2019/2474

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MEMET YÜCEL BAŞVURUSU (2)

(Başvuru Numarası: 2019/2474)

 

Karar Tarihi: 24/11/2021

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucu

:

Memet YÜCEL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, 1995 yılında tapu kaydına kamulaştırma şerhi konan taşınmazın kamulaştırılmaması nedeniyle taşınmazda meydana gelen değer kaybının ve zararların ödenmemesi sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 14/1/2019 ve 17/4/2020 tarihlerinde yapılmıştır.

3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. 2020/13939 sayılı başvurunun 2019/2474 sayılı başvuru ile kişi ve konu yönünden hukuki irtibat bulunması sebebiyle 2020/13939 sayılı başvurunun kapatılmasına, incelemenin 2019/2474 sayılı başvuru üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Uyuşmazlığın Arka Planı

9. Başvuru konusu taşınmaz, ana taşınmazın 1963 yılında yapılan arazi kadastrosunda tapu kaydına dayalı olarak tapu malikleri adına tespit edildikten sonra ifrazen oluşmuştur. Başvurucunun 21/6/2002 tarihinde satın aldığı başvuruya konu İstanbul'un Pendik ilçesine bağlı Kurtdoğmuş Mahallesi 1019 parsel numaralı 46.000 metrekare (m²) yüz ölçümündeki çiftlik arazisi niteliğindeki taşınmazın 38.409 m²lik kısmına içme suyu mutlak koruma alanında kalması nedeniyle İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğünce (İSKİ) 16/6/1995 tarihinde kamulaştırma şerhi düşülmüştür.

10. İstanbul Bölge Orman Müdürlüğünün İSKİ'ye hitaben yazdığı 17/7/2002 tarihli yazısında başvuru konusu taşınmazın orman alanlarının dışında orman sayılmayan yerlerden olduğu belirtilmiştir.

B. Kadastro Davası Süreci

11. Orman Genel Müdürlüğü tarafından başvuruya konu taşınmazı da kapsayan birçok taşınmazın orman olduğu iddiasıyla 31/10/1972 ve 20/11/1981 tarihlerinde açılan davalar birleştirilerek en son İstanbul Anadolu 2. Kadastro Mahkemesince 11/5/2016 tarihinde kısmen kabul, kısmen reddedilmiştir. Başvuru konusu taşınmazın orman niteliğinde olmadığına dair karar, davacı Orman Genel Müdürlüğünce temyiz edilmiş olup dosyanın Yargıtayda derdest olduğu anlaşılmıştır.

C. Kamulaştırmasız El Atmadan Kaynaklı Tazminat Davası Süreci

12. Başvurucu 20/5/2009 tarihinde başvuru konusu taşınmazına kamulaştırmasız el atıldığı gerekçesiyle tazminat davası açmıştır. Pendik 1. Asliye Hukuk Mahkemesince alınan 23/9/2010 tarihli bilirkişi heyet raporunda el atılan 40.100 m²lik kısmının değeri 6.268.432 TL hesaplanmış, aynı bilirkişi heyetinin sunmuş olduğu 16/1/2011 tarihli raporda ise 6.268.285 TL hesaplanmıştır. Mahkemece 14/5/2012 tarihli bilirkişi raporuna itibar edilerek el atılan taşınmazın değerinin 2.671.146 TL olduğu belirtilerek 19/7/2012 tarihinde davanın kabulüne ve taşınmazın 40.100 m²lik kısmının davalı İSKİ adına tesciline karar verilmiştir.

13. Söz konusu karar, Yargıtay 5. Hukuk Dairesince 25/2/2013 tarihinde bozulmuştur. Kararın gerekçesinde, arazi üzerinde irtifak hakkının arazinin değerine etkisi bilirkişi raporuyla belirlenmeden eksik incelemeyle karar verildiği belirtilmiştir. Bozma kararı sonrasında başvurucunun davadan feragat etmesi üzerine kamulaştırma yapılamamıştır.

D. 2019/2474 Sayılı Başvuruya Konu Dava Süreci

14. İSKİ'nin başvurucuya gönderdiği 10/7/2015 tarihli yazısında başvuru konusu parselin anlaşarak devretmek istenmesi durumunda on beş gün içinde müracaat edilmesi istenmiştir. Başvurucunun müracaat etmemesi nedeniyle anlaşma gerçekleşmemiştir.

15. Başvurucu, yirmi bir yıl geçtiği hâlde taşınmazının nakit olarak kamulaştırılmaması nedeniyle bu kez 3/2/2016 tarihli dilekçesiyle takas yoluyla kamulaştırılmasını talep etmiştir. İSKİ 11/2/2016 tarihli cevap yazısında Orman Genel Müdürlüğü, İstanbul Orman Bölge Müdürlüğü Kanlıca Orman İşletme Müdürlüğünün 9/7/2015 tarihli yazısı eklenmek suretiyle kadastro mahkemesinde dava konusu olan söz konusu taşınmazın kısmen Ömerli Barajı mutlak koruma alnında, kısmen Ömerli Barajı kısa mesafeli koruma alanında, kısmen de orman alanında ve plansız sahada kaldığı belirtilmiştir. Bununla birlikte taşınmazın kullanımını engelleyici bir durumun olmadığı ve takas uygulaması bulunmadığı ifade edilmiştir. Öte yandan devam eden kadastro mahkemesindeki dava sonucuna göre taşınmazın Ömerli Barajı göl mutlak koruma alanında kalan orman haricindeki kısmının kamulaştırmaya konu edileceği belirtilmiştir.

