2019/9598

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AYDIN BAŞATAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/9598)

 

Karar Tarihi: 13/1/2022

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Aydın BAŞATAN

Vekili

:

Av. Onur AKTAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, doğal sit alanı sınırları içinde kalan taşınmaza ilişkin olarak gerekli imar planlarının hazırlanmaması ve taşınmazın kullanım durumunun belirsiz bırakılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 18/3/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu 1971 doğumlu olup Antalya'da ikamet etmektedir. Başvurucu Antalya ili Konyaaltı ilçesi Liman Mahallesi Saz mevkiinde kâin 20342 ada 6 ve 7 parsel numaralı tarla vasfındaki taşınmazların malikidir.

10. Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 8/6/1995 tarihli kararıyla başvurucunun taşınmazlarının da bulunduğu bölge "Sarısu Deresi 1. dereceden doğal sit alanı" ilan edilmiştir. Bu durum 4/11/1999 tarihinde taşınmazların tapu siciline şerh edilmiştir.

A. Taşınmazların Sit Alanından Çıkarılması Talebine İlişkin Süreç

11. Başvurucu 18/3/2015 tarihinde Antalya Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne (Müdürlük) müracaat ederek taşınmazların doğal sit alanından çıkarılmasını ve tapu sicilindeki şerhin kaldırılmasını talep etmiştir. Müdürlük 23/3/2015 tarihli yazıyla söz konusu bölgede ekolojik temelli bilimsel araştırma çalışmalarının sonuçlanmasından sonra talebin değerlendirilebileceğini bildirmiştir. Yazıda Antalya, Burdur ve Isparta illerindeki doğal sit alanlarının ekolojik temelli bilimsel araştırma projesi hizmet alım ihalesinin yapılarak 11/7/2014 tarihinde sözleşme imzalandığı ve yüklenici firmaya 370 gün süre verildiği, bu çalışmadan sonra gereken değerlendirmenin yapılacağı belirtilmiştir.

12. Başvurucu, bu cevabı zımni ret işlemi olarak kabul ederek işlemin iptali istemiyle Antalya Valiliği ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığına karşı Antalya 1. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde, yaklaşık 16 yıldır taşınmazlara şerh uygulandığını ve taşınmazların akıbetinin belirsiz bırakıldığını, bu suretle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Dava dilekçesinde ayrıca taşınmaların doğal sit alanı mahiyetinde olmadığını savunmuş ve sit alanından çıkarılmamalarına ilişkin işlemin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür.

13. Mahkeme 10/5/2016 tarihli kararla idari işlemi iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Anayasa Mahkemesi kararlarına atıfta bulunularak uygulama imar planının uzun süre yapılmamasının mülkiyet hakkını ihlal ettiği vurgulanmıştır. Kesin inşaat yasağı getirilen sit alanları için 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'yla takas imkânı getirildiğine değinen Mahkeme, bu imkândan yararlanılabilmesi için taşınmazın sit alanında olmasının ve 1/1000 ölçekli koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı bulunmasının gerektiğini belirtmiştir. Kararda kanun hükmü gereği plan yapmaya yetkili idarelere sit alanı ilanından itibaren belirli bir sürede koruma amaçlı imar planını yapma zorunluluğu getirildiği hatırlatılmıştır. Somut olayda Çevre ve Şehircilik Bakanlığının koruma amaçlı uygulama imar planı yapmadığını ve sözü edilen yasal zorunluluğu ifa etmediğini tespit eden Mahkeme sonuç olarak başvurucunun talebinin sürüncemede bırakılmasının hukuka aykırı olduğunu ifade etmiştir.

