2019/14049

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ERDAL SÜSEM BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/14049)

 

Karar Tarihi: 13/9/2022

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Hüseyin Özgür SEVİMLİ

Başvurucu

:

Erdal SÜSEM

Vekili

:

Av. Fatmagül YOLCU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin tek taraflı deklarasyondan dolayı verdiği düşme kararına dayanılarak yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 18/4/2019 ve 3/6/2020 tarihlerinde yapılmıştır.

3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. 2020/16680 numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2019/14049 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/14049 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu; Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmakta, hakkında bireysel başvuruya konu yargılama dosyasında verilmiş olan müebbet hapis cezası infaz edilmektedir.

10. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) yürütülen soruşturma kapsamında Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist ve Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TKP/ML-TİKKO) silahlı terör örgütü üyesi olduğu ve bu örgütün faaliyetleri kapsamında gerçekleştirdiği iddia edilen eylemlerle ilgili olarak 21/3/2000 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmıştır. Başvurucu, müdafi hazır bulunmaksızın 24/3/2000 tarihinde kollukta, 25/3/2000 tarihinde de Başsavcılıkta alınan ifadelerinde üzerine atılı suçlamaları kabul etmiş, tutuklanmak üzere sevk edildiği sorguda ise önceki beyanlarını kabul etmeyerek bu ifadelerin baskı altında alındığını ileri sürmüştür.

11. Başvurucu hakkında İstanbul 4. Devlet Güvenlik Mahkemesine açılan ve sonrasında 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun mülga 250. maddesi ile yetkili İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesine (Mahkeme) devredilen davada yapılan yargılama sonucunda Mahkemenin 26/12/2005 tarihli kararıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti Anayasal düzenini değiştirmek amacıyla silahlı eylemde bulunmak suçundan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 146. maddesi uyarınca müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Anılan karar, Yargıtayın 12/7/2006 tarihli kararıyla 29/8/2005 tarihli celsede kâtip ve üye imzasının bulunmaması ve gerekçeli kararın son sayfasının Mahkeme başkanı tarafından imzalanmaması nedeniyle bozulmasına karar verilmiştir.

12. Bozma üzerine devam eden yargılama sonucu Mahkemece 13/6/2007 tarihinde başvurucu hakkında aynı suçtan yeniden kurulan mahkûmiyet hükmü de Yargıtayın 7/4/2008 tarihli kararıyla başvurucu hakkındaki hükmün yeterli gerekçe içermemesi nedeniyle bozulmasına karar verilmiştir. Bu karar üzerine yapılan yargılama sonucu Mahkemece 20/4/2009 tarihinde aynı suçtan müebbet hapis cezasına mahkûmiyetine dair hüküm, Yargıtay tarafından 15/2/2011 tarihinde onanarak kesinleşmiştir.

13. Başvurucu, mahkûmiyetle sonuçlanan davaya ilişkin olarak 23/8/2011 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. Başvurucu; soruşturma evresinde müdafi yardımından yararlanma hakkına sistematik olarak kısıtlama getirildiği ve mahkûmiyet kararının müdafi yardımı olmaksızın alınan ifadelere dayandırıldığı hususlarını şikâyet konusu yapmıştır.

14. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti tarafından bu davaya ilişkin AİHM'e 6/9/2018 tarihinde tek taraflı deklarasyon gönderilmiştir. Deklarasyon metni şu şekildedir:

"Türkiye Cumhuriyeti, mevcut davada, Mahkemenin yerleşik içtihadı ışığında, Sözleşme’nin 6 §§ 1 ve 3 maddesi kapsamında başvuranın haklarının ihlal edildiğini kabul etmektedir.

Hükümet, ayrıca, 15 Temmuz 2003 tarihinde 4928 sayılı Kanun’un, avukata erişim hakkına sistematik sınırlamaya ilişkin hükmü yürürlükten kaldırdığını hatırlatmaktadır.

Bununla beraber, Hükümet, 31 Temmuz 2018 tarihli 7145 sayılı Kanun’la değiştirildiği üzere, Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 311 § 1 (f) maddesinin, halihazırda, AİHM’nin dostane çözüm veya tek taraflı deklarasyon sonrası bir başvuruyu kayıttan düşürmeye karar verdiği davalarda ceza yargılamalarının yenilenmesi gerektirdiğini vurgulamaktadır. Hükümet, başvuranın Sözleşme’nin 6. maddesi kapsamındaki şikâyetlerine ilişkin olarak, yukarıda belirtilen hukuk yolunun telafi sağlayabilecek nitelikte olduğu kanaatindedir.

Dolayısıyla, AİHM önünde derdest olan, yukarıda anılan davanın çözüme kavuşturulması amacıyla Hükümet, Erdal SÜSEM’e yansıtılabilecek tüm vergiler hariç olmak üzere, tüm maddi ve manevi zararların yanı sıra masraf ve giderlere karşılık olarak 500 EUR[O] (beş yüz avro) ödemeyi teklif etmektedir.