16. Bunun üzerine başvurucu 10/3/2013 tarihinde su havzası mutlak koruma alanında kalan ve üzerinde kamulaştırma şerhi bulunan taşınmazının kamulaştırılması istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin İSKİ 11/2/2016 tarihli işlemi ile bu işleme dayanak yapılan Orman Genel Müdürlüğünün 9/7/2015 tarihli işleminin iptali ile kamulaştırmasız el atma sebebiyle uğranıldığı öne sürülen zararların tazmini talebiyle İSKİ ve Orman Genel Müdürlüğü aleyhine İstanbul 7. İdare Mahkemesinde (7. İdare Mahkemesi) dava açmıştır.

17. 7. İdare Mahkemesince 24/5/2017 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde Ömerli Havzası mutlak ve kısa mesafeli koruma alanında ve kısmen de orman vasfında olan taşınmaz üzerindeki tasarruf hakkının İSKİ İçme Suyu Havzaları Koruma Yönetmeliği ile belirtilen sınırlı sebepler yönünden kısıtlandığı, bunun dışındaki sebepler yönünden ise taşınmazdan tasarruf edilmesi önünde mevzuattan kaynaklanan bir kısıtlılığın bulunmadığı belirtilmiştir. Bununla birlikte taşınmazın vasfı ile ilgili kadastro mahkemesinde açılmış olan davada verilen kararın henüz kesinleşmediği, gayrimenkulün aynına ilişkin davaların kesinleşmeden hüküm ifade etmeyeceği, taşınmazın bir kısmının orman olup olmadığı kesinleşmeden iptali istenilen dava konusu işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Ayrıca bu aşamada taşınmazın kamulaştırma bedeli yerine geçmek üzere ödenmesine karar verilmesi talep edilen tazminat isteminin yasal dayanaktan yoksun olduğu izah edilmiştir.

18. Başvurucunun istinaf talebini inceleyen İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dördüncü İdari Dava Dairesince 25/1/2018 tarihinde karar bozulmuştur. Kararın gerekçesinde savunma dilekçelerine karşı başvurucunun cevabının Orman Genel Müdürlüğüne tebliğ edilmeksizin karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu vurgulanmıştır.

19. 7. İdare Mahkemesince bozma kararına uyularak 30/5/2018 tarihinde bir kez daha aynı gerekçeyle davanın reddine karar verilmiştir. Dairece 18/12/2018 tarihinde başvurucunun istinaf talebinin kesin olarak reddine karar verilmiştir.

20. Nihai karar, başvurucuya 31/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

21. Başvurucu 14/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

E. 2020/13939 Sayılı Başvuruya Konu Dava Süreci

22. Başvurucu, başvuru konusu taşınmazının beş yıllık yasal süresi içerisinde kamulaştırma yapılmaması ve kamulaştırma şerhinin de kaldırılmaması nedeniyle oluşan zararlarının tazmini talebiyle İSKİ ve Orman Genel Müdürlüğü aleyhine 6/8/2018 tarihinde İstanbul 3. İdare Mahkemesinde (3. İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmıştır.

23. 3. İdare Mahkemesince 23/10/2019 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde taşınmazın vasfı ile ilgili Kadastro Mahkemesinde açılmış olan davada verilen kararın henüz kesinleşmediği, gayrimenkulün aynına ilişkin davaların kesinleşmeden hüküm ifade etmeyeceği, taşınmazın bir kısmının orman olup olmadığı kesinleşmeden taşınmaza hukuki el atıldığından bahisle talep edilen tazminat isteminin yasal dayanaktan yoksun olduğu izah edilmiştir.

24. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dokuzuncu İdari Dava Dairesince 11/3/2020 tarihinde başvurucunun istinaf talebinin kesin olarak reddine karar verilmiştir.

25. Nihai karar, başvurucuya 24/3/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir.

26. Başvurucu 17/4/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Mevzuat

27. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun "Kamulaştırmada önce yapılacak işlemler ve idari şerh" kenar başlıklı 7. maddesi şöyledir:

"Kamulaştırmayı yapacak idare, kamulaştırma veya kamulaştırma yolu ile üzerinde irtifak hakkı kurulacak taşınmaz malların veya kaynakların sınırını, yüzölçümünü ve cinsini gösterir ölçekli planını yapar veya yaptırır; kamulaştırılan taşınmaz malın sahiplerini, tapu kaydı yoksa zilyetlerini ve bunların adreslerini, tapu, vergi ve nüfus kayıtları üzerinden veya ayrıca haricen yaptıracağı araştırma ile belgelere bağlamak suretiyle tespit ettirir.

İlgili vergi dairesi idarenin isteği üzerine taşınmaz mal ve kaynakların vergi beyan ve değerlerini, vergi beyanı bulunmadığı hallerde beyan yerine geçecek takdir edilecek değeri en geç bir ay içerisinde verir.

