılında Kurtalan Adliyesinde gerçekleştirilen denetim sırasında müfettiş olarak görev alması münasebetiyle tanıdığını, başvurucunun sonrasında hakkında örgüt mensubu olma isnadıyla işlem yapılan hâkim ve savcılar ile iş birliği yaparak hakkında kumpas yoluyla işlem yaptığını ve tayinin çıkmasına sebep olduğunu, yapmış olduğu soruşturmada tamamen taraflı hareket ettiğini belirtmiştir.

-Soruşturma sürecinde ifadesi alınan A.Ş., kovuşturma sürecinde tekrar alınan ifadesinde başvurucu hakkında "Ben Ümit Sade'yi hem HSYK hem de Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulunda müfettişlik yaptığım dönemden tanıyorum. 2011 yılı Eylül ayına kadar FETÖ cemaati ile bağlantım vardı. Bu tarihten sonra bu yapı ilgi ve alakamı tamamen kestim. Ümit Sade isimli kişi de FETÖ cemaatine mensup bir kişidir. Bu kişinin bu yapıyla ilgili olduğunu ve bağının bulunduğunu iyi biliyorum. Kendisi ile herhangi bir sohbet ortamında bulunmadık. Kendisinin bu yapı içindeki faaliyetlerini bilmiyorum ancak bu yapının içinde olduğunu biliyorum. Ancak ben ayrıldığım 2011 yılı Eylül ayından sonra bu kişinin de FETÖ cemaati ile bağının devam edip etmediğini bilmiyorum." şeklinde beyanda bulunmuştur.

-Soruşturma sürecinde ifadesi alınan M.G. kovuşturma sürecinde tekrar alınan ifadesinde özetle kendisinin 2005-2009 yılları arasında teftiş kurulunda görev yaptığını, bu dönemde örgütün teftişteki sohbet grubunun içinde yer almasına rağmen sohbet adı altında organize edilen toplantıların çok azına katıldığını ve 2011'den sonra da bu grupla irtibatını tamamen kopardığını, bununla birlikte teftiş kurulunda görev yapan örgüte mensup kişilerin birbirini kesinlikle tanıdıklarını, bu doğrultuda başvurucuyu herhangi bir toplantıda görmemiş olmakla birlikte kendisinin örgüt ile bağlantısı olduğunu net olarak bildiğini belirtmiştir.

25. Gaziantep 9. Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde yapılan yargılamada 10/12/2019 tarihli duruşmada Cumhuriyet savcısı başvurucunun cezalandırması talepli mütalaasını ibraz etmiştir. Mütalaanın ilgili kısmı şöyledir:

"...

FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hakkında kovuşturma yürütülen sanık Ümit Sade'nin örgüt hiyerarşisi içerisinde yer aldığı, sanık kabul etmese de tanıklar A.Ş. ve M.G.'un beyanı ile sanığın teftiş kurulunda çalıştığı dönemde örgüt içerisinde bulunduğu, ayrıca örgüt içerisinde hâkim savcılardan sorumlu sivil yargı imamı olan S.K.'ın kullandığı bylock programı üzerinden yine örgütün sivil yargı imamlarından K.T. isimli şahsa gönderdiği mesaj içeriğinde sanıktan örgüt jargonuyla murakebe olarak bahsettiği, murakebe ibaresinin ise örgüt jargonunda 17-25 Aralık 2013 sürecinden sonra örgüte karşı mesafeli yaklaşan, örgütü eleştiren, örgütle arasına mesafe koyan kişileri ifade ettiği, mesaj içeriği itibariyle de sanığın 17-25 Aralık 2013 sürecinden önce de örgüt içinde bulunduğunun sabit olduğu, yukarıda belirtilen deliller ve tüm dosya kapsamı itibariyle sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olup örgütle organik bağ kurduğu, süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerde bulunduğu anlaşılmakla sanığın eylemine uyan TCK'nun 314/2, 3713 sayılı TMK'nun 5/1 maddeleri gereğince cezalandırılmasına... karar verilmesi kamu adına talep ve mütalaa olunur."

26. Mahkeme ise 10/12/2019 tarihli karar ile başvurucunun beraatine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...