Bu meblağ, ödeme tarihinde geçerli olan döviz kuru üzerinden Türk lirasına çevrilecek ve Mahkeme tarafından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 37 § 1 maddesi uyarınca kabul edilen kayıttan düşürme kararının tebliğini müteakip üç ay içerisinde ödenecektir. Söz konusu meblağın belirtilen üç ay içerisinde ödenmemesi durumunda, Hükümet, bahsi geçen sürenin sona erdiği tarihten itibaren ödeme gününe kadar geçen sürede, yukarıda bahsedilen miktara, Avrupa Merkez Bankasının söz konusu dönem için geçerli olan marjinal faiz oranına üç puan eklenmek suretiyle elde edilecek oran üzerinden basit faiz ödemeyi taahhüt etmektedir. Bu ödeme, davanın nihai çözümünü teşkil edecektir.”

15. AİHM 30/4/2019 tarihli kararıyla (B. No: 58038/11) başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlanma hakkına dair şikâyetini anılan deklarasyon kapsamında incelemiştir. Buna göre, tek taraflı deklarasyon metninde yer alan koşulların ve sunulan taahhütlerin yerine getirilmesinin, bu bağlamda talep hâlinde yeniden yargılama yapılmasının ihlalin giderimi için uygun bir yol olacağı, dolayısıyla başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmediği gerekçesiyle müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kayıttan düşürülmesine karar vermiştir. AİHM kararında, tek taraflı deklarasyon metninde belirtilen şartlara uyulmaması hâlinde başvurunun tekrar kayda alınabileceği belirtilmiştir.

16. Başvurucu 10/10/2018 tarihinde 2018/31172 numaralı bireysel başvuruda bulunmuştur.

17. Başvurucu ile müdafii 8/7/2019 ve 16/7/2019 tarihli dilekçelerle, anılan kayıttan düşme kararına dayanarak yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Mahkeme 29/7/2019 tarihli ek kararıyla başvurucu hakkındaki muhakeme ve AİHM önündeki bireysel başvuru sürecinden bahsettikten sonra ihlalin giderilmesi amacıyla yargılamanın yenilenmesi gerektiğini belirterek talebin kabule değer olduğuna ve incelemenin dosya üzerinden yapılmasına karar vermiştir. Anılan kararda ayrıca, AİHM önündeki bireysel başvuruya dair dilekçenin, tek taraflı deklarasyon metninin, asıl davaya ilişkin beyan ve delillerin sunulması için başvurucuya süre verilmiş, bu süre sonunda karar verilmek üzere dosyanın ele alınacağı ifade edilmiştir.

18. Mahkeme dosya üzerinden yaptığı inceleme sonucunda 16/1/2020 tarihli ek kararıyla başvurucunun soruşturma evresindeki ikrar içeren beyanının mahkûmiyet gerekçesinden çıkarılmasına ve diğer deliller dikkate alınarak başvurucunun atılı suçu işlediği sabit görülerek yargılamanın yenilenmesi talebinin reddine karar vermiştir. Ret kararının ilgili kısmı şöyledir:

"... Sanıklar Erdal Süsem ... hakkında yasadışı TKP ML - TİKKO örgütüne üye olmak, bomba ve molotof atmak, örgüt adına tehdit ile para almak, adam öldürmek suçlarından dolayı dava açıldığı, yapılan yargılama sonucu ... sanıklar Erdal Süsem ve [R.A.] hakkında 765 sayılı TCK'nın 146/1 ve 59 maddelerine muhalefetten dolayı müebbet hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verildiği, bu kararın Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 15/02/2011 tarih, 2010/14798-2011/780 sayılı ilamıyla onandığı, infaza verildiği anlaşılmıştır.

...

... Olayımızda hükümlü vekilini[n] başvurusunun odak noktası soruşturma aşamasında müvekkilinin avukat yardımından faydalanmasına engel olunması, yine soruşturma aşamasında avukat katılımı olmaksızın zorla alınan ikrarın hükme dayanak yapılmasıdır. T.C Hükümeti bu hususları Dostane Çözüm kapsamında kabullenmiştir. Bu veriler altında hükümlünün soruşturma aşamasında avukat katılımı olmaksızın alınan ikrarının hükmün dayanağından çıkarılması gerektiği aşikardır.