İdare kamulaştırma kararı verdikten sonra kamulaştırmanın tapu siciline şerh verilmesini kamulaştırmaya konu taşınmaz malın kayıtlı bulunduğu tapu idaresine bildirir. Bildirim tarihinden itibaren malik değiştiği takdirde, mülkiyette veya mülkiyetten gayri ayni haklarda meydana gelecek değişiklikleri tapu idaresi kamulaştırmayı yapan idareye bildirmek zorundadır. (Değişik cümle: 24/4/2001 - 4650/2 md.) İdare tarafından, şerh tarihinden itibaren altı ay içinde 10 uncu maddeye göre kamulaştırma bedelinin tespitiyle idare adına tescili isteğinde bulunulduğuna dair mahkemeden alınacak belge tapu idaresine ibraz edilmediği takdirde, bu şerh tapu idaresince resen sicilden silinir."

28. 2942 sayılı Kanun'un "Aynın ihtilaflı bulunması" kenar başlıklı 18. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"İdare, kamulaştırılması kararlaştırılan taşınmaz malın mülkiyeti üzerinde ihtilaf olup olmadığını, taşınmaz malın bulunduğu yerdeki tapu idaresi, kadastro müdürlüğü ve hukuk mahkemelerinden sorarak ve mahallinde araştırma yaparak tespit eder.

Yapılan araştırmalar sonucunda, taşınmaz malın tapuda kayıtlı olmakla birlikte mahkemede mülkiyeti üzerinde ihtilaf olduğu veya kadastrosu yapılmasına rağmen kadastro mahkemesinde davalı olduğunun tespit edilmesi halinde idarece, 10 uncu madde uyarınca hazırlanan belgelerin tamamı, taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesine verilerek, taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, bu bedelin mülkiyet ihtilafıyla ilgili uyuşmazlığın sonucunda belli olacak hak sahibine peşin veya kamulaştırma 3 üncü maddenin ikinci fıkrasına göre yapılmış ise taksitle ödenmesi karşılığında idare adına tesciline karar verilmesi istenir.

Mahkemece, taşınmaz mal hakkındaki mülkiyet ihtilafı ile ilgili davanın tüm taraflarına, 10 uncu madde uyarınca tebligatların ve ilanların yapılması, taşınmazın kamulaştırma bedelinin yine bu maddedeki usule göre tespit edilmesi ve bu bedelin mülkiyet ihtilafıyla ilgili davanın sonucunda belli olacak hak sahibine ödenmek üzere idarece mahkemenin belirttiği bankaya 10 uncu madde uyarınca ve üçer aylık vadeli hesaba yatırılmasından sonra, bu bedelin ileride belli olacak hak sahibine ödenmesine ve taşınmaz malın idare adına tesciline karar verilir ve bu karar tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. 3 üncü maddenin 2 nci fıkrasına göre yapılan kamulaştırmalarda mahkemece belirlenecek kamulaştırma bedelinin ilk ve takibeden taksitleri de mahkemenin belirlediği bankadaki üçer aylık vadeli hesaplara yatırılır.

Mülkiyet ihtilafı ile ilgili davanın sonucunda, hak sahibi olduğuna mahkemece karar verilen kişinin müracaatı üzerine kamulaştırma bedelini tespit eden mahkemenin, paranın bu hak sahibine ödenmesi için bankaya yazacağı talimat üzerine para hak sahibine ödenir.

Bu maddede öngörülen işlemler, mahkemenin davetine uymayanlar olduğu takdirde ilgilinin yokluğunda yapılır.

..."

29. 2942 sayılı Kanun'un "Trampa yolu ile kamulaştırma" kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:

“Mal sahibinin kabul etmesi halinde kamulaştırma bedeli yerine, idarenin kamu hizmetine tahsis edilmemiş olan taşınmaz mallarından, bu bedeli kısmen veya tamamen karşılayacak miktarı verilebilir.

Kamulaştırma bedeli yerine verilecek taşınmaz malın değeri, idarenin ihale komisyonunca yoksa bu amaçla kuracağı bir komisyonca tespit edilir. Taşınmaz mal bedelleri arasındaki fark taraflarca nakit olarak karşılanır. Ancak idarenin vereceği taşınmaz malın değeri, kamulaştırma bedelinin yüzde yüzyirmisini aşamaz."

30. 23/1/2011 tarihli İSKİ İçmesuyu Havzaları Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) ''Özel hükümler'' kenar başlıklı 6. maddesinin (9) numaralı fıkrasının (a) bendi şöyledir:

“Mutlak koruma alanlarında İdare tarafından yapılacak veya yaptırılacak arıtma tesisleri hariç, hangi maksatla olursa olsun hiçbir yapılaşmaya izin verilemez.

31. Yönetmelik'in ''Genel hükümler'' kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:

''(1) Bu yönetmelikte açıklanmayan tüm hususlarda Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği’nin içmesuyu havzaları ile ilgili hükümleri uygulanır.

 (2) Bu Yönetmelik hükümleri uyarınca yasaklanmış olan yapı, tesis ve faaliyetler; içmesuyu havzaları için zararlı yapı, tesis ve faaliyetlerden sayılır. Bu yapı, tesis ve faaliyetleri yapanlar hakkında; İSKİ Genel Müdürlüğü tarafından 2560 sayılı İSKİ Kanunu, 3194 sayılı İmar Kanunu, 2872 sayılı Çevre Kanunu ve ilgili diğer mevzuat uyarınca cezalandırılmaları için suç duyurusunda bulunulur.

