2018/2028

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BAYRAM İÇDEMİR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/2028)

 

Karar Tarihi: 24/2/2021

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Eren Can BENAKAY

Başvurucu

:

Bayram İÇDEMİR

Vekili

:

Av. Mecnun YATMAZ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, su taşkını sebebiyle zarara uğranıldığından bahisle açılan tam yargı davasında yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılmasına ilişkin talebin dikkate alınmaması, aleyhe yüksek tutarda vekâlet ücretine hükmedilmesi, yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının; tarlasını su basması sonucu zarara uğraması nedeniyle mülkiyet hakkının; aynı bölgede bir yıl önce meydana gelen yağışlar nedeniyle dava açan kişilere tazminat ödendiği hâlde kendisine ödenmemesi nedeniyle de ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru10/1/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, Osmaniye ili Kadirli ilçesi Aşağıçıyanlı köyü sınırları içerisinde yer alan 726 parsel sayılı taşınmazının malikidir. Olay tarihinde taşınmazın bir kısmında karpuz bir kısmında ise mısır ekilidir. 2009 yılı Mayıs ayının ilk haftası içerisinde bölgede yoğun bir yağış gerçekleşmiştir. Bu yağışın neticesinde Sumbas ilçesinde bulunan Mehmetli Barajı'nın kapakları Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) tarafından açılmıştır. Söz konusu yağış sırasında su kanallarında taşkın meydana gelmiş ve başvurucunun ekinleri zayi olmuştur. Başvurucunun iddiasına göre taşkına, baraj kapaklarının açılması yol açmıştır.

9. Başvurucu yaşanan olay nedeniyle uğradığı zararın tespiti amacıyla Kadirli Sulh Hukuk Mahkemesinde (Sulh Hukuk Mahkemesi) 28/5/2009 tarihinde dava açmıştır. Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından 28/5/2009 tarihinde keşif yapılmış ve keşif sonucunda 10/6/2009 tarihli bilirkişi raporu düzenlenmiştir. Raporda özetle; Mayıs ayının ilk haftasında meydana gelen aşırı yağışlar sonucu drenaj kanallarının suları drene edememesi nedeniyle sel felaketinin yaşandığı, oluşan sel sularının drene edilemeyip birikmesi nedeniyle tespite konu arazinin günlerce sular altında kaldığı belirtilmiştir. Raporda ayrıca, sular altında kalan karpuz ve mısır mahsullerinde hasar oluştuğu ve meydana gelen zarar miktarının toplam 136.128,96 TL olduğu ifade edilmiştir.

10. Başvurucu, uğradığını iddia ettiği 136.778 TL zararının tazmini istemiyle DSİ VI. Bölge Müdürlüğüne yaptığı başvurusunun reddedilmesi üzerine zararının olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle Adana 1. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) 2/9/2009 tarihinde dava açmıştır.

11. Mahkeme 13/5/2011 tarihli ara kararı ile keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vermiştir. 27/5/2011 tarihinde yapılan keşif sonrasında 18/6/2011 tarihli bilirkişi raporu düzenlenmiştir. Söz konusu raporda, Mehmetli Barajı'nın tekniğine uygun olarak işletildiği, davacıya ait ürünlerin zarar görmesinde idareye atfedilebilecek kusur bulunmadığı ifade edilmiştir. Meydana gelen sel taşkınları ile drenaj kanallarının gerek kapasitesi gerekse temizliği arasında nedensellik bağının bulunmadığı, drenaj kanalları temizlenmiş olsa dahi bir takım zararların oluşabilme ihtimallerinin kaçınılmaz ve doğal olduğu belirtilmiştir. Son olarak taşınmazda ekili ürünler su altında kalmış olsa dahi, iklimin ve ekolojinin olumlu etkisiyle normal bir gelişim göstererek ürüne yattığı ve bu sebeple de davacının idarenin eylemi sonucu bir zarara uğramadığı kanaatine varılmıştır.