Yargılaması yenilenen davada hükümlünün TKP ML-TİKKO örgütü adına [H.B.nin] 10/02/1999 tarihinde ev ve arabasının kurşunlaması, yine örgüte ait silah ve bombaların hükümlünün evinde ele geçirilmesi, [H.T.nin] öldürülmesi, polis memuru [A.S.nin] 14/04/1999 tarihinde tabancasının gasp edilmesi eylemlerinden sorumlu tutulduğu görülmüştür. Hükümlünün soruşturma aşamasındaki ikrarından sarfınazar edilmesi halinde dahi sorumlu tutulduğu eylemlerle irtibatı sair delillerle sübuta ermektedir. Bu meyanda [H.B.nin] 10/02/1999 tarihinde ev ve arabasının kurşunlanması olayında ele geçirilen kovanların hükümlü Erdal SÜSEM'in suç ortağı [R.A.dan] ele geçirilen silahtan atıldığını ekspertiz raporuyla belirlenmesi, hükümlü Erdal'ın [M.] isimli kişinin [R.A.ya] vermek üzere kendisine teslim ettiği çantada silah bulunduğunu kabullenmesi, [R.A.nın da] bunu teyid etmesi, yine [H.T.nin] öldürülmesinde kullanılan silahın [A.S.ye] ait 14/04/1999 tarihinde gasp edilen silah olması, bu silahın Erdal SÜSEM tarafından gasp edildiğinin yapılan teşhisle ortaya konması, bu silahın Erdal SÜSEM'in yakalandığı 21/03/2000 tarihine kadar Erdal SÜSEM'de bulunması ve bu silahla yakalanması, keza yakalanan örgütsel dökümanlarda Erdal SÜSEM'in el ve yazı örneklerinin bulunduğuna ilişkin ekspertiz raporunun temin edilmesi, hükümlü Erdal SÜSEM'in üzerinde tabancayla polisle çatışma sonrası yakalanması, Erdal SÜSEM'in evinde yapılan aramada örgüte ait silah ve bombaların ele geçirilmesi, Erdal'ın bu silah ve bombaları kovuşturma aşamasında da kendisine [M.] isimli bir şahsın verdiğini kabullenmesi gibi sair deliller bulunduğu, bu deliller muvacehesinde hükümlünün yasadışı TKP ML-TİKKO örgütünün üyesi olduğu, örgüt adına [H.T.nin] öldürme olayına katıldığı, [H.B.nin] evinin ve arabasının kurşunlanması olayında yer aldığı, [H.B.yi] korkutarak örgüt adına ondan para tahsil ettiği, örgüte ait bomba ve silahları evinde sakladığı dolayısıyla hükme konu suçu işlediği anlaşılmakla, hükümlü Erdal SÜSEM hakkında mahkememizin vermiş olduğu ... mahkumiyet hükmünde değişiklik yapılmasını gerektirmediğinden reddine karar vermek gerekmiş[tir.]"

19. Başvurucu bu karara yönelik itirazında -diğer hususların yanı sıra -AİHM kararına konu ihlalin usulî eksiklik olarak kabul edilemeyeceğini, ihlalin muhakemenin tüm aşamalarına doğrudan etki etmesi ve kesinleşen önceki hükmü ortadan kaldırması nedeniyle tüm işlemlerin duruşma açılarak yeniden yapılması gerektiğini belirtmiştir. Bu bakımdan başvurucu, AİHM'in benzer bireysel başvurularda verdiği ihlal kararlarına da atıf yaparak incelemenin dosya üzerinden yapılması ve yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedenleriyle Hükûmetin AİHM'e verdiği taahhüdün ve AİHM kararının gereğinin yerine getirilmediğini, ihlalin sonuçlarının giderilmediğini ileri sürmüştür.

20. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 4/3/2020 tarihli kararıyla başvurucunun itirazını reddetmiştir.

21. Bu karar, başvurucu müdafiine 10/3/2020 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu COVID-19 salgını nedeniyle sürelerin durması sonucunda 3/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

22. 5271 sayılı Kanun'un 311. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir dava, aşağıda yazılı hâllerde hükümlü lehine olarak yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülür:

...

f) Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması. Bu hâlde yargılamanın yenilenmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir.

 (2) Birinci fıkranın (f) bendi hükümleri, 4.2.2003 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararları ile, 4.2.2003 tarihinden sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurular üzerine verilecek kararlar hakkında uygulanır. "

23. 5271 sayılı Kanun’un 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

“Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.”

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

24. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

''1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...

3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;''

25. Sözleşmenin “Kayıttan düşürme” kenar başlıklı 37. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

''1. Yargılamanın her aşamasında, Mahkeme aşağıdaki koşulların oluştuğu kanısına varırsa bir başvurunun kayıttan düşürülmesine karar verebilir:

...

c) Mahkeme’nin saptadığı herhangi bir başka gerekçeden ötürü, başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmezse.

...

2. Mahkeme, koşulların bunu haklı kıldığı kanısına varırsa, bir başvurunun yeniden kayda alınmasını kararlaştırabilir.''

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İç Tüzüğü

26. AİHM İç Tüzüğü'nün “Davanın kayıttan düşürülmesi ve yeniden kayda alınması” kenar başlıklı 43. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"1. Mahkeme, yargılamanın herhangi bir aşamasında, Sözleşme’nin 37. maddesinde belirtilen koşullar doğrultusunda bir başvurunun kayıttan düşürülmesine karar verebilmektedir.

2. Başvuran bir Sözleşmeci Taraf, Yazı İşleri Müdürü’ne davadan çekilme niyetinde olduğunu bildirmesi durumunda, şayet davayla ilgili olan diğer Sözleşmeci Taraf veya Taraflar söz konusu davadan çekilmeyi kabul ederlerse, Daire, Sözleşme’nin 37. maddesi uyarınca başvurunun kayıttan düşürülmesine karar verebilmektedir.

3. ... Sözleşme’nin 37. maddesinde öngörülen diğer durumlarda, başvuru, kabul edilebilir bulunduğunda ihlal kararı verilerek veya kabul edilebilir bulunmadığında kabul edilemezlik kararı verilerek kayıttan düşürülmektedir. Başvurunun ihlal kararı yoluyla kayıttan düşürülmesi durumunda, söz konusu ihlal kararı kesinleştiğinde, Daire Başkanı, bu kararı davadan çekilmeye ya da davanın çözümüne bağlı olabilecek taahhütlerin yerine getirilmesini Sözleşme’nin 46. maddesinin 2. fıkrası uyarınca denetleyebilmesi için Bakanlar Komitesine göndermektedir.