 (3) Bu Yönetmelik hükümlerinin uygulama esasları ve diğer hususlar, Yönerge ile belirlenir.''

32. 2015 yılında kabul edilen İSKİ İçmesuyu Havzaları Yönergesi'nin (Yönerge) ''Mutlak koruma alanlarında uyulması gereken hususlar'' kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:

''(1) Mutlak koruma alanlarında uyulması gereken kurallar aşağıda sıralanmıştır:

a) Bu alanlar İdarenin bütçe imkânları doğrultusunda bir program dâhilinde kamulaştırılır. Çevre Koruma ve Kontrol Dairesi Başkanlığınca mutlak koruma alanlarında öncelikle kamulaştırılacak arazi ve yapıların tespiti yapılır ve kamulaştırılması Emlak ve İstimlâk Dairesi Başkanlığından talep edilir.

b) Kamulaştırılan bu alanlar ile kamu mülkiyetinde bulunan alanlarda suni gübre ve zirai mücadele ilaçları kullanılmamak, araziyi geçirimsiz hale getirmemek şartıyla İdare tarafından Ek-1 ve Ek-2 Tabloda yer alan ağaçların dikimi, gezi, seyir, park, bahçe ve peyzaj düzenlemeleri yapılır veya yaptırılır.

c) Bu Yönergenin 10 uncu maddesinin 3 üncü ve 4 üncü bentlerinde izin verilen yapı ve tesisler hariç olmak üzere, bu alanda hiçbir yapı yapılamaz.

ç) Bu alanlar için izin verilen ve bu maddede sıralanan faaliyetler dışında TIR parkı, açık otopark, yed-i emin parkı, açık/kapalı spor alanı/tesisi, sürücü kursu eğitim alanı, madencilik, toprak dökümü ve benzeri hiçbir yapı ve faaliyete izin verilemez.

d) Zorunlu hallerde, imar planı gereği yapılacak yolların bu alandan geçecek olan kısımlarında sadece ulaşımla ilgili işlevlerine gerekli tedbirlerin alınması şartı ile izin verilebilir."

33. Yönerge'nin ''İçme suyu havzalarının tüm koruma alanlarında yapılaşma, tesis ve faaliyetler ile ilgili diğer hükümler'' kenar başlıklı 10. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

''...

 (6) Mutlak ve kısa mesafeli koruma alanlarında; kamuya ait veya 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu kapsamında yapı yapılmasının talep edilmesi veya fiili olarak yapıldığının arazide görülmesi durumunda bu koruma alanları ile ilgili kısıtlamalar yapıyı yapan/yaptıran kuruma yazılı olarak bildirilir. Kamu yararı, sosyal ihtiyaçlar, ekonomik durum, yerleşik alan içerisinde olup olmadığı, atıksu tedbirinin alınıp alınmadığı ve benzeri bakımdan gerekli değerlendirmelerin yapılarak söz konusu yapılaşmaya ruhsat ve izin verilip verilmemesi hususu, yapıları yapan/yaptıran kurumların sorumluluğundadır.

 (7) Mutlak ve kısa mesafeli koruma alanlarında bu yönetmelikten önceki İçme Suyu Havzaları Yönetmeliği’nin yürürlüğe girdiği 25.05.2006 tarihinde, bu tarihten sonra koruma altına alınan havzalarda ise havza ilan tarihinde mevcut olan yapılar dondurulmuştur.

 (8) Mutlak ve kısa mesafeli koruma alanlarında yeni mezarlık kurulamaz. 25.05.2006 tarihinde mevcut olan mezarlıklar ve bu tarihten sonra koruma altına alınan havzalarda da havza ilan tarihinde mevcut olan mezarlıklar ilgili idarelerin yetki ve sorumluluğundadır.

...''

34. Yönerge'nin ''Müştemilat türü yapılar'' kenar başlıklı 11. maddesi şöyledir:

''(1) Mutlak koruma alanlarında su tankı, su deposu, gölgelik, tel çit, bahçe duvarı, sızdırmaz fosseptiği olan toplam 3 m2 (üç metrekare)’yi geçmeyen tuvalet maksatlı mobo, mevcut yapılara ait merdiven, balkon boşluklarının kapatılması ve benzeri unsurlar yapılabilir.

 (2) Mutlak koruma alanı dışında kalan alanlarda branda, naylon ve benzeri malzemeden yapılan kamp çadırı gibi portatif müştemilatlar, havuz, mevcut yapıya ait günlük ihtiyaca cevap verecek, toplamda 30 (otuz metrekare) m2’yi geçmeyen kümes, tuvalet, kömürlük, odunluk, garaj, depo türü müştemilat yapılması, su havzaları için zararlı yapı, tesis ve faaliyetlerden sayılmaz ve bu yapılar hakkında İdarece işlem tesis edilmez.''

