2019/16839

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

NET TARTI SİSTEMLERİ VE KALIBRASYON SERVİS SANAYİ VE TİCARET LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/16839)

 

Karar Tarihi: 11/1/2023

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Net Tartı Sistemleri ve Kalibrasyon Servis Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.

Vekili

:

Av. Saime Gülden ÇİÇEK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; ticari şirkete verilen otomatik olmayan tartı aletleri imalatı konusunda tip ve sistem onay belgesinin hukuka aykırı olarak iptal edildiği yargı kararıyla tespit edildiği hâlde bu işlem sebebiyle oluşan zararlarının karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 16/5/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Olayın Arka Planı

7. Başvurucu; tartı aletleri imalatı, montajı, bakımı ve onarımı işleriyle iştigal eden bir limited şirkettir. Başvurucu şirket, kurulduğu 3/9/1999 yılından beri bu sektörde faaliyet yürütmektedir. Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca başvurucuya 23/10/2000 tarihinde otomatik olmayan tartı aletleri imalatı konusunda tip ve sistem onay belgesi verilmiştir.

8. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ekipleri ile Türk Standartları Enstitüsü İzmir Bölge Müdürlüğünce yapılan denetimlerde; (1) kantarlarda tip ve sisteme uygun olmayan platform kullanıldığı, (2) onaysız ve tanımsız başka bir indikatör kullanıldığı, (3) bazı tartı aletlerinin damgasız olarak satışının ve montajının yapıldığı, (4) kantarlarda bulunan toplama kutularının damgasız olduğu, (5) kantarların dışarıdan müdahaleye açık olarak imal edildiği, (6) indikatörlerde önden bakıldığında sağ kapağın üst tarafından iki vidanın açılmayacak şekilde mühürlenmiş olmasına rağmen sol kapak vidasının sökülebilecek şekilde imal edildiği, dolayısıyla mühre hiç müdahale olmadan indikatörün içinin açılabileceği ve kalibrasyona girilerek kantarın hileli tartımına sebebiyet verebileceği tespit edilmiştir. Bunun üzerine başvurucu şirketin mevzuata uygun üretim yapmadığı gerekçesiyle N. markalı tip sistem onay belgesi 3/3/2003 tarihli işlemle iptal edilmiştir.

9. Başvurucu, iptal işleminin iptali istemiyle Ankara 11. İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Ankara 11. İdare Mahkemesi 12/3/2004 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun 11/1/1989 tarihli ve 3516 sayılı Ölçüler ve Ayarlar Kanunu'na aykırı üretim yaptığının sabit olduğu, bu nedenle belgenin iptal edilmesinin hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. Ancak ilk derece mahkemesi kararı Danıştay Onuncu Dairesinin (Daire) 9/5/2007 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde özetle şunlar ifade edilmiştir:

i. Başvurucu şirket tarafından imalat ve satışı yapılan ölçü aletlerinin ilk muayene ve kuruluş aşamasında İzmir Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü elemanlarınca kontrol edilerek mevzuata uygun olarak üretildiğinin tespiti üzerine damgalandığı tartışmasızdır.

ii. Söz konusu ölçü aletleri hakkında yapılan şikâyetler üzerine, satışının yapıldığı yerlerdeki denetimlerde birtakım usulsüzlükler tespit edilmiş ise de belirtilen usulsüzlüklerin imalatçı, tamirci veya diğer imalatçılar tarafından yapılıp yapılmadığı anlaşılamamaktadır. Ölçü aletlerini usulüne uygun olarak damgalatan davacı şirketin, satıştan sonra tespit edilen olumsuzluklardan sorumlu tutulması da mümkün bulunmamaktadır.

iii. Dava konusu işleme sebep teşkil eden fiilden dolayı, davacı şirket temsilcisi hakkında açılan kamu davası sonucunda verilen karar ile de standartlara uygun olarak yapılıp damgalanan tartı aletlerine sonradan müdahale edilebilme ihtimalinin bulunmasında sanığın kusurunun olmadığı belirtilmiştir. Bu kararla başvurucu şirketin bu olayda sorumlu olmadığı görüşü teyit edilmiştir. İlgili mevzuat hükümlerine göre satışı yapılan aletlerin bakım ve muayenelerinden kullanıcıları sorumlu bulunmaktadır.