...

5. Bir başvurunun Sözleşme’nin 37. maddesi uyarınca kayıttan düşürülmesi halinde, Mahkeme, düşürülmesine karar verdiği başvurunun yeniden kayda alınmasını haklı gösteren istisnai koşulların bulunduğu kanaatine varırsa başvurunun yeniden kayda alınmasına karar verebilmektedir."

27. AİHM İç Tüzüğü'nün “Tek taraflı deklarasyon” kenar başlıklı 62/A. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"... İlgili Sözleşmeci Taraf, Mahkemeden, Sözleşme’nin 37. maddesinin 1. fıkrasına dayanarak başvurunun kayıttan düşürülmesi talebinde bulunabilmektedir.

b) Bu türden bir talebin yanında, başvuran açısından Sözleşme’nin ihlal edildiğini ve ilgili Sözleşmeci Tarafın yeterli bir tazminat ödemeyi ve gerektiği takdirde, gereken toplu tedbirleri almayı taahhüt ettiğini açıkça kabul eden bir deklarasyon metni yer almalıdır.

...

3. Mahkeme, Sözleşme ve Protokolleri ile güvence altına alınan insan haklarına saygı ilkesinin başvurunun incelenmesine devam edilmesini gerektirmediği sonucuna varmak için deklarasyon metninin yeterli bir dayanak sunmadığı kanısına vardığında, başvuran başvurunun incelenmesine devam edilmesini istese dahi, başvurunun tamamının veya bir bölümünün kayıttan düşürülmesine karar verebilmektedir."

3. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

28. AİHM'e göre Sözleşme'nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında, suç isnadı altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafinin yardımından yararlanma, bir müdafi tayin etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması istenemez (Pakelli/Federal Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983, § 31). Bir suçla itham edilen herkesin avukat yardımından etkili bir şekilde yararlanma hakkı, mutlak bir hak olmamakla beraber adil yargılanma ilkesinin temel özelliklerinden birini oluşturmaktadır (Salduz/Türkiye, [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008 § 51).

29. Kendini suçlamama hakkı, kamu makamlarının şüphelinin/sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen delillere başvurmadan iddialarını ispat etmelerini öngörmektedir (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006, § 100; Salduz/Türkiye, § 54). AİHM, soruşturma evresindeki ikrarın kötü muamele veya işkence altında verildiği belirtilerek hâkim önünde reddedilmesi hâlinde bu konu irdelenmeden esasa geçilmek suretiyle ikrarın dayanak olarak kullanılmasını bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91). Bu kapsamda ikrarın hiç kimseyle görüşülmesine izin verilmeyen ve uzun süren bir gözaltı sırasında yapılmış olması gibi hususlar da gözönünde bulundurulmalıdır (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 87).

30. İlke olarak şüpheliye gözaltına alındığı ya da tutuklandığı andan itibaren müdafi yardımından yararlanma imkânı sağlanmalıdır (Dayanan/Türkiye, B. No: 7377/03, 13/10/2009, § 31). Diğer taraftan AİHM; kolluk tarafından ifade alınma aşamasını da kapsayan müdafi yardımından yararlanma hakkının geçerli bir nedene dayanılarak kısıtlanabileceğini, bu durumda somut olay açısından yargılamanın bütününe bakılarak söz konusu kısıtlamanın adil yargılanmaya engel olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir (John Murray/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18731/91, 8/2/1996, § 63; Magee/Birleşik Krallık, B. No: 28135/95, 6/6/2000, § 41).

31. Bu bağlamda AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin ne lafzı ne de ruhunun başvuranın iradi olarak açık ya da örtülü biçimde adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden feragat etmesini engellemediğini belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05, 1/10/2013, § 48). Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanmadan feragat edilmesinin geçerli ve etkin olabilmesi için açık bir biçimde dile getirilmesi, ayrıca bu feragatin önemiyle orantılı asgari güvencelerin de bulunması gerekir (Salduz/Türkiye, § 59).

32. AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da ücretsiz olarak resen avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin olanağının olmaması yanında ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, müdafi yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Talat Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, §§ 55, 56).

33. AİHM; Sözleşme'nin 46. maddesi bağlamında, devletlerin taraf olduğu başvurulara ilişkin olarak verilen AİHM kararlarıyla bağlı olma yükümlülüğü altına girdiğini vurgulamaktadır (Del Rio Prada/İspanya [BD], B. No: 42750/09, 21/10/2013, § 137). AİHM'e göre bu, kendisinin bir ihlal bulduğunda davalı devletin sadece Sözleşme'nin 41. maddesine göre hükmedilen tazminatı ödeme yükümlülüğünü değil bunun yanında kendisi tarafından bulunan ihlalin ortadan kaldırılması için iç hukukta bireysel ve/veya -gerekiyorsa- genel tedbirler alma ve başvurucuyu Sözleşme ihlal edilmemiş olsaydı bulunacağı duruma mümkün olan en yakın konuma getirecek şekilde ihlalin etkilerini telafi etme yükümlülüğünü de barındırmaktadır (Del Rio Prada/İspanya, § 137).