35. Yönerge'nin ''Koruma alanlarında ziraat ve hayvancılık faaliyetlerine ilişkin hususlar'' kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

''(1) Mutlak koruma alanlarında hiçbir ziraat ve hayvancılık faaliyeti yapılamaz. Suni gübre ve zirai mücadele ilaçları kullanılmamak şartıyla Ek-1 ve Ek-2 Tabloda yer alan ağaçların dikilmesine izin verilir''

36. Olay tarihinde yürürlükte bulunan 31/12/2004 tarihli ve 25687 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği'nin ''Mutlak koruma alanı'' kenar başlıklı (mülga: RG-14/2/2018-30332) 17. maddesi şöyledir:

''Mutlak koruma alanı, içme ve kullanma suyu rezervuarının maksimum su seviyesinden itibaren 300 metre genişliğindeki şerittir. Söz konusu alanın sınırının su toplama havzası sınırını aşması hâlinde, mutlak koruma alanı havza sınırında son bulur. Bu alanda aşağıda belirtilen koruma tedbirleri alınır,

a) Maksimum su seviyesinden itibaren 300 metre genişliğindeki şerit kamulaştırılır. Kamulaştırma suyu kullanan idare veya idarelerce yapılır. Ancak 1988 yılı veya su temin projesinin yatırım programına alındığı tarih itibarıyla mevcut olan yapılarda bu alanda kamulaştırma yapılıncaya kadar, yapı inşaat alanında değişiklik yapmamak ve kullanım maksadını değiştirmemek şartıyla gerekli bakım onarım yapılabilir.

b) İçme ve kullanma suyu projesine ve mevcut yapıların kanalizasyon sistemlerine ait mecburi teknik tesisler hariç olmak üzere, bu alanda hiçbir yapı yapılamaz. Bu alanda kalan mevcut yapılar dondurulmuştur.

c) Çevre düzeni planına uyularak, bu alan içinde gölden faydalanma, piknik, yüzme, balık tutma ve avlanma ihtiyaçları için cepler teşkil edilir. Bu cepler su alma yapısına 300 metreden daha yakın olamaz.

d) Kamulaştırmayı yapan idarece gerekli görülen yerlerde alan çitle çevrilir veya koruma alanı teşkil edilir.''

37. Olay tarihinden sonra 28/10/2017 tarihli ve 30224 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmelik'in ''Mutlak koruma alanı'' kenar başlıklı 9. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

''(1) Mutlak koruma alanı, içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan tabii göl, baraj gölü ve göletlerin, maksimum su seviyesinden itibaren yatayda 300 metre genişliğindeki kara alanıdır. Söz konusu alanın sınırının içme-kullanma suyu havzası sınırını aşması hâlinde, mutlak koruma alanı, havza sınırında son bulur.

 (2) İçme-kullanma suyu temin edilmesi amacıyla yapılması planlanan baraj gölü ve göletler ile su alınması planlanan tabii göllerin çevresinde, maksimum su seviyesinden itibaren içme-kullanma suyu alma yapısını merkez alan, yarıçapı 300 metre genişliğindeki alanın kara kısmındaki bölümü, içme-kullanma suyunu kullanan idare tarafından kamulaştırılır. İçme-kullanma suyunu kullanan idarece gerekli görülmesi durumunda yarıçapı 300 metre genişliğindeki alana ilave olarak mutlak koruma alanının bir kısmı veya tamamı kamulaştırılabilir.

 (3) İçme-kullanma suyu projesine ve mevcut yapıların kanalizasyon sistemlerine ait mecburi teknik tesisler haricinde hiçbir yeni yapı yapılamaz.

...''

2. Danıştay Kararı

38. Danıştay Altıncı Dairesinin 17/1/2017 tarihli ve E.2016/6106, K.2017/275 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

''...İSKİ İçmesuyu Havzaları Yönetmeliğinin 'Özel hükümler' başlıklı 6.maddesinin 1. fıkrasında, İstanbul’a su temin edilen ve edilecek olan içmesuyu havzaları ve derelerin EK-1’de gösterildiği, 'İçmesuyu havzalarında imar planlarında uyulması gereken esaslar' başlıklı 9. fıkrasının c bendinde; Mutlak koruma alanlarında İdare tarafından yapılacak veya yaptırılacak arıtma tesisleri hariç, hangi maksatla olursa olsun hiçbir yapılaşmaya izin verilemeyeceği, g bendinde İçme suyu havzalarında EK-1’de isimleri verilen derelerin, orman alanları ve tarımsal niteliği korunacak alanlar dışında kalan kısımlarında; ıslah projesine uygun olarak bu derelerin ıslah kesitinin her iki yanında; temizlik, bakım ve onarımlarının yapılabilmesi maksadıyla imar planlarında en az on metrelik dere işletme bandı ayrılır. Dere ıslah alanı ile dere işletme bandları idarece kamulaştırılacağı, düzenlenmiştir.

Yukarıdaki mevzuat hükümlerinden 'havzanın mutlak koruma alanı' ile 'derenin koruma bandının' farklı kavramlar olduğu, havza mutlak koruma alanının; İçme ve kullanma suyu temin edilen ve edilecek olan suni ve tabii göller etrafında en yüksek su seviyesinde, su ile karanın meydana getirdiği çizgiden itibaren yatay 300 metre genişliğindeki kara alanı olduğu, havzanın mutlak koruma alanı içerisinde yapılaşma yasağı olduğundan bu alanda yer alan taşınmazların kamulaştırılmalarının zorunlu olduğu, havzayı besleyen derelerin dere işletme bandının ise; İSKİ içmesuyu havzaları yönetmeliği EK-1’de isimleri verilen derelerin, orman alanları ve tarımsal niteliği korunacak alanlar dışında kalan kısımlarında; ıslah projesine uygun olarak bu derelerin ıslah kesitinin her iki yanında; temizlik, bakım ve onarımlarının yapılabilmesi maksadıyla imar planlarında en az on metrelik bandı ifade ettiği ve dere işletme bandının da kamulaştırılmasının zorunlu olduğu anlaşılmaktadır.