12. Mahkeme 30/3/2012 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda yukarıda belirtilen rapor özetlendikten sonra meydana gelen zarar ile idarenin faaliyeti arasında illiyet bağı bulunmadığından idareye tazmin yükümlülüğü yüklenemeyeceği ifade edilmiştir. Öte yandan reddedilen tutar üzerinden hesaplanan 12.717 TL tutarındaki nispi vekalet ücretinin başvurucu tarafından ödenmesine karar verilmiştir.

13. Başvurucu 13/7/2012 tarihinde karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde; dava açtığı sırada ıslah imkânının olmaması nedeniyle hak kaybına uğramamak için talebini yüksek tuttuğunu, vekille temsil edilmesi nedeniyle yargılama sonucunda reddedilen maddi tazminat tutarı üzerinden 12.717 TL avukatlık ücretini ödemek zorunda kaldığını, konuyla ilgili itirazlarını cevap dilekçesinde de belirttiğini ileri sürmüştür.

14. Başvurucu esasa ilişkin olarak ise Mehmetli Barajı'nın kapaklarının açılmasında idarenin kusurunun bulunduğunu, kanalların yetersiz olması ve bakımlarının zamanında yapılmaması nedeniyle su baskını yaşandığını, tarladaki mahsulünün bu nedenle zarar gördüğünü belirtmiştir. Mahkemenin olayın üzerinden 26 ay geçtikten sonra keşif yaptığını, olay tarihinde su kanallarının bakım durumunun bu şekilde tespit edilmesinin mümkün olmadığını vurgulamıştır. Sulh Hukuk Mahkemesinin 10/6/2009 tarihli ve 2019/39 D. İş sayılı tespit kararında zararın ve nedenlerinin açıkça ortaya konduğunu ifade etmiştir. Bu tespit hükmünün aksi yönünde düzenlenen, mevcut durum üzerinden değerlendirme yapan ve idarenin kusurunun bulunmadığı sonucuna varan bilirkişi raporunun hatalı olduğunu, raporda Devlet Meteoroloji Genel Müdürlüğünün şiddetli yağış olarak nitelendirdiği yağışların afet niteliğinde olduğunun değerlendirildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu varsayıma dayalı ibarelerin yer aldığı bilirkişi raporu esas alınarak karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu savunmuştur.

15. Danıştay Onuncu Dairesi (Daire) tarafından ilk derece mahkemesi kararı 12/10/2015 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Daire tarafından 6/11/2017 tarihli kararla reddedilmiştir.

16. Nihai karar 12/12/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

17. Başvurucu 10/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

18. Anayasa'nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu belirtilmiştir. Bu hüküm Türk hukukunda idarenin mali sorumluluğunun anayasal temelini oluşturmaktadır. Özel hukuktan farklı olarak -somut bazı konuları düzenleyen birkaç istisna dışında- idarenin idari nitelikteki işlem ve eylemlerinden doğan zararlara ilişkin mali sorumluluğunu düzenleyen genel bir kanun hükmü yoktur. İdarenin kamu hukuku alanından kaynaklanan mali sorumluluğunun çerçevesi ile hüküm ve esasları, Anayasa'nın anılan hükmünden yola çıkılmak suretiyle Danıştay içtihatlarıyla belirlenmiştir. Danıştay içtihatlarına göre idarenin mali sorumluluğu, kusur sorumluluğu ve kusursuz sorumluluk şeklinde ikiye ayrılmakta; kusursuz sorumluluk da dayandığı sebebe göre tehlikeli faaliyetler, mesleki risk, sosyal risk ve fedakârlığın denkleştirilmesi biçiminde tasnif edilmektedir. Kusur sorumluluğunda idarenin kusurlu bulunması (hizmet kusuru) sorumluluğun temel şartı iken kusursuz sorumluluk hâllerinde idarenin kusuru bulunmasa dahi mali sorumluluğu söz konusu olabilmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§28, 29, 30).

19. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Vergi Usul Kanununun uygulanacağı haller" kenar başlıklı 31. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Bu Kanun'da hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, dosyanın taraflar ve ilgililerce incelenmesi, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sukünunu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemler, elektronik işlemler ile ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla duruşma icrasında Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygunlanır. Ancak, davanın ihbarı Danıştay, mahkeme veya hakim tarafından re'sen yapılır. (Ek cümle: 3/11/2016-6754/22 md.) Bilirkişiler, bilirkişilik bölge kurulları tarafından hazırlanan listelerden seçilir ve bilirkişiler hakkında Bilirkişilik Kanunu ve 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun ilgili hükümleri uygulanır.”

20. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakameleri Kanunu’nun 323. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Yargılama giderleri şunlardır:

...

ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti.

...”

21. 2/11/2011 tarihli ve 28103 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname 'nin (KHK) “Davalardaki temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar başlıklı 14. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.”

22. 21/12/2011 tarihli ve 28149 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 2012 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin (AAÜT) 12. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde gösterilen hukuki yardımların konusu para veya para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücreti, (yedinci maddenin ikinci fıkrası, dokuzuncu maddenin birinci fıkrasının son cümlesi ile onuncu maddenin son fıkrası hükümleri saklı kalmak kaydıyla,) Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir.”

23. 2012 yılı AAÜT'nin ikinci kısmının ikinci bölümünün ilgili kısmı şöyledir:

 “İdare ve Vergi Mahkemelerinde takip edilen davalar için

a) Duruşmasız ise 600,00 TL

b) Duruşmalı ise 1.200,00 TL

..."

24. 2012 yılı AAÜT'nin üçüncü kısmının ilgili bölümü şöyledir:

 “Yargı Yerleri ile İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve Konusu Para Olan veya Para ile Değerlendirilebilen Hukuki Yardımlara Ödenecek Ücret

1. İlk 25.000,00 TL için % 12

2. Sonra gelen 35.000,00 TL için % 11

...”

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

25. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir...”

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

26. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrasında açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz edilmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak dikkate alındığında mahkemeye erişim hakkının da garanti altına alındığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrasında mündemiçtir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp 6. maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).

27. AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması, zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan sınırlamalar Sözleşme'nin 6. maddenin birinci fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

28. Mahkemenin 24/2/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Silahların Eşitliği ve Çelişmeli Yargılama İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

29. Başvurucu; yeniden bilirkişi raporu alınmadığını, bu sebeple Mahkemenin idarenin kusurunun bulunmadığı yolundaki değerlendirmesinin hatalı olduğunu, Sulh Hukuk Mahkemesinin 10/6/2009 tarihli ve 2019/39 D. İş sayılı tespit kararında zararın ve nedenlerinin açıkça ortaya konulduğunu, ortada çelişkili bir durum bulunmakta iken davalı idarenin sunduğu belgelere göre karar verdiğini belirterek silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

2. Değerlendirme

30. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

31. Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca herkes iddia, savunma ve adil yargılanma hakkına sahiptir. Anayasa'nın anılan maddesinde adil yargılanma hakkından ayrı olarak iddia ve savunma hakkına birlikte yer verilmesi, taraflara iddia ve savunmalarını mahkeme önünde dile getirme fırsatı tanınması gerektiği anlamını da içermektedir (Mehmet Fidan, B. No: 2014/14673, 20/9/2017, § 37).

32. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen silahların eşitliği ilkelerine Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Bu itibarla anılan ilkenin adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriğine dâhil olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Anılan ilkeye uygun yürütülmeyen bir yargılamanın hakkaniyete uygun olması olanaklı değildir (Mehmet Fidan, § 38).

33. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32). Bu usul güvencesi gereğince uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmasını kapsamaktadır (Yüksel Hançer, B. No: 2013/2116, 23/1/2014, § 18).

34. Silahların eşitliği ilkesi kapsamında yapılacak inceleme, başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (Yüksel Hançer, § 19).

35. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ilkesi ışığında taraflara delillerini sunma, inceletme noktasında uygun imkânların tanınması ve yargılamaya etkin katılımlarının sağlanması gerekir. Bu anlamda delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsiz olma iddiaları da yargılamanın bütünü kapsamında değerlendirilecektir. Ceza davaları ile medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin davaların usul kuralları da dâhil olmak üzere yargılamanın tüm aşamalarında silahların eşitliği ilkesinin güvence altına alınarak adil yargılanma hakkının korunması hukuk devleti olmanın bir gereğidir (Mustafa Kupal, B. No: 2013/7727, 4/2/2016, §§ 50-52).