34. AİHM, taraf devletlerin -AİHM kararında belirtilen sonuçlarla uyumlu olmak kaydıyla- bu yükümlülüklerini ifa edecekleri aracı seçmekte serbest olduklarını vurgulamaktadır. Bununla birlikte AİHM; bazı özel koşullarda, anılan yükümlülüğün ifası bağlamında -sorumlu devlete yardım etmek amacıyla- ihlal bulunmasına yol açan durumun ortadan kaldırılması için alınabilecek özel ve/veya genel tedbirlerin türünü de gösterebileceğini belirtmektedir. AİHM; istisnai bazı durumlarda ise bulunan ihlalin türünün telafi için alınması gereken tedbirler hususunda bir tercih imkânı bırakmayabileceğini, bu hâlde kendisinin hangi tedbirin uygulanacağını kararında gösterebileceğini ifade etmektedir (Del Rio Prada/İspanya, § 138).

35. AİHM Bochan/Ukrayna (2) (B. No: 22251/08, 5/2/2015) kararında Sözleşme’nin 6. maddesinin gerekçeli karar hakkı yönünden ihlal edildiğine hükmettikten sonra (Bochan/Ukrayna, B. No: 7577/02, 3/5/2007) başvurucu tarafından ulusal mahkemede yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyeti incelemiştir. AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin kural olarak kesin hükme bağlanmış bir davanın yeniden incelenmesini öngören olağanüstü kanun yollarına başvurulara uygulanmayacağını ancak ilgili hukuk sistemindeki söz konusu olağanüstü başvuru yoluna ilişkin yargısal sürecin türü, konusu ve somut özelliklerinin bu tür olağanüstü başvuru yolunu Sözleşme’nin 6. maddesinin kapsamına getirebileceğini ve adil yargılanma güvencelerini bu başvurucular yönünden de geçerli hâle getirebileceğini ifade etmiştir (Bochan/Ukrayna (2), § 50).

36. AİHM, özellikle olağanüstü başvuru yolunun tür ve konu bakımından olağan başvuru yolu gibi görüldüğü durumlarda iç hukuktaki tanımlamadan bağımsız olarak bu tür yargısal süreçlerin Sözleşme’nin 6. maddesi kapsamında görülebileceğini belirtmiştir. AİHM, ilgili yargısal mercilere takdir hakkının tanınmadığı durumlarda ilgili olağanüstü yolun temyiz benzeri bir yol olduğunu kabul etmiştir (Bochan/Ukrayna (2), §§ 46-49). AİHM somut olayda Ukrayna ulusal hukukunu incelemiş ve kendisinin ihlal kararlarına ilişkin olarak öngörülen yargılamanın yenilenmesinin temyiz benzeri bir süreç olduğunu gözeterek Hükûmetin başvurunun adil yargılanma hakkı kapsamında olmadığı yönündeki itirazını reddetmiştir (Bochan/Ukrayna (2), §§ 51-56).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

37. Anayasa Mahkemesinin 13/9/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

38. Başvurucu, birleşen 2019/14049 numaralı bireysel başvuru dosyası yönünden bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılayacak geliri olmadığını beyan ederek adli yardım talebinde bulunmuştur.

39. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

40. Başvurucu, soruşturma evresinde müdafi yardımı olmaksızın alınan beyanlarının diğer aleyhe delillerin de dayanağını oluşturduğunu, AİHM'in kayıttan düşme kararına konu olan ve Hükûmet tarafından da kabul edilen ihlalin ancak müdafi huzurunda yeniden yapılacak yargılama ile giderilebileceğini, AİHM'in tek taraflı deklarasyon sonucunda verdiği düşme kararına dayanarak bulunduğu yargılamanın yenilenmesini talebinin hukuka aykırı biçimde reddedildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

41. Bakanlık görüşünde,

i. Başvurucunun suç isnadı altında olmadığı bir süreçte, yargılamanın yenilenmesi isteminin reddi kararına yönelik bireysel başvuruda bulunduğu belirtilmiş, Anayasa Mahkemesinin Nihat Akbulak ([GK], B. No: 2015/10131, 7/6/2018) kararına atıfta bulunmuş ve kabul edilebilirlik hakkında karar verilirken bu hususun dikkate alınmasının Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğunu bildirmiştir.

ii. Başvurunun esasına ilişkin olarak, devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden kişilerin müdafi yardımından yararlandırılmamasının muhakemenin yapıldığı süreçte mevzuattan kaynaklanan bir uygulama olduğu değerlendirilerek Anayasa Mahkemesince bu hakkın ihlal edildiği yönünde verilen kararların bulunduğu belirtilmiştir. Diğer yandan, delillerin takdiri ile isnat edilen suça ilişkin unsurların somut dava şartlarında mevcut olup olmadığını takdir yetkisinin derece mahkemelerinde olduğu vurgulanmıştır. Sonuç olarak başvurucunun ihlal iddialarının anılan yargısal kararlar ve somut olayın koşulları birlikte ele alınarak değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

C. Değerlendirme

42. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının -hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak- müdafi yardımından yararlanma hakkı yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

43. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

44. Ceza yargılamasında savunma haklarının güvence altına alınması, demokratik toplumun temel ilkelerindendir (Erol Aydeğer, B. No: 2013/4784, 7/3/2014, § 32). Savunma, ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesini sağlamaktadır. İddiaya karşı savunma tanınmadığı sürece silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine uygun muhakeme yapılması ve maddi gerçeğe ulaşılması da mümkün değildir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, B. No: 2014/12002, 8/12/2016, § 69).