..."

B. Uluslararası Hukuk

39. İlgili uluslararası hukuk için bkz. Halide Demirel, B. No: 2017/17378, 13/2/2020, §§ 36-41.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

40. Anayasa Mahkemesinin 24/11/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

41. Başvurucu, içme suyu mutlak koruma alanında bulunan ve 16/6/1995 yılında kamulaştırma şerhi konulan taşınmazının aradan geçen uzun süreye rağmen hâlen kamulaştırılmaması nedeniyle arazinin değerinin düşürüldüğünü ve kullanımı ile satışının engellendiğinden yakınmaktadır.

42. Başvurucu, taşınmazın bulunduğu bölgedeki arazilerin değeri eşit olduğu hâlde su havzasında olmayan arazilerin imara açılmasıyla değerlerinin arttığı ancak kendi taşınmazının su havzasında olması nedeniyle kamulaştırma yapılsa bile değerinin arada %250 fark olacak şekilde düştüğünü öne sürmüştür. Başvurucu ayrıca idarenin su havzası ilan edilen taşınmazı su temin etmek ve su satıp para kazanarak menfaat temin etmesine rağmen %250 fark olacak şekilde taşınmazının değerinin düşmesine sebebiyet verilmesi nedeniyle şahsi olarak büyük zarara uğratıldığını ileri sürmüştür. Başvurucu bu değer kaybına işaret ederek başvuru konusu davada talebinin kamulaştırma yapılması değil hukuka aykırı olarak kamulaştırma yapılmaması ve şerhin kaldırılmaması nedeniyle oluşan zararlarının giderilmesi olduğunu belirtmiştir.

43. Başvurucu 1995 yılında kamulaştırma şerhi konulan tüm arazilerin kamulaştırılmasına rağmen başvuru konusu taşınmazın kamulaştırılmadığını, 2015 yılında kamulaştırma için uzlaşma yazısı gönderildiği hâlde gerekliliklerinin yerine getirilmediğini ve takas yoluyla kamulaştırma yapılması talebinin de kabul edilmediğini ifade etmiştir. Diğer taraftan daha önce açtığı kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasında alınan ilk bilirkişi raporlarında tespit edilen taşınmazın değerinin çok altında bedelin kabul edilmesi ve bozma kararıyla bedelin daha da düşürülmesine sebebiyet verileceğinden davadan feragat etmek zorunda kaldığını vurgulamıştır.

44. Başvurucu ayrıca Orman Genel Müdürlüğünün 2002 yılında taşınmazın orman olmadığına dair yazılı beyanına rağmen 2013 yılında taşınmazın orman olduğunu iddia ederek kadastro mahkemesinde dava açması ve davanın uzun süredir sonuçlanmaması nedeniyle mağdur olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu bununla birlikte kadastro mahkemesinde başvuru konusu taşınmazın orman niteliğinde olduğu iddiasıyla yapılan yargılamada alınan dört bilirkişi raporunda da arazinin orman olmadığının belirtildiğini ve nihayetinde kadastro mahkemesince de başvuru konusu taşınmazın orman niteliğinde olmadığına karar verildiğini zikretmiştir.

45. Sonuç olarak başvurucu bu gerekçelerle adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.

B. Değerlendirme

46. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

47. Anayasa'nın "Kamulaştırma" kenar başlıklı 46. maddesi şöyledir:

"Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.

Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.

Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir.

İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır. "

48. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mülkiyet hakkı dışında eşitlik ilkesi ve adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Başvurucunun asıl şikâyetinin taşınmazın mutlak koruma alanında kalması nedeniyle konulan kamulaştırma şerhine rağmen uzun süredir kamulaştırma yapılmaması ve kamulaştırma şerhinin de kaldırılmamasından dolayı oluşan zararların tazmin edilmemesine yönelik olduğu anlaşılmakla başvurucunun bütün şikâyetleri mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

49. 2942 sayılı Kanun'un 24/4/2001 tarihli ve 4650 sayılı Kanun'un 2. maddesiyle değiştirilen 7. maddesinin üçüncü fıkrasında idare tarafından, kamulaştırma şerh tarihinden itibaren altı ay içinde kamulaştırma bedelinin tespitiyle idare adına tescili isteğinde bulunulduğuna dair mahkemeden alınacak belge tapu idaresine ibraz edilmemesi durumunda şerhin tapu idaresince resen sicilden silineceği düzenlenmiştir.

50. Somut olayda kamulaştırma şerh tarihinden itibaren altı ayın çok üzerinde yirmi beş yıl geçmesine ve kamulaştırma işlemleri yapılmamasına rağmen tapu idaresince şerhin sicilden silinmediği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte başvurucu da başvuru konusu davadan önce şerhin kaldırılmasına yönelik talepte bulunduğunu veya dava açtığını ortaya koyamamıştır.

