2016/772 K. 2016/866 T. 28.9.2016

VDDK., E. 2016/772 K. 2016/866 T. 28.9.2016

T.C. Danıştay Başkanlığı - Vergi Dava Daireleri Kurulu
Esas No.: 2016/772
Karar No.: 2016/866
Karar tarihi: 28.09.2016

İstemin Özeti: İş merkezi İngiltere'de bulunan ve ülkesi yasalarına göre yat turizmi yapan F1 Yachting And Shipping İnternational Ltd.'nin, Turizm Bakanlığının izni ile Türkiye'de bulundurduğu yatlarla, Türkiye dışından temin ettiği müşterilere verdiği hizmet dolayısıyla dar mükellef sayılması nedeniyle, acentası olarak Türkiye'deki işlerini yürüten davacı adına daimi temsilcisi sıfatıyla 2003 yılının Ocak ilâ Aralık dönemleri için re'sen salınan vergi ziyaı cezalı katma değer vergileri davaya konu yapılmıştır.

Aydın Vergi Mahkemesi, 20.3.2009 gün ve E:2008/1995, K:2009/445 sayılı kararıyla; davacının, Turizm Yönetmeliğine göre seyahat acentası olarak Türkiye'de temsil ve hizmetler üstlendiği, Yönetmeliğin 21'inci maddesinin 2'nci fıkrasında, bu temsil ve hizmetin ticari faaliyet dışında gerçekleşeceği, yat işletmelerinin ticari işlemlerinin tamamen yurt dışında yapıldığı ve seyahat acentaları tarafından yürütülecek Türkiye'deki temsil ve hizmetlerin, yat işletmeciliğinin ticari nitelikte olmayan boyutuyla ilgilendirildiği, yönetmelik kapsamında öngörülen temsilcilik, yurt dışındaki yabancı yat işletmesinin ticari faaliyeti dışında, bu işletmeye bedeli karşılığında hizmet verilmesine imkan veren ve turizm mevzuatı kapsamında tanımlanan bir temsilcilik olduğundan ve Yönetmeliğin 47'nci maddesinde yabancı yat işletmesi nam ve hesabına görülen işlerin, ticari iş ve işlemlerle ilgili olmadığı düzenlendiğinden, davacının 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 44'üncü maddesinde öngörülen daimi temsilci sıfatını haiz olmadığı, vergiye tabi işlemlere taraf olmadığı ve yabancı yat işletmesi adına yaptığı iş ve işlemlerin ticari nitelik göstermediği gerekçesiyle tarhiyatı kaldırmıştır.

Danıştay Dokuzuncu Dairesi, 24.12.2012 gün ve E:2009/5581, K:2012/9877 sayılı kararıyla; yabancı kuruma ait ticari amaçlı yatların her biri kullanıcılarına ya da müşterilerine yurt dışında pazarlansa dahi Türkiye'de bulundurulmaları ve hizmetin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki kara sularında verilmiş olması karşısında, Vergi Usul Kanununun 156'ncı maddesi kapsamında iş yeri konumunda olduğundan, dar mükellef kurumun vergilendirilmesinde çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmasına aykırılık bulunmadığı, öte yandan davacı ile yabancı kurum arasında düzenlenen sözleşmede acentalık ilişkisinin varlığının açıkça ifade edildiği, 2634 sayılı Turizm Teşvik Kanunu, Turizm Teşvik Yönetmeliği ile Yat Turizmi Yönetmeliği gereği yat işletmeciliğinde kullanılan Bakanlıktan belgeli yabancı bayraklı yatlar, ücret ve navlun mukabili liman içinde ve Türk limanları arasında yolcu taşımacılığı yapamayacaklarından, işletmelerin Türkiye'de temsil ve hizmetlerini üstlenen davacının daimi temsilci sıfatını haiz olduğu, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 37'nci maddesi ile her türlü ticari ve sınai faaliyetten doğan kazancın ticari kazanç olarak nitelendirilmesi karşısında, dar mükellef kurumun bu kapsama giren yat işletmeciliği faaliyetinden elde edilen kazancının ticari kazanç olarak değerlendirilmesi gerektiğinden matrahın miktarı incelenerek yeniden karar verilmek üzere kararı bozmuştur.