45. Şüpheli ve sanığa salt savunma hakkının tanınması yeterli değildir. Şüpheli ve sanığın savunma için Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen meşru vasıta ve yollardan yararlandırılması da gerekir. Şüpheli ve sanık için Anayasa'nın 36. maddesinde sözü edilen meşru vasıta ve yollardan en önemlisi müdafi yardımından yararlanmaktır. Diğer bir ifadeyle müdafi yardımından yararlanma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen meşru vasıta ve yollar kavramının kapsamındadır. Bu itibarla müdafi yardımından yararlanmanın adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriğine dâhil ve bu hakkın doğal sonucu olduğu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla suç isnadı altındaki kişi, adil yargılanma hakkı kapsamında kendisini bizzat savunma veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanma hakkına sahiptir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 72).

46. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde; bir suç ile itham edilen herkesin kendisini bizzat savunma veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanma, eğer avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilme hakkı düzenlenmiştir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 73).

47. Anılan hakkın ilke olarak şüphelinin kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren sağlanması gerekir. Şüpheliye kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması, kendisini suçlamama ve susma hakları yanında genel olarak da adil yargılanma hakkının etkili bir koruma işlevine sahip olması bakımından gereklidir. Çünkü bu aşamada elde edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele alınacağını belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması aşamasında cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle geldiğinden şüpheliler, ceza yargılamasının bu evresinde kendilerini savunmasız bir durumda bulabilir. Belirtilen savunmasızlık hâli, ancak bir müdafinin hukuki yardımıyla gereği gibi telafi edilebilir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1138, 27/10/2015, §§ 118, 135; Sami Özbil, B. No: 2012/543, 15/10/2014, § 64).

48. Sanık, olay hakkında doğrudan doğruya bilgiye sahiptir. Dolayısıyla sanığın beyanlarının olayın aydınlatılması bakımından son derece önemli bir delil niteliğinde olduğu açıktır. Bu bakımdan suç isnadı altındaki kişinin müdafi hazır bulunmadığı hâlde kendini suçlayıcı beyanlarda bulunup bulunmadığı, bu itirafların aleyhinde kullanılıp kullanılmadığı, susmasından mahkemece olumsuz sonuçlar çıkarılıp çıkarılmadığı ve kendisine herhangi bir baskı uygulanıp uygulanmadığı her somut olayda değerlendirilmelidir. Bir ceza davasında kendi aleyhine tanıklık etmeme ve delil vermeye zorlanmama hakkı, suç isnadını zorla veya baskıyla sanığın isteğine aykırı olarak elde edilen delillere başvurmadan kanıtlamaya çalışmayı gerektirir. Avukata erişimi sağlanmayan sanığın kolluktaki ikrarının mahkûmiyet kararında kullanılması durumunda savunma hakkına telafi edilemeyecek şekilde zarar verilmiş olacaktır. Soruşturma evresinde elde edilen ikrarın kötü muamele ve işkence altında verildiği belirtilerek reddedilmesi durumunda mahkemece bu husus irdelenmeksizin ikrarın dayanak olarak kullanılması önemli bir özen eksikliğidir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 79).

49. Müdafi yardımından faydalanma hakkıyla ilgili olarak AİHM, devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren bir suçla bağlantılı olarak gözaltında tutulan şüphelilerin müdafi yardımından yoksun bırakılmasının sistemik bir sorun olduğunu belirtmiş ve ihlal kararları vermiştir (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, §§ 56-63; Bayram Koç/Türkiye, B. No: 38907/09, 5/9/2017, § 23).

50. Temel hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi amacıyla 4/11/1950 tarihinde imzalanan Sözleşme, 10/3/1954 tarihli ve 6366 sayılı İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesi ve Buna Ek Protokolün Tasdiki Hakkında Kanun'la Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmış ve onay belgesinin 18/5/1954 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine tevdi edilmesiyle Türkiye açısından yürürlüğe girmiştir. Bakanlar Kurulunun 22/1/1987 tarihli ve 87/11439 sayılı kararı ile Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna bireysel başvuru hakkı, 25/9/1989 tarihli ve 89/14563 sayılı kararı ile de AİHM'in zorunlu yargı yetkisi tanınmıştır. Böylece Türkiye, Sözleşme'de bulunan temel hak ve özgürlükleri güvence altına alma yükümlülüğünü kabul etmiş ve yargı yetkisi içinde bulunan tüm bireylere hukuken bağlayıcı nitelikte ihlal kararı verebilecek bir uluslararası mahkemeye başvuru yapabilme hakkını tanımıştır (Sıddıka Dülek ve diğerleri, B. No: 2013/2750, 17/2/2016, § 68).

