2018/25390

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

LALEHAN USLU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/25390)

 

Karar Tarihi: 3/3/2022

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Eren Can BENAKAY

Başvurucu

:

Lalehan USLU

Vekili

:

Av. Emine AK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, denge tazminatı alacağının tahsili amacıyla açılan davanın istinaf daireleri arasında süregelen görüş ayrılığından kaynaklı olarak reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 3/9/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, özelleştirilen Türk Telekomünikasyon A.Ş. (Şirket) bünyesinde kapsam dışı personel olarak görev yapmaktayken kurumun özelleştirme kapsamına alınması üzerine 4/5/2006 tarihinde Ulaştırma Bakanlığında görevlendirilmiştir. Başvurucu 25/3/2011 tarihinde Ocak 2006'dan dava tarihine kadar ödenmesi gereken denge tazminatı tutarının yasal faizi ile birlikte tahsili talebiyle şirket aleyhine alacak davası açmıştır.

9. Ankara 8. İş Mahkemesi (Mahkeme) 2/4/2014 tarihinde adli yargı yolunun caiz olmaması nedeni ile davanın usulden reddine karar vermiştir.

10. Uyuşmazlık Mahkemesi 1/6/2015 tarihli ve E.2015/465, K.2015/467 sayılı kararı ile davanın çözümünde adli yargının görevli olduğuna karar vermiştir.

11. Mahkeme 6/3/2018 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Kararda davacının tüm bordroları, ücret ve mali haklarına ilişkin işletmenin kararları celbedildiği ve davacıya kamuya nakledildiği tarihe kadar ödenen ücret ve mali hakları ile aynı dönemde kamu kurumunda 22/1/1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin ek 2 cetveline tabi çalışanlara ödenen ücret ve diğer mali haklar karşılaştırılmak suretiyle olası net denge tazminatı hesap edildiği belirtilmiştir.

12. Davalı şirket 2/5/2018 tarihinde Mahkeme kararına karşı istinaf yoluna başvurmuştur.

13. Başvurucu ise 17/5/2018 tarihinde Mahkeme kararına karşı istinaf yoluna başvurmuştur.

14. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi (Daire) 16/7/2018 tarihinde Mahkeme kararını kaldırarak davayı kesin bir şekilde reddetmiştir. Kararın gerekçesi özetle şöyledir:

i. 4/2/1924 tarihli ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu'nda 5189 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonucunda Türk Telekom Yönetim Kurulunun personelin parasal haklarının tespitinde yetkili kılındığı belirtildikten sonra Yönetim Kurulu tarafından başka kurumlara atanmak üzere Devlet Personel Başkanlığına bildirilecek personelin -eski görevleriyle yeni görevlerinin parasal hakları arasındaki farkın ödenmesi sırasında- 15/4/2004 tarihi itibariyle aldıkları ücretlerine, iş sözleşmelerinin sona erdiği 15/1/2005 tarihine kadar kamu görevlilerine yapılmış zamların uygulandığı ifade edilmiştir. Bu şekilde Şirkette çalışmakta iken özelleştirme nedeniyle başka kurumlara atananların ücretleriyle, aynı unvanlarla özelleştirme kapsamındaki başka kurumlarda görev yapılmakta iken naklen atananların parasal hakları arasında eşitlik sağlanması amaçlandığı söylenmiştir.

ii. 27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'de (375 sayılı KHK) 21/3/2006 tarihli ve 5473 sayılı Kanun'da belirtilen ek ödemelerin kamu görevlilerine yapılan genel bir artış niteliğinde olmadığı ifade edilerek davacının bu ödemelerden ancak anılan kanun kapsamında olması hâlinde yararlanabileceği belirtilmiştir. Ancak böyle bir durum söz konusu olmadığından Şirkette çalışıp da özelleştirme kapsamında atananların maaş artışından yararlanabilmesi için özel bir düzenlemenin yapılması gerektiği dile getirilmiştir.

iii. 375 sayılı KHK'da 5473 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik neticesinde öngörülen ek ödemelerin kamu personelleri arasındaki ücret dengesizliğinin giderilmesi amacıyla sadece söz konusu değişiklik kapsamında olan kamu idarelerindeki personel için geçerli olduğu söylenmiştir. Bu düzenleme ile kamu personeli arasındaki ücret adaletinin sağlanmasının amaçlandığı ve en önemlisi söz konusu artışın kamu personelinin tamamını kapsayan genel bir artış niteliğinde olmadığı ifade edilmiştir. Bunun yanı sıra davacının, şirkette nakle tabi personel olarak çalıştığı dönemde maaşına kamuda çalışanlara yapılan zam oranında zam yapıldığını da ekleyerek denge tazminatı talebinin de yerinde olmadığı belirtilmiştir.