Bu iddiaların incelenmesinde; Sanık hakkında beyanda bulunan M.G., 2005 yılında Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığına Adalet Müfettişi olarak atandıktan sonra sanığı tanıdığını, sanık ile ortak hiçbir sohbet toplantısına katılmayıp denetime çıkmasa da örgütün işleyiş şekli ve çalışma yöntemi itibariyle aynı birim içerisinde görev yapan kişilerin birbirlerini tanıması nedeniyle, sanığın örgüt ile bağlantısı olduğunu bildiğini, 2009 yılından sonra da sanık ile hiç görüşmediğini beyan etmiş, bu beyanı görgüye dayalı olmadığı, sanığın örgütsel eylemlerine ilişkin somut olgular içermediği, ayrıca beyanların 2009 yılı öncesine ait olması nedeniyle atılı suça delil olamayacağı anlaşıldığından hükme esas alınmamıştır.

Tanık olarak dinlenen A.Ş.'in beyanlarının da tanık M.G. ile benzer olduğu 2011 yılına kadar ki bir süreci kapsadığı, bu yıllarda bu yapının silahlı terör örgütü olarak bilinmediği sanığın da bilmesinin beklenemeyeceği, bildiğine dair dosya kapsamında bir delil bulunmadığı, ayrıca tanık beyanlarının görgüye dayalı olmadığı ve somut eylemler de içermediği anlaşıldığından bu tanık beyanı da sanık aleyhine değerlendirilmemiş ve hükme esas alınmamıştır.

Dosya kapsamında tanık olarak dinlenen M.Ş.B., Y.T.Y., M.K., A.Ç.'ın beyanlarının duyuma, tahmine dayalı olması, bu beyanların sanığın müfettiş olduğu dönemlerde yaptığı teftişlerin o dönem tarafsız olmadığı görüntüsü vermesi ve bunun da örgütle bağlantısı olması nedenine dayanıyor ihtimalini tanıklarda uyandırmasına dayalı olması, bu beyanların sanığa atfedilebilecek somut eylemler içermedikleri içinde atılı suç bakımından delil olarak kabul edilemeyeceği sebepleriyle hükme esas alınmamıştır.

Sivil yargı imamı olan tanık olarak dinlenen S.K.'ın kullandığı bylock programı üzerinden yine örgütün sivil yargı imamlarından K.T. isimli şahsa gönderdiği mesaj içeriğinde sanıktan örgüt jargonuyla murakebe olarak bahsettiği, murakebe ibaresinin ise örgüt jargonunda 17-25 Aralık 2013 sürecinden sonra örgüte karşı mesafeli yaklaşan, örgütü eleştiren, örgütle arasına mesafe koyan kişileri ifade ettiği tanık beyanlarından anlaşılmış, bu mesaj içerikleri dosyada bulunan başka bilgi belgeler ile doğrulanamamış, doğruluğu kabul edilse bile sanığın örgütün gerçek yüzünün ortaya çıktığı 17-25 Aralık 2013 sürecinden sonra örgütten koptuğunu göstermesi nedeniyle de atılı suça delil olarak kabul edilemeyeceğinden hükme esas alınmamıştır.

Dosyaya giren 10.09.2018 tarihli tutanak içeriğine göre sanığın örgütün tepe yöneticilerinden O.H.Ö. ile telefon irtibatının olduğu tespiti yapılmış ise de, 17/25 Aralık süreci öncesinde yapılan bu görüşmelerin içeriğinin bilinememesi, sanığın araç sigortasını yaptırmak için bu tepe yönetici ile görüştüğü savunması ve sigorta poliçeleri ile araç ruhsat bilgilerini dosyaya sunması, telefon ile görüşme tarihleri ile sigorta poliçe tarihlerinin uyumluluk göstermesi, sanık savunması aksini gösterir bir delilin dosyada bulunmaması nedenleriyle sanık savunmasına itibar edilmiş ve bu husus hükme esas alınmamıştır.