51. Sözleşme ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin etkili bir şekilde korunması, AİHM tarafından verilen ihlal kararlarının iç hukukta gereği gibi yerine getirilmesi ile mümkündür. AİHM tarafından verilen ihlal kararlarının iç hukukta gereği gibi yerine getirilmemesi, Sözleşme ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin uygulamada etkili bir şekilde korunamadığı anlamına gelir (Sıddıka Dülek ve diğerleri, § 69). Nitekim AİHM tarafından verilmiş bir ihlal kararı, temel hak ve özgürlüklerin teoride olduğu gibi pratikte de etkili bir şekilde korunabilmesi amacıyla 5271 sayılı Kanun ile yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak kabul edilmiştir. 5271 sayılı Kanun, bu konuda ilgili yargısal mercilere takdir hakkı tanımayarak kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir davanın yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görüleceğini öngörmüştür (Nihat Akbulak [GK], B. No: 2015/10131, 7/6/2018, § 37).

52. Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Sözleşme kapsamındaki herhangi birinin ihlal edildiği iddiasını bireysel başvuru yoluyla incelemek Anayasa Mahkemesinin görev alanına girer. Aksinin kabulü, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı içinde yer alan temel hak ve özgürlüklerin bireysel başvuru yolu ile etkili bir şekilde korunmasını öngören Anayasa'nın amacı ile bağdaşmaz. Bu sebeple AİHM tarafından verilen bir ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği Anayasa Mahkemesince incelenmelidir. Ancak Anayasa Mahkemesince yapılacak bu inceleme, olayların baştan itibaren yeniden değerlendirilmesi şeklinde değil AİHM tarafından verilen ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ile ilgili sınırlı bir inceleme olacaktır (Sıddıka Dülek ve diğerleri, § 70).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

53. Başvurucu, AİHM'in müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiğine ve bu ihlalin yargılamanın yenilenmesi yoluyla giderilebileceğine dair tespitler içeren düşme kararına istinaden yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucunun talebi; hükme esas alınan delillerin salt sanığın müdafi bulunmaksızın kollukta verdiği ifade olmadığı, gerekçeye konu edilen diğer delillerin de atılı suçtan mahkûmiyet hükmü kurulması için yeterli olduğu, dolayısıyla 5271 sayılı Kanun'un 311. maddesinde belirtilen yargılanmanın yenilenmesi şartlarının oluşmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.

54. Somut olayda tartışılması gereken husus; AİHM'in kayıttan düşme kararı sonrasında yargılamanın yenilenmesi istemiyle derece mahkemesine başvuran başvurucunun müdafi yardımından yararlanma hakkı kapsamında ileri sürdüğü iddialarının etkili ve yeterli bir şekilde incelenip incelenmediği, AİHM tarafından verilen kayıttan düşme kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediğidir. Diğer bir ifadeyle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan müdafi yardımından yararlanma hakkına yönelik ihlalin giderilip giderilmediğidir.

55. AİHM'in kayıttan düşme kararına konu olan olayda, gözaltına alınan başvurucunun gözaltında tutulduğu sırada devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden kural olarak müdafi yardımından yararlanmasının ancak belirli bir aşamadan sonra mümkün olması nedeniyle başvurucuya gözaltı süresince müdafiye erişim imkânı tanınmadığı anlaşılmaktadır. Kayıttan düşme kararından önceki yargılama sonucunda başvurucuya isnat edilen suç kapsamındaki eylemlere ilişkin değerlendirmede, gözaltında müdafi olmaksızın verildiği iddia edilen başvurucunun beyanlarının delil olarak kabul edildiği görülmektedir.

56. AİHM, somut olayda aynı konuya ilişkin verdiği Mehmet Duman/Türkiye, (B. No: 38740/09, 23/102018), Ömer Güner/Türkiye, (B. No: 28338/07, 4/9/2018), Girişen/Türkiye, (B. No: 53567/07, 13/3/2018), Canşad ve diğerleri/Türkiye, (B. No: 7851/05, 13/2018), İzzet Çelik/Türkiye, (B. No: 15185/05, 23/2018) ve Bayram Koç/Türkiye, (B. No: 38907/09, 5/9/2017) ihlal kararlarına atıf yaparak başvurucunun soruşturma evresinde yürürlükte olan mevzuat uyarınca devlet güvenlik mahkemelerinin yargılama alanına giren suçlar yönünden avukata erişimin sistematik olarak reddedilmesinin tek başına Sözleşme'nin 6. maddesinde öngörülen şartların yerine getirilmediği sonucuna ulaşmak için yeterli görüldüğünü ifade etmiştir. Aynı yöndeki ihlal iddiasının deklarasyon metninde de kabul edildiğini vurgulayan AİHM, anılan metinde yer verilen 5271 sayılı Kanun'daki düzenleme uyarınca, tek taraflı deklarasyon sonucunda başvurunun kayıttan düşürülmesi durumunda da başvurucuya talebi hâlinde yeniden yargılanma olanağı sağlandığını belirtmiştir.

57. 5271 sayılı Kanun'un 311. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendinde "ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması" hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak düzenlenmiştir. Bu bende 31/7/2018 tarihinde yürürlüğe giren 7145 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 16. maddesi ile "ceza hükmü aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuru hakkında dostane çözüm ya da tek taraflı deklarasyon sonucunda düşme kararı verilmesi" ibaresinin eklenmesi sonucunda, bentte belirtilen mahiyetteki ihlâl kararının yanı sıra bu karar da başvurucuya yargılamanın yenilenmesi kanun yoluna başvuru imkânını sağlayan bir neden olarak öngörülmüştür.