14. Mahkeme kararı Danıştay Altıncı Dairesinin (Daire) 12/12/2019 tarihli kararıyla bozulmuştur. Kararın gerekçesinde gerçek veya tüzel kişilerin mülkiyetine geçmiş olan korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları için 2863 sayılı Kanun'un 15. maddesinin (a) fıkrasında taşınmazların program dâhilinde kamulaştırılması esasının getirildiği ancak sit alanında bulunan ve gerçek veya tüzel kişilerin mülkiyetine geçmiş olan taşınmazların kamulaştırılması veya sit alanı ilan edilen yerlerin bu statüden çıkarılması mümkün kılınmayıp bunun yerine aynı maddenin (f) bendinde takas imkânının getirildiği vurgulanmıştır. Kararda başvurucunun talebinin taşınmazının bulunduğu alanın arkeolojik sit özelliklerini göstermediğine ilişkin olmadığı, taşınmazı üzerindeki kısıtlılığın kaldırılmasına yönelik olduğu belirtilmiş, bu statüde bulunan taşınmazlar bakımından takas yoluna müracaat edilmesinin olanaklı olduğu gözetildiğinde dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Kararda başvurucunun takas yoluna müracaat etmesinin önünde bir engel bulunmadığı vurgulanmıştır.

15. Mahkeme bozma kararına uyarak 10/6/2020 tarihinde davayı reddetmiştir. Dava temyiz aşamasında olup derdesttir.

B. Tam Yargı Davası Süreci

16. Başvurucu 27/7/2016 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Antalya Valiliği ve Konyaaltı Belediye Başkanlığı aleyhine Mahkemede tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde Mahkemenin 10/5/2016 tarihli iptal kararına dikkat çekilerek davalı idarelerin kanunla verilen imar planlarını yapma görevlerini ifa etmemeleri ve ekolojik temelli bilimsel çalışma yapmamaları nedeniyle sorumlu oldukları belirtilmiştir. Dilekçede sonuç olarak Mahkemenin 10/5/2016 tarihli kararıyla tespit edilen mülkiyet hakkı ihlali için 10.000 TL maddi ve 10.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi talep edilmiştir.

17. Mahkeme 26/4/2017 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde Mahkemenin 10/5/2016 tarihli kararıyla mülkiyet hakkına yönelik bir tecavüzün bulunduğunun tespit edilmediği, yalnızca davalı idarenin 1/1.000 ölçekli koruma amaçlı uygulama imar planı yapma görevinin yerine getirilmesi talebinin sürüncemede bırakıldığının saptandığı, bu nedenle tazminat isteminin hukuki dayanaktan yoksun bulunduğu ifade edilmiştir.

18. Başvurucu bu karara karşı istinaf yoluna müracaat etmiştir. İstinaf dilekçesinde mülkiyet hakkının kullanımı konusundaki uzun süreli belirsizliğin mülkiyet hakkına müdahale niteliğinde olduğu ve bunun tazminat ödenmesini haklılaştırdığı belirtilmiştir.

19. İstinaf istemini inceleyen Konya Bölge İdare Mahkemesi 2. İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 27/6/2018 tarihinde ara kararı vererek davalı idarelerden dava konusu taşınmaza yönelik koruma amaçlı imar planı yapılıp yapılmadığını ve yapılmışsa taşınmazın plandaki durumunun ne olduğunu sormuştur. Bölge İdare Mahkemesine gönderilen cevaplarda, taşınmazların bulunduğu alanların Bakanlık makamınca 29/5/2018 tarihinde onaylanan "Sarısu mevkii kesin korunacak hassas alan, nitelikli doğal koruma alanı, sürdürülebilir koruma ve kontrollü kullanım alanına ait 1/1.000 ölçekli koruma amaçlı uygulama imar planı değişikliği"nde kesin korunacak doğal sit alanı statüsünde olduğu belirtilmiştir.

20. Bölge İdare Mahkemesi 25/12/2018 tarihinde istinaf istemini esastan ve kesin olarak reddetmiştir.

21. Nihai karar 26/2/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

22. 2863 sayılı Kanun'un 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Bu Kanunda geçen tanımlar ve kısaltmalar şunlardır:

a) Tanımlar:

...

 (13) (Ek: 8/8/2011-KHK-648/41 md.) 'Doğal (tabii) sit'; jeolojik devirlere ait olup, ender bulunmaları nedeniyle olağanüstü özelliklere sahip yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan korunması gerekli alanlardır."

23. 2863 sayılı Kanun'un 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları şunlardır:

...

Tarihi mağaralar, kaya sığınakları; özellik gösteren ağaç ve ağaç toplulukları ile benzerleri; taşınmaz tabiat varlığı örneklerindendir."