15. Nihai karar başvurucuya 9/8/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

16. Başvurucu, kendisi ile aynı durumda olanların açmış olduğu davalardan bahsederek aynı maddi olgunun farklı değerlendirildiğini vurgulamaktadır. Bu kararlardan Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesinin 21/11/2017 tarihli ve E.2017/3326, K.2017/3009 sayılı kararının ilgili kısmı şu şekilde olup aynı Dairenin 21/11/2017 tarihli ve E.2017/3323 K.2017/3006 sayılı kararı da aynı mahiyettedir.

"...ilk derece Mahkemesi tarafından, ...davalıdan davacının konuyla ilgili 15/4/2004-5/10/2010 döneminde yapılan ücret, ikramiye, ilave tediye, prim, sosyal yardım ve benzeri tüm ödemeleri gösterir ücret bordroları ile ilgili dönemde ücret ve mali hakların belirlenmesine ilişkin işletmesel kararların gönderilmesi istenmiş, 9/2/2017 tarihine kadar belirlenmesine ve tekit edilmesine rağmen gönderilmemiştir. 25/6/2013 tarihli bilirkişi raporundaki hesaplamalar Yüksek Planlama Kurulunun kararları esas alınarak 1/1/2006 tarihinden geçerli 40 TL ek ödeme ile 1/7/2006 tarihinde yapılan enflasyon zammı çerçevesinde yapılmış olup, davalı işveren tüm yazılara rağmen dönem içinde yapılan ek ödemelere dair belge sunmamıştır. Bu durumda davacıya istek konusu dönem içinde Yüksek Planlama Kurulu tarafından belirlenen artışların yapılmadığı kabul edilerek davacının talebi ile bağlı kalınarak davanın esası hakkında karar verilmesinde isabetsizlik bulunmamaktadır."

IV. İLGİLİ HUKUK

17. 5473 sayılı Kanun'un 1. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye aşağıdaki ek maddeler eklenmiştir.

EK MADDE 3 – ...1/1/2006 - 30/6/2006 tarihleri arasında 950 gösterge rakamının, 1/7/2006 tarihinden itibaren ise 1850 gösterge rakamının memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak tutarda her ay ek ödeme yapılır.

..."

18. 24/11/1994 tarihli ve 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun'un 22. maddesinin 5. fıkrası şu şekildedir:

 “Bu madde hükümlerine göre kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilen sözleşmeli personel ile iş kanunlarına tâbi personele, Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihteki kadro ve pozisyonlarına ilişkin olarak bildirim tarihi itibarıyla almakta oldukları sözleşme ücreti, ücret (fazla mesai ücreti hariç), ikramiye, bankacılık tazminatı, ek ücret, ek ödeme, teşvik ödemesi ve benzeri adlarla yapılan ödemelerin toplam net tutarının (bu tutar sabit bir değer olarak esas alınır); nakledildiği kurum veya kuruluştaki kadro veya pozisyonlara ilişkin olarak yapılan aylık, ek gösterge, ikramiye, her türlü zam ve tazminatları (ek tazminat ve bankacılık tazminatı dâhil), makam tazminatı, temsil tazminatı, görev tazminatı, sözleşme ücreti, ücret, ek ücret, ek ödeme, teşvik ödemesi, döner sermaye payı ve benzeri adlarla yapılan her türlü ödemelerin (fazla mesai ücreti, fiilen yapılan ders karşılığı ödenen ek ders ücreti hariç) toplam net tutarından fazla olması halinde aradaki fark tutarı, herhangi bir vergi ve kesintiye tâbi tutulmaksızın fark kapanıncaya kadar ayrıca tazminat olarak ödenir. Atandıkları kurumdaki kadro unvanı veya pozisyonlarında isteğe bağlı olarak herhangi bir değişiklik olanlarla, başka kurumlara geçenlere fark tazminatı ödenmesine son verilir.”