Aydın Vergi Mahkemesi, 23.5.2013 gün ve E:2013/677, K:2013/540 sayılı kararıyla; Danıştay Dokuzuncu Dairesinin bozma kararındaki hukuksal nedenler ve gerekçeye değindikten sonra, sadece iş yeri esasına dayandığı saptanan çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmasının İncelenmekte olan vergilendirmeyi etkilemeyeceğinin açık olduğu, yat işletmeciliği faaliyetinin Türkiye Cumhuriyeti kara sularındaki kısmının daimi temsilci olarak davacı tarafından yürütüldüğü dosyada bir örneği bulunan yat işletme belgelerinden de anlaşıldığından, davacı şirketin, daimi temsilci sıfatı bulunmadığı yönündeki iddiasının yerinde görülmediği, olayda, Yat Turizmi Yönetmeliği uyarınca, Turizm Bakanlığınca belirlenen asgari döviz kazancı tutarının sağlanabilmesi için yurt dışında mukim firma tarafından davacı şirkete gönderilen ve yat müşterilerinin harcamalarına esas olmak üzere bozdurulan döviz tutarlarının hasılat olarak kabul edildiğinin anlaşıldığı, hasılat olarak tespit edilen tutarlar; yabancı yat işletmesinin Türkiye kara sularında faaliyet gösterebilmesi için gerekli şartlardan biri olan, Turizm Bakanlığınca her yıl belirlenen ve yat turizmi müşteri başına bozdurulması gerekli olan ve bordro ile belgelenmesi icap eden asgari döviz girdisi şartına bağlı olarak bozdurulan döviz miktarı olduğu, bu döviz tutarının, her yıl bordrolar halinde Bakanlığa verilmesi gerektiğinden, firma tarafından, yurt dışından gönderilen dövizlerin, bir bankada bozdurulmak suretiyle bordroya bağlanarak ve bu miktarların faaliyet raporu ile Bakanlığa bildirildiği, sadece asgari döviz girdisini göstermek amacıyla bankada bozdurulan bu dövizler, yat müşterisi tarafından harcanmadığı takdirde tekrar banka veya döviz bürolarında değiştirilebileceğinden; yat turizminden döviz kazancı sağlamak amacıyla, yat müşterisinin Türkiye'de harcaması ve Yönetmelik uyarınca getirilmesi zorunlu olan dövizin, Yat Turizmi Yönetmeliğinin amir hükümleri ve amacına aykırı olarak farazi bir değerlendirme ile Türkiye'de elde edilmiş hasılat olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı, mülga 5422 sayılı Kanuna göre, Türkiye'de ki temsilcinin yaptığı işlemler neticesinde dar mükellef adına kazanç elde etmesi ve elde ettiği bu kazancı yurt dışına aktarırken tevkifat yapması zorunlu olduğu ancak, olayda daimi temsilci olarak kabul edilen davacı şirket ile yat turizmi müşterileri arasında sözleşme yapılmadığı, müşterilerden bir bedel tahsil edilmediği, bütün sözleşmelerin ve ödemelerin yurt dışında yapıldığı, Türkiye’de elde edilen ve yurt dışına aktarılan bir hasılatın olmadığı, yurt dışında mukim firma adına doğrudan bir kazanç sağlanmadığı anlaşıldığından varsayıma dayalı olarak bulunan matrah farkında hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle tarhiyatı kaldırmıştır.