36. Somut olayda görülen davanın tarafları arasındaki ihtilaf, başvurucunun ürününün zarar görmesinde davalı idarenin bir kusurunun bulunup bulunmadığı noktasındadır. Mahkeme başvurucunun iddiasının araştırılması amacıyla mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırmış, bilirkişi raporunu (bkz. § 11) ve başvurucunun itirazlarını (bkz. § 12) değerlendirerek karara varmıştır.

37. Kural olarak Anayasa Mahkemesinin görevi herhangi bir davada bilirkişi raporu veya uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 68). Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin tarafların öne sürdüğü ve esasa etkisi olan iddiaların işin mahiyetinin gerektirdiği ölçüde incelenip incelenmediğini ve özellikle ispat külfeti konusunda taraflardan birinin diğerine nazaran dezavantajlı bir konuma düşürülüp düşürülmediğini denetleme görevi bulunmaktadır (Ahmet Korkmaz, B. No: 2014/16232, 25/1/2018, § 29).

38. Somut başvuruda, Mahkemece yaptırılan bilirkişi incelemesinde mevcut bilimsel ve teknik veriler değerlendirilmiştir. Sulh Hukuk Mahkemesince yapılan keşif sonrasında düzenlenen bilirkişi raporunda yağışların çok yoğun yağması sonrasında drenaj kapaklarının bu suları drene edemediği, bu nedenle de sel felaketinin yaşandığı belirtilmesine karşı Mahkemece yapılan keşif sonrasında düzenlenen bilirkişi raporunda meydana gelen taşkın zararı ile drenaj kanallarının gerek kapasitesi gerekse temizliği arasında nedensellik bağı olmadığı; drenaj kanalları temizlenmiş olsa bile bir takım zararların oluşabilmesinin kaçınılmaz ve doğal olduğu ifade edilmiştir. Mahkemece dayanak alınan bilirkişi raporunda Sulh Hukuk Mahkemesinde düzenlenen bilirkişi raporu göz önünde bulundurulmuş ve aksi yoldaki görüşün oluşmasının gerekçeleri ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Bu açıklama ve tespitler doğrultusunda karar veren Mahkeme; oluşan zararla yürütülen hizmet arasında bir illiyet bağı bulunmadığı, davalı idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmadığı sonucuna varmıştır. Mahkeme kararında anılan rapora atıf yapıldığı ve yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılmasına gerek görülmeyerek davanın reddi yolunda hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır.

39. Delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisinin esasen derece mahkemelerine ait olduğu, derece mahkemelerinin dava konusuna, elde edilen delilerin ağırlığına ve iddia ile savunmalara göre tanık beyanı, keşif icrası ve bilirkişi incelemesi gibi delilleri toplamama veya incelememe konusunda takdir yetkisine sahip olduğu dikkate alındığında yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılmamasına ilişkin ileri sürülen husus yönünden silahların eşitliği ilkesine yönelik bir ihlal olmadığının açık olduğu sonucuna varılmaktadır.

40. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesince açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını temellendiremediği, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).

41. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe katılmamıştır.

B. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

42. Başvurucu; dava açıldığı dönemde ıslah imkânı bulunmaması nedeniyle gerçek zararın tazmininin sağlanması adına talebin yüksek tutulduğunu, tazminat talebinin reddi üzerine idare lehine yüksek vekâlet ücretine hükmedildiğini ve bu durumun dava açmayı anlamsız hâle getirdiğini belirterek mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

43. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı

44. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No:2014/13156, 20/4/2017,§ 34).

45. Bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelen mahkemeye erişim hakkı mutlak bir hak olmayıp sınırlandırılabilir.

46. Mahkemeye erişimi etkisiz kılacak ya da yargı yoluna başvurmayı önemli ölçüde zorlaştırıcı veya caydırıcı nitelikte ya da kişinin mahkemeye başvurmuş olmasını anlamsız hâle getiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkına birer müdahaledir.