24. 2863 sayılı Kanun'un 15. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Taşınmaz kültür varlıkları ve bunların korunma alanları, aşağıda belirlenen esaslara göre kamulaştırılır:

a) Kısmen veya tamamen gerçek ve tüzelkişilerle mülkiyetine geçmiş olan korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanları Kültür ve Turizm Bakanlığınca hazırlanacak programlara uygun olarak kamulaştırılır. Bu maksat için, Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesine yeterli ödenek konur.

...

Sit alanı ilan edilen ve 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı getirilen korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının bulunduğu parseller, (…) başka Hazine arsa veya arazileri ile müstakil veya hisseli olarak değiştirilebilir...

..."

25. 2863 sayılı Kanun'un 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...

 (Değişik ikinci paragraf: 8/8/2011-KHK-648/42 md.) Koruma amaçlı imar planı yapılıncaya kadar, koruma bölge kurulu tarafından üç ay içinde geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartları belirlenir. Belediyeler, valilikler ve ilgili kurumlar söz konusu alanda üç yıl içinde koruma amaçlı imar planı hazırlatıp incelenmek ve sonuçlandırılmak üzere koruma bölge kuruluna vermek zorundadır. Üç yıllık süre içinde zorunlu nedenlerle plan yapılamadığı takdirde koruma bölge kurulunca gerekçeli olarak bu süre uzatılabilir. Uzatılan süre içerisinde geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartları uygulanır.

 (Değişik üçüncü paragraf: 8/8/2011-KHK-648/42 md.) Sit alanlarına ilişkin tüm ölçeklerde yapılmış; koruma bölge kurullarının uygun görüşü alınarak yürürlüğe giren planların yargı kararları ile uygulamasının durdurulması veya iptal edilmesi halinde ilgili koruma bölge kurulunca geçiş dönemi yapılanma şartları yeniden belirlenir.

Koruma bölge kurulunda görüşülen ve uygun görülen koruma plânları onaylanmak üzere ilgili idarelere gönderilir.

 (Değişik beşinci paragraf: 8/8/2011-KHK-648/42 md.) İlgili idareler, koruma amaçlı imar planını en geç iki ay içinde görüşür ve varsa değişmesini istediği hususları koruma bölge kuruluna bildirir. Koruma bölge kurulunda bu hususlar değerlendirilir ve kurul tarafından uygun görülen haliyle planlar ilgili idarelere onaylanmak üzere gönderilir. Planlar koruma bölge kurulunun uygun gördüğü şekliyle ilgili idarelerce altmış gün içinde onaylanmak zorundadır. Bu süre içinde görüşülmeyen ya da onaylanmayan planlar kesinleşerek yürürlüğe girer. Koruma amaçlı imar planının yürürlüğe girmesiyle geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartları ayrıca karar almaya gerek kalmadan ortadan kalkar.

...

Koruma bölge kurulunca sit alanı olarak ilan edilen yerlerde; bu kararın ilanından önce imar mevzuatına ve onanlı imar plânlarına uygun olarak alınmış yapı ruhsatı ve eklerine göre subasman seviyesi tamamlanmış yapıların inşasına devam edilebilir, ancak bu maddenin (c) bendi uyarınca yapılanma hakkı aktarımını re’sen uygulamaya da ilgili idareler yetkilidir. Subasman seviyesi tamamlanmamış yapıların yapı ruhsatları iptal edilir. Kesin yapılanma yasağı bulunan sit alanlarında bu madde hükümlerinden faydalanılamaz.

b) Koruma amaçlı imar plânlarıyla kesin yapılanma yasağı getirilen sit alanlarında bulunan gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerinin mülkiyetindeki taşınmazlar malikin başvurusu üzerine, belediye ve il özel idaresine ait taşınmazlarla takas edilebilir.

c) Yapılanma hakları kısıtlanmış tescilli taşınmaz kültür varlıklarına veya bunların koruma alanlarında bulunan ya da koruma amaçlı imar plânlarıyla yapılanma hakları kısıtlanan taşınmazlara ait mülkiyet veya yapılanma haklarının kısıtlanmış bölümünü, imar plânlarıyla yapılanmaya açık aktarım alanı olarak ayrılmış, mülkiyetlerindeki veya üçüncü şahıslara ait alanlara, aktarımdan yararlanacak öncelikli hakları belirleyerek bir program dahilinde aktarmaya, belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde belediyeler, bunların dışında valilikler yetkilidir.