58. Anılan düzenleme karşısında, tek taraflı deklarasyon ile kabul edilen ihlâlin ceza hükmüyle bağlantılı olduğu ve ihlâlin yeniden yapılacak yargılama sonucunda giderilebileceği hâllerde, başvurucunun talep etmesi durumunda düşme kararının 5271 sayılı Kanun'un 311. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendi uyarınca yeniden yargılama yapılmasını gerektireceği açıktır. Kaldı ki AİHM kararında, deklarasyon metninde başvurucunun talebi hâlinde yargılamanın yenilenmesi kanun yoluna başvurabilmesinin teminat altına alındığı da vurgulanmıştır.

59. Buna göre Mahkemenin 5271 sayılı Kanun'un 311. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendi uyarınca yapılan yargılamanın yenilenmesi talebini deklarasyon metninde de kabul edilen ihlalin niteliğini nazara alarak değerlendirmesi gerekmektedir. Deklarasyon metninde de kabul edilen ihlalin yargılama sırasında gerçekleştirilen usule ilişkin bir ihmal, işlem veya başka bir eksiklikten kaynaklanması durumunda söz konusu hususun yeni bir ihlale yol açmayacak şekilde giderilmesi gerekmektedir. Kabul edilen ihlaldeki eksiklikler yargılamanın duruşma açarak yeniden yapılmasını gerekli kılabilir.

60. Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesi Aligül Alkaya ve diğerleri (2) kararında, ihlal kararında tespit edilen ihlallerin işin durumuna göre duruşma yapmaksızın da giderilmesinin mümkün olduğu sonucuna varmıştır. Örneğin bazı ihlal kararlarının gerekleri dosya üzerinden önceki kararının aksi yönünde karar vererek veya kararda ihlal nedenini gideren birtakım değişiklikler yaparak yerine getirebilir. Başka deyişle ihlal nedeni duruşma açılmasını gerektirmediğinde dahi yeniden yargılamanın dosya üzerinden ve gerekçeli kararın yeniden yazılması suretiyle yapılması, hatta ihlal nedeni giderilmek kaydıyla aynı karar sonucuna ulaşılması mümkündür. Fakat sonucun değişmeyeceği şeklindeki bir ön kestirmeyle yeniden yargılamanın yapılmayacağı ileri sürülemez. Bununla birlikte somut olayda AİHM'in kayıttan düşme kararının yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde gereklerinin yerine getirilmesi için Mahkemenin öncelikle yargılamanın yenilenmesine ve -ihlalin niteliği de dikkate alındığında- duruşmanın açılmasına karar vermesi gerekir. Tek taraflı deklarasyon metninde başvurucunun ihlal iddialarının yargılamanın yenilenmesi yoluyla giderilebileceğinin kabul edilmesi üzerine AİHM'in bu yönde işlem yapılmak üzere kayıttan düşme kararı verdiği durumlarda ilgili yargısal merciler, kayıttan düşme kararının niteliğini dikkate alarak deklarasyon metninde kabul edilen yargısal yolun uygulanmasına uygun şekilde hareket etmek zorundadır. Ancak Mahkeme, başvurucunun soruşturma aşamasında kollukta alınan beyanındaki ikrarından sarfınazar edilse dahi hükümde bir değişiklik olmayacağı, başvurucunun atılı suçu işlediğine dair elde edilen başka delillerin de bulunduğu ve başvurucunun kovuşturma aşamasında tevilli ikrarda bulunduğu gerekçeleriyle ve yasal yükümlülüğüne aykırı biçimde yargılamanın yenilenmesi talebinin reddine karar vermiştir. Hâlbuki yapılması gereken şey, yeniden yargılama yapılarak usule ilişkin güvencelerle ilgili ihlal nedenlerinin giderilmesi, sonrasında oluşan kanıt durumuna göre yargılamanın sonucuna dair değerlendirmelerde bulunulması ve ulaşılan vicdani kanıya göre yeni bir hüküm kurulmasıdır (benzer yöndeki bir karar için bkz. Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

61. Başvurucunun gözaltında müdafi yardımından yararlanmadan elde edilen ifadeleri delil olarak dikkate alınmadığında, başvurucuya isnat edilen eylemlere ilişkin diğer delillerin nelerden ibaret olduğu, bunların mahkûmiyet için delil olarak kullanılıp kullanılamayacağı ve başvurucu aleyhine elde edilen diğer delillerin hükme esas alınıp alınamayacağının değerlendirilebilmesi de ancak başvurucunun bu delillere karşı itirazlarını etkili bir şekilde dile getirebilmesi için yargılamanın yenilenmesine ve duruşma açılmasına karar verilmesi ile mümkün olabilir. Dolayısıyla somut olayda duruşma açılmaksızın dosya üzerinden yapılan değerlendirme ile karar verilmesi nedeniyle deklarasyon metninde kabul edilen ihlalin giderilemediği sonucuna varılmıştır.

62. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan-hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak- müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

63. Başvurucunun hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiğine karar verildiği gözetilerek adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer ihlal iddiaları bakımından ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.

3. Giderim Yönünden

64. Başvurucu, ihlalin tespiti ve yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur.

65. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

66. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun birleşen 2019/14049 numaralı bireysel başvuru dosyası yönünden adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak müdafi yardımından yararlanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2008/195) GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

F. 446,90 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.346,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

G. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihlerinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/9/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.