19. 406 sayılı Kanun'un ek 29. maddesinin 1. fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakil için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer malî ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır. Bu fıkrada belirtilen süre için de nakle tâbi personelden Türk Telekom tarafından hizmetine ihtiyaç duyulmayanlar tespit edildikleri tarihten, kendi isteği ile nakil talep edenler ise talep tarihinden itibaren en geç doksan (yüzseksen günlük aylıksız izin süresi aşılmamak kaydıyla ve 15 Ocak 2006 tarihindeki üçüncü fıkraya göre hesaplanan ücretleriyle) gün içinde Türk Telekom tarafından Devlet Personel Başkanlığına bildirilir ve bunların aylıksız izinleri bu tarih itibarıyla sona erer. Hizmetine ihtiyaç duyulmayan personelin tespiti ve kendi isteği ile nakil talebinde bulunma süresi, hisse devir tarihinden itibaren yüzelli günü aşamaz. Bu fıkranın birinci cümlesinde sayılanlardan aylıksız iznin bitiminden sonra Türk Telekomun tâbi bulunduğu mevzuata ve bu fıkraya istinaden akdedilen sözleşmeye göre çalışmaya devam edenlerden hisse devir tarihinden itibaren en geç beş yıl içinde iş sözleşmesi herhangi bir nedenle sona erenler, bu madde hükümlerine göre işlem yapılmak üzere iş sözleşmesinin sona erdiği tarihten itibaren otuz gün içinde sözleşmenin sona erdiği yılın 15 Ocak tarihindeki üçüncü fıkraya göre hesaplanan ücretleriyle Devlet Personel Başkanlığına bildirilir ve bunların bildirim tarihine kadar geçen süre içindeki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer malî ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır. Söz konusu personel hakkında üçüncü fıkra hükümlerinin uygulanmasında hisse devir tarihindeki kadro ve pozisyon unvanları esas alınır."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

20. Anayasa Mahkemesinin 3/3/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

21. Başvurucu, kendisi ile aynı durumda olan çalışanlar tarafından açılan davaların ilk derece mahkemelerince kabul edilmesine karşın istinaf incelemesinde Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi ile 7. Hukuk Dairesinin birbirinden farklı kararlar verdiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

22. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

a. Genel İlkeler

23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetleri adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkı yönünden incelenmiştir.

24. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013).

25. Ancak temel hak ve özgürlüklere müdahalenin söz konusu olduğu durumlarda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerinin Anayasa'daki güvencelere etkisini nihai olarak değerlendirecek merci Anayasa Mahkemesidir. Bu itibarla Anayasa'da öngörülen güvenceler dikkate alınarak bireysel başvuru kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğine ilişkin herhangi bir inceleme kanun yolunda gözetilmesi gereken hususun incelenmesi olarak nitelendirilemez (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 53).

26. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi, çok istisnai durumlarda temel hak ve özgürlüklerden biri ile doğrudan ilgili olmayan bir şikâyeti kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin yasak kapsamına girmeden inceleyebilir. Açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsıldığı ve adil yargılama hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerin anlamsız hâle geldiği çok istisnai hâllerde, aslında yargılamanın sonucuna ilişkin olan bu durumun bizatihi kendisi usule ilişkin bir güvenceye dönüşmüş olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin değerlendirmelerinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirip getirmediğini ve açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsılıp sarsılmadığını incelemesi yargılamanın sonucunu değerlendirdiği anlamına gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi, derece mahkemelerinin delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak açık bir keyfîlik ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getiren bir uygulama varsa müdahale edebilecektir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 149; M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 83).

27. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden fazla yorumunun varlığının hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmektir (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).