Vergi idaresinin temyiz istemini inceleyen Danıştay Üçüncü Dairesi, 23.12.2013 gün ve E:2013/11548, K:2013/6381 sayılı kararıyla; inceleme elemanınca, yat turizmi müşterisinin bağımsız hareket etmesini bildiği ve sevdiği, turistin bozdurduğu döviz belgesine başka bir isim verme gereği duymayacağı, öte yandan paranın nerede ve ne zaman kullanılacağının belirsiz olduğu yorumu ile Türkiye'de bozdurulması zorunlu döviz miktarının, hasılat olarak tespit edildiği, bu tutarların, Yat Turizmi Yönetmeliği uyarınca, Turizm Bakanlığınca belirlenen asgari döviz kazancı tutarının sağlanabilmesi için, yurt dışında mukim firma tarafından davacı şirkete gönderilen dövizlerden oluştuğu, kısacası, yurt dışından temin ettiği müşterilerle, işyeri olarak kabul edilen yatlarını Türkiye'de kullanıma sunan işletmenin Türkiye'ye getirmesi zorunlu olan döviz miktarı yönetmelikle belirlenmiş olup, bu tutarların yurt dışındaki firma tarafından Türkiye'de daimi temsilci vasıtasıyla elde edilen hasılat olarak kabulü gerektiği, bu nedenle, işletme tarafından getirilmesi zorunlu döviz tutarlarının bir kısmının Turizm Teşvik Fonuna aktarıldığı hususu da dikkate alınmak suretiyle yeniden karar verilmek üzere kararı bozmuş; davacının karar düzeltme istemini 12.11.2015 gün ve E:2014/7039, K:2015/8061 sayılı kararıyla reddetmiştir.