47. Başvuruya konu olayda başvurucunun aleyhine yüksek tutarda nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına karşı müdahale edildiği açıktır.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

48. Mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekmektedir (Hüseyin Karaca, B. No: 2015/6160, 19/9/2018, § 38).

49. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

50. Yukarıda belirtilen müdahale Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa'nın 36. Maddesini ihlal eder. Bu sebeple müdahalenin Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir (Feridun Gülmez, B. No: 2014/11451, 19/7/2017, § 78).

 (1) Kanunilik

51. Somut olayda 2577 sayılı Kanun'un 31. maddesinin atfıyla 6100 sayılı Kanun’un 323. maddesi ve 659 sayılı KHK'nın 14. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile 2012 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca reddedilen kısım üzerinden başvurucu aleyhine nispi vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Dolayısıyla müdahalenin kanuni dayanağının bulunduğu anlaşılmaktadır.

 (2) Meşru Amaç

52. Anayasa'nın 13. maddesi temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasını, ilgili hak ve özgürlüğe ilişkin Anayasa maddesinde gösterilen özel sınırlandırma sebeplerinin bulunmasına bağlı kılmıştır. Anayasa’nın 36. maddesinde özel sınırlama nedeni düzenlenmemiştir. Anayasa’nın 36. maddesinde, adil yargılanma hakkı için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu düşünülemez. Anayasa Mahkemesi kararlarında, Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevlerin özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebileceği kabul edilmektedir (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014; AYM, E.2014/177, K.2015/49, 14/5/2015).

53. Anayasa Mahkemesi daha önce vermiş olduğu kararlarda, idare lehine vekâlet ücretine hükmedilmesinin amacının gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece uyuşmazlıkların makul sürede bitirilmesinin sağlanması olduğunu; bu sebeple yapılan müdahalenin meşru bir amaca yönelik olduğunu tespit etmiştir (Ali Şimşek ve diğerleri, B. No: 2014/2073, 6/7/2017, §§ 82-85; Ayşe Acar, B. No: 2014/7060, 21/9/2016, 42-45; Murat Kara ve diğerleri, B. No: 2014/6042, 9/3/2017, § 70).

 (3) Ölçülülük

 (a) Genel İlkeler

54. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).

55. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38; Emrah Yayla [GK], B. No: 2017/38732, 6/2/2020, § 68).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

56. Somut olayda başvurucu 136.788 TL maddi tazminat talebinde bulunmuştur. Mahkeme, davayı reddederek başvurucu aleyhine 12.717 TL vekâlet ücretine hükmetmiştir.

57. İdari ve askerî idari yargıda görülen davalarda talep edilen tazminat miktarlarının reddedilen kısmı üzerinden aleyhe nispi vekâlet ücretine hükmedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceği Anayasa Mahkemesinin benzer olaylara ilişkin birçok kararında ortaya konmuştur (İbrahim Can Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014; Mehmet Tekin, B. No: 2013/7611, 20/5/2015).

58. Bu kararlarda idari ve askerî idari yargıda 15/11/2012 tarihinden önce ıslah imkânının bulunmadığı gözetilerek tarafların ileride hak kaybına uğramamak için dava talep miktarlarını yüksek tutmalarından kaynaklı olarak reddedilen kısım üzerinden aleyhlerine yüksek tutarlarda vekâlet ücretine hükmedilmesinin ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır (İbrahim Can Kişi, § 44; Mehmet Tekin, § 62).

59. Başvurucunun tam yargı (tazminat) davasını açtığı tarih itibarıyla yürürlükteki usul hükümlerinde, dava dilekçelerinde belirtilen talep konusu miktarını sonradan ıslah yoluyla değiştirilmesini öngören bir düzenleme bulunmamaktadır.