...

Bu alanlarda kesin yapılanma yasağı gelmesi nedeniyle yapılanma hakkının tamamen aktarılması halinde, yapılanma hakkı kısıtlanan taşınmaz, mütemmimi ile birlikte ilgili idare mülkiyetine geçer ve parseller ilgili idare adına tescil edilir ve hiçbir koşulda satışa konu edilemez.

..."

B. Uluslararası Hukuk

26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

27. AİHM imar planında taşınmazın kamu hizmetine ayrılmasının ve bu çerçevede kamu makamlarının süre sınırlaması olmaksızın herhangi bir zamanda taşınmazı kamulaştırmaya yetkili olmalarının mülkiyet hakkının kullanımını belirsiz ve kullanılamaz hâle getireceğini vurgulamıştır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç [GK], B. No: 7151/75-7152/75, 23/9/1982, § 60; Hakan Arı/Türkiye, B. No: 13331/07, 11/1/2011, § 35).

28. Sporrong ve Lönnroth/İsveç kararına konu olayda başvurucuların taşınmazlarının imar planı çerçevesinde kamulaştırılması öngörülerek taşınmazlar için on iki ve yirmi beş yıl süren inşaat yasakları uygulanmıştır. AİHM, bu taşınmazlar henüz kamulaştırılmadığından mülkten yoksun bırakmanın söz konusu olmadığını belirtmiştir. AİHM, gerçek anlamda bir kamulaştırmanın olmadığı, dolayısıyla mülkiyetin devredilmediği bu gibi durumlarda görünenin arkasına bakılması ve şikâyet edilen hususta gerçek durumun ne olduğunun araştırılması gerektiğini ifade etmiştir. AİHM, bu bağlamda getirilen kamulaştırma tedbirlerinin taşınmazlar üzerindeki sınırlandırıcı etkilerinden söz etmiş ve bu tedbirlerin taşınmazların değerinde olumsuz etkiye yol açtığını, başvurucuların taşınmazlarından dilediği gibi yararlanmalarının veya taşınmazları kullanmalarının önemli ölçüde kısıtlandığını vurgulamıştır. AİHM bu gibi kamulaştırma izinlerinin genel kamulaştırma sürecinin ilk aşaması olması nedeniyle kontrol amacı da gütmediğini belirterek müdahaleyi, mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesine ilişkin birinci kural çerçevesinde incelemiştir. AİHM sonuç olarak kamulaştırma tedbirlerinin uygulandığı sürenin uzunluğu ve bu süre içinde getirilen kısıtlamalar nedeniyle başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklendiği kanaatiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna varmıştır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç, §§ 56-75).

29. Hakan Arı/Türkiye kararına konu olayda, başvurucunun taşınmazı 2002 yılında yapılan uygulama imar planında okul alanı olarak ayrılmıştır. Başvurucu, taşınmazın imar durumunun değiştirilmesi istemiyle Mersin Belediyesine başvurmuştur. Belediye taşınmazın kamu hizmetine ayrıldığını ve kamulaştırılmasına dair karar alındığını, imar durumunun değiştirilmesinin mümkün olmadığını belirterek talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu bunun üzerine mülkiyet hakkından dilediği gibi yararlanamaması nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararlarının tazmini amacıyla 2003 yılında tazminat davası açmıştır. Derece mahkemeleri taşınmazın okul alanı olarak ayrılmasına rağmen dava tarihi itibarıyla taşınmaz üzerinde idarenin fiilî bir müdahalesinin bulunmadığını, bu bağlamda tazminat ödenmesinin hukuken mümkün olmadığını belirterek davanın reddine karar vermiştir. Başvuru yollarının tüketilmesi sonucu verilen nihai karar 2007 yılında kesinleşmiştir. Bu arada 2005 yılında yapılan yeni imar planında da başvurucunun taşınmazının durumunda değişiklik yapılmamıştır (Hakan Arı/Türkiye, §§ 6-24).

