2018/3222

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SURP HAÇ TİBREVANK ERMENİ LİSESİ VAKFI BAŞVURUSU (2)

(Başvuru Numarası: 2018/3222)

 

Karar Tarihi: 29/12/2021

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Surp Haç Tibrevank Ermeni Lisesi Vakfı

Vekili

:

Av. Ömer KANTİK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kamulaştırma bedelinin eksik belirlenmesi ve lehe hükmedilen vekâlet ücretinin hatalı hesaplanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 25/1/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, İstanbul'da bulunan bir gayrimüslim cemaat vakfıdır. Başvurucuya ait olup İstanbul'un Üsküdar ilçesi Bulgurlu Mahallesi Bulgurlu mevkiinde kâin 1116 ada 29 parsel sayılı 5.006 m² büyüklüğündeki arsa vasıflı taşınmaz Karayolları Genel Müdürlüğünce (İdare) İstanbul Çevre Yolu Projesi kapsamında 1969 yılında kamulaştırılmıştır. Takdir Komisyonu taşınmaz için 100.120 TL değer takdir etmiştir. Ancak kamulaştırma işlemiyle ilgili olarak başvurucuya herhangi bir tebligat yapılmamıştır.

9. Başvurucu 24/9/2012 tarihinde taşınmaz üzerinde herhangi bir kamulaştırma işlemi yapılıp yapılmadığını İdareye sormuş, -başvurucunun beyanına göre- tatmin edici bir cevap alınmaması üzerine 15/10/2012 tarihinde İstanbul Anadolu 11. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kamulaştırma bedelinin artırılması davası açmıştır.

10. Mahkeme 3/7/2013 tarihinde davayı hak düşürücü süre yönünden reddetmiş ise de söz konusu karar Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin (Daire) 29/4/2014 tarihli kararıyla bozulmuştur. Kararın gerekçesinde, kamulaştırma işleminin usulüne uygun olarak tebliğ edilmemiş olması ve İdarece taşınmaza fiilen el atılması sebebiyle davanın esasının incelenmesi gerektiği belirtilmiştir.

11. Bozma kararına uyan Mahkeme taşınmazın dava tarihindeki değerinin tespiti amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırmıştır.

12. Başvurucu tarafından taşınmazın metrekare birim değerinin tespiti bakımından emsal olmak üzere özel bir şirket tarafından gayrimenkul yatırım ortaklıkları portföyü için hazırlanan 13/1/2012 tarihli bir değerleme raporu Mahkemeye sunulmuştur. Söz konusu rapor, Üsküdar ilçesi Acıbadem Mahallesi'nde bulunan bir konut projesinin piyasa rayiç değerini tespite yönelik olarak hazırlanmıştır. Raporda, anılan konut projesinin bulunduğu bölgedeki taşınmazların arsa metrekare birim fiyatının 5.000 TL civarında olduğu, projeye konu taşınmazın konumu ve ticaret-turizm amaçlı olması dikkate alınarak ortalama metrekare birim değerinin 6.500 TL civarında olduğu belirtilmiştir.

13. Bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan ve hükme esas alındığı anlaşılan 11/6/2015 tarihli raporda taşınmazın metrekare birim değeri 3.500 TL, toplam değeri ise 17.521.000 TL olarak belirlenmiştir. Raporda;

i. Tapu Müdürlüğü tarafından gönderilen ve yapılan hesaplama sonucu metrekare birim değerleri düşük bulunan altı adet satış işleminin başvuru konusu taşınmaza emsal teşkil etmeyeceği değerlendirilmiş ve bu satışlar hesaba katılmamıştır.

ii. Başvurucu tarafından sunulan ve özel bir şirket tarafından düzenlenen raporda arsa metrekare birim değeri 5.000 TL ve 4.500 TL olarak gösterilmiş ise de anılan raporda somut bir satışa yer verilmediğinden raporda belirtilen birim fiyatlarının esas alınmadığı açıklanmıştır.

iii. Teyitli olduğunun bilirkişi heyetince bilindiği belirtilen ve birincisi Üsküdar ilçesi Hayrettin Çavuş Mahallesi Toptaşı Caddesi'nde bulunan kârgir bir binaya, ikincisi ise Kadıköy ilçesi Caferağa Mahallesi'nde bulunan arsa paylı bir adet daireye ilişkin olan iki adet taşınmaz satışının emsal olarak dikkate alındığı ifade edilmiştir.