60. Tazminat alacağının miktarı ancak bilirkişi incelemesi ve benzeri araştırmalardan sonra mahkemenin takdir yetkisi çerçevesinde belirlenebilen bir olgudur. Tazminat müessesesinin bu özelliği gereği, hak kazanılan tazminat miktarının dava açılmadan önce tam olarak bilinmesi veya öngörülmesi mümkün değildir. Dava açılması aşamasında karşı karşıya kalınan bu belirsizliğin talep edilen miktarın sonradan düzeltilmesi (ıslah) yoluyla aşılması da değişiklik yapılmadan önceki hâliyle2577 sayılı Kanun gereği mümkün olmadığından hak kaybına uğramak istemeyen davacının tazminat talebine ilişkin miktarı yüksek tutmaktan başka seçeneğinin olmadığı görülmektedir (Muammer Özkoca, B. No: 2016/1567, 27/11/2019, § 63).

61. Somut olayın koşulları bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde başvurucunun dava açtığı sırada ıslah imkânının olmaması nedeniyle hak kaybına uğramamak için talebini yüksek tuttuğu ve yargılama sonucunda davasının reddedilmesi nedeniyle 12.717 TL avukatlık ücretini davalı idareye ödemek zorunda kaldığı görülmüştür. Böylece ıslah imkânı olmaması nedeniyle yüksek tazminat talebinde bulunarak açılan davaya ilişkin yargılama sonucunda başvurucu aleyhine hükmedilen avukatlık ücretinin Anayasa Mahkemesinin emsal kararlarında belirlediği kriterlere göre ölçülü olmadığı saptandığından mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (benzer yöndeki kararlar için bkz. Galip Kocuk, B. No: 2014/5639, 24/6/2015; Metin Taşdemir, B. No: 2014/6991, 26/2/2015; Lütfi Karaca, B. No: 2013/6808, 4/2/2016; Emin Demirel ve diğerleri, B. No: 2018/5536, 10/2/2021).

62. Açıklanan gerekçelerle başvuruya konu müdahale ölçülü olmadığından başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

63. Başvurucu; sel nedeniyle uğradığı zararların tazmini amacıyla açtığı tam yargı davasının reddedildiğini, karmaşık bir dosya olmamasına karşın yargılama sürecinin yaklaşık 8 yıl 2 ay sürdüğünü belirterek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

2. Değerlendirme

64. 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a eklenen geçici 2. maddeye göre Anayasa Mahkemesine yapılan ve münhasıran bu maddenin yürürlüğe girdiği 31/7/2018 tarihi itibarıyla Anayasa Mahkemesinde derdest olan yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddiasıyla ilgili bireysel başvuruların Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenerek karara bağlanması öngörülmüştür. Anayasa Mahkemesi Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 27-36) kararında Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönünden inceleyerek Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna varmış; başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle başvurunun kabul edilemezliğine karar vermiştir.

65. Mevcut başvuruda da söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

66. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduklarına karar verilmesi gerekir.

D. Diğer İhlal İddiaları

1. Başvurucunun İddiaları

67. Başvurucu, haksız olarak reddedilen dava sebebiyle maddi zararının karşılanmadığını belirtilerek mülkiyet hakkının; aynı bölgede bir yıl önce meydana gelen yağışlar nedeniyle dava açan kişilere tazminat ödendiğini, bir başka ifadeyle benzer davalarda idarenin kusurlu bulunarak tazminat ödenmesi suretiyle de eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

2. Değerlendirme

68. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Şikâyetlerin özü Mahkeme tarafından hatalı bir yorumla karar verildiği, benzer davalarda farklı kararlar verildiği iddialarına yönelik olduğundan şikâyetin yargılama sonucuna yönelik olduğu ve bu kapsamda değerlendirilmesi uygun görülmüştür.

69. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).

70. Öte yandan farklı kararların aynı mahkemeden çıkmış olması tek başına, adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmeyecektir. Bu kapsamda bireylerin makul güvenlerinin korunması ve hukuki güvenlik ilkesi, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmemektedir (Türkan Bal [GK], B. No: 2013/6932, 6/1/2015, §§ 53, 54). Mahkemelerce hukuk kurallarının yorumlanması ve delillerin değerlendirilmesinde farklılıklar meydana gelmesi ya da önceki çözümün tatminkâr bulunmaması, yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında içtihadın müstakar olması için belli bir zamana ihtiyaç duyulması gibi çeşitli nedenlerle içtihat değişikliğine gidilmesi de tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (Mehmet Emin Yılmaz, B. No: 2014/3928, 15/12/2015,§ 58).

