2018/14339

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AYHAN IŞIK ASLIM BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/14339)

 

Karar Tarihi: 14/9/2021

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Ayhan Işık ASLIM

Vekili

:

Av. Altan SAVACI

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, gecekondunun tazminatsız olarak yıktırılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 8/5/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu 1956 doğumlu olup Ankara'da ikamet etmektedir.

A. Olayın Arka Planı

10. Ankara ili Altındağ ilçesi Alemdağ Mahallesi'nde kâin 21902 ada 9 parsel numaralı 1550 m² büyüklüğündeki taşınmazın 224/1550 payı başvurucunun annesi F.A. adına kayıtlı iken 17/11/2011 tarihinde başvurucuya intikal etmiştir.

11. Aynı mahallede kâin 21907 ada 1 parsel numaralı 1108 m² büyüklüğünde taşınmazın üzerinde başvurucunun murisi tarafından -başvurucunun beyanına göre- yaklaşık 30 yıl önce bir adet iki katlı gecekondu inşa edilmiştir. Bu taşınmaz, tapu sicilinde hâlihazırda A.B., Y.T., A.T., M.Y., N.K. ve O.A. adına kayıtlıdır. Gecekondunun inşa edildiği tarihte taşınmazın mülkiyetinin kime ait olduğu hususunda bireysel başvuru dosyasında bir açıklık bulunmamaktadır. Bununla birlikte başvurucu, binanın inşa edildiği tarihte murisinin taşınmazın hissedarı olduğunu, binayı ruhsatsız olarak inşa etse de sonradan imar affından yararlanarak binayı yasal hâle getirdiğini öne sürmektedir. Başvurucunun beyanına göre binanın bulunduğu taşınmaz, imar uygulaması neticesinde başka bir parsele -21907 ada 1 parsel numaralı taşınmaza- kaydırılmıştır.

12. 21907 ada 1 parsel numaralı taşınmazın malikleri 2/12/2014 tarihinde Altındağ Belediyesine (Belediye) müracaat ederek taşınmaz üzerindeki gecekondunun yıktırılmasını talep etmiştir. Belediye 8/12/2014 tarihinde binanın ruhsatsız olduğu gerekçesiyle yapı tatil zaptı düzenlemiştir. Belediye Encümeni 31/12/2014 tarihli işlemle binanın yıkılmasını kararlaştırmıştır. Bu işlem 8/1/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

13. Belediye 15/1/2015 tarihinde binanın 15 gün içinde tahliye edilmesini ve yıktırılmasını, aksi takdirde yıkımın Belediye tarafından gerçekleştirileceğini ve yıkım masraflarının %20 zamlı olarak tahsil edileceğini başvurucuya ihtar etmiştir.

B. Adli Yargıda Açılan Davalara İlişkin Süreç

14. Başvurucu 10/12/2014 tarihinde, muhtemel bir yıkımın tedbiren durdurulması istemiyle Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Anılan Mahkeme 15/12/2014 tarihinde yıkımın tedbiren durdurulmasına karar vermiştir. Ancak Mahkeme 12/3/2015 tarihinde davayı görev yönünden reddetmiş, ayrıca tedbir kararının da kaldırılmasına hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde, yıkım kararının bir idari işlem olduğu ve buna karşı idari yargıda dava açılması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun yıkım kararına karşı idari yargıda dava açtığına dair bir bilgi bireysel başvuru dosyasında bulunmamaktadır.

15. Başvurucu 16/12/2014 tarihinde Belediyeye müracaat ederek bina bedelinin ödenmesini talep etmiştir.

16. Başvurucu 19/12/2014 tarihinde Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesinde Belediye aleyhine tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde binanın ruhsatsız olduğu gerekçesiyle yıktırılacağı, bu sebeple binanın bedelince tazminata hükmedilmesi gerektiği belirtilmiştir. Sözü edilen Mahkeme 22/12/2014 tarihinde davayı, idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle görev yönünden reddetmiştir.