iv. Birinci emsal taşınmazın çıplak arsa metrekare birim değeri dava tarihi itibarıyla 12.281,58 TL olarak hesaplanmış ancak Üsküdar merkezde ve ana arter üzerinde yer alması, önemli caddelerin kesişim noktasında bulunması, cephe aldığı caddenin çok sayıda işyeri ve ticarethaneyi havi ticari bir merkez olması, alışveriş yerleri, eğitim ve sağlık kuruluşlarına yakın olması, yapılaşmaya elverişli olması hususları dikkate alınarak dava konusu taşınmazdan 3,5 kat daha değerli olduğu belirtilmiştir.

v. İkinci emsal taşınmazın çıplak arsa metrekare birim değeri dava tarihi itibarıyla 8.842,32 TL olarak hesaplanmış ancak Kadıköy merkezde yer alması, bitişik nizam ticaret-konut nitelikli çevre yapılaşmasının bulunması, Kadıköy çarşı içi, vapur iskeleleri, Şükrü Saraçoğlu Stadyumu gibi merkezlere yürüme mesafesinde olması hususları dikkate alınarak dava konusu taşınmazdan 2,5 kat daha değerli olduğu ifade edilmiştir.

14. Başvurucu söz konusu bilirkişi raporuna itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde başvurucu, taşınmazın metrekare birim değeri yönünden gayrimenkul yatırım ortaklıkları portföyü için hazırlanan raporun esas alınması gerektiğini belirtmiştir. Söz konusu rapora konu projenin dava konusu taşınmaza çok yakın olduğunu vurgulayan başvurucu, özel kişiler arasında yapılan satışların esas alınmasıyla taşınmazın gerçek değerinin belirlenmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir. Başvurucuya göre özel kişiler arasındaki satışlarda taşınmazın gerçek satış bedeli beyan edilmemekte, bu sebeple bunların esas alınmasında isabet bulunmamaktadır. Başvurucu ayrıca bilirkişi raporundaki emsal seçimlerinin gerçekçi olmadığını iddia etmiştir.

15. Mahkeme 2/7/2015 tarihinde davayı kabul etmiş ve bilirkişi raporunda belirtilen 17.521.000 TL'nin taşınmaz bedeli olarak başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde, bilirkişi raporunun hükme esas alınmaya elverişli olduğu açıklanmıştır. Kararda ayrıca başvurucu lehine 1.500 TL vekâlet ücretine hükmedilmiştir.

16. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna müracaat etmiştir. Temyiz dilekçesinde başvurucu, bilirkişi raporuna itiraz dilekçesinde ileri sürdüğü iddialarının yanında bilirkişi raporunda emsal alınan taşınmazların dava konusu taşınmazdan 2,5 ve 3,5 kat daha değerli olduğu görüşünün bilimsel bir temele dayanmadığını ileri sürmüştür. Temyiz dilekçesinde ayrıca maktu vekâlet ücretine hükmedilmesinin hukuka aykırı olduğu da belirtilmiştir.

17. Daire 24/1/2017 tarihinde kararı düzelterek onamıştır. Kararın gerekçesinde, taşınmaz bedelinin tespiti yönünden ilk derece mahkemesi kararında bir isabetsizlik bulunmadığı belirtilmiş; başvurucu lehine nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi gerekirken maktu vekâlet ücretine hükmedilmesinin doğru olmadığı ifade edilmiştir. Ancak Daire vekâlet ücretine ilişkin hatanın bozmayı gerektirmediği sonucuna ulaşarak ilgili hüküm fıkrasındaki 1.500,00 TL maktu ibaresinin metinden çıkartılarak yerine 2.102,52 TL ibaresinin yazılmasına karar vermiştir.

18. Başvurucu karar düzeltme yoluna başvurmuş, karar düzeltme dilekçesinde temyiz dilekçesindekilere ek olarak nispi vekâlet ücretinin hatalı hesaplandığını ve bunun düzeltilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Karar düzeltme istemi Dairenin 2/12/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 28/12/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

19. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 10. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, … asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, … idare adına tesciline karar verilmesini ister.

Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, … taşınmaz malın malikine … bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur.

Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde anlaşamamaları halinde hakim, en geç on gün içinde keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın değerini tespit için mahallinde keşif yapar…

Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hakim, taraflar veya vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı beyanları alınır.

Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde gerektiğinde hakim tarafından onbeş gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve hakim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder. Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının kamulaştırılma bedelidir. … İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına … dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup tarafların bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır.

Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılamaması hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren kanuni faiz işletilir.

…"

20. 2942 sayılı Kanun'un 11. maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan hâlinin ilgili kısmı şöyledir:

"15 inci madde uyarınca oluşturulacak bilirkişi kurulu, kamulaştırılacak taşınmaz mal veya kaynağın bulunduğu yere mahkeme heyeti ile birlikte giderek, hazır bulunan ilgilileri de dinledikten sonra taşınmaz mal veya kaynağın;

a) Cins ve nevini,

b) Yüzölçümünü,

c) Kıymetini etkileyebilecek bütün nitelik ve unsurlarını ve her unsurun ayrı ayrı değerini,

d)Varsa vergi beyanını,

e)Kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirlerini,

f) Arazilerde, taşınmaz mal veya kaynağın kamulaştırma tarihindeki mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net gelirini,

g) Arsalarda, kamulaştırılma gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerini,

h) Yapılarda, (…)(2) resmi birim fiyatları ve yapı maliyet hesaplarını ve yıpranma payını,

ı) Bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçüleri,

Esas tutarak düzenleyecekleri raporda bütün bu unsurların cevaplarını ayrı ayrı belirtmek suretiyle ve ilgililerin beyanını da dikkate alarak gerekçeli bir değerlendirme raporuna dayalı olarak taşınmaz malın değerini tespit ederler.

Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz.

..."

21. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 323. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Yargılama giderleri şunlardır:

...

ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti.

..."

22. 6100 sayılı Kanun'un 326. maddesi şöyledir:

"(1) Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.

 (2) Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştırır.

 (3) Aleyhine hüküm verilenler birden fazla ise mahkeme yargılama giderlerini, bunlar arasında paylaştırabileceği gibi, müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar verebilir."

23. 6100 sayılı Kanun'un 330. maddesi şöyledir:

"(1) Vekil ile takip edilen davalarda mahkemece, kanuna göre takdir olunacak vekâlet ücreti, taraf lehine hükmedilir."

24. 31/12/2014 tarihli ve 29222 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan ve aynı tarihte yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin (2015 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi) 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

" (1) Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde gösterilen hukuki yardımların konusu para veya para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücreti, davanın görüldüğü mahkeme için Tarifenin İkinci Kısmında belirtilen maktu ücretlerin altında kalmamak kaydıyla (yedinci maddenin ikinci fıkrası, dokuzuncu maddenin birinci fıkrasının son cümlesi ile onuncu maddenin son fıkrası hükümleri saklı kalmak kaydıyla,) Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir."

25. 2015 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin "Üçüncü Kısım"ı şöyledir:

"Yargı Yerleri ile İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve Konusu Para Olan veya Para ile Değerlendirilebilen Hukuki Yardımlara Ödenecek Ücret

1. İlk 30.000,00 TL için % 12,00

2. Sonra gelen 40.000,00 TL için % 11,00

3. Sonra gelen 80.000,00 TL için % 8,00

4. Sonra gelen 250.000,00 TL için % 6,00

5. Sonra gelen 600.000,00 TL için % 4,00

6. Sonra gelen 750.000,00 TL için % 3,00

7. Sonra gelen 1.250.000,00 TL için % 1,50

8. 3.000.000,00 TL’dan yukarısı için % 1,00"

V. İNCELEME VE GEREKÇE

26. Anayasa Mahkemesinin 29/12/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kamulaştırma Bedelinin Yetersiz Olduğuna İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