Sanığın dil öğrenimi için 1 yıl süre ile 2008-2009 yıllarında yurt dışına görevlendirildiği atılı suç için deilil mahiyetinde iddianamede yer alsada, sanık savunması aksine örgüt ile bağlantılı olarak bu görevlendirilmenin yapıldığı, sanık savunmasında meslek gezisi olarak adlandırılan yurtdışı gezilerinin de örgütsel amaçlar doğrultusunda yapıldığına dair dosya kapsamında bir bilgi belge bulunmaması karşısında bu husus hükme esas alınmamıştır.

Her ne kadar iddianamede sanığın HSK kararıyla ihraç edildiği belirtilmiş ise de; sanığın örgütle irtibatlı ve iltisaklı olduğu gerekçesiyle kamu görevinden ihraç edilmesi kararının idari bir işlem olduğu, idari işlemin her zaman iptalinin mümkün olduğu, kararı veren idari mercii tarafından geri alınabileceği, bu nedenle bu idari işlemin atılı suçla ilişkilendirilmesi gereken eylem olarak kabul edilemeyeceği anlaşıldığından bu husus atılı suç bakımından sanık aleyhine değerlendirilmemiş ve hükme esas alınmamıştır.

Sanıktan ele geçirilen dijital materyallerin incelemesi sonrası düzenlenen 28.06.2017 tarihli bilirkişi raporuna göre atılı suç bakımından delil mahiyetinde bir hususun materyallerde bulunmadığı anlaşılmıştır.

Tüm bu açıklamalar kapsamında dosya muhteviyatındaki tüm bilgi, belge ve deliller birlikte değerlendirildiğinde; Her ne kadar sanık Ümit Sade hakkında silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan hakkında iddianame düzenlenmiş ve mahkememizde kamu davası açılmış ise de; yukarıda açıklanan gerekçelerle sanığın silahlı terör örgütü ile aralarında organik bağ kurarak hiyerarşik yapısına dahil olduğunu, örgütün amacı ve talimatları doğrultusunda faaliyette bulunduğunu gösterir biçimde çeşitlilik, süreklilik ve yoğunluluk içeren faaliyetlerde bulunduğuna dair her türlü şüpheden uzak, kesin, inandırıcı ve yeterli delil bulunmadığı, sanığa isnat edilen eylemlerin mahkememizce sanık aleyhine değerlendirilmediği ve sanığın silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinin sabit olmadığı anlaşılmakla sanığın CMK'nun 223/2-e maddesi uyarınca beraatine karar verilmesi yolunda mahkememizde vicdani kanaat oluşmakla aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur."

27. Beraat kararına karşı Cumhuriyet savcısı tarafından, delillerin mahkûmiyet kararı için yeterli olduğu gerekçesiyle kurulan hükmün kaldırılması talebiyle istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.

28. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf incelemesinde derdesttir.

IV. İLGİLİ HUKUK

29. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39); Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48; ilgili Yargıtay kararları için bkz. A.L., B. No: 2016/63999, 9/1/2020, §§ 33-35.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

30. Mahkemenin 28/1/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

31. Başvurucu; kuvvetli suç şüphesi olmaksızın ve görevinden kaynaklanan güvencelere riayet edilmeksizin görevli olmayan bir mahkeme tarafından tutuklandığını, olayda tutuklama nedenlerinin bulunmadığını, tutuklamanın orantısız bir tedbir olduğunu ve adli kontrol tedbirinin neden yetersiz kalacağının değerlendirilmediğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

32. Bakanlık görüşünde, tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar ve somut olayın özel koşulları dikkate alınarak sulh ceza hâkimlikleri tarafından verilen kararların içeriği birlikte değerlendirildiğinde başvurucu yönünden kaçma ve delilleri etkileme tehlikesine yönelen tutuklama nedenlerinin olgusal temellerinin olmadığının söylenemeyeceği belirtilmiştir.

33. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında genel hatlarıyla başvuru formunda belirttiği iddialarını tekrarlamıştır.

B. Değerlendirme

34. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

35. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:

"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.

...

Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."

36. Başvurucunun bu bölümdeki şikâyetlerinin Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında incelenmesi gerekir.

1. Uygulanabilirlik Yönünden

37. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" kenar başlıklı 15. maddesi şöyledir:

"Savaş, seferberlik veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.

Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."

38. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir. Buna göre olağanüstü bir durumun bulunması ve bunun ilan edilmesinin yanı sıra bireysel başvuruya konu temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin olağanüstü durumla bağlantılı olması hâlinde inceleme Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca yapılacaktır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191).

39. Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve tutuklama tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY'nin üyesi olduğu iddiasıdır. Anayasa Mahkemesi, anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 57).

40. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242; Selçuk Özdemir, § 58).

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

41. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmadığı anlaşılan bu bölümdeki iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.

3. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

42. Tutuklamanın hukukiliğinin incelenmesinde dikkate alınacak genel ilkeler için bkz. Mustafa Baldır, B. No: 2016/29354, 4/4/2018, §§ 54-60; Zafer Özer, B. No: 2016/65239, §§ 38-45.

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

43. Somut olayda öncelikle başvurucunun tutuklanmasının kanuni dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

44. Başvurucu 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Beşinci Bölümü'nde ''Anayasal Düzene ve Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar'' başlığı altında düzenlenen 309/1 maddesi kapsamında tutuklanmıştır. Devam eden soruşturma sürecinde suçun niteliğinde değişikliğe giden soruşturma makamı başvurucunun tutukluluğunu, Kanun'da aynı başlık altında yer alan 314/2 maddesine dayandırmış ve darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY'nin mensubu olduğu suçlamasıyla devam ettirmiştir. Başvurucu 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır.

45. Diğer taraftan başvurucu 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nda hâkimlerle ilgili olarak öngörülen usule ilişkin güvencelerin hiçbirine riayet edilmeksizin, yetkili ve görevli olmayan mahkemece tutuklandığını iddia etmektedir.

46. Anayasa Mahkemesi, Yıldırım Turan ([GK], B. No: 2017/10536, 4/6/2020, §§ 102-147) kararında ilgili kanunlar çerçevesinde konuyu etraflıca değerlendirmiş ve Yargıtay içtihatlarına da değinerek terör örgütüne üye olma suçunun kişisel bir suç olduğunu, Yüksek Mahkeme üyelerinden farklı olarak hâkim ve Cumhuriyet savcıları yönünden ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli bulunmasa da kişisel suçlarına ilişkin olarak soruşturma yürütülmesi için izin şartı bulunmadığını belirterek vergi mahkemesi üyesi (hâkim) olan başvurucunun tutuklanmasının kanuni dayanağının bulunduğu sonucuna varmıştır.

47. Somut olayda anılan karardan ayrılmayı gerektiren bir durum söz konusu değildir. Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurucunun kanuna aykırı olarak tutuklandığı iddiası yerinde değildir. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.

48. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.

49. Gaziantep 3. Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama kararında; suçun niteliği, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların varlığı, başvurucunun delilleri yok etme, gizleme ve değiştirme ihtimalini gösteren olguların bulunması gerekçe olarak gösterilmiştir (bkz. § 15).

50. İddianamede başvurucunun meslekten ihraç edilmesine, iki tane tanık beyanına, dil eğitimi için yurt dışına gitmesine ve meslek gezilerine katılmasına dayanılmıştır (bkz. § 21). Kovuşturma sürecinde ise başvurucu hakkında tanık beyanlarının yanı sıra HTS kayıtlarına ilişkin birtakım tespitler yapılmıştır (bkz. § 24).

51. Somut olayda özellikle başvurucu hakkındaki tanık beyanlarının ve HTS kayıtlarının da kuvvetli suç belirtisi yönünden değerlendirilmesi gerekmektedir.