51. Buna göre hem idare hem de başvurucunun pasif tavrı nedeniyle kamulaştırma şerhinin silinmediği anlaşılmış ise de taşınmazın su havzası mutlak koruma alanında kalmasından dolayı kamulaştırılması zorunlu taşınmazlardan olması nedeniyle başvurucunun kamulaştırma şerhinin silinmesine yönelik etkili hukuk yollarını tüketmediği söylenemez. Zira tapu kaydında kamulaştırma şerhi olmasa dahi mutlak koruma alanında kalan taşınmazların kamulaştırılması gerektiği ilgili mevzuatta düzenlenmiştir.

52. Dolayısıyla açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

53. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Somut olayda başvuruya konu taşınmazın başvurucu adına tapuda kayıtlı olduğu anlaşıldığına göre Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkün varlığında tereddüt bulunmamaktadır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

54. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve sahibi olduğu şey üzerinde tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma imkânı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

55. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

56. Mutlak koruma alanında kalan taşınmazlarda yapılaşmaya izin verilemeyeceği gibi tarım ve hayvancılık da yapılamayacağı ve kamulaştırılması gerektiği ilgili düzenlemelerde belirtilmiştir. Buna göre mutlak koruma alanında kalan taşınmaz maliki başvurucunun mülkü üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunmasının engellediği ve başvurucunun mülkiyet hakkına müdahalenin mevcut olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Öte yandan söz konusu müdahalenin niteliği sebebiyle mülkiyetten barışçıl yararlanmaya ilişkin genel kural çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

57. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

58. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

i. Kanunilik

59. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

60. Somut olayda başvurucunun maliki olduğu taşınmazın yukarıda belirtilen kanun ve yönetmelik hükümleri nedeniyle -kullanma, yararlanma haklarına yönelik olarak- bazı kısıtlamalara tabi tutulduğu anlaşılmıştır (bkz. §§ 27-37). Bu kanun ve yönetmelik hükümlerinin belirli, öngörülebilir ve ulaşılabilir olduğunda bir tereddüt bulunmadığından müdahalenin kanuni dayanağı mevcuttur.

ii. Meşru Amaç

61. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).

62. Anayasa'nın 56. maddesinde, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu; çevreyi geliştirmenin, çevre sağlığını korumanın ve çevre kirlenmesini önlemenin devlet ile vatandaşların ödevi olduğu belirtilmiştir. Bu bakımdan yapılaşmanın fen, sağlık ve çevre şartlarına uygunluğunun sağlanması, buna ilişkin düzenlemelerde kamu yararı bulunduğu kabul edilmelidir (Süleyman Günaydın, B. No: 2014/4870, 16/6/2016, § 71).

63. Belirli kısıtlamalar içeren yasal mevzuat hükümlerinin etkisi değerlendirilirken taşınmazların bulunduğu İstanbul'un nüfus yoğunluğunun ve önümüzdeki yıllarda kullanılabilir temiz suya olan ihtiyacının da gözönünde bulundurulması gerekir. Temiz suya erişimin sürdürülmesinin hayati önem taşıdığı dikkate alındığında su havzalarının kirlenmesinin önlenmesi için bir kısım tedbirin alınması ve yasakların getirilmesi sonucu oluşan müdahalenin meşru bir amacının bulunduğu kabul edilmiştir.

iii. Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

64. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devleti anlayışıyla bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).

65. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

66. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini diğer taraftan müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).

67. Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan malların korunması amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal külfetin tamamının mülk sahiplerine yüklenemeyeceği ve kanun koyucunun buna uygun çözüm yolları bulması gerekeceği açıktır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Kamu yararı amacı ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasında olması gereken adil denge, başvurucuya tazminat ödenmesi veya başvurucunun zararının başka yollarla telafi edilmesi şartıyla sağlanabilir (Hüseyin Akbulut ve Yusuf Akbulut, B. No: 2014/7643, 6/4/2017, § 32).

68. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda sağlandığından söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve Gmo Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

69. Dünyada artan nüfus, iklim değişikliği sebebiyle yağışların düzensizleşmesi ve yer altı su kaynaklarının gittikçe azalması sonucunda kullanılabilir temiz suya olan ihtiyacın her geçen gün arttığı açıktır. Somut olayda da kamu makamlarının kullanılabilir temiz suyun kesintisiz şekilde temin edilmesi ve bu maksatla su kaynaklarının korunması amacıyla yukarıda atıf yapılan yasal düzenlemeleri getirdiği hususunda bir duraksama bulunmamaktadır. Dolayısıyla su kaynaklarının korunmasındaki zaruriyet çerçevesinde yasal düzenleme yapılması hususunda kamu makamlarının belirli bir takdir yetkisinin mevcut olduğuna dikkat çekmek gerekir. Bu kapsamda, kamulaştırma şerhi konulan taşınmazın mutlak koruma alanında kalmasından dolayı uygulanan kısıtlamaların öngörülen kamu yararı amacını gerçekleştirmek için elverişli ve gerekli olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre somut olayın elverişlilik ve gereklilik kriterlerinin tartışılmasını gerektiren bir yönü bulunmamaktadır.

70. Somut olayda 46.000 m² yüz ölçümündeki çiftlik arazisi niteliğindeki taşınmazın 38.409 m²lik kısmının içme suyu mutlak koruma alanında kalması nedeniyle 16/6/1995 tarihinde kamulaştırma şerhi düşülmüş ve aradan geçen uzun süreye rağmen söz konusu taşınmaz kamulaştırılmadığı gibi kamulaştırma şerhinin de tapu sicilinden silinmediği anlaşılmaktadır. Başvurucu bu sürede taşınmazının kamulaştırılmaması nedeniyle arazinin değerinin düşürülmesinden, kullanımı ile satışının engellendiğinden ve bu kısıtlamalar nedeniyle oluşan zararlarının karşılanmamasından yakınmaktadır.