71. Somut olayda iddia, savunma ve tüm dosya kapsamı incelenerek ilgili kısımları yukarıda belirtilen (bkz. § 11) gerekçe ile hüküm kurulmuştur. Mevzuatın, somut olayın ve delillerin yorumlanması yukarıda anılan ilkeler uyarınca uyuşmazlığı çözmekle görevli mahkemenin takdirinde olup bireysel başvuruda değerlendirmeye konu edilemez.

72. Yukarıda silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesi yönünden varılan sonuç da gözetildiğinde başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup kararda bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir durumun bulunmadığı, ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.

73. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

E. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

74. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

75. Başvurucu; ihlalin tespitine ve 153.254,37 TL maddi ve 100.000 TL manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

76. Başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

77. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığından salt ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararlar karşılığında net 12.700 TL manevi tazminatın hüküm fıkrasında belirtildiği şekilde ödenmesine karar verilmesi gerekir.

78. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

78. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Celal Mümtaz AKINCI' nın karşı oyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

2. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

4. Diğer ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,

C. Başvurucuya net 12.700 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Adana 1. İdare Mahkemesine (E.2009/1035, K.2012/479) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 24/2/2021 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞI OY GEREKÇESİ

1. Başvurucu, Osmaniye ili Kadirli ilçesi Aşağıçıyanlı köyü sınırları içerisinde yer alan tarlanın malikidir. Olay tarihinde taşınmazın bir kısmında karpuz bir kısmında ise mısır ekilidir. 2009 yılı Mayıs ayının ilk haftası içerisinde bölgede yoğun bir yağış gerçekleşmiştir. Bu yağışın neticesinde Sumbas ilçesinde bulunan Mehmetli Barajı'nın kapakları Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) tarafından açılmıştır. Söz konusu yağış sırasında su kanallarında taşkın meydana gelmiş ve başvurucunun ekinleri zayi olmuştur. Başvurucunun iddiasına göre, baraj kapaklarının açılması sonucu, su kanallarının yetersizliği ile kanalların temizlik ve bakımının yapılmaması ve fazla suyun tarlalara zarar vermemesi için yeterince bent oluşturulmaması sonucu taşkın ve zarar meydana gelmiştir.

2. Başvurucu yaşanan olay nedeniyle uğradığı zararın tespiti amacıyla Kadirli Sulh Hukuk Mahkemesinde (Sulh Hukuk Mahkemesi) delil tespiti talebinde bulunmuştur. Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından 28/5/2009 tarihinde olay yerinde keşif yapılmış ve keşif sonucunda 10/6/2009 tarihli bilirkişi raporu düzenlenmiştir. Raporda özetle; Mayıs ayının ilk haftasında meydana gelen aşırı yağışlar sonucu drenaj kanallarının suları drene edememesi nedeniyle sel felaketinin yaşandığı, oluşan sel sularının drene edilemeyip birikmesi nedeniyle tespite konu arazinin günlerce sular altında kaldığı belirtilmiştir. Raporda ayrıca, sular altında kalan karpuz ve mısır mahsullerinde hasar oluştuğu ve meydana gelen zarar miktarının toplam 136.128,96 TL olduğu ifade edilmiştir.

3. Başvurucu, uğradığını iddia ettiği 136.778 TL zararının tazminine karar verilmesi istemiyle Adana 1. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) 2/9/2009 tarihinde dava açmıştır. Yargılama esnasında, keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vermiştir. 27/5/2011 tarihinde yapılan keşif sonrasında bilirkişi raporu düzenlenmiştir. Söz konusu raporda, Mehmetli Barajı'nın tekniğine uygun olarak işletildiği, davacıya ait ürünlerin zarar görmesinde idareye atfedilebilecek kusur bulunmadığı ifade edilmiştir. Meydana gelen sel taşkınları ile drenaj kanallarının gerek kapasitesi gerekse temizliği arasında nedensellik bağının bulunmadığı, drenaj kanalları temizlenmiş olsa dahi birtakım zararların oluşabilme ihtimallerinin kaçınılmaz ve doğal olduğu belirtilmiştir. Son olarak taşınmazda ekili ürünler su altında kamış olsa dahi, iklimin ve ekolojinin olumlu etkisiyle normal bir gelişim göstererek ürüne yattığı ve bu sebeple de davacının idarenin eylemi sonucu bir zarara uğramadığı kanaatine varılarak dava reddedilmiştir. Karar temyiz ve karar düzeltme taleplerinin reddi sonucu kesinleşmiştir.