C. İdari Yargıda Açılan Tazminat Davasına İlişkin Süreç

17. İhtilaf konusu taşınmazın üzerindeki yapı dosyadan anlaşılamayan bir tarihte yıktırılmıştır. Yapının kimin tarafından yıkıldığı/yıktırıldığı hususunda dosyada bir belirlilik bulunmamaktadır.

18. Başvurucu 18/10/2016 tarihinde Ankara 6. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) Belediye aleyhine tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde binanın kaçak olmadığı, imar affıyla kaçak olma durumuna son verildiği belirtilmiş; yıkım sebebiyle oluşan zarar dolayısıyla fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmak üzere 50.000 TL maddi tazminata hükmedilmesi talep edilmiştir. Dava dilekçesine, başvurucunun annesi F.A. adına 351.000 TL iskân harcı tahakkuk ettirildiğini ve bunun ödendiğini gösteren 27/8/1990 tarihli tahakkuk fişi ve makbuz ile imar affı müracaatına ilişkin diğer bazı belgeler eklenmiştir.

19. Mahkeme 24/10/2016 tarihinde eksiklikler bulunduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin reddine karar vermiş, eksikliklerin giderilerek davanın yenilenmesi için başvurucuya otuz günlük süre tanımıştır. Başvurucu 18/11/2017 tarihinde davayı yenilemiştir. Yenileme dilekçesinde binanın yıktırılması nedeniyle fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmak üzere 50.000 TL maddi tazminata hükmedilmesi talep edilmiştir.

20. Belediye tarafından Mahkemeye sunulan savunma dilekçesinde; binayı Belediyenin yıkmadığı, gecekondu sahibinin yıktığı iddia edilmiştir. Savunmada ayrıca binanın yıkılmasının hukuka uygun olduğu ve ruhsatlandırılması mümkün olmayan bir kaçak yapının yıkılması sebebiyle Belediyenin tazminat sorumluluğunun doğmayacağı ifade edilmiştir.

21. Mahkeme 2/12/2016 tarihli ara kararıyla başvurucudan, 16/1/2017 tarihli ara kararıyla da Belediyeden yıkımın ne zaman gerçekleştirildiğini sormuştur. Başvurucu tarafından Mahkemeye gönderilen cevapta Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12/3/2015 tarihinde görevsizlik kararı vererek yıkımın tedbiren durdurulması kararını kaldırmasından sonra Belediye tarafından yıkımın icra edildiği bildirilmiştir. Belediye ise 6/2/2017 tarihli cevabı ve eklerinde binanın gecekondu sahibi tarafından yıktırıldığını belirtmiştir.

22. Mahkeme 21/6/2017 tarihli kararıyla davayı esastan reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, yıkım kararına yönelik olarak açılmış bir davanın bulunmadığı ve yıkımın ne zaman ve kimin tarafından gerçekleştirildiğinin belli olmadığı vurgulanmıştır. Kararda, idari işlemlerin hukuka uygunluk karinesinden yararlanacağı ve aksi yargı kararıyla belirtilene kadar idari işlemin hukuka uygun olduğunun kabul edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun evinin yıkılmasına ilişkin encümen kararına karşı dava açmadığının altını çizen Mahkeme, bu işlemin tesis edildiği andan itibaren hukuka uygunluk karinesinden yararlandığının kabulünün zorunlu olduğunu ve hukuka uygun olarak tesis edilen bu işlem nedeniyle uğranılan maddi bir zarardan bahsedilmesinin mümkün bulunmadığını ifade etmiştir.