27. Başvurucu, bilirkişiler tarafından takdir edilen değerin emsallerin çok altında olduğunu belirtmiş; Mahkemeye sunduğu ve bireysel başvuruya konu taşınmazın çok yakınında olan taşınmaza ilişkin olarak sermaye piyasası mevzuatı kapsamında özel bir şirket tarafından hazırlanan rapordaki metrekare birim fiyatının dikkate alınmamasından yakınmıştır. Özel kişiler arasındaki satışlardaki birim fiyatlara dayanılamayacağını savunan başvurucu, özel kişilerin tapuda gösterdikleri satış bedelinin gerçeği yansıtmadığının bilindiğini vurgulamıştır. Başvurucu ayrıca bilirkişi raporunda, emsal alınan birinci taşınmazın kamulaştırma konusu taşınmazdan 3,5 kat, ikinci taşınmazın ise 2,5 kat daha değerli olduğunun kabul edilmesinin gerekçesinin ve bilimsel bir dayanağının bulunmadığını ifade etmiştir. Başvurucu sonuç olarak bilirkişi tarafından tespit edilen bedelin taşınmazın gerçek değerini yansıtmamasının Anayasa'nın 35. ve 46. maddelerini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

28. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

29. Anayasa'nın ''Kamulaştırma'' kenar başlıklı 46. maddesi şöyledir:

"Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.

Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.

Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir.

İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır."

30. Somut olayda başvurucunun maliki olduğu taşınmaz 1969 yılında kamulaştırılmış ancak tebligat işlemlerinin yapılmaması sebebiyle başvurucu 15/1/2012 tarihinde kamulaştırma bedelinin artırılması davası açmıştır.

31. Taşınmaz mal varlığının Anayasa'nın 35. maddesinde yer alan mülkiyet hakkının kapsamına dâhil olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Başvurucunun taşınmazının kamulaştırılmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır. Taşınmazın kamulaştırılması mülkten yoksun bırakma niteliği taşımaktadır.

32. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir.

33. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun düşebilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).

34. Somut olayda taşınmazın kamulaştırılmasının kanuni dayanağının ve meşru amacının bulunmadığı hususunda başvurucunun bir şikâyeti yoktur. Ayrıca başvurunun bu yönleriyle resen incelenmesini gerektiren bir neden de tespit edilememiştir. Dolayısıyla ölçülülük unsuruyla sınırlı bir denetim yapılacaktır.

35. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2012/102, K.2012/207, 27/12/2012; E.2012/149, K.2013/63, 22/5/2013; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2015/43, K.2016/37, 5/5/2016; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

36. Mülkiyet hakkından yoksun bırakma biçimindeki müdahalelerde, hedeflenen kamu yararı ile malikin bireysel yararı arasında gözetilmesi gereken adil denge ancak malike tazminat ödenmek suretiyle sağlanabilir. Diğer bir ifadeyle mülkten yoksun bırakmalarda malike tazminat ödenmesi, müdahaleyle malike yüklenen aşırı külfetin telafi edilmesini temin eden temel bir araçtır. Anayasa'nın 46. maddesi uyarınca kamulaştırma yoluyla malikin mülkiyet hakkının sona erdirildiği hâllerde malike ödenmesi gereken tazminat taşınmazın gerçek bedelidir. Bu itibarla taşınmazın gerçek bedelinin ödenmediği durumlarda somut olayın koşulları da gözetilerek müdahalenin orantılı olmadığı sonucuna ulaşılabilir (Cevat Aydın, B. No: 2014/13886, 4/10/2017, § 48).

37. Mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etki eden esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).

38. Başvurucu, bilirkişi heyetince hazırlanan rapor esas alınarak belirlenen kamulaştırma bedelinin düşük olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucuya göre bilirkişi tarafından hesaplanan 3.500 TL metrekare birim fiyatı düşüktür. Başvurucu ayrıca yargılama sırasında sunduğu özel değerleme raporunun dikkate alınmadığını ileri sürmüştür.

39. Vurgulanmalıdır ki taşınmaz bedelinin tespiti teknik ve uzmanlık gerektiren bir konudur. Bu nedenle kamulaştırılan taşınmazın bedelinin tespiti uzman mahkemelerin ve Yargıtayın bu konudaki uzman dairelerinin yetki ve görevindedir. Anayasa Mahkemesi bu konuda uzmanlaşmış bir mahkeme olmadığı gibi Anayasa Mahkemesinin mülkiyet hakkı kapsamında yapılan bireysel başvurularda bedel veya değer düşüklüğü karşılığını hesaplamak gibi bir görevi de bulunmamaktadır (Mukadder Sağlam ve diğerleri, B. No: 2013/2511, 22/1/2015, § 49; Abdülkerim Çakmak ve diğerleri, B. No: 2014/1964, 23/2/2017, § 52).