30. AİHM, öncelikle taşınmazın imar planında okul alanı olarak ayrılmış olmasının hem getirdiği inşaat yasağına hem de taşınmazdan dilenildiği gibi yararlanılmasına engel olacak nitelikteki sınırlamalara dikkat çekerek somut olayda mülkiyet hakkına müdahale edildiğini kabul etmiştir. Mülkten yoksun bırakma sonucunu doğurmadığını tespit ettiği müdahaleyi yine birinci kural çerçevesinde inceleyen AİHM, başvurucunun taşınmazının kamulaştırılmamasının mülkiyetinin akıbeti konusunda belirsizliğe yol açtığını ve bu süreç içinde söz konusu belirsizliği telafi edecek herhangi bir işlemin de yapılmadığını belirtmiştir. AİHM özellikle bu durumun başvurucunun mülkiyet hakkından tam anlamıyla yararlanması önünde engel teşkil ettiğini ve taşınmazın satış imkânını azalttığını, sonucu itibarıyla taşınmazın değerini hatırı sayılır ölçüde düşürdüğünü ve başvurucunun uğradığı kaybın tazminatla giderilmemiş olduğunu vurgulamıştır. AİHM sonuç olarak imar değişiklik tarihi ile kendi karar tarihi arasında geçen süreyi dikkate alarak kamu yararının gerekleri ile bireyin mülkiyet hakkının korunması arasında gözetilmesi gereken adil dengenin bozulduğuna ve aşırı bir yüke katlanmak zorunda kalan başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Hakan Arı/Türkiye, §§ 41-47).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

31. Anayasa Mahkemesinin 13/1/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

32. Başvurucu; taşınmazın kullanım durumunun uzun süre belirsiz bırakılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini, Mahkemenin 10/5/2016 tarihli iptal kararıyla tespit edildiği hâlde tazminat davasını karara bağlayan aynı mahkemenin mülkiyet hakkına tecavüzün söz konusu olmadığını kabul etmesinin açık bir çelişki oluşturduğunu belirtmiştir. Mülkün kullanımının belirsiz bırakılmasının mülkiyet hakkının ihlali mahiyetinde olduğunu ileri süren başvurucu, idarenin taşınmazı kamulaştırmaması veya takas etmemesi suretiyle inşaat yasağının belirli olmayan bir süreye yayılmasının kamulaştırmasız el atma örneklerinden biri olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca Mahkemenin yeterli araştırma yapmadan, mülkiyet hakkına müdahalede bulunulup bulunulmadığını araştırmadan karar vermesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucuya göre yargılamanın adil olduğundan söz edilebilmesi için taşınmazların hukuksal durumunun ve taşınmazlarda meydana gelen kısıtlamaların mahiyetinin Mahkemece ortaya konulması ve 1/1.000 ölçekli uygulama imar planının yapılmasındaki gecikmenin yol açtığı zararların uzman bilirkişilere hesaplattırılması gerekir.

33. Bakanlık görüşünde, başvurucunun taşınmazların tapu sicilindeki sit şerhinin kaldırılması istemiyle açtığı davanın derdest olması ve takas imkânına başvurmaması sebebiyle başvuru yollarının tüketilip tüketilmediğinin değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bakanlık görüşünde esasa yönelik olarak ise başvurucunun mülkiyet hakkını kullanmadaki menfaati ile kamu yararı arasında adil dengenin kurulup kurulmadığı değerlendirilirken tazminat isteminin dayandırıldığı mahkeme kararının bozulduğu, ayrıca takas imkânının bulunduğu hususlarının dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.

34. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında tüm başvuru yollarını tükettiğini savunmuştur.