Aydın Vergi Mahkemesi, 31.3.2016 gün ve E:2016/117, K:2016/216 sayılı kararıyla; ilk kararında yer alan hukuksal nedenler ve gerekçeye ek olarak; olayda yabancı kurum ile davacı arasındaki sözleşmenin taraflar arasında bir hizmet/vekâlet akdi doğurduğunun açık olduğu, bu sözleşme ile davacının Turizm Bakanlığından yat işletme belgesi almayı, yatların Türkiye limanlarına giriş-çıkış işlemleri için yardımcı olmayı, yabancı kurum yetkilileri ile müşterilerine ofis hizmeti sunmayı taahhüt ettiği, vergi inceleme raporu eki tutanakta da davacı şirket temsilcisinin, yabancı yat işletmesi için sundukları hizmeti örneklediği, bu örnekler ve sözleşmenin karışık muhtevası bir arada değerlendirildiğinde davacının sefere/seyahate hazırlık, müşterilerin ulaştırılması, kumanya temin etmek, kılavuzluk, resmi belgelerin temini, gümrük, liman, vergi, sosyal güvenlik idareleri nezdinde müracaatla bazı resmi muamelelerin icrası, ücretlerin ödenmesi, ruhsatların alınması ile sınırlı biçimde yabancı yat işletmesini temsil ettiğinin görüldüğü, Vergi Dava Daireleri Kurulunun "daimi temsilcilik" olarak nitelendirdiği bu temsil/vekâlet/hizmet ilişkisinin, aynı zamanda mevzuat zorunlu kıldığı için kurulduğunun sabit ve ihtilafsız olduğu, yabancı yat işletmelerinin ticari işlemlerinin tamamen yurt dışında yapılacağı, Türkiye'de temsil ve hizmetlerinin ise münhasıran yat işletme belgesi sahibi seyahat acentası veya Türk uyruklu yat işletmeleri tarafından görüleceği Yat Turizmi Yönetmeliğinin amir hükmü olup yabancı bayraklı yatların Türkiye'de ticari amaçlı faaliyet göstermek için Türk seyahat acentalarının temsilciliğine mevzuat icabı muhtaç olduğu, bir başka ifade ile davacının temsilciliğinin evvela ticari iktisadi icaplardan kaynaklanmadığı, mevzuatın gereklerini yerine getirme bağlamında bu sözleşmenin akdedildiği, ilgili yönetmelikte böyle bir düzenleme yapılmasının sebebinin sağlık, güvenlik, ulaşım vb. konularda Türk makamlarının bir Türk yat işletmesini ya da seyahat acentasını muhatap kabul etmek istemesinin, çok daha makul ve gerçekçi olması olabileceği, aksi halde turizmden güvenliğe, sağlıktan çevreye ve dahi tüketici haklarına kadar çok geniş bir sahada Türkiye'de temsilcisi dahi bulunmayan bir yabancı yat işletmesinin muhatap alınmasının fevkalade güç sorunlara yol açabileceği, aynı zamanda bu düzenlemenin Türk turizm şirketleri için de bir iş/istihdam fırsatı olduğu, ihtilafın incelenmesi gereken bir başka yönünün ise Turizmi Teşvik Kanunu ve Kabotaj Kanunu ile ilgili boyutu olduğu, vergiyi doğuran olayın gerçek mahiyeti’ esas olduğundan, vergi yargısının gerçek mahiyeti aydınlatmak, meselenin özüne nüfuz etmek bakımından tabiatıyla uyuşmazlıkla ilgili diğer mevzuatı da nazar-ı itibare alacağı, Türkiye Sahillerinde Nakliyatı Bahriye (Kabotaj) ve Limanlarla Kara Suları Dahilinde icrayı Sanat ve Ticaret Hakkında Kanunda, Türkiye sahillerinin bir noktasından diğerine emtia ve yolcu alıp nakletmek ve sahillerde limanlar dahilinde veya beyninde cer ve kılavuzluk ve her hangi mahiyette olursa olsun bilcümle liman hidematını ifa etmenin yalnız Türkiye sancağını hamil sefain ve merakibe münhasır olduğunun düzenlendiği, yani milli hükümran Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kendi kara suları ve limanlarında yük ve yolcu taşıma hakkını münhasıran Türk bayraklı gemilere tanıdığı, Turizmi Teşvik Kanununun 27'nci maddesinde, yabancı bayraklı deniz turizmi araçlarının Türk kara suları ve limanları arasında turizm amacıyla kullanılmasına ilişkin esasların yönetmelikle belirleneceği, 29'uncu maddesinde ise Türk ve yabancı bayraklı deniz turizmi araçlarının gezi, spor ve eğlence amacıyla kullanılmasının yolcu taşımacılığı sayılmayacağı hükümlerinin yer aldığı, bir bakıma deniz turizmi açısından Kabotaj Kanununa bir istisna getirildiği, bu istisnayı tanımak suretiyle egemen bir devletin, turizmi teşvik etmek amacıyla, yabancı bayraklı gemilerin kendi kara sularında, sahillerinde, limanları arasında seyahatine "yolcu ve yük taşımamak şartıyla" cevaz verdiği, o halde, Türkiye dışında kurulu yabancı yat işletmelerinin yabancı bayraklı yatlarını Türkiye'de bulundurarak bu yatları bulundukları ülkede veya diğer yerlerde pazarlamaları halinde bu faaliyetten ötürü dar mükellef kabul edilmeleri gerekip gerekmediği, asgari döviz kazancının mahiyeti ve Türkiye'deki temsilci vasıtasıyla hasılat elde edilip edilmediği hususlarının, kanun koyucunun Turizmi Teşvik Kanunu ile getirdiği istisna, bu müessesenin özellikleri ve vergi mevzuatı ile ilgisi çerçevesinde bütüncül bir bakışla ele alınması gerektiği, dava dosyasında mevcut Kültür ve Turizm Bakanlığı yazısında da ifade edildiği üzere Turizmi Teşvik Kanunu ile yabancı bayraklı yatların Türk limanlarını daha fazla kullanmaları bu sayede daha fazla döviz geliri elde edilmesinin amaçlandığı, kanun koyucu abesle iştigal etmeyeceğine göre, yabancı yat işletmeleri lehine böyle bir imtiyaz tanınırken, aynı işletmelerin dar mükellef kabul edilmesi suretiyle Yat Turizmi Yönetmeliği gereğince temsilcisi olan seyahat acentası vasıtasıyla Türkiye'de hasılat elde edildiğinin kabulünün, bariz bir çelişki olduğu, bir başka ifade ile "yabancı yat işletmeleri dar mükellef kabul edilecek, Türkiye'de bulundurduğu yabancı bayraklı yatlar işyeri addedilecek ve Türkiye'ye yasa/yönetmelik gereği getirilmesi zorunlu döviz Türkiye'de daimi temsilci vasıtasıyla elde edilen hasılat olarak görülecek" ise, yük ve yolcu taşıma imtiyazını Türkbayraklı gemilere hasreden Kanuna bir istisna