28. Öte yandan mahkemelerin münferit bazı olaylarda farklı kararlar vermesi kuralın öngörülebilir olma niteliğini yitirdiğinin söylenebilmesi için yeterli olmayıp içtihat farklılığının derinleşmiş ve müzmin hâle gelmiş olması gerekir. Ayrıca spesifik bazı olaylarda verilmiş farklı kararların bulunduğundan hareketle içtihat farklılığının derinleştiği ve süregelen bir boyut kazandığı da kabul edilemez. Anayasa Mahkemesinin bir konuyla ilgili olarak verilmiş tüm mahkeme kararlarını yeknesak hâle getirme gibi bir işlevi bulunmadığı gibi mahkeme kararlarındaki hukuka aykırılıkları giderme ödevi de mevcut değildir (Selahattin Bayri, B. No: 2018/32374, 15/9/2021, § 42).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

29. Öncelikle şu husus belirtilmelidir ki, denge tazminatının hak edilip edilmediğine karar verme yetkisi, hukuk kurallarını öncelikle yorumlama hakkına sahip olan derece mahkemelerinin sorumluluğundadır. Anayasa Mahkemesinin görevi derece mahkemesinin yorumlarının açıkça keyfî veya bariz takdir hatası içerecek nitelikte olup olmadığını incelemekten ibarettir.

30. Somut olayda Şirketin özelleştirilmesinden sonra atandığı görevde diğer kamu görevlilerine ödenmesine rağmen kendisine verilmeyen denge tazminatının ödenmesi amacıyla başvurucu tarafından Şirket aleyhine dava açılmıştır. Mahkeme başvurucuya denge tazminatının ödenmesi gerektiğine hükmetse de Daire başvurucunun özelleştirme kapsamında başka kuruma nakledilmeden önce maaşına 15/4/2004 tarihi ile 15/1/2005 tarihi arasında kamu görevlilerine yapılmış zamların uygulandığını ve bu sayede atanılan yerde eşitlik sağlanmasının amaçlandığını belirtmiştir. Başvurucunun kamu görevlisi olmadığını hatırlatarak 5473 sayılı Kanun'da öngörülen ek ödemelerden faydalanabilmesi için Şirket çalışanı olup da sonradan atananların bu ek ödemelerden yararlanması konusunda özel bir düzenlemeye ihtiyaç duyulduğu ifade etmiştir. Kanun ile tüm kamu personelini kapsar nitelikte bir artış yapılmaması ve şirkette çalıştığı dönemde kamu personeline yapılan zam oranında maaşına artış yapılmış olması nedeniyle başvurucunun denge tazminatından yararlanamayacağı sonucuna varmıştır. Dairenin bu değerlendirmesinin açıkça keyfîlik veya bariz takdir hatası içerdiği söylenemez.

31. Başvurucu, aynı konuya ilişkin farklı kararlar verildiğinden yakınmıştır ve Ankara Bölge Adliyesi 7. Hukuk Dairesinin 2017 yılında verdiği iki kararı emsal olarak göstermiştir.

32. Öncelikle adil yargılanma hakkının hukuk kuralının davanın başvurucu lehine sonuçlanmasını temin eden yorumunun esas alınmasını güvence altına almadığı hatırlatılmalıdır. Uyuşmazlığa uygulanacak hukuk kurallarının yorumlanması -yukarıda belirtildiği gibi- derece mahkemelerinin takdirindedir (M.B., § 84). Öte yandan aynı nitelikteki uyuşmazlıkla ilgili olarak değişik mahkemelerin farklı kararlar vermesi de tek başına adil yargılanma hakkını ihlal etmemektedir. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerince yapılan yorumların hukuka uygun olup olmadığını denetleme ve bu yorumları birleştirme gibi bir görevinin bulunmadığının altı çizilmelidir. Anayasa Mahkemesinin açıkça keyfî olmayan veya bariz takdir hatası da içermeyen bir yorumdan dolayı adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine hükmedebilmesi için bu yorumun yerleşik hâle gelen bir içtihattan saptığına veya derinleşmiş ve süregelen bir nitelik kazanan içtihat farklılığına dayandığına ikna olması gerekir (Selahattin Bayri, § 47).