iv. Diğer yandan, İskenderun ve Çorum'da bulunan şirketlere ait ölçü aletlerinin başvurucu şirket elemanları tarafından mühürleri sökülmek suretiyle tamir edildikten sonra tekrar yetkili makamlardan damgalatma işlemi yaptırılmadan sahiplerine teslim edildiği hususu açık olmakla mevzuata aykırı bu davranış nedeniyle ilgili mevzuat uyarınca işlem tesis edileceği de muhakkaktır.

v. Bu durumda, davacı şirkete ait tip sistem onay belgesinin iptaline ilişkin işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

10. Ankara 11. İdare Mahkemesince bozma kararına uyularak 20/11/2007 tarihinde idari işlemin iptaline karar verilmiştir. İptal kararı Dairenin 14/12/2009 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi de Dairenin 29/6/2011 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

B. Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç

11. Başvurucu 13/10/2011 tarihinde Ankara 8. İdare Mahkemesinde İdareye karşı (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde, tartı sektöründe faaliyette bulunabilmenin kanuni şartı olan tip ve sistem onay belgesinin hukuka aykırı olarak iptal edildiğinin yargı kararıyla sabit hâle geldiği belirtilmiştir. Tip ve sistem onay belgesinin iptaliyle ticari faaliyetin yapılamaz hâle geldiğinin ifade edildiği dava dilekçesinde, uğranılan zararın tazmini için 5.000.000 TL'ye hükmedilmesi talep edilmiştir. Başvurucu ayrıca defter ve belgeleri ile haricen temin ettiği bir uzman raporunu da dava dilekçesi ekinde ibraz ederek bunların incelenerek zarar miktarının hesaplanmasını istemiştir. Başvurucu son olarak 100.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi isteminde bulunmuştur.

12. Başvurucu 75.735 TL peşin karar ve ilam harcı yatırmıştır.

13. Davalı İdarenin savunma yazılarında, denetimler sırasında yapılan bazı tespitlerde sorumluluğun kullanıcılarda olduğu kabul edilse bile kantarların dışarıdan müdahaleye açık bir şekilde imal edildiğinin, böylece hileli kullanımlara açık hâlde bulunduğunun sabit olduğu belirtilmiştir. İdare, başvurucunun müracaatı hâlinde yeniden tip ve sistem onay belgesinin düzenlenmesi mümkünken bu fırsattan yararlanmadığını ve zararın artmasına kendisinin sebebiyet verdiğini savunmuştur. İdare son olarak başvurucunun belgesi iptal edilmeseydi bile belgenin geçerlilik süresinin 31/12/2005 tarihi itibarıyla dolacağını ifade etmiştir.

14. İdare Mahkemesi 26/6/2012 tarihinde manevi tazminat istemini kabul ederek başvurucu lehine 100.000 TL manevi tazminata hükmetmiş, maddi tazminat istemini ise reddetmiştir. Kararın davanın reddine ilişkin kısmının gerekçesinde, idarenin tazminle yükümlü tutulabilmesi için sadece zararın varlığı yeterli olmayıp bu zararın kesin olarak ortaya çıkmış, miktar olarak belirgin, yani gerçek zarar olmasının zorunlu olduğu belirtilmiştir. Kararda, iptal edilen işlem sebebiyle başvurucu şirket ana iştigal alanında hiçbir faaliyette bulunmamış olsa da idarenin dava konusu işleminin olmaması durumunda başvurucunun söz konusu ticari faaliyet çerçevesinde imalat, satış, kalibrasyon, bakım, servis, damgalama işlemlerini yapıp yapmayacağının, yapsa dahi kâr edip etmeyeceğinin kesin ve net olarak tespitinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Zarar meydana gelse dahi bunun miktarının kesin ve net olarak bilinmesinin mümkün olmadığının vurgulandığı kararda, ortada muhtemel bir zarar olduğu, gerçek bir zarar olmadığı, bu itibarla davacının bu tazminat talebinin yerinde olmadığı açıklanmıştır.