getirilmesinin anlamı olmayacağı, kanun koyucunun yabancı bayraklı deniz turizmi araçlarının Türk kara suları ve limanları arasında turizm amacıyla kullanılmasına izin vermemek suretiyle zaten bu amaca ulaşacağı, egemenlik gücüne dayanarak sadece Türk uyruklu yat işletmelerine ya da kanuni ve/veya iş merkezi Türkiye'de olan turizm/seyahat şirketlerine faaliyet izni vermekle ve tam vergi mükellefi bu işletmelerden vergi almakla yetinebileceği, ihtilafın bir başka boyutunun yat işletmeciliği faaliyetinin Türkiye Cumhuriyeti kara sularında icra edilip edilmediğine ilişkin olduğu, Danıştay Üçüncü Dairesinin bozma kararında müşterilerin yurt dışından temin edildiği ama yabancı bayraklı yatların Türkiye'de kullanıma sunulduğu ve hasılatın Türkiye'de elde edildiğinin ifade edildiği, bu aşamada ürün/hizmet kavramının yeniden ele alınmasının şart olduğu, yabancı yat işletmelerinin, seyahat/turizm şirketlerinin kendi ülkelerinde ve diğer yabancı ülkelerde pazarladıkları ürünün nihayetinde bir seyahat planı, yani bir organizasyon olduğu, bir mal/meta olmadığı, bu organizasyonu satın alan müşterilerin yabancı yat işletmesinin pazarlamasıyla bir seyahat planına dahil oldukları, yukarıda açıklandığı üzere bu işletmelerin yatları (daha doğru bir ifade ile yatla seyahati/yolculuğu/geziyi) yani bu organizasyonu Türkiye'de pazarlamasının mümkün olmadığı, ticari işlemlerin tamamen yurt dışında yapılmasının mevzuatın emredici hükmü olduğu, o halde yat işletmeciliğinin Türk kara sularında icra edildiği, hasılatın Türkiye'de elde edildiğinin ileri sürülüp sürülemeyeceği, Türkiye dışında kurulu yabancı yat işletmelerinin yatlarının Türkiye'de tutulmasının yat işletmeciliğinin de Türkiye'de icra edildiği, hasılatın da Türkiye’de elde edildiğinin varsayılmasını gerektirmeyeceği, bu işletmelerin Türk kara sularında ve limanlarında seyretmek için kaçınılmaz biçimde bazı hizmetleri (kılavuzluk, nakil, kumanya vs.) tedarik edeceği, bazı belgeleri temin etmek için temsilcisi vasıtasıyla Türk makamlarına müracaat edeceği, bununla birlikte, bu iş ve işlemlerin, işletmecilik faaliyetinin Türkiye Cumhuriyeti kara sularında icra edildiğini göstermeyeceği, yabancı bayraklı yatların Türk limanları ve Türk kara sularında bulundurulmalarının ayrı, bu son derece karışık organizasyonun (turun planlanması, pazarlanması satılması ve ücretinin tahsili sürecinin) işletmeciliğinin Türk kara sularında/limanlarında yapılmasının (yapıldığı iddiasının) ayrı bir olgu olduğu, karşılaştırmalı bir örnek vermek gerekirse, Türkiye'de kurulu Türk uyruklu bir yat işletmesinin Türkiye'den temin ettiği müşterileri Akdeniz'de bir başka ülkenin kara suları ve limanları arasında kendi gemileri ile yahut kiraladığı deniz taşıtlarıyla mavi yolculuğa çıkardığı düşünüldüğünde yatların yabancı ülkenin egemenlik sahasında kara sularında ve limanlarında seyretmesi, konaklaması, Türk yat işletmesinin bu yabancı ülke mevzuatının icabatından mahalli rehberlerle kılavuzlarla çalışması, lüzumlu maddelerin bu yabancı ülkedeki iş ortaklarından temini, bu temsilciler vasıtasıyla yerel kamu otoriteleri ile muhatap olunmasının gayet tabii olduğu, bununla birlikte, bu ortak çalışma/işbirliğinin, yat işletmeciliğinin yabancı ülkede yapıldığını göstermeyeceği, çünkü Türk yat işletmesinin bu yabancı ülkede ofis açıp turunu pazarlamadığı, sözleşme akdetmediği, yabancı ülke kara suları ve limanlarının turizm işletmesi için işletmecilik biliminin tanımıyla sadece "Operasyon sahası" olduğu, zaten milletlerarası kara, hava veya deniz taşımacılığı, yahut turizm endüstrisinde geçilen/ziyaret edilen her ülkede, (bu o yabancı ülkenin hava meydanı, demiryolu istasyonu yahut limanı olabilir) işletmecilik faaliyetinin yürütüldüğünü kabul etmenin mümkün olmadığı, meselenin bir diğer yönünün hasılat ve döviz girdisi ile ilgili tartışma olduğu; Danıştay Üçüncü Dairesinin bozma kararında da belirtildiği üzere, vergi müfettişinin matrah takdir ederken dikkate aldığı asgari döviz miktarının Yat Turizmi Yönetmeliği uyarınca Türkiye'ye getirilmesinin zorunlu olduğu, yönetmelik icabı Türkiye'ye getirilen ve bozdurulan bu paranın, yabancı yat işletmesinin ve daimi temsilcisinin hasılatı olduğunun kabul edilmesi için bu tutarın, müşterilerin satın aldığı turla bir bağlantısı olduğunun ispat edilmesi gerektiği, nihayetinde vergi müfettişinin matrah takdir ederken, götürü gideri emsal bedeli esas aldığı, buna göre hasılat olduğunu ileri sürdüğü asgari döviz kazancından, matraha ulaştığı, oysa hasılatın, en basit tanımıyla bir kurum ya da işletmenin bir zaman dilimi içinde elde ettiği satış bedelleri ile öteki gelirlerinin toplamı olduğu, o halde -Turizm Teşvik Fonuna aktarılan kısmı hariç tutulsa dahi- yabancı yat işletmesi tarafından getirilmesi zorunlu dövizin, hangi hizmetlerin satış bedelleri toplamı olduğu sorusunun cevabının vergi inceleme raporunda bulunması gerektiği, halbuki bu konuda bir cevap arayışının dahi bulunmadığı, üstelik daimi temsilci davacının yabancı yat işletmesi için sunduğu hizmetin belli ve faturalı/belgeli olduğu, bunun dışında bir hizmet sunduğu, karşılığında da yurt dışında mukim yat işletmesi tarafından davacıya döviz gönderildiği, bu dövizin Türkiye'de bozdurulduğu ve davacının hasılatı olduğu ispat edilmediği müddetçe, yönetmelik gereği getirilmesi zorunlu olan dövizin, Yat Turizmi Yönetmeliğinin amir hüKümlerine ve amacına aykırı olarak farazi bir değerlendirme ile Türkiye'de elde edilmiş hasılat olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle ısrar etmiştir.