B. Değerlendirme

35. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bireysel başvuru formundaki temel şikâyetin doğal sit alanı statüsünde bulunan taşınmazın kullanım durumunun uzun süre belirsiz bırakılmasına yönelik olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu, Müdürlüğe yaptığı 18/3/2015 tarihli başvuruda taşınmazlarının doğal sit alanından çıkarılmasını da talep etmiş ve talebin reddi üzerine açtığı davada taşınmazlarının doğal sit alanından çıkarılması gerektiğini bir iddia olarak dile getirmiş ise de bireysel başvuru formunda taşınmazların sit alanında bırakılmasına yönelik bir şikâyet ileri sürmemiştir. Esasen başvurucunun bireysel başvuruya konu ettiği yargısal süreç bir bütün olarak dikkate alındığında 1/1.000 ölçekli uygulama imar planının yapılmasındaki gecikme nedeniyle taşınmazın kullanım durumunun belirsiz kaldığından yakındığı gözlemlenmiştir. Bu sebeple bireysel başvuru kapsamındaki inceleme, uygulama imar planının yapılmasında gecikme yaşandığı ve bunun mülkiyet hakkını ihlal ettiği iddiasıyla sınırlı tutulacaktır. Başvurucu her ne kadar adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini iddia etmiş ise de başvurunun bir bütün olarak mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesinin daha uygun olacağı değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

37. Başvurucunun temel şikâyeti 1/1.000 ölçekli uygulama imar planının yapılmasında gecikme yaşanmış olmasına yöneliktir. Taşınmazın bulunduğu bölgenin 1/1.000 ölçekli uygulama imar planı bireysel başvurunun derdest olduğu 29/5/2018 tarihinde onaylanmıştır. Bununla birlikte 1/1.000 ölçekli uygulama imar planının yapılması tek başına başvurucunun mağduriyetini gidermemektedir. Uygulama imar planının yapılmasındaki gecikmenin mülkiyet hakkının ihlaline yol açıp açmadığının incelenmesinde başvurucunun menfaatinin bulunduğu değerlendirilmiştir. Bu sebeple başvurucunun mağdur statüsünün devam ettiği sonucuna ulaşılmıştır.

38. Bakanlık, başvurucunun taşınmazların tapu sicilindeki sit şerhinin kaldırılması istemiyle açtığı davanın derdest olması ve takas imkânına başvurmaması sebebiyle başvuru yollarının tüketilip tüketilmediğinin incelenmesi gerektiğini belirtmiştir.

39. Başvurucunun bireysel başvuru formunda dile getirdiği temel şikâyetin uygulama imar planı yapılmasında gecikme yaşanması ve buna bağlı olarak taşınmazlarının mülkiyetinin kullanım durumunun uzun süre belirsiz kalması olduğu bir kez daha vurgulanmalıdır. Mahkemenin tespitine göre takas imkânı ancak uygulama imar planı yapılmasından sonra kullanılabilir hâle gelmektedir. Başvurucunun şikâyeti takas imkânının kullanılabilir hâle gelmesindeki gecikmeye yönelik olduğuna göre bu yakınmasını dile getirebilmesi için takas yoluna başvurmasını beklemek anlamlı değildir. Öte yandan derdest olan iptal davasının konusu taşınmazların doğal sit alanından çıkarılması ve tapu sicilindeki şerhin kaldırılması talebinin reddine ilişkin işlemken bireysel başvuruya konu tazminat davasının konusu ise taşınmazın kullanım durumunda sebep olunan belirsizliktir. İki davanın konusu aynı olmadığından başvurucunun iptal davasının sonuçlanmasını beklemesinin zorunlu olmadığı değerlendirilmiştir. Bu sebeple başvuru yollarının tüketildiği kabul edilmiştir.

40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

41. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31). Somut olayda doğal sit alanında bulunan ihtilaf konusu taşınmazların başvurucunun mülkiyetinde olduğu açıktır. Dolayısıyla mülkün mevcudiyeti konusunda tereddüt bulunmamaktadır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

42. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve ondan tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

43. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

44. Somut olayda başvurucunun taşınmazları 1995 yılında doğal sit alanı kapsamına alınmıştır. Taşınmazın doğal sit alanı olarak tespit edilmesi mülkiyetin kaybı sonucunu doğuran bir işlem değildir. Zira bu durumda otomatik bir kamulaştırma söz konusu olmadığı gibi taşınmaza fiilen de el atılmış olmamaktadır. Bununla birlikte taşınmazın doğal sit alanı olarak ilanı malikin mülkiyet hakkından doğan yetkilerini önemli ölçüde kısıtlamaktadır. Bu kısıtlamaların mahiyeti taşınmazın doğal sit alanı içindeki özel konumuna göre değişebilmekte, bazı durumlarda kesin inşaat yasağına kadar varabilmektedir. Nitekim somut olaydaki taşınmazların statüsü bireysel başvurunun derdest olduğu 2018 yılında onaylanan 1/1.000 ölçekli uygulama imar planıyla kesin korunacak doğal sit alanı olarak tespit edilmiş ve dolayısıyla taşınmazların kesin inşaat yasağına tabi olduğu hususu netleştirilmiştir. Ne var ki başvurucunun şikâyeti uygulama imar planının yapılmasında gecikme yaşanmış olmasına yöneliktir. Dolayısıyla bireysel başvuruda çözüme kavuşturulması gereken mesele 29/5/2018 tarihinden önceki dönemde herhangi bir gecikme yaşanıp yaşanmadığı ve bunun mülkiyet hakkına müdahale oluşturup oluşturmadığıdır.

45. Mahkemenin 10/5/2016 tarihli iptal kararında kesin inşaat yasağı getirilen sit alanları için takas imkânı verildiğine değinilmiş ancak bu imkândan yararlanılabilmesi için taşınmazın sit alanında olduğunun ve 1/1.000 ölçekli koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı getirilen alanda kaldığının kesinleşmesi gerektiği belirtilmiştir. Mahkeme, idarenin uygulama imar planı yapma yükümlülüğünü yerine getirmediği tespitini yapmıştır. Mahkemenin tazminat talebinin reddine ilişkin kararında da önceki kararında yaptığı "imar planı yapılması görevinin yerine getirilmesi talebinin sürüncemede bırakıldığı" tespitini etkisiz kılan veya bunun yanlış olduğunu ifade eden herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır. Danıştayın 12/12/2019 tarihli bozma kararında dahi ilk derece mahkemesinin 1/1.000 ölçekli uygulama imar planı yapılmasında gecikme yaşandığı yönündeki değerlendirmesi bakımından aksine bir kabul ifade edilmiş değildir. Bu koşullarda idarenin uygulama imar planı yapma yükümlülüğünün uzun süre yerine getirmediği yolunda Mahkemenin 10/5/2016 tarihli kararında yapılan tespitten ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

46. Uygulama imar planının yapılmasındaki bu gecikmenin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği sonucuna ulaşılabilmesi için bunun taşınmazın doğal sit alanı olarak tespit edilmesinin olağan sonuçlarından farklı olarak ayrıca kullanım durumunda belirsizliğe de yol açmış olması gerekir. Doğal sit alanı olarak tespit edilen taşınmazlarda 2863 sayılı Kanun'daki düzenleyici hükümlerden kaynaklı birtakım kısıtlamaların meydana geleceği öngörülebilir niteliktedir. Bununla birlikte bu kısıtlamaların kapsamının ve özellikle taşınmazın kesin inşaat yasağına tabi olup olmadığının anlaşılabilmesi için uygulama imar planının yapılmış olması gerekir. 2863 sayılı Kanun'un 15. ve 17. maddelerinde koruma imar planlarıyla kesin inşaat yasağı getirilen sit alanlarındaki taşınmazların kamuya ait başka taşınmazlarla takas edilmesi imkânı getirilmiştir. Ne var ki maliklerin bu imkândan yararlanabilmesi için imar planlarının tamamlanmış olması zorunludur. Şu hâlde uygulama imar planının yapılmasındaki gecikme başvurucunun takas imkânından yararlanıp yararlanmayacağını belirsiz hâle getirmiştir. Taşınmazların takas imkânının kapsamında olup olmadığının uzun süre belirsiz bırakılması mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmektedir.

47. Anayasa Mahkemesi taşınmazların mülkiyet durumunun uzun süre belirsiz bırakılması biçimindeki müdahaleleri mülkiyetten barışçıl yararlanmaya ilişkin genel kural çerçevesinde incelemektedir (Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, § 41).

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

48. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

49. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması, ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62). Öncelikle müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı incelenmelidir.