40. Gayrimenkul satışlarında daha az harç ödenmesi amacıyla resmî satış senedindeki satış bedelinin gerçeğinden düşük gösterilebildiği bilinen bir vakıadır. Bu sebeple kamulaştırma bedelinin tespitinde özel kişiler arasında yapılan satışlardaki fiyatların emsal olarak alınmasının taşınmaz bedelinin doğru bir biçimde hesaplanmaması riskine yol açacağı gözardı edilmemelidir. Somut olayda Mahkemenin hükme esas aldığı bilirkişi raporunda bu riskin farkında olunarak hareket edildiği görülmektedir. Bilirkişi raporunda özel amacı bulunmayan emsal satışlardan hareket edileceği belirtilmiştir.

41. Mahkemenin hükme esas aldığı bilirkişi raporunda başvurucunun taşınmazının metrekare birim fiyatı belirlenirken öncelikle bilgileri Tapu Müdürlüğü tarafından Mahkemeye gönderilen altı adet satış işlemi incelenmiştir. Bilirkişi heyeti, yapılan hesaplamaya göre metrekare birim değerlerinin düşük olduğu anlaşılan bu taşınmazların emsal alınamayacağı sonucuna ulaşmıştır. Bilirkişiler bunun yerine teyitli olduğunu bildiklerini ifade ettikleri iki taşınmaza ilişkin satış işlemlerini esas almıştır. Bilirkişiler ayrıca başvurucunun Mahkemeye sunduğu değerleme raporuyla ilgili olarak da değerlendirme yapmıştır. Bilirkişi raporunda, başvurucunun sunduğu değerleme raporunun somut bir satışa dayanmadan hazırlanması sebebiyle değerlendirmeye esas alınamayacağı vurgulanmıştır.

42. Bireysel başvuru dosyası bir bütün olarak dikkate alındığında bilirkişilerin taşınmazın gerçeğe en yakın metrekare birim fiyatını tespit etmek amacıyla ciddi bir çaba içine girdikleri gözlemlenmektedir. Bu bağlamda düşük olduğu tespit edilen altı adet taşınmaz satışının bilirkişilerce gözardı edildiği hesaba katılmalıdır. Ayrıca başvurucu tarafından sunulan değerleme raporunda spesifik satış işlemlerinden değil kişisel değerlendirmelerden hareket edildiği yadsınamaz bir gerçektir. Sözü edilen değerleme raporunda, rapora konu konut projesinin bulunduğu bölgedeki taşınmazların arsa birim fiyatının 5.000 TL civarında olduğu ancak projeye konu taşınmazın konumu ve ticaret-turizm amaçlı olması dikkate alınarak ortalama metrekare birim değerinin 6.500 TL civarında hesaplandığı ifade edilmiştir. Bilirkişilerin tapuda yapılmış resmî bir satıştan hareket edilmeyen bu değerlendirmeyi esas almamalarının keyfî olduğunu söylemek hakkaniyetli olmaz. Bilirkişilerin özel amaçlı olmadığının teyitli olduğunu belirttikleri iki taşınmazı emsal almış olmaları -bu koşullarda- temelsiz bulunmamıştır.

43. Öte yandan bilirkişi raporunda başvurucunun taşınmazının birinci emsal taşınmazdan 3,5 kat, ikinci emsal taşınmazdan ise 2,5 kat değersiz olduğu sonucuna ulaşılırken bunun dayanaklarının ortaya konulduğu görülmektedir. Raporda; birinci emsal taşınmaz yönünden taşınmazın Üsküdar merkezde ve ana arter üzerinde bulunması, önemli caddelerin kesişim noktasında olması, cephe aldığı caddenin çok sayıda işyeri ve ticarethaneyi havi ticari bir merkez olması, alışveriş yerleri, eğitim ve sağlık kuruluşlarının yakınında bulunması, yapılaşmaya elverişli olması hususlarının dikkate alındığı; ikinci emsal taşınmaz yönünden ise taşınmazın Kadıköy merkezde yer alması, bitişik nizam ticaret-konut nitelikli çevre yapılaşmasının olması, Kadıköy çarşı içi, vapur iskeleleri, Şükrü Saraçoğlu Stadyumu gibi merkezlere yürüme mesafesinde olması hususlarının dikkate alındığı görülmektedir. Bu durumda bilirkişi raporunda afaki değerlendirmelerin yapılmadığı ve bireysel başvuruya konu taşınmazın değerinin emsal taşınmazlarla kıyaslanmasıyla ilgili olarak varılan sonucun keyfî ve temelsiz olmadığı anlaşılmaktadır.