15. İdare Mahkemesi ayrıca 69.795 TL harcın başvurucuya iadesine karar vermiştir.

16. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde; hukuka aykırı olduğu tespit edilen işlemin olumsuz sonuçlarının 3/3/2003 ile 11/8/2011 tarihleri arasında etkisini gösterdiği belirtilmiş, ilgili ticari faaliyetin yürütülmesinin tip ve sistem onay belgesinin varlığına bağlı olduğuna göre zararın bulunmadığının kabulünün mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Temyiz dilekçesinde, idari işlem nedeniyle şirketin mal varlığında meydana gelen azalmanın defter ve belgelerin incelenmesi suretiyle tespitinin mümkün olduğu iddia edilmiştir.

17. İlk derece mahkemesi kararı Dairenin 15/10/2015 tarihli kararıyla onanmıştır. Daire kararına yönelik karar düzeltme istemi, maddi tazminat isteminin reddine ilişkin hüküm fıkrasının onanmasına ilişkin kısım yönünden 26/12/2018 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar 24/4/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

18. 3516 sayılı Kanunu'nun 1. maddesi şöyledir:

"Bu Kanunun amacı, milli ekonominin ve ticaretin gereklerine ve kamu yararına uygun olarak Türkiye hudutları içinde her türlü ölçü ve ölçü aletlerinin doğru ayarlı ve uluslararası birimler sistemine uygun olarak imalini ve kullanılmasını sağlamaktır."

19. 3516 sayılı Kanunu'nun 7. maddesi şöyledir:

"Türkiye'de yapılan veya dışarıdan getirilen ölçü ve ölçü aletlerinin üzerine, bunları yapan şahıs veya firmaya ait özel bir markanın; kolaylıkla okunabilecek, silinmeyecek ve ölçü ve ölçü aletinden ayrılmayacak şekilde konulması ve Bakanlığa kaydettirilmiş olması şarttır.

Ayrıca;

a) Yurt içinde ölçü ve ölçü aleti yapan fabrika ve imalathanelerle tamir atölyeleri, yaptıkları veya tamir ettikleri ölçü ve ölçü aletleri için Bakanlıkça tespit edilecek esaslar dahilinde ve örneğine uygun, tasdikli bir imalat defteri tutmak zorundadırlar.

b) Elektrik, su, havagazı, doğalgaz, akaryakıt sayaçları, ölçü transformatörleri, taksimetreler, naklimetreler ve 2 nci madde ile kanun kapsamına alınacak diğer sayaçların muayene ve damgalanmaya kabul edilmeleri, bunların kullanışlı tip ve sistemde olduklarının Bakanlıkça önceden onaylanmış bulunmasına bağlıdır.

Bu maddenin uygulanması ile ilgili esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir."

20. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

" 1. İdari dava türleri şunlardır:

...

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

..."

B. Uluslararası Hukuk

21. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

22. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak özerk bir yorum esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010, § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129).

23. AİHM, mülkiyet hakkına ilişkin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin mülkiyeti elde etme hakkını koruma altına almadığını kabul etmektedir (Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD], B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52). Ancak AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin anlamı kapsamında bir mülk ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir meşru beklenti de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için Pine Valley Developments Ltd. ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31). AİHM geleceğe yönelik gelirin, bunun kazanılmış olması veya ödenebilir hâle gelmesi durumları hariç "mülk" oluşturmasının mümkün olmadığını kabul etmektedir (Denisov/Ukrayna, [BD], B. No: 76639/11, 25/10/2018, § 137).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

24. Anayasa Mahkemesinin 11/1/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

1. Başvurucunun İddiaları

25. Başvurucu; tip ve sistem onay belgesi olmadan otomatik olmayan tartı aletleri imalatı yapmanın mümkün bulunmadığını, belgenin iptal edilmesiyle faaliyetini yürütemez hâle geldiğini ileri sürmüştür. Başvurucu; yasal defter ve belgeler inceletmek suretiyle zararın varlığının ispatlanması mümkünken yargı mercilerinin bu yola başvurmamasının silahların eşitliği ilkesini, defter ve belgelerin incelenmemesinin ve yargılama sırasında sunulan uzman raporuna itibar edilmemesinin gerekçesinin açıklanmamasının ise gerekçeli karar hakkını ihlal ettiğini belirtmiştir.