52. Başvurucu hakkındaki tanık beyanlarından bir kısmı müfettişlik yaptığı dönemde hakkında soruşturma yürüttüğü kişilere ait olmakla birlikte söz konusu ifadelerin esas itibarıyla örgüt bağlantısına yönelik somut bir beyan içermediği görülmektedir. Ancak başvurucunun teftiş yaptığı adliyelerde, sonrasında örgütle iltisakı nedeniyle haklarında meslekten ihraç kararı verilen hâkim ve savcılarla yakın ilişkiler geliştirdiği, diğerleri hakkında ise genel olarak soruşturma işlemleri yürüttüğü, bu kapsamda da başvurucu hakkında görevi kötüye kullandığı isnadı ile HSYK tarafından soruşturma başlatıldığı anlaşılmıştır. Buna ek olarak ifadelerine başvurulan tanıklar M.G. ve A.S. soruşturma aşamasında başvurucunun örgüt ile bağlantılı olduğunu ifade etmişler; kovuşturma aşamasında da HSYK/Adalet Bakanlığı Teftiş Kurullarında birlikte görev yaptıkları başvurucunun örgütle bağlantısına dair ifadelerini teyit etmişlerdir. Tanıkların -çok sayıda kişinin görev almadığı- teftiş birimlerinde başvurucuyla birlikte çalışmış olmaları dolayısıyla anlatımlarının soyut ya da varsayımsal bir kabule dayandığını söylemek mümkün değildir. Başvurucuyla ilgili olarak örgüt içinde yer aldığına dair kesin ifadeler içeren beyanları bir bütün olarak ele alındığında tanık ifadelerinin kuvvetli suç şüphesi yönünden dikkate alınabileceği değerlendirilmiştir.

53. Dosyaya delil olarak yansıyan bir diğer husus ByLock yazışmalarıdır. Örgüt mensupları arasında ByLock üzerinden yapılan yazışmalarda başvurucudan murakebe olarak bahsedildiği görülmektedir. Buna ilişkin olarak yazışmayı yapan kişilerden örgütün sivil yargı imamı olan tanık S.K.nın bu kavramı "17/25 Aralık sürecinden sonra cemaati eleştiren ve cemaatle arasına mesafe koyan hâkim savcılara verilen isim" olarak tanımladığı görülmektedir. Anayasa Mahkemesi, Alparslan Altan ([G.K.], B. No: 2016/15586, 11/1/2018, §§ 132-138) kararında buna benzer bir olguyu tutuklama tedbiri yönünden değerlendirmiş ve kuvvetli suç belirtisine esas almıştır. Söz konusu yazışmaların tanık beyanları ile birlikte bir bütün olarak ele alındığında başvurucunun örgüt bağlantısı hakkında somut bir veri olarak kabulünün mümkün olduğu ve kuvvetli suç şüphesi yönünden dikkate alınabileceği değerlendirilmiştir.

54. Somut olayda Gaziantep 3. Sulh Ceza Hâkimliğince tutuklanmasına karar verilirken tutuklama nedeni olarak başvurucunun üzerine atılı suçun tutuklama nedeni varsayılabilen suçlar listesinde olmasına, soruşturmanın devam etmekte olmasına ve başvurucunun delilleri etkileme ihtimalinin bulunmasına dayanıldığı görülmektedir. Dolayısıyla tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar ve somut olayın yukarıda belirtilen özel koşulları ile Gaziantep 3. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından verilen kararın içeriği birlikte değerlendirildiğinde başvurucu yönünden dayanılan tutuklama nedenlerinin olgusal temellerinin olduğu söylenebilir.

55. Başvurucu hakkındaki tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığının da belirlenmesi gerekir. Bir tutuklama tedbirinin Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri kapsamında ölçülülüğünün belirlenmesinde somut olayın tüm özellikleri dikkate alınmalıdır (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, § 151). Öncelikle terör suçlarının soruşturulması kamu makamlarını ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde yorumlanmamalıdır (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Devran Duran, [GK], B. No: 2014/10405, 25/5/2017, § 64). Özellikle darbe teşebbüsüyle veya FETÖ/PDY ile bağlantılı soruşturmaların kapsamı ve niteliği ile FETÖ/PDY'nin özellikleri de dikkate alındığında bu soruşturmaların diğer ceza soruşturmalarına göre çok daha zor ve karmaşık olduğu ortadadır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 350). Somut olayda da FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu belirtilen başvurucuyla ilgili bir soruşturma söz konusudur.