44. Sonuç olarak somut başvuruya konu olayda kamulaştırma yoluyla başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle başvurucuya yüklenen külfetin taşınmazın gerçek bedelinin ödenmesi suretiyle telafi edildiği ve bu suretle kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasında makul ve hakkaniyete uygun bir dengenin kurulduğu anlaşılmıştır. Bu durumda bedel tespiti boyutuyla mülkiyet hakkına yönelik bir ihlalin bulunmadığının açık olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

45. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun kamulaştırma bedelinin yetersiz olduğuna yönelik şikâyeti bakımından mülkiyet hakkının ihlali iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Lehe Vekâlet Ücretinin Hatalı Hesaplandığına İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

46. Başvurucu, Daire tarafından Mahkemenin maktu vekâlet ücretine hükmetmesi hukuka aykırı bulunarak lehe hükmedilen vekâlet ücretine ilişkin hüküm fıkrası düzeltilmiş ise de düzeltilen hüküm fıkrasındaki vekâlet ücretinin hatalı olarak hesaplandığını ileri sürmüştür. Başvurucu hükmedilen tazminat miktarı dikkate alındığında 239.860 TL vekâlet ücretine hükmedilmesi gerekirken maddi hesap hatası sonucu 2.102,52 TL vekâlet ücretine hükmedildiğini iddia etmiş ve bu durumun mülkiyet hakkını ihlal ettiğini belirtmiştir.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

47. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı

48. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

49. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı -kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Anayasa'nın 35. maddesi soyut bir temele dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37; Mehmet Şentürk [GK], B. No: 2014/13478, 25/7/2017, §§ 41, 53; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, §§ 52-54).

50. Meşru beklenti objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına ya da ayni menfaatle ilgili hukuki bir işleme dayanan yeterli derecede somut nitelikteki bir beklentidir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28; Mehmet Şentürk, § 42). Dolayısıyla Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşme'nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tespit, mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, § 37).

51. 6100 sayılı Kanun'un 323. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ğ) bendinde vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti yargılama giderleri arasında sayılmakta, 326. maddesinin (1) numaralı fıkrasında kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verileceğinin hükme bağlandığı görülmektedir. Buna göre davanın kısmen veya tamamen, kendisini avukatla temsil ettiren kişi lehine sonuçlanması hâlinde bu kişinin vekâlet ücretine müstahak olduğu anlaşılmaktadır.

52. Somut olay, başvurucunun davasını avukatı aracılığıyla takip ettiği ve yargılama sonucunda başvurucu lehine 17.521.000 TL tazminata hükmedildiği bir vakıadır. Dolayısıyla başvurucunun lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi yönünde kanundan doğan bir meşru beklentiye sahip olduğu değerlendirilmektedir.

ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü

53. Somut olayda başvurucu vekâlet ücretinin hatalı hesaplandığından yakınmaktadır. Mahkeme başvurucu lehine 1.500 TL maktu vekâlet ücretine hükmetmiş ise de Daire nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiğini kabul etmiş ve başvurucu lehine hükmedilen vekâlet ücretini 2.102,52 TL şeklinde düzeltmiştir. Başvurucu, Dairenin belirlediği bu tutarın Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'ne uygun olarak hesaplanmadığını ileri sürmektedir.

54. Karar tarihinde yürürlükte bulunan 2015 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin konusu para olan veya para ile değerlendirilebilen işlerde ödenecek ücreti düzenleyen üçüncü kısmına bakıldığında azalan oranlı dilim esasının benimsendiği görülmektedir. Buna göre lehe hükmedilen tazminatın ilk 30.000 TL'si için %12, sonra gelen 40.000 TL için %11, sonra gelen 80.000 TL için %8, sonra gelen 250.000 TL için %6, sonra gelen 600.000 TL için %4, sonra gelen 750.000 TL için %3, sonra gelen 1.250.000 TL için %1,50 ve 3.000.000,00 TL'den yukarısı için %1 oranı uygulanmak suretiyle vekâlet ücretinin hesaplanması gerekir. Başvurucu lehine hükmedilen tazminatın miktarı (17.521.000 TL) dikkate alındığında lehe hükmedilmesi gereken vekâlet ücretinin 239.860 TL olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda başvurucu lehine hükmedilen vekâlet ücretinin 2.102,52 TL'yle sınırlı tutulmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği sonucuna ulaşılmaktadır.

55. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

56. Mevzuatta öngörülen tutarın altında vekâlet ücretine hükmedilmesinin mülkten barışçıl yararlanma biçimindeki birinci kural kapsamında değerlendirilmesi gerekir.

iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

57. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

58. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkelerin düzenlendiği Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62). Bu bağlamda öncelikle müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığının incelenmesi gerekir.

59. Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında mülkiyet hakkının ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği belirtilmek suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda öngörülmesi gereği ifade edilmiştir. Öte yandan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkelerin düzenlendiği Anayasa'nın 13. maddesinde de hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceği temel bir ilke olarak benimsenmiştir. Buna göre mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde dikkate alınacak öncelikli ölçüt, müdahalenin kanuna dayalı olmasıdır. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır (Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49).

60. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).

61. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen ve hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60). Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince erişilebilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).

62. Bir uyuşmazlıkta uygulanacak hukuk kurallarının ve özellikle müdahalenin kanuni dayanağını oluşturan kanun hükümlerinin yorumlanması derece mahkemelerinin takdirindedir. Derece mahkemelerince, mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağını oluşturduğu ifade edilen hükümlerle ilgili olarak geliştirilen yorumların isabetli olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Bununla birlikte derece mahkemelerinin yorumlarının kanunun açık lafzıyla çelişki içinde olduğu veya kanun metni dikkate alındığında bireyler tarafından öngörülmesinin mümkün olmadığı sonucuna ulaşıldığı hâllerde mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı kanaatine varılması mümkündür (mahkemeye erişim hakkı yönünden benzer değerlendirme için bkz. Ziya Özden, B. No: 2016/67737, 19/11/2019, § 59).

63. Somut olayda Dairenin başvurucu lehine nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiği sonucuna ulaştığı 24/1/2017 tarihli kararında hükmedilen 2.102,52 TL nispi vekâlet ücretinin nasıl belirlendiği açıklanmamıştır. Bu sebeple nispi olarak belirlenmesi gerektiği bizzat Daire tarafından kabul edilen vekâlet ücretinin hesaplanmasında hata mı yapıldığı yoksa bilinçli olarak mı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'ndeki hesaplama metodundan sapıldığı anlaşılamamaktadır. Kuşkusuz mahkemelerin Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca belirlenen tutarlardan farklı miktarlara hükmetmeleri de mümkündür. Ancak hükmedilen ücretin Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'ndekinden farklılaşması hâlinde bunun kanuni ve fiilî dayanaklarının gösterilmesi zorunludur.

64. Davanın avukatla takip edilmesi hâlinde lehe vekâlet ücretine hükmedilmesinin davanın lehine sonuçlandığı kişi yönünden meşru beklenti teşkil ettiği gözetildiğinde ilgili mevzuat uyarınca belirlenen tutardan sapılması durumunda bunun kanuni dayanağının gösterilmesi zorunludur. Somut olayda ise Daire kararında başvurucu lehine hükmedilen vekâlet ücretinin 2.102,52 TL belirlenmesinin kanuni dayanağı gösterilmemiş, bu konuda herhangi bir açıklama yapılmamıştır.

65. Bu durumda Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin oldukça altında vekâlet ücretine hükmedilmesi suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

66. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

67. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

68. Başvurucu; ihlalin tespit edilmesini ve yeniden yargılamaya karar verilmesini, ayrıca eksik hesaplanan vekâlet ücreti için 237.757,48 TL tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

69. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

70. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

71. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

72. İncelenen başvuruda, başvurucu lehine hükmedilen vekâlet ücretinin Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin altında belirlenmesinin kanuni dayanağının gösterilmemesi sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Dolayısıyla ihlal mahkeme kararından kaynaklanmıştır.

73. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 11. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

74. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

75. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kamulaştırma bedelinin eksik hesaplanması dolayısıyla mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Lehe hükmedilen vekâlet ücretinin hatalı hesaplanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 11. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2014/487, K.2015/256) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Yargıtay 5. Hukuk Dairesine (E.2016/10145, K.2017/500) GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/12/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.