26. Başvurucu, hakkaniyete uygun yargılama yapılmaması ve kararın gerekçeli olmaması sebebiyle zararının tazmini imkânının ortadan kalktığını ve bunun aynı zamanda mülkiyet hakkının da ihlaline yol açtığını iddia etmiştir. Zararın tam miktarının ancak bilirkişi incelemesiyle ortaya konulabileceğini vurgulayan başvurucu; yeminli bilirkişiden temin ettiği uzman raporunun dikkate alınmamasının ve defter ve belgelerinin incelenmemesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca faizin başlangıç tarihinin dava tarihi olarak tespit edilmesinin açık hata teşkil ettiği ve bunun adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

27. Başvurucu, davalının harçtan muaf olduğu durumlarda nispi karar ve ilam harcının peşin olarak alınması nedeniyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini belirtmiştir.

2. Değerlendirme

28. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, hukuka aykırılığı mahkeme kararıyla tespit edilen idari işlem sebebiyle tartı imalatı faaliyetini yürütememesi ve bundan kaynaklanan zararın karşılanmamasına yöneliktir. Başvurucunun adil yargılanma hakkı yönünden ileri sürdüğü şikâyetlerinin de mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

30. Öte yandan başvurucu davalının harçtan muaf olduğu durumlarda nispi karar ve ilam harcının peşin olarak alınması nedeniyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ise bu şikâyetini herhangi bir hak veya özgürlükle bağlantılandırmadığından ayrımcılık yasağı kapsamında bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

31. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı

32. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, §§ 49-54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaatinin olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

33. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

34. Bireysel başvuruya konu tip ve sistem onay belgesinin tartı imalatı sektöründe faaliyette bulunulabilmesi için alınması zorunlu bir belge niteliğinde bulunduğu hususunda taraflar arasında ihtilaf bulunmamaktadır. Bu durumda tartı imalatı sektöründe faaliyet gösterme iznini ifade eden tip ve sistem onay belgesinin ekonomik manada mülk teşkil ettiği açıktır. Ancak başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesinin kapsamına giren bir mülkünün varlığının söz konusu olabilmesi için kamu otoriteleri tarafından usulüne uygun olarak başvurucuya tip ve sistem onay belgesi verilmiş olması veya bu belgenin verileceğine dair meşru bir beklentisinin bulunması gerekir.

35. Somut olayda başvurucu şirkete 23/10/2000 tarihinde otomatik olmayan tartı aletleri imalatı konusunda tip ve sistem onay belgesi verilmiştir. Başvurucu bu belgeye istinaden bireysel başvuruya konu idari işlemin tesis edildiği 3/3/2003 tarihine kadar faaliyet yürütmüştür. Bu durumda müşteri çevresi ve ticari itibar sağladığı açık olan tip ve sistem onay belgesinin başvurucu şirket yönünden ekonomik bir değerinin olduğu ve bu ekonomik değerin mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği hususunda tereddüt bulunmamaktadır.

ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü

36. Anayasa'nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve üzerinde tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma imkânı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

37. Anayasa'nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

38. Başvurucu şirketin mülkiyetinde bulunan tip ve sistem onay belgesinin iptal edilmesi Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkiyet hakkına müdahale oluşturmaktadır. Somut olayda olduğu gibi otomatik olmayan tartı sektörünün düzenlenmesi kapsamında tip ve sistem onay belgesi verilmesinin veya bu belgenin iptalinin kamu makamlarının kontrol ve düzenleme yetkisi kapsamında olduğu açıktır. Bu sebeple başvurunun mülkiyetin kullanımını düzenleme ve kontrole ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

39. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

40. Anayasa'nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62). Bu bağlamda öncelikle müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı incelenmelidir.

41. Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında mülkiyet hakkının ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği belirtilmek suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda öngörülmesi gereği ifade edilmiştir. Öte yandan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkelerin düzenlendiği Anayasa'nın 13. maddesinde de hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceği temel bir ilke olarak benimsenmiştir. Buna göre mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde dikkate alınacak öncelikli ölçüt, müdahalenin kanuna dayalı olmasıdır. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır (Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49).