56. Somut olayın yukarıda belirtilen özellikleri dikkate alındığında Gaziantep 3. Sulh Ceza Hâkimliğinin isnat edilen suç için öngörülen yaptırımın ağırlığını, işin niteliğini ve önemini de gözönünde tutarak başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı sonucuna varmasının keyfî ve temelsiz olduğu söylenemez.

57. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin olarak Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası ile güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

58. Buna göre başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına tutuklama yoluyla yapılan müdahalenin Anayasa'da (13. ve 19. maddelerde) bu hakka dair yer alan güvencelere aykırılık oluşturmadığı görüldüğünden Anayasa'nın 15. maddesinde yer alan ölçütler yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

B. Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,

C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,

D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/1/2021 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY

Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).

Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olması yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Bir başka söyleyişle, etkili olduğu kabul edilecek olan başvuru yolunun, Anayasa’da öngörülmüş güvencelere aykırılık nedeniyle hakkın ihlal edildiğini özü itibarıyla tespit etme ve yeterli giderim sağlama imkânı sunan bir yol olması gerekmektedir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından etkili olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 29). Bununla birlikte soyut olarak makul bir başarı sunma kapasitesi bulunan bir başvuru yolunun uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair şüphe, o başvuru yolunun tüketilmemesini haklı kılmaz. Özellikle sonradan oluşturulan ve henüz uygulaması olmayan başvuru yollarının bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir (Ramazan Korkmaz, B. No: 2016/36550, 19/7/2017, §33).

Öte yandan, başvurucuların belirli bir hukuk yolunun etkililiği konusunda sadece bir kuşku duyması, kendilerini söz konusu hukuk yolunu tüketme girişiminde bulunma yükümlülüğünden kurtarmaz. Başvuruculardan, yorum yetkilerini kullanarak mevcut hakları geliştirme fırsatı vermek için yargı organlarına başvurmaları beklenebilir. Ancak yerleşik mahkeme içtihatları ışığında, belirtilen hukuk yolunun gerçekte olumlu sonuçlanması konusunda makul bir ihtimalin bulunmadığı durumlarda ise başvurucunun söz konusu hukuk yolunu kullanmamış olması başvuru yollarının tüketilmediği sonucunu doğurmaz. Bununla birlikte bir hukuk yolunun başarısız olduğunu ortaya koyacak bir durum söz konusu değilse o hukuk yolunun etkili bir şekilde işlediğine ilişkin emsal davaların bulunmaması tek başına başvurucuyu bu hukuk yolunu tüketme yükümlülüğünden kurtarmaz. Zira başvurucunun bu hukuk yoluna başvurması halinde mahkemelerin içtihatlarını başvurucunun lehine olacak şekilde geliştirmeleri ihtimali her zaman vardır.

Somut olayda 20.07.2016tarihinde tutuklanan ve 19.01.2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunan başvurucunun suç isnadına bağlı tutulma durumu, 02.10.2017 tarihinde serbest bırakılmasıyla (tahliye edilmesiyle) birlikte bu tarihten itibaren sona ermiş bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesince başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına bağlı olarak hürriyetinden yoksun bırakılması hali sona ermiş bulunduğundan, bireysel başvuru kapsamında tutukluluğun hukuki olmadığı yönünden yapılabilecek olan olası bir ihlal tespiti, başvurucu açısından ancak lehine bir miktar tazminata hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bunun dışında muhtemel bir ihlal kararına bağlı olarak başvurucu açısından (örneğin tahliye edilmek gibi) bir sonuç ortaya çıkmayacaktır.

Hal böyle olunca, belirtilen duruma bağlı olarak, bireysel başvurunun ikincillik niteliği gereğince, olayda, aşama itibarıyla bireysel başvuru yolu dışında başvurucuya, tutmanın hukuki olmadığını tespit edecek ve giderim olarak da tazminat ödenmesini sağlayabilecek başka bir hak arama yolunun mevcut olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.