33. Daire, başvurucunun davasını reddederken başvurucunun özelleştirme kapsamında nakledilmeden önce maaşına kamu görevlilerinin aldığı zam oranında zam yapıldığını belirtmiş ve 5473 sayılı Kanun'un tüm kamu görevlileri için getirilmemesi ve başvurucunun bu Kanun kapsamında olmaması nedeniyle yararlanamayacağını ifade etmiştir. Başvurucu tarafından emsal olarak gösterilen Ankara Bölge Adliyesi 7. Hukuk Dairesinin kararlarında ise davacılara yapılan tüm ödemeleri gösteren ücret bordroları ile ilgili dönemde ücret ve mali hakların belirlenmesine ilişkin işletmeyle ilgili kararlar istenmesine karşın gönderilmemesi ve davalı Şirketin tüm yazılara rağmen dönem içinde yapılan ek ödemelere dair belgeyi sunmaması nedeniyle davacılara istek konusu dönem içinde Yüksek Planlama Kurulu tarafından belirlenen artışların yapılmadığı kabul edilerek davacıların taleplerini kabul etmiştir. Ancak emsal olarak gösterilen mahkeme kararlarıyla içtihadın bu şekilde yerleştiği söylenemez. İçtihadın yerleşik hâle gelip gelmediğinin tespitinde içtihat mahkemesi olan Yargıtay kararları önem taşımaktadır. Başvurucu ise başvuruya konu olaya ilişkin Yargıtay kararları ibraz edebilmiş değildir. Öte yandan başvurucu, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi dışındaki bölge adliye mahkemelerinin kararlarını da eklememiştir. Bu durumda Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesinin yerleşik içtihadı yansıttığının ifade edilmesi için hiçbir neden bulunmamaktadır.

34. Öte yandan başvurucunun başvuru konuya ilişkin lehine ileri sürdüğü kararlar görüş ayrılığının yerleşik ve müzmin hâle geldiğini de gösterememiştir. Derinleşmiş içtihat farklılığından söz edilebilmesi için görüş ayrılıklarının uzun yıllardır devam ettiğinin ortaya konulmuş olması gerekir. Somut olayda bu konudaki görüş ayrılığının uzun yıllardır süregeldiği gösterilemediğinden derinleşmiş ve müzmin hâle gelmiş içtihat farklılığından söz edilemez (Selahattin Bayri, § 49).

35. Açtığı dava aleyhine sonuçlanan bir kimsenin aynı konuda ancak farklı yönde verilmiş bir veya birkaç kararın varlığından hareketle adil yargılanmadığı sonucuna ulaşılamaz. Farklı mahkemelerin görev alanına girebilen bir uyuşmazlık türü yoktur ki ilk başta birbiriyle çelişen kararların verilmesi ihtimali uzak olsun. Mahkemelerin benzer uyuşmazlıklarla ilgili olarak başlarda farklı kararlar vermesi işin tabiatı gereğidir. Esasen mahkemelerin ilk kez karşılaştıkları uyuşmazlıkla ilgili olarak farklı kararlar vermelerinde yadırganacak bir yön de yoktur. Önemli olan bu içtihat farklılıklarının müzminleşmesinin önlenebilmesidir (Selahattin Bayri, § 51).

36. Benzer durumda olan kişi veya kişilerle ilgili olarak lehe verilmiş bir veya birkaç kararın mevcudiyetinden yola çıkılarak adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinin kabul edilmesi bir konuda ortaya çıkan farklı uyuşmazlıkların kaderinin bir mahkemenin kararına bağlanması anlamına gelir. Bu durumda da söz konusu uyuşmazlığa bakan farklı mahkemeler ilgilisi lehine karar veren mahkemenin görüşünü kabul etmeye zorlanmış olur ki Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında bu şekilde bir fonksiyonu bulunmamaktadır (Selahattin Bayri, § 52).

37. Özetle eldeki başvuruda Dairenin olaydaki denge tazminatının ödenmemesine yönelik yorumu açıkça keyfîlik veya bariz takdir hatası içermediği gibi başvurucu tarafından da bu yorumun yerleşik içtihattan saptığı ya da derinleşmiş ve süregelen bir nitelik kazanan içtihat farklılığına dayandığı gösterilebilmiş değildir. Bu nedenle başvurucunun iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu değerlendirilmiştir.

38. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

39. Başvurucu, uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

41. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih, sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).

42. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41, 45).

43. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında 7 yıl 3 ay 21 günlük yargılamaya ilişkin sürenin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

44. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

45. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

46. Başvurucu, ihlalin tespitiyle 30.000 TL maddi ve 35.000 TL manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

47. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

48. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekir.

49. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 10.000 TL tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara 8. İş Mahkemesi (E.2015/837, K.2018/77) ile Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesine (E.2018/2301, K.2018/2010) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/3/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.