42. Somut olayda başvurucunun tip ve sistem onay belgesinin iptal edilmesine ilişkin işlemin hukuka aykırı olduğu Ankara 11. İdare Mahkemesinin 20/11/2007 tarihli kararıyla saptanmıştır. Tip ve sistem onay belgesinin iptal edilmesine ilişkin işlemin hukuka aykırı olması başvurucunun belgeye konu faaliyette bulunmasının engellenmesi suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanaktan yoksun olduğunu da göstermiştir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik ihlalin Ankara 11. İdare Mahkemesi tarafından tespit edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Bu aşamadan sonra Anayasa Mahkemesince yapılacak inceleme bu ihlalin giderilip giderilmediğine yönelik olacaktır.

43. İdari işlemin iptal edilmesi ve manevi tazminata hükmedilmesi başvurucunun mağduriyetini hafifletse de tam olarak gidermemektedir. Mağduriyetin gerçek manada ortadan kalkabilmesi için başvurucunun mülkiyet hakkının ihlali sebebiyle oluşan maddi zararlarının da karşılanması gerekir. Başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik ihlalin giderilmesi amacıyla tam yargı davası açtığı anlaşılmıştır. İdare Mahkemesinin başvurucunun maddi tazminat istemini reddettiği görülmüştür. İdare Mahkemesine göre başvurucu şirket iptal edilen işlem sebebiyle ana iştigal konusunda hiçbir faaliyette bulunmamış olsa da idarenin dava konusu işlemi tesis etmemiş olması durumunda dahi başvurucunun söz konusu ticari faaliyet çerçevesinde imalat, satış, kalibrasyon, bakım, servis, damgalama işlemlerini yapıp yapmayacağının, yapsa bile kâr edip etmeyeceğinin kesin ve net olarak tespiti mümkün değildir. Zararın miktarı kesin ve net olarak belirlenemeyeceğinden başvurucunun ileri sürdüğü zarar muhtemel olup gerçek değildir.

44. İdare Mahkemesinin tazminata hükmedilebilmesi için zararın muhtemel olmaması şartını aramasının Anayasa'nın 35. maddesindeki güvenceler gözetildiğinde keyfi ve temelsiz olmadığının altı çizilmelidir. Anayasa'nın 35. maddesi kural olarak geleceğe yönelik gelir kayıplarını güvence altına almamaktadır. Bununla birlikte somut olaydaki gelir kaybının muhtemel olmadığı, tip ve sistem onay belgesinin iptaline bağlı olarak ortaya çıkan hesaplanabilir bir zarar olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucunun ana faaliyetin tartı aletleri imalatı olduğu ve söz konusu faaliyetin yürütülmesinin tip ve sistem onay belgesinin verilmesine bağlı bulunduğu gözetildiğinde bu belgenin iptalinin başvurucunun kazancında azalmaya yol açmadığının kabulü mümkün değildir. Söz konusu belgenin iptalinin, başvurucunun ticari faaliyetinin aksamasına, buna bağlı olarak da gelir kaybına yol açması kaçınılmazdır.

45. Zararın miktarının tam olarak bilinmemesi muhtemel olduğu anlamına gelmez. Zararın hesaplanabilir olması, mülkiyet hakkıyla ilgili anayasal güvencelerin harekete geçmesi, dolayısıyla tazmin yükümlülüğünün doğması için yeterlidir. Bir ticari faaliyetin engellenmesi müdahalenin olmadığı dönemde elde edilenin altında kalan tutar kadar zararın ortaya çıkmasına yol açar. Böyle bir durumda zararın miktarının hesaplanmasında belli ölçüde güçlüklerle karşılaşılabilirse de muhtemel olduğunun ifade edilmesi makul bir yorum olarak görülemez (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Emrullah Yılmaz, B. No: 2019/37252, 15/6/2022, § 51).