Davalı idare tarafından; elde edildiği kabul edilen hasılatın, Turizm Bakanlığına bildirilen tutar olduğu, ikrarı ile sabit olan davacı adına, dar mükellef kurumun daimi temsilcisi olması nedeniyle tarhiyat yapılmasında hukuka aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek ısrar kararının bozulması istenmiştir.

Savunmanın Özeti: Temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmuştur.

Danıştay Tetkik Hakimi: K1

Düşüncesi: İstemin reddi gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunca, dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

İş merkezi İngiltere'de bulunan ve ülkesi yasalarına göre yat turizmi yapan F1 Yachting And Shipping International Ltd.'nin, Turizm Bakanlığının izni ile Türkiye'de bulundurduğu yatlarla, Türkiye dışından temin ettiği müşterilere verdiği hizmet dolayısıyla dar mükellef sayılması nedeniyle, acentası olarak Türkiye'deki işlerini yürüten davacı adına daimi temsilcisi sıfatıyla 2001 yılının Ocak ilâ Aralık dönemleri için re'sen salınan vergi ziyaı cezalı katma değer vergilerinin kaldırılması yolunda verilen ısrar kararı davalı idare tarafından temyiz edilmiştir.

Danıştay Üçüncü Dairesinin yukarıda yer verilen 23.12.2013 gün ve E:2013/11548, K:2013/6381 sayılı kararının dayandığı aynı hukuksal nedenler ve gerekçe uyarınca temyiz isteminin kabulü ile Aydın Vergi Mahkemesinin 31.3.2016 gün ve E:2016/117, K:2016/216 sayılı ısrar kararının bozulmasına, yeniden verilecek kararda karşılanacağından, yargılama giderleri hakkında hüküm kurulmasına gerek bulunmadığına, 28.9.2016 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

X - KARŞI OY

Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, dayandığı hukuksal nedenler ve gerekçe karşısında vergi mahkemesi kararının bozulmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığından, istemin reddi gerektiği oyu ile karara katılmıyoruz.