50. Mahkemenin 10/5/2016 tarihli iptal kararında idarenin uygulama imar planı yapma yükümlülüğünü yerine getirmediği tespiti yapılmıştır. Mahkemenin tazminat talebinin reddine ilişkin kararında da önceki karardaki "imar planı yapılması görevinin yerine getirilmesi talebinin sürüncemede bırakıldığı" tespitle ilgili olarak herhangi bir karşıt değerlendirme yapılmamıştır. Mahkeme, mülkiyet hakkına tecavüzün mevcut olmadığını kabul etmiş ise de uygulama imar planının yapılmasında gecikme yaşandığına yönelik tespiti teyit etmiştir.

51. Öte yandan Danıştayın bireysel başvurunun yapıldığı tarihten sonra -12/12/2019 tarihinde- verdiği bozma kararında da ilk derece mahkemesinin 1/1.000 ölçekli uygulama imar planı yapılmasında gecikme yaşandığı yolundaki tespitinde hukuka aykırı bir yön bulmuş değildir. Danıştayın bozma kararında taşınmazın sit alanından çıkarılmasının mümkün bulunmadığı ve başvurucunun takas yoluna müracaat etmesi gerektiği vurgusu yapılmıştır. Danıştayın bu değerlendirmesinin uygulama imar planı yapılmasında gecikme yaşandığı tespitini etkisiz kılmadığı açıktır.

52. Bu koşullarda idarenin uygulama imar planı yapma yükümlülüğünü yerine getirmemesinin hukuka aykırı olduğunun ve müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığının derece mahkemelerince tespit edildiğinin kabulü gerekir. Derece mahkemelerinin bu tespitlerinden ayrılmayı gerektiren bir yön bulunmamaktadır. Bu aşamadan sonra Anayasa Mahkemesince incelenecek mesele mülkiyet hakkına yönelik olarak gerçekleşen ihlalin giderilip giderilmediğidir.

53. Uygulama imar planının 29/5/2018 tarihinde onaylanmış olmasıyla başvurucunun taşınmazlarının kesin inşaat yasağı kapsamında olduğu kesinleşmiş, dolayısıyla taşınmazın kullanım durumundaki belirsizlikler giderilmiştir. Bu tarihten sonra başvurucunun takas için idareye başvurmasının önü açılmıştır. Bununla birlikte taşınmazların tabi olduğu statünün 29/5/2018 tarihinde kesinleşmesi bu tarihten önceki mağduriyeti gidermemektedir. Başvurucunun geçmiş dönemdeki mağduriyetinin giderilmesinin en uygun aracı makul bir tazminata hükmedilmesi olarak gözükmektedir. Ancak başvurucunun açtığı tam yargı davasında Mahkeme mülkiyet hakkına müdahalenin bulunmadığı gerekçesiyle tazminat istemini reddetmiştir.

54. Belirtilmelidir ki hem mülkiyetin kullanım durumunun uzun süre belirsizlik içinde bırakıldığının kabul edilmesi hem de mülkiyet hakkına müdahale olmadığının söylenmesi açıkça çelişki içeren iki yargıdır. Mülkiyet hakkının kullanım durumunun belirsiz bırakılmasının, diğer bir ifadeyle taşınmazın kesin inşaat yasağının kapsamında olup olmadığının uzun bir süre boyunca netleştirilmemesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır. Ayrıca bu müdahalenin hukuka aykırı olduğu da derece mahkemelerinin kararlarıyla tespit edilmiştir. Şu hâlde başvurucunun tazminat isteminin reddedilmesi mülkiyet hakkına yönelik ihlalin giderilmesini önlemiştir.

55. Bu durumda kanuna aykırı olduğu açıkça tespit edilen müdahaleye yönelik tazminat isteminin reddedilmesi ve başvurucunun uğradığı zararın tespitiyle ilgili olarak bir incelemenin yapılmaması mülkiyet hakkına matuf ihlalin sürdürülmesi sonucunu doğurmuştur.

56. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

57. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

58. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini ve yeniden yargılamaya karar verilmesini talep etmiştir.

59. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

60. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

61. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

62. İncelenen başvuruda, başvurucunun tazminat isteminin reddedilmesi ve zararın miktarının tespitine yönelik bir inceleme yapılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.

63. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Antalya 1. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

64. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Antalya 1. İdare Mahkemesine (E.2016/886, K.2017/422) GÖNDERİLMESİNE,

D. 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/1/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.