46. Olayda başvurucu defter ve belgeleri ile mali müşavirden temin ettiği bir adet uzman raporunu İdare Mahkemesine ibraz etmiş, bilirkişi incelemesi yaptırılarak zararın miktarının netleştirilmesi isteminde bulunmuştur. Ancak İdare Mahkemesinin bu yönde bir girişimde bulunmadığı görülmektedir. Başvurucunun 23/10/2000 tarihinde otomatik olmayan tartı aletleri imalatı konusunda tip ve sistem onay belgesi aldığı ve bu belgenin iptal edildiği 3/3/2003 tarihine kadar belgenin sağladığı haklardan yararlanarak ticari faaliyette bulunduğu tartışma dışıdır. Başvurucunun defter ve belgeleri incelenerek 23/10/2000 tarihi ile 3/3/2003 tarihi arasında belgeye konu faaliyetinden ne kadar kâr elde ettiği ortalama olarak tespit edilebilir niteliktedir. Bu şekilde başvurucunun belgenin iptali sebebiyle uğradığı gelir kaybının yaklaşık tutarının hesaplanması mümkündür. Hâl böyleyken başvurucunun zararının muhtemel nitelikte olduğu kabul edilerek -miktarının tespitine yönelik araştırmaya girilmeksizin- maddi tazminat isteminin reddine karar verilmesi mülkiyet hakkına yönelik ihlalin sonuçlarının giderilmesini önlemiştir.

47. Hukuk devletinde idare, hukuka aykırı olarak tesis ettiği işlemlerin sebep olduğu ihlalleri giderme yükümlülüğü altındadır. İdare, eski hâle getirme (restitutio in integrum) ilkesi gereğinde kişiyi, hukuka aykırı işlem tesis edilmemiş olsaydı kişi hangi durumda olacaksa ona mümkün olduğunca en yakın konuma getirmekle yükümlüdür. Bu açıdan, idari işlemin iptal edilmesi ve başvurucu lehine manevi tazminata hükmedilmesiyle ihlalin bütünüyle giderildiği söylenemeyecektir. İhlalin tam olarak giderildiğinden söz edilebilmesi için hukuka aykırı işlem tesis edilmemiş olsaydı başvurucunun elde edeceği kazancın da başvurucuya ödenmesi gerektir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Narin Nihal Parlak, B. No: 2019/16487, 3/3/2022, § 39).

48. Sonuç olarak tip ve sistem onay belgesinin iptaline ilişkin işlemin iptaliyle tespit edilen ihlalin tam olarak giderilmesi, İdare Mahkemesinin başvurucunun zararının muhtemel olduğu gerekçesiyle tam yargı davasını reddetmesi suretiyle önlenmiştir. Bu durumda -her ne kadar yüksekçe bir miktarda manevi tazminata hükmedilmiş olsa da- mülkiyet hakkına ilişkin ihlalin devam ettiği kabul edilmelidir.

49. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

50. Başvurucu, manevi tazminat için hükmedilen faizin dava tarihinden itibaren işletilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmekteyse de manevi tazminatın miktarının tespitinde -maddi tazminattan farklı olarak- mahkemelerin takdir yetkisinin genişliği gözetildiğinde faizin dava tarihinden itibaren işletilmesinin mülkiyet hakkına ilişkin anayasal güvencelere aykırılık teşkil etmediği değerlendirilmiştir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

51. Başvurucu, yargılamanın makul süre içinde tamamlanmaması nedeniyle etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

52. Başvurucu, etkili başvuru hakkına yönelik ihlal iddiasını herhangi bir hakla bağlantılandırmadığından bu şikâyetin makul makul sürede yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi uygun bulunmuştur.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

53. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

54. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 45, 47).

55. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin Akyıl, § 41).

56. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında yaklaşık 7 yıl 2 ay 13 gün devam eden yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

57. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Giderim Yönünden

58. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini ve 2.000.000 TL'nin yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesini talep etmiştir.

59. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.

60. Başvuruda tespit edilen mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

61. Mülkiyet hakkı yönünden ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talebi kabul edilmemiştir.

62. Makul sürede yargılanma hakkı yönünden ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında net 36.000 TL manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 8. İdare Mahkemesine (E.2011/2212, K.2012/872) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 36.000 TL manevi tazminatın ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/1/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.