4. Dosyanın incelenmesinde, gerek davanın görüldüğü Adana 1. İdare Mahkemesi, gerekse temyiz incelemesinin yapıldığı Danıştay 10. Dairesi kararında; başvurucu tarafından dosyaya sunulan DSİ VI. Bölge Müdürlüğünce zararın meydana gelmesine neden olan 5-6-7-8 Mayıs 2009 tarihinde meydan gelen taşkınla ilgili olarak düzenlenen ve “planlama aşamasında olan Mehmetli Barajının yükseltilmesi işi tamamlandığı taktirde bölgede yaşanan taşkınlar önemli ölçüde kontrol altına alınacaktır.” Şeklindeki rapor ile olayın hemen akabinde başvurucu tarafından Kadirli Sulh Hukuk Mahkemesi delaletiyle yaptırılan delil tespitiyle, “taşkının meydana geliş nedenleriyle ortaya çıkan zararın nitelik ve niceliğinin” açıklandığı bilirkişi raporunun dikkate alınmadığı, tartışılmadığı taşkın ve selden 26 ay sonra olayın nedenleri, iz ve delilleri silindikten, (idare tarafından eksiklikler ikmal edildikten) sonra yapılan keşif sonucunda, “olayda davalı idarenin kusuru olmadığına…” ilişkin alınan bilirkişi raporuna dayanılarak davanın reddine ve hükmün onanmasına karar verildiği görülmektedir.

5. Ayrıca dosya içinde, bu olaydan bir yıl önce Haziran 2008’de meydana gelen taşkın sebebiyle Adana 2. İdare Mahkemesinde açılan ve Danıştay’ca da onanan tam yargı davalarında taşkının meydana gelmesinde idarenin kusuru olduğunun ve bu nedenle açılan tazminat davalarının kabul edildiğine dair kararların bulunduğu anlaşılmaktadır.

6. Yargılama esnasında taşkın olayının hemen akabinde Kadirli Sulh Hukuk Mahkemesi’nce yapılan keşif ve alınan bilirkişi raporu ile taşkın olayından 26 ay sonra yapılan keşif sonucu alınan bilirkişi raporları çelişmektedir. Yerel mahkemece, iki rapor arasındaki çelişki giderilmeden silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine aykırı bir şekilde kendi yaptığı keşifte aldığı bilirkişi raporuna itibar edilerek hüküm verilmiş, olayın akabinde yapılan keşif ve alınan bilirkişi raporuna neden itibar edilmediği yolunda bir gerekçe ortaya konulmamıştır. Ayrıca DSİ VI. Bölge Müdürlüğünün dosya içinde bulunan taşkının meydana geliş nedenlerinin açıklandığı raporla ilgili davacı/başvurucu iddiaları karşılanmamış, kararda bu hususta bir tartışma ve gerekçeye de yer verilmemiştir.

7. Raporlar arasındaki çelişki giderilmeden karar verilmiş olması nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama haklarının ihlaline, olayın akabinde Sulh Hukuk Mahkemesince alınan rapor ile DSİ VI. Bölge Müdürlüğü’nün taşkın nedenlerine ilişkin raporla ilgili olarak davacı/başvurucu iddialarına hiç değinilmeyip, taşkından 26 ay sonra yapılan keşifte alınan rapora neden itibar edildiği açıklanmamış ve tartışılmamış olduğundan da gerekçeli karar hakkı ihlaline neden olunduğunu düşündüğümden çoğunluk görüşüne katılmadım.

 

 

 

 

Üye

 Celal Mümtaz AKINCI