23. Başvurucu bu karara karşı istinaf yoluna müracaat etmiştir. İstinaf dilekçesinde, yapının kaçak olmadığı belirtilmiş; ayrıca sunduğu delillerin ilk derece mahkemesinde dikkate alınmadan idarenin savunmasına üstünlük tanınarak karar verildiğinden yakınılmıştır. İstinaf dilekçesinde 25 yıldan fazla süredir kullanılan bina kaçak olsa bile bedelinin ödenmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 6. İdari Dava Dairesi 16/2/2018 tarihinde istinaf istemini esastan reddetmiştir. Nihai karar 26/4/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

24. Başvurucu 8/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

25. 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Bu Kanunun amacı; imar ve gecekondu mevzuatına aykırı olarak inşa edilmiş ve inşa halindeki bütün yapılar hakkında uygulanacak işlemleri düzenlemek ve bu işlemlere dair müracaat, tespit, değerlendirme, uygulama ve duyuru esaslarını ve ilgili diğer hususları belirlemektir."

26. 2981 sayılı Kanun'un "Müracaat işleri" kenar başlıklı 7. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"İmar mevzuatına aykırı yapılar ve gecekondular için yapının bulunduğu yerin valilik veya belediyelerine aşağıdaki esaslara göre müracaat edilir."

27. 2981 sayılı Kanun'un "Uygulama işlemleri" kenar başlıklı 9. maddesinin (a) fıkrası şöyledir:

"a) Müstakilen kendisine ait arsa üzerinde imar mevzuatına aykırı yapı yapılmış ise;

1. Yapı, korunacak durumda ise, müracaat dilekçesine ekli tespit ve değerlendirme belgelerine göre gerekli harçlar tahsil edilmek suretiyle hemen,

2. Yapı, ıslah edilerek korunacak durumda ise, ıslah edildikten sonra hemen,

Yapı ruhsatı veya kullanma izni verilir."

28. 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun "Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapılar" kenar başlıklı 32. maddesi şöyledir:

"Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.

Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshası da muhtara bırakılır.

Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.

Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.

Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.

 (Ek fıkra:29/11/2018-7153/15 md.) İdare tarafından ruhsata bağlanamayacağı veya aykırılıkların giderilemeyeceği tespit edilen yapıların ruhsatı üçüncü fıkrada düzenlenen bir aylık süre beklenmeden iptal edilir ve mevzuata aykırı imalatlar hakkında beşinci fıkra hükümleri uygulanır."

29. 20/7/1966 tarihli 775 sayılı Gecekondu Kanunu'nun "Yeniden gecekondu yapımının önlenmesi" kenar başlıklı 18. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra, belediye sınırları içinde veya dışında, belediyelere, Hazineye, özel idarelere, katma bütçeli dairelere ait arazi ve arsalarda veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerde yapılacak, daimi veya geçici bütün izinsiz yapılar, inşa sırasında olsun veya iskan edilmiş bulunsun, hiçbir karar alınmasına lüzum kalmaksızın, belediye veya Devlet zabıtası tarafından derhal yıktırılır.

....

Özel kişilere veya bu maddenin 1 inci fıkrasında sözü geçenler dışındaki tüzel kişilere ait arazi ve arsalar üzerinde yapılacak izinsiz yapılar hakkında, arsa sahiplerinin yazılı müracaatları üzerine ve mülkiyet durumlarını tevsik etmeleri şartıyla bu madde hükümleri, aksi halde genel hükümler ve 3194 sayılı İmar Kanunu hükümleri uygulanır. "

B. Uluslararası Hukuk

30. İlgili uluslararası hukuk için bkz. Durali Gümüşbaş, B. No: 2015/6427, 10/10/2018, §§ 21-24.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

31. Mahkemenin 14/9/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

32. Başvurucu; binanın kaçak statüsünde bulunmadığını, 2981 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaat üzerine 27/8/1990 tarihinde vergileri ödenerek mesken olarak tescil edildiğini ve yapı kullanma izni verildiğini belirtmiştir. Başvurucu, binanın 2981 sayılı Kanun'dan yararlandırıldığı hususu idarenin de kabulünde olduğu hâlde Belediyenin diğer hissedarların rızasının bulunmaması sebebiyle işlemin tamamlanmadığı yolundaki savunmasının kanuna aykırı olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, oturma izni bulunan ve uzun süredir sorunsuz bir biçimde kullanılan binanın Belediye tarafından yıkılmasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu son olarak Belediyenin taşınmazın kendisi tarafından yıkıldığı yolundaki savunmasına itibar edilmesinin mümkün olmadığını, binanın Belediye tarafından yıktırıldığını vurgulamıştır.

33. Bakanlık görüşünde, başvurucunun üçüncü kişiye ait bir taşınmaz üzerinde bina inşa ettiğine işaret edildikten sonra öncelikle başvurucunun mülkünün bulunup bulunmadığının tartışılması gerektiği ifade edilmiştir. Bakanlık görüşünde ayrıca başvurucunun yıkım kararına karşı idari yargıda dava açmamış olması sebebiyle başvuru yollarının tüketilmediği savunulmuştur.

34. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında Bakanlığın başvuru yollarının tüketilmediği iddiasına itibar edilmemesi gerektiğini belirtmiştir. Başvurucu bunun dışında yıkım kararının hukuka aykırı olduğuyla ilgili olarak başvuru formunda ileri sürdüğü iddialarını tekrarlamıştır.

B. Değerlendirme

35. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Yıkım Kararı Yönünden

36. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında bireysel başvuruda bulunulmadan önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20; Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 26).

37. Başvurucu 10/12/2014 tarihinde muhtemel bir yıkım kararının tedbiren durdurulması istemiyle Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmış ise de bu dava 15/12/2014 tarihli kararla idari yargının görevine girdiği gerekçesiyle görev yönünden reddedilmiştir. Başvurucunun Belediye Encümeninin 31/12/2014 tarihli yıkım kararına karşı idari yargıda dava açtığına dair bir bilgi bireysel başvuru dosyasında bulunmamaktadır. Bu durumda yıkım kararına yönelik şikâyete ilişkin olarak olağan başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır.

38. Açıklanan gerekçelerle yıkım kararı açısından başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Tazminat Ödenmemesi Yönünden

39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının tazminat ödenmemesi sebebiyle ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

40. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, §§ 49-54). Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

41. Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı mevcut mal, mülk ve ekonomik değerleri koruyan bir temel haktır. Kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma beklentisi -bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- mülkiyet kavramı içinde değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, § 36).

42. Anayasa Mahkemesi daha önce pek çok kararında şehir planlaması ile ilgili düzenlemelere aykırı şekilde inşa edilmiş olması sebebiyle idari makamlarca yapının her an yıkılması mümkün bulunmasına rağmen bu yönde bir girişimde bulunulmaması ve önlem alınmaması, uzunca bir süre bu duruma sessiz kalınması, esasen yapı sebebiyle vergi tahsil edilmesi veya yapının kamu hizmetlerinden yararlandırılması suretiyle bu alanlarda sosyal ortam ve aile ortamının oluşturulmasına izin verilmesi hâlinde, inşa edilen yapının kullanılmasından kaynaklanan ekonomik değerin Anayasa'nın 35. maddesi çerçevesinde önemli bir mal varlığı değeri ve dolayısıyla bir mülk oluşturduğunun kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir (birçok karar arasından bkz. Ayşe Öztürk, B. No: 2013/6670, 10/6/2015, § 85; Nazif Kılıç, B. No: 2014/5162, 15/6/2016, § 35; İrfan Öztekin, B. No: 2014/19140, 5/12/2017, §§ 43-45; Rifat Algan, B. No: 2014/19138, 22/2/2018, §§ 49-51).

43. Somut olayda tam olarak ne zaman inşa edildiği dosyadan anlaşılmayan ancak 27/8/1990 tarihinden önce inşa edildiği tespit edilebilen gecekonduya 8/12/2014 tarihine kadar dokunulmadığını not etmek gerekir. Öte yandan başvurucu, annesi tarafından 27/8/1990 tarihinde 2981 sayılı Kanun kapsamında imar affı başvurusu yapıldığını ve bunun kabul edildiğini gösteren belgeleri Mahkemeye sunmuştur. Başvurucunun murisi ve başvurucu 8/12/2014 tarihine kadar bu yapıyı kullanmış ve yapının mevzuata aykırılığı hususunda kamu makamlarınca uyarılmamıştır. Dolayısıyla söz konusu yapının bu kadar uzun bir süre kullanılmasının başvurucu bakımından önemli bir ekonomik menfaat teşkil ettiği ve bu yönden başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca mülkiyet hakkı kapsamında korunması gereken bir menfaatinin mevcut olduğu kabul edilmiştir.

b. Müdahalenin Varlığı

44. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§ 55-58).

45. Somut olayda mülkiyet hakkı yönünden şikâyet edilen temel husus taşınmaz üzerindeki yapının tazminat ödenmeksizin yıkılmasına ilişkindir. Anayasa Mahkemesi daha önce benzer başvuruları mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına saygıya ilişkin genel kural çerçevesinde incelemiştir (İrfan Öztekin, § 47; Rıfat Algan, § 53; Durali Gümüşbaş, B. No: 2015/6427, 10/10/2018, § 42). Somut olayda da bu ilkeden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmamaktadır.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

46. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

47. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

i. Kanunilik

48. Somut olaydaki taşınmaz 3194 sayılı Kanun'un 32. maddesi uyarınca yıkılmıştır. Dolayısıyla yıkımın kanuni dayanağının bulunduğu değerlendirilmiştir.

49. Başvurucu, yapının 2981 sayılı Kanun'dan yararlandırılması nedeniyle ruhsatsız yapı olarak muamele göremeyeceğini ileri sürmekte ise de başvurucunun yıkım işlemine karşı dava açmadığını vurgulamak gerekir. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda kanunilik unsuru yönünden yapacağı inceleme müdahalenin hukuka uygun olup olmadığını değil kanuni dayanağının bulunulup bulunmadığını incelemekten ibaret olduğu hatırlanmalıdır. Bu itibarla başvurucunun evinin kaçak olmaktan çıkıp çıkmadığının incelenmesi bu aşamada Anayasa Mahkemesinin görevi değildir.

ii. Meşru Amaç

50. Anayasa'nın 56. maddesinde, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu düzenlenmiş; çevreyi geliştirmenin, çevre sağlığını korumanın ve çevre kirliliğini önlemenin devlet ve vatandaşların ödevi olduğu belirtilmiştir. İnşa edilecek yapıların imar mevzuatına uygun olarak yapılmasının sağlanması ve bu kapsamda ilgili mevzuat hükümleri uyarınca ruhsat alınmadan yapılabileceği açıkça düzenlenen yapılar hariç bütün yapıların ruhsata bağlanması suretiyle yapılaşmanın fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun olarak gerçekleştirilmesi; sağlıklı, güvenli, kaliteli ve ekonomik yaşam çevrelerinin oluşturulması bakımından önem teşkil etmektedir. Bu bakımdan yapılaşmanın fen, sağlık ve çevre şartlarına uygunluğunun sağlanmasında ve buna ilişkin düzenlemelerde kamu yararı bulunduğu kabul edilmelidir (Osman Yücel, B. No: 2014/4874, 15/6/2016, §§ 82-84). Somut olayda başvurucuya ait yapının ruhsatı olmadığı gerekçesiyle yıkılmasının kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğu kabul edilmiştir.

iii. Ölçülülük

51. Anayasa Mahkemesi daha önce Durali Gümüşbaş başvurusunda benzer şikâyetleri incelemiş ve ölçülülük ilkesi yönünden uygulanacak kriterleri ortaya koymuştur (Durali Gümüşbaş, §§ 48-53).

52. Durali Gümüşbaş kararında ölçülülük yönünden yapılan değerlendirmede şehir planlama ve imar uygulamaları çerçevesinde geniş takdir yetkileri bulunan kamu makamlarının bu takdir yetkilerini zamanında, makul ve tutarlı bir biçimde kullanmaları gerektiğine vurgu yapılmıştır. Ancak anılan kararda binanın yıkım tarihine kadar yaklaşık yirmi dört yıl boyunca herhangi bir girişimde bulunmayan kamu makamlarının kendilerinden beklenen özeni göstermedikleri ifade edilmiştir. Derece mahkemelerinin olayın gelişiminde kamu makamlarının edilgen tutumunu dikkate almamasının bütün zarara tek başına başvurucunun katlanması sonucuna yol açtığı, buna rağmen herhangi bir tazminat da ödenmemesinin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği kanaatine ulaşılmıştır. Bu sebeple başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu ve müdahalenin ölçülü olmadığı kabul edilmiştir (Durali Gümüşbaş, §§ 48-57).

53. Somut olaydaki yapının kimin tarafından yıkıldığı anlaşılamamaktadır. Ancak Belediyenin tazminat yükümlülüğünün bulunup bulunmadığının tespiti bakımından yapının kimin tarafından yıkıldığının -hükmedilecek tazminat miktarının belirlenmesi dışında- bir önemi yoktur. Zira yapı ile ilgili olarak verilmiş ve kesinleşmiş bir yıkım kararı bulunmaktadır. Ayrıca Belediye yapıyı yıkmasını başvurucuya ihtar etmiştir. Olayda kesinleşmiş bir yıkım kararı söz konusu olduğundan tazminat yükümlülüğünün binanın kimin tarafından yıkıldığından bağımsız olarak ele alınması gerekir. Diğer bir ifadeyle yapı, başvurucunun kendisi tarafından yıktırılmış olsa bile yıkım işlemi Belediyenin icbarı üzerine gerçekleştiğinden bu durum -varsa- Belediyenin tazminat yükümlülüğüne halel getirmemektedir. Bununla birlikte yapının başvurucu tarafından yıktırılıp enkazın alındığının tespiti hâlinde bunun hükmedilecek tazminat miktarının belirlenmesinde dikkate alınacağı tabiidir.

54. Ruhsatsız ya da ruhsata aykırı yapıldığı gerekçesiyle yıkılan yapılara ilişkin olarak binanın hangi tarihte inşa edildiği, binanın yapıldığı tarihten yıkım işleminin gerçekleştirildiği tarihe kadar kamu makamlarınca herhangi bir yıkım kararı alınıp alınmadığı, başvurucunun binanın kullanımına ilişkin kamusal hizmetlerden istifade ettirilip ettirilmediği, bir başka deyişle kamu makamlarının bu süreçte nasıl bir tutum takındıkları da başvurunun sonucu açısından önem arz etmektedir. Ne var ki somut olayda derece mahkemelerince bahsedilen hususlara ilişkin herhangi bir inceleme ve değerlendirme yapılmadığı görülmektedir (benzer yönde değerlendirme için bkz. Abbas Özçelik ve diğerleri, B. No: 2016/3193, 29/5/2019, § 27).

55. Başvuru konusu olayda başvurucunun başka kişiler adına kayıtlı taşınmaz üzerinde inşa ettiği ruhsatsız bina yıkılmıştır. Söz konusu binanın yapım tarihi tam olarak tespit edilememekle birlikte başvurucunun murisi tarafından bu yapıya ilişkin olarak 1990 yılında imar affı müracaatının bulunduğu açıktır. Öte yandan başvurucunun iddiasına göre murisi hissedar olduğu taşınmaz üzerinde yapıyı inşa etmiş, ancak sonradan yapılan imar uygulaması sonucu yapının üzerinde bulunduğu arazi parçası başka kişiler adına tescil edilmiş ve bu sebeple yapı başkası adına tescilli taşınmaz üzerinde kalmıştır. Mahkeme tarafından başvurucunun bu iddiasına yönelik bir araştırma yapılmamış ise de başvurucunun tazminata müstahak olup olmadığının değerlendirilmesinde binanın baştan beri üçüncü kişiye ait olan taşınmaz üzerinde inşa edilmiş olup olmadığının bir önemi bulunmamaktadır. Zira Belediyenin 2014 yılına kadar yapının yıkılması için harekete geçmediği açıktır. Taşınmazın en az yirmi dört yıldır başvurucunun murisi ve başvurucu tarafından kullanıldığı anlaşılmaktadır. Somut olayda olduğu gibi kamu makamlarının binanın yıkımı için uzun süre hareketsiz kalması binanın yıkılıp yıkılmayacağı noktasında belirsiz bir durumun oluşmasına sebebiyet vermiştir. Böyle bir durumda başvurucunun kamu makamlarının uzun bir süre boyunca devam eden edilgen tutumlarının bir anda değişebileceğini öngörmesini beklemek hakkaniyete aykırı olacaktır. Bu kadar uzun bir süre boyunca söz konusu binanın kullanımının başvurucu bakımından önemli bir ekonomik menfaat teşkil ettiğini ifade etmek gerekir (benzer yönde değerlendirme için bkz. Abbas Özçelik ve diğerleri, B. No: 2016/3193, 29/5/2019, § 28).

56. Mahkeme, başvurucunun yıkım kararına karşı dava açmaması sebebiyle yıkım kararının hukuka uygunluk karinesinden yararlanacağından söz ederek daha öte bir inceleme yapmamış ve davayı reddetmiştir. Yukarıda yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere yıkım kararının hukuka uygun olması idarenin tazminat sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Mülkiyet hakkına yapılan ve mülkten yoksun bırakma ya da mülkten barışçıl yararlanma kapsamında kalan müdahalenin hukuka uygun olması tek başına mülkiyet hakkının ihlal edilmediğini göstermemektedir. Müdahalenin kanuni dayanağının bulunması Anayasa'ya uygunluk koşullarından sadece bir tanesidir. Bunun yanında müdahalenin ölçülü olması, bu bağlamda öngörülen meşru amaçla kıyaslandığında malike aşırı ve olağanın ötesinde bir külfet de yüklememesi gerekir.

57. Sonuç olarak somut olayda derece mahkemelerinin tek başına binanın ruhsatsız olduğu olgusundan hareket edip olayın gelişiminde kamu makamlarının edilgen tutumunu dikkate almamaları, bütün zarara tek başına başvurucunun katlanması sonucuna yol açmıştır. Bu yaklaşımın da başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklediğini belirtmek gerekir. Bu durumda başvurucuya herhangi bir tazminat da ödenmediği dikkate alındığında mülkiyet hakkının korunması ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu ve müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır (benzer yönde değerlendirme için bkz. Abbas Özçelik ve diğerleri, B. No: 2016/3193, 29/5/2019, § 29).

58. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

59. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

60. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini ve yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesini talep etmiştir. Başvurucu ayrıca lehine, bina bedelince tazminata hükmedilmesine karar verilmesi isteminde bulunmuştur.

61. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

62. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

63. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

64. İncelenen başvuruda, başvurucunun yapısının tazminat ödenmeksizin yıkılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği kanaatine varılmıştır. Dolayısıyla ihlalin idarenin işleminden kaynaklandığı anlaşılmıştır. Ancak mahkemeler de ihlali giderememiştir.

65. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili Ankara 6. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

66. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

67. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Yıkım kararı sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Tazminat ödenmemesi sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının tazminat ödenmemesi sebebiyle İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 6. İdare Mahkemesine (E.2016/4954, K. 2017/2173) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat isteminin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 14/9/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.