Anayasa Mahkemesi'nce, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı olarak yapılan tüm başvurularda, tutuklama kararının hukuka aykırı olduğuna ilişkin iddia incelenirken ilk olarak şikâyet konusu tutuklamanın kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, ikinci olarak kuvvetli suç şüphesinin mevcut olup olmadığı, üçüncü olarak tutuklamanın meşru bir amacının bulunup bulunmadığı (tutuklama nedenlerinin var olup olmadığı), son olarak da tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığı incelenmektedir.1

Anayasa Mahkemesince yapılan bu inceleme, 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 100 ve 101. maddelerde yer alan hükümlerle de uyumlu bir incelemedir. Zira 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin(1) numaralı fıkrasına göre “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Yine aynı Kanunun 101. maddesinin ikinci fıkrasına göre de “Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.”

Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasına (fıkranın a bendine) göre "Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında; kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ... kişiler, maddi ve manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."

Görüldüğü üzere 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde de “tutuklama için kanunda belirtilen koşullara" atıf yapılmaktadır. Dolayısıyla Kanunda (kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedeni, ölçülülük gibi) öngörülen koşullara aykırı olarak tutuklandığını düşünen bir kişi için Kanun tazminat isteme ve alma imkânı öngörmektedir.

Anayasa Mahkemesi konuya ilişkin önceki kararlarında; bireysel başvurunun incelenme tarihi itibarıyla başvurucunun tutukluluk halinin sona ermiş olması ve tutuklama tedbirinin ilişkili olduğu kamu davasında verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması şartlarının bir arada gerçekleşmiş olması hallerinde, başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı olduğu iddiasına yönelik olarak CMK 141/1-a hükmü kapsamında tazminat davası açabileceğini belirtmiş ve mezkûr iddiayı başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.2 Bununla birlikte, başvurucu tahliye edilmiş olsa dahi hakkında açılan kamu davasının devam ediyor olması veya hakkında verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmemiş olması hallerinde ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı başvuruları CMK 141/1-a hükmü kapsamı dışında tutmuş ve işin esasını incelemiştir.

Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin başvurularda yukarıda belirtildiği şekilde ortaya koyduğu yaklaşımını sonradan kısmen değiştirmiş bulunmaktadır. Mahkemenin güncel yaklaşımında, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasının CMK 141. madde kapsamında tazminata konu edilebileceğinin kabul edildiği tek durum, CMK 141/1-e hükmünde düzenlenen tazminat nedenine ilişkin durumdur.

Anayasa Mahkemesinin son dönemdeki bir çok kararına göre; başvuruya konu edilen tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada başvurucu hakkında beraat kararı verilmiş veya başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ve bu kararlar bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla kesinleşmiş ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası, CMK 141/1 a ve e hükmünde düzenlenen tazminat yolunun tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez bulunmaktadır.3 Mahkeme, bu içtihadında CMK 141/1-e hükmünün yanı sıra CMK 141/1-a hükmünü de dikkate almakta ve söz konusu hükümlerde öngörülen tazminat yolunu tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası yönünden etkili bir kanun yolu olarak nitelendirmektedir.4 Tutukluluğun hukuki olmadığı iddiasına dayalı tüm başvurularda, belirtilen durum dışındaki tüm hallerde ise işin esası incelenmektedir.

Öte yandan Anayasa Mahkemesi, CMK 141/1-a hükmünde düzenlenmiş olan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında tutukluluğun devamına karar verilmesi halini de kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen kişilerin tazminat alabileceğini öngören CMK 141/1-d'de düzenlenen tazminat yoluyla beraber değerlendirmektedir. Bir başka söyleyişle Mahkeme, tutukluluğun kanuna aykırı bir şekilde gerekçesiz kararlarla uzatılarak makul sürenin veya kanuni sürenin aşıldığına ilişkin iddiaları, başvuru yollarının tüketilmemesi gerekçesine dayanarak reddetmekte ve CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerine birlikte dayanmaktadır.5

Belirtilen durumla birlikte, Mahkemece, gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlere dayalı başvurularda da CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yoluna başvurulması gerektiği söylenmektedir. Bir başka söyleyişle, gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde de davanın mahkûmiyetle sonuçlanıp sonuçlanmadığına, davanın devam ediyor olup olmadığına bakılmaksızın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmektedir.6

Anılan kararlarda bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak davanın esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündeki Yargıtay kararlarına atıf yapıldığı için gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK’nın 141. maddesindeki yolun tartışmasız bir biçimde etkili bir hukuk yolu olduğu iddia edilebilir ise de; Yargıtay tarafından istikrarlı bir biçimde tersine oluşturulmuş bir uygulama tespit edilmediği sürece, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı başvurularda başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilirken, bu konuda Yargıtay uygulamasının var olup olmadığına bakılmasına gerek olmadığından ve biraz önce değinilen kararlarda atıf yapılan Yargıtay kararları7 somut delil olmadan gerçekleştiği iddia edilen bir gözaltına alınmayla ilgili olmadığından anılan iddiaya itibar edilmesi mümkün değildir.8

Hal böyle olunca, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuka aykırı olduğu iddialarının her ikisini de içeren başvurularda, Anayasa Mahkemesince, gözaltı tedbirine dair iddia yönünden tazminat yoluna başvurulması gerektiğine karar verilirken, tahliye edilmiş bir başvurucunun tutuklama tedbirine ilişkin iddiasında tazminat yolunun gösterilmemesi çelişkili bir durum oluşturmaktadır.

Öte yandan, Anayasa Mahkemesi'nce, etkili bir başvuru yolunun bulunup bulunmadığının belirlenmesinde başvurulan uygulamaya atıf yapma yaklaşımından B.T. kararıyla vazgeçilmiştir. B.T. kararında, geri gönderme merkezlerindeki tutma koşullarının kötü muamele oluşturduğu iddiasına dayalı başvuru, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi, geri gönderme merkezlerindeki koşulların kötü muamele oluşturduğu iddiasını, uygulamada başarıyla sonuçlandığını gösteren herhangi bir örneğini tespit etmemiş olmasına rağmen, tam yargı davasına konu edilebileceğini belirterek incelememiştir.

İdari gözetim altında tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru yolunun bulunmadığı iddiasına dayalı başvuruda Mahkeme; AİHM'nin Türk hukukunda tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru olmadığına dair kararları bulunduğunu belirttikten sonra, yasal düzenlemeyle oluşturulan ve kanunun objektif anlamına bakıldığında var olduğu hususunda bir tereddüt uyandırmayan bir hukuksal yolun fiilen denenmemiş veya kullanılmamış olmasının söz konusu yolun etkili olmadığı veya bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmesi bakımından yeterli olmayacağı tespitinde bulunmuş, bu tespit kapsamında da bu güne kadar böyle bir davanın açıldığını ve tazminata hükmedildiğini gösteren herhangi bir mahkeme kararının mevcut olmamasına dayanılarak tazminata ilişkin etkili bir başvuru yolunun bulunmadığının söylenmesinin hatalı olacağını ifade etmiştir.9

Cafer Yıldız kararında da benzer bir değerlendirmeyle kabul edilemezlik kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Cafer Yıldız kararında, tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ edilmemesi ya da tutukluluğa yapılan itirazın karara bağlanmaması nedeniyle tutuklama işlemine karşı başvuru imkanlarından yararlandırılmamaya ilişkin iddiaların CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendi kapsamında açılacak davada incelenebileceği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı vermiştir. Mahkeme, buradaki tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren emsal davalar bulunmamasına rağmen böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu olmadığı için bu türden şikâyetlere çözüm getirmeye elverişli nitelik taşıyan bu yola işlerlik kazandırmak ve yasal düzenlemenin kapsamını belirlemek amacıyla derece mahkemelerine başvurulmasında yarar bulunduğunu belirtmiştir.10

Tahliye edilen ve hakkında açılan kamu davası devam eden kişinin CMK 141/1-a kapsamında açacağı tazminat davasında kuvvetli suç şüphesinin ve tutukluluğun diğer kanuni şartlarının bulunmadığına ilişkin yapılacak tespitin devam eden kamu davasını etkileyebilecek olması ve tazminat davasını yürüten mahkemenin bu tür değerlendirmelerden kaçınabileceği ihtimali yahut hakkında mahkûmiyet hükmü verilen ve bu hüküm kanun yolu incelemesi aşamasında olan veya kesinleşen kişilerin açacakları tazminat davasında mahkemenin, tutuk