71. Derece mahkemelerince taşınmazın orman vasfında olduğu iddiasıyla kadastro mahkemesinde açılmış olan davada verilen kararın henüz kesinleşmediği, gayrimenkulün aynına ilişkin davaların kesinleşmeden hüküm ifade etmeyeceği, taşınmazın bir kısmının orman olup olmadığı kesinleşmeden açılan davaların yasal dayanaktan yoksun olduğu kabul edilmiştir (bkz. §§ 17, 23).

72. Öncelikle kadastro mahkemesinde görülen davanın orman kadastrosuna ilişkin olduğu ve uyuşmazlık konusu taşınmazın daha önceden kesinleşen arazi kadastrosunda tapu kaydına dayalı olarak tapu malikleri adına tescil edildiği ve taşınmazın hâlen başvurucu adına kayıtlı olduğu vurgulanmalıdır. Buna göre kadastro mahkemesinde dava konusu olan hususun taşınmazın mülkiyetinden ziyade başvurucunun adına tapuda kayıtlı olan taşınmazın vasfının orman olup olmadığına ilişkin olduğuna ve kadastro mahkemesince taşınmazın tamamının veya bir kısmının orman niteliğinde olduğuna karar verilmesi durumunda dahi 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesi uyarınca başvurucunun tazminat davası açılabilme imkânına sahip olduğuna değinmek gerekir. Öte yandan taşınmazın mülkiyeti ihtilaflı kabul edilse bile başvuru konusu taşınmazın mutlak koruma alanında kalan kısımlarının 2942 sayılı Kanun'un 18. maddesine göre kamulaştırma işlemlerinin yapılması gerekirken kadastro mahkemesindeki davanın kesinleşmemesi gerekçesine dayanılarak idarenin kamulaştırma ödevini yerine getirmediğini vurgulamak gerekir.

73. Bununla birlikte başvurucunun 20/5/2009 tarihinde açtığı kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı açtığı tazminat davasında kısmen de olsa 19/7/2012 tarihinde davanın kabulüne karar verilerek el atılan taşınmazın bedeli 2.671.146 TL olarak tespit edilmiştir. Ancak başvurucu zaten düşük tespit edildiğini iddia ettiği bu bedelin bozma kararı sonrasında daha da düşürüleceği düşüncesiyle davadan feragat etmiştir. Bu noktada Pendik 1. Asliye Hukuk Mahkemesince alınan 23/9/2010 tarihli bilirkişi heyet raporunda başvuru konusu taşınmazın 40.100 m²lik kısmına el atıldığının tespit edildiğine işaret etmek gerekir (bkz. §§ 12, 13).

74. Başvurucu, mutlak koruma alanında kalan tapulu taşınmazının kamulaştırılması gerekirken uzun süredir kamulaştırılmadığı ve kamulaştırma şerhi nedeniyle zarara uğradığı iddiası ve itirazlarını aşamalarda ve kanun yollarına yaptığı başvurularda dile getirmiştir. Ancak derece mahkemelerince bu hususta bir değerlendirme yapılmadan davaların reddine karar verilmiştir. Hâlbuki orman olup olmadığı kadastro mahkemesinde uyuşmazlık konusu olsa da tapulu taşınmazın başvurucun açtığı kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı tazminat davasında da ortaya konulduğu gibi mutlak koruma alanında kalması nedeniyle yukarıda zikredilen mevzuat uyarınca bir kısım kısıtlamalara tabi olduğu ve bu kısıtlamaların taşınmazdan yararlanmayı olumsuz etkilediği tartışmasızdır.

75. Bu durumda somut olayda, derece mahkemelerinin kararlarının başvurucunun davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyette olan iddia ve itirazlarına ve kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasında de ortaya konulmuş olan olgulara cevap verecek nitelikte yeterli ve ilgili bir gerekçe içermediği anlaşılmaktadır.

76. Buna göre idari ve yargısal sürecin bütününe bakıldığında mülkiyet hakkının korunmasında usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirilmediği, başvurucunun bu güvencelerden yararlandırılmadığı sonucuna varılmıştır. Bu sebeple başvurucunun mülkiyet hakkı ile müdahalenin dayandığı kamu yararı arasında olması gereken adil denge, başvurucu aleyhine bozulmuş olup mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçüsüzdür.

77. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

78. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesi'nin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

79. Başvurucu, ihlalin tespiti ile tazminat talebinde bulunmuştur.

80. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

81. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

82. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin 1 numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

83. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvencelerinin derece mahkemelerince yerine getirilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvurularda ihlalin mahkeme kararlarından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

84. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, ihlal sonucuna uygun olarak tazminata hükmedilmesinden ibarettir. Tazminat miktarının belirlenmesi hususu ise bu konuda uzmanlaşmış derece mahkemelerinin takdirindedir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 3. İdare Mahkemesine ve İstanbul 7. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

85. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

86. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 446,90 TL ve 364,60 TL harçtan oluşan